woxie
423 (süper mario)
altıncı nesil silik 5 takipçi 60.70 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    gizliajans

    11.
  1. alper canıgüz’ün psikolojik içerik açısından diğer kitaplarının altında, absürdlük yönünden ise bir hayli üzerinde olmuş romanı. Galiba yeterince absürd bir kitap olduğu için olsa gerek; bir hayal evrenine gitme gereği duymamış. Yine çok zevkli, yine çok kısa, yine çok güzel.

    Musa’nın, Sanem hanımı görür görmez aklından geçenleri yazdığı sayfalar mükemmel olmuş. Hani ilk görüşte aşk için kafamdan neler neler geçti derler ya; işte burada yazar neler geçtiğini tek tek yazmış. *

    Sonuna kötü denmez ama sanki biraz basit toparlanmış. Konu açısından değil, sadece ayrıntılar. Misal; ölenler nasıl öldü? Hiç farkedilmemiş mi kafalarının dağılmadığı? Kaan sezyum’a ne oldu? Bütün bu senaryo’ya gerek var mıydı? Vs...

    Hele bir de hürriyet ve radikal gazetesi reklamı yapıyor ki ürün yerleştirme programlarından daha fazla sırıtıyor.

    Boş adam tayfası "amcabey-kız tevfik-tahtakafa" üçlüsünü diğer kitaplarında olduğu gibi burada da bozmamış. Tanıdık simalar. Muhabbetleri de güzel bu abilerin.

    --spoiler--

    [+] iki insanı, bir üçüncüyü ezmek kadar birbirine yaklaştıran bir şey var mıdır şu dünyada?

    [+] insanlardan ‘insanlar’ diye söz eden insanlardan oldum olası nefret etmişimdir.

    [+] hayır. Biz çok modern bir aileydik. Babam da çok modern bir insandı. O yüzden beni dövmez, rencide ederdi.

    [+] sevdiğim kadın hakikaten dünyayı ele geçirmeye çalışan bir uzaylı mıydı? Niye böyle yapıyordu? Benim kalbimi ele geçirmişti ya, bu kadarı yetmiyor muydu ona? **

    [+] sevenler birbirlerine yara izlerini gösterirler. ilk önce bunu yaparlar...sana ruhumu açmadan önce bil ki incinebilirim demek için...çünkü en çok sevdiklerin yaralar seni.

    --spoiler--
    2 ...
  2. içimizdeki şeytan

    54.
  3. Sabahattin ali tarafından 1940 yılında yazılmış; aşk, ihanet, riyakarlık gibi konuları benim böyle tek kelimeyle yazdığım kadar basit işlemediği bir eser. kürk mantolu madonna bu kadar ünlüyken bunun az duyulması da ilginç. Biraz daha uzun olduğu için olabilir.

    Şimdi nereden başlasak... Aydınlar ve aydın geçinenlere de güzel giydirmiş, helal olsun. Bu konudaki fikirleri, bugün de –belki birazcık daha kompleks bir şekilde olsa da- geçerliliğini hala koruyor. Bugünküler biraz daha alengirli elit tavırları takınıyorlar sadece.

    Sonlara doğru bedri’nin, şair arkadaşlarından birisinin “tükürdüm gözlerimi ağzımdan boncuk gibi” mısrası hakkındaki ve ömer’in arkadaşlarının kafa yapılarını analizi pek bir acayipti. Onun da iç dünyasının görünenden daha geniş olduğunu belli edercesine. yazarın eq’sunun ne kadar yüksek olduğunu da buradan anlıyoruz.

    Veznedar hüsamettin efendiyle arasında geçen son konuşmaya ne denir pek bilmiyorum. Sabahattin ali bu sayfalarda bizi vurdu, sonunda da ufak bir pansuman yaptı. Bakalım böyle yaşanır mı yaşanmaz mı...Yine de, O şartlar altında olabilecek en ‘mutlu son’la bitirmiş. iyi de yapmış. *
    Ömer’e de haksızlık etmemek lazım. O da aslında iyi bir karakter. Doğruyu bulmak ve yeri gelince doğru davranabilmek de kolay değil. Tabiri caizse “hamuru iyiymiş”.

    --spoiler--

    [+] “mehtapta gezmekten hep hoşlanırız. Bu sırada yanımızda biri bulunmasını da müthiş surette isteriz, fakat iki aptal herif, romanlarında mehtaplı aşk sahnelerinden bahsettikleri için bu muazzam zevki, bu şiddetli ihtiyacı gülünç buluruz. Görülüyor ki ahmaklık sade ahmaklara değil, akıllı olduklarını sananlara da hükmediyor!” diye düşündü.

    [+] macide, etrafındakilerde hoşuna gitmeyen herhangi bir şey gördüğü zaman aklına ilk olarak “acaba ben de aynı şeyi yapıyor muyum?” düşüncesi gelirdi. Fakat arkadaşlarından hiçbirisinin, ömründe bir defa olsun, kendini böyle bir sualin karşısında bırakmadığı muhakkaktı.

    [+] ben sana rehber değil ancak yoldaş olabilirdim fakat yolu ikimiz de bilmiyorduk ve birbirimize yük olmaktan, birbirimizi şaşırtmaktan başka bir şey elimizden gelmiyordu.

    [+] iyilik demek kimseye kötülüğü dokunmamak değil, kötülük yapacak cevheri içinde taşımamak demektir.

    [+] son zamanlara kadar “fena bir şey yapmıyorum ya!” der ve kendimi temize çıkarmaya çalışırdım. Fakat hadiseler gösterdi ki, fena olmayışım tesadüf eseriymiş, fırsat düşmemiş, zaruret olmamış. Nitekim hayatın ilk çelmesinde yuvarlanıverdim. *****

    [+] macide, yemin ederim ki dünya kurulalıdan beri hiç kimse kendini, benim o anda bulduğum kadar aşağılık ve iğrenç bulmamıştır.

    [+] dünyada hiçbir lisanda bu kabiliyet yoktur. Saatlerce konuşup hiçbir şey ifade etmemek kabiliyeti.

    [+] artık ayrılmamız lazım. Dediğim gibi, sana en küçük bir faydam olacağını bilsem her şeye tahammül eder ve kalırdım. Halbuki selametinin yalnızlıkta olduğunu görüyorum. Hala, bugün bile şuna kaniiim ki, bir müddet daha bocaladıktan sonra, yolunu bulacaksın, fakat yalnız olman lazım. Herhangi bir insanın, ayaklarına dolaşmaması lazım...ne olurdu? Birbirimize birkaç sene sonra tesadüf etmiş olsaydık! O zaman hayatımız belki bambaşka bir şekil alırdı. O zaman sana tabi olur ve bundan zevk duyardım. Fakat şimdi, hiçbir faydası olmadığını bile bile, yanlış ve manasız bulduğum şeylere oyuncak olmak, bütün sevgime rağmen imkansız...
    --spoiler--
    1 ...
  4. galiz kahraman

    23.
  5. ihsan oktay anar, nam-ı diğer 'gerçek uzun adam', tarafından yazılmış, istanbul’un tarihi sokaklarında başlayıp, “karşıyaka” ile biten, türbe yeşili mükemmel bir kapağa sahip orta karar bir roman. kendisini -nedense- daima haklı ve mükemmel gören idris amil denen bir zat-ı muhteremin öyle böyle olmayan hikayesini anlatmış. Yalnız, Olayların tam olarak hangi tarihlerde geçtiğini bir türlü anlayamadım.

    ihsan oktay anar’ı çok seven bir insan olarak, Kitap içerisinde sevdiğim yerler de vardı , hoşuma gitmeyen şeyler de vardı. Öyle pek de hassas değilim bu konularda ama idris amil’e devamlı “Efendimiz hazretleri” diye hitap etmesi hoşuma gitmedi misal. Bütün işgüzarlık hakkını efgan bakara ile kahvedeki dersler aracılığıyla yaptığı sanat eleştirileriyle kullanmış ve bu sayfalar yalnızca bu yüzden yazılmış. Başka da bir sebebi olmadan eklenen böyle şeyler çok sırıtıyor. Hikayenin içinde hiç yok. Kahramanımızın(!) hikayesini anlatırkene “du bi şeyler de ben diyeyim de sanatımızı icra etmiş olalım” demek için koyuvermiş gibi.

    Kitabın söylediği şeye gelirsek de; ‘Sıradanlığın üst insanı’ diyerek yine aynı geyiği yapmış.
    (#22590936)
    Hem adamın yemediği halt, bulaşmadığı mecra kalmamış; bu mu ‘sıradanlığın üst insanı’? bu mu ‘hepimizin hikayesi’ be hacıemmi?

    Bu adamın hırsız muhabbetlerini okumak bir ayrı zevkli. Yazmakla bitmez ama kitabın en komik sayfaları hırsızlar zümresiyle ilgili olan kısımlarıydı. Puslu kıtalar atlasında da öyleydi. Adamların mevzuatı var lan. *

    Ayrıca bu kitapta, Röntgen çektirdikten sonra annesinin hastalığından kurtulmasına müteakip wilhelm conrad röntgen’e mevlid-i şerif okutan ve bu vesileyle şifa bulan herkesin de bir fatiha okumalarını tavsiye eden güzel mi güzel de bir karakter var.
    (bkz: Efgan bakara)

    Bir de yazar, hikayesini anlattığı ana karakter hakkında “arkasından konuşmak gibi olmasın ama...” der mi ya. *

    sonuç olarak eline sağlık ama “ağ-bi-miz” çok daha güzellerini yapabilecek birisi. Yazarın tarzını seviyorsanız buyrun. Yine alır sizi ordan oraya götürür. Ama boyu posu devrilesice ‘sıradan insan’ı yücelten bir kitap daha yazmasa bari. *

    --spoiler--

    [+] Gerçekten de idris amil hazretleri bir tabiat mucizesiydi, o tabiat ki, onun her unsuru, dağlar taşlar hayvanlar, cenab-ı hakk’a secde eder dururdu. Efendimiz madem ki tabiat’ın bir parçasıydı, bir de kalkıp camide secde etmesi pek lüzumlu sayılmazdı.

    [+] silmesi de edep erkan bilir, etiket sahibi, kibar ve görgülü şahıslardı. Öyle ki, kıdemlilere hürmetle “a-bi-cim” denirken, onlar da astlarına gayet zarif bir şekilde “ulan” diye hitap ederlerdi. Kısacası bunlar klas adamlardı.

    [+] kadınlar kavga etmezdi ama bütün kavgalar kadınlar içindi, medeniyeti kadınlar kurmamıştı ama medeniyet kadınlar için kurulmuştu. Kısacası zaten mankafa olan erkek taifesi, cins-i latifi görür görmez daha da bir delirdiği için, onu elde etmek gayesiyle gece gündüz demeden didinip yırtınarak icatlar yapmış, ayağına üşenmeyip keşif seyahatlerine çıkmış, sırf onları tavlamak için kendini paralayıp cilt cilt kitaplar yazmıştı. hanım kısmı erkeği, zavallının kalbine aşk okunu sokup gebe bırakır, sonra da ona dokuz doğurturdu.

    [+] adam bıçakladıktan sonra kuzu kuzu karakola gidip teslim olan kabadayıların tersine bu adamlar, altıpatları yedi kere patlatıp sekiz can aldıktan sonra pavyondan dokuz tabut çıkartabilecek şahıslardı.

    [+] annesi yatmış olmalıydı. içeriye girince, kapının hemen yanındaki mumun yandığını gördü. Sırılsıklam olmuş ayakkabılarını ve ardından da çoraplarını çıkardı. Annesi yatağında yatıyordu. Kadıncağız, efgan bakara’nın hayattaki yegane varlığıydı. Bu yüzden yanına gidip annesini yanağından öpmek istedi. Ama kadıncağızın yanağı buz gibi soğuktu. Ama o, çoktan ölen kadını bir kez daha öptü. Çünkü annesiydi.**
    [+] yükselmiş birini düşürmek, yahut onun düştüğünü görmek, aşağıdakilerde adaletin yerini bulduğu hissini uyandırır ve onlara mutluluk verirdi.

    [+] neden sonra kapı açıldı ve elinde idare lambası, suratından uğursuzluk akan biri ona, “kapıyı ne diye yumrukluyorsun! Adab-ı muaşeretten haberin yok mu! Edep erkan görmüş hırsız kapıyı çalmaz, maymuncukla açar!” diye çıkıştı.

    [+] ancak şöhret, bir hırsız için iyi bir meziyet değildi. Bunun için kendi isimlerinden ziyade rumuz ve lakap kullanırlar ve bunları da sık sık değiştirirlerdi. Öyle ki camiada nam salmak neredeyse imkansızdı. Çünkü bu meslek alçakgönüllülüğü gerektirirdi. içlerinden hiçbiri vurduğu servetle övünmez, işlerini ibadet eder gibi sessiz sedasız icra eder, hırsız ile ev sahibi arasına kimsenin girmemesi gerektiğine itikat ederlerdi.

    [+] gel gör ki, hırsızlık müessesesine girmek kolay iş değildi! Her şeyden önce, iki kefil ile adli sicil kaydı isteniyor, temiz kağıdı getirenler camiaya kabul olunmuyordu.

    [+] gel gör ki, kopyacı talebe, önünde örnek olmadan hiçbir şey yapamıyordu. Çünkü hayal gücü sıfırdı. Eğer ona, “gözlerini kapa ve sonra, istediğini düşün, ama mor bir fil düşünme” dense, zihninde fil mil bile canlanmazdı.

    --spoiler--
    1 ...
  6. edgar allan poe

    165.
  7. Edgar allan poe , 1800’lerde yaşamış kasvetli öykü ve şiirleriyle ünlü bir yazar. Benim kendisiyle tanışıklığım yıllar önce izlediğim the raven’a dayanıyor. Hatta kafamda bir senaryoya bile ışık yakmıştı izlediğimde***. bu abinin öykülerinin kendine özgü, böyle acayip bir aura’sı var. Doğaüstü desen değil, altı desen o da değil... her hikayesinin başında bir 5-10 sayfa felsefe -ya da boş muhabbet- yaparak girişgah hazırlaması da yazdıklarını çok okunaklı hale getiriyor.

    Morgue sokağı cinayetleri’nde tümevarım yöntemiyle öyle uçuk yerlerden adım adım cinayeti aydınlatıyor ki sir arthur conan doyle yanında halt etmiş. Ama benim asıl ilgimi çeken kısmı, hikayenin içine cinayet girmeden önceki bölümdü. Bir kişinin düşüncelerini tersten izlemek...mükemmel bir fikir! Ben yıllardır deniyorum da adam bunu 7(yedi) seviyede yapıyor. “bunu deyince büyük ihtimal aklına şu geldi. Ordan da şunu düşündün, sonra da şununla arasında bir bağ kurdun...” diye 15 dakika karşılıklı sustuktan sonra cevap veriyor arkadaşına. Yaratıcı ve etkileyici.

    ayrıca yazılarında kesinlikle bir ders verme amacı yok. Yani -bence– mutlaka var da, spesifik bir şey yok. Sen okuduğundan ne alırsan o. Yalnız, “Şeytanla asla kellen üstüne bahse girme” adlı hikayesi açık açık ve büyük harflerle “kıssadan hisseli bir öykü” sözüyle başlıyor. Altta da şöyle bir dipnot var:

    “poe , amerikan edebiyatındaki, kıssadan hisse vermekten kaçınan ilk yazar olarak tanınır. Örneğin ‘şiir ilkesi’nde şiirin ‘güzelliğin ritimle yaratılışı’ olduğunu ve ‘görev’le ya da ‘gerçek’le hiçbir ilgisi bulunmadığını söyler.”

    “şair burada ne anlatmak istiyor” bir şiire dair sorulabilecek en lüzümsüz soru. Şair, şiirle üstündeki yükü attı. artık mesele seninle ilgili.” demişti sosyal mecrada bir abi. Neyse konuya dönersek edgar allan poe, bir la fontaine değil. ama bu öykünün başında ona çok pis de bir laf sokuyor*. ayrıca hikaye de baştan sona komik bir sosyokültürel inceleme tadında.
    Bunların haricinde “şişede bulunan not”, “usher evi’nin çöküşü”, “altın böcek” gibi bir çok güzel hikayesi daha var. Buyrun, okuyun.

    --spoiler--

    Benim için ahlaki, daha doğrusu kıssadan hisseli bir öykü yazmadığımı söylüyorlar. Onlar beni açığa çıkaracak ve kıssadan hisselerimi geliştirecek eleştirmenler değiller kesinlikle: işin sırrı şudur. 3 aylık dergi “kuzey amerika yavanlığı” sonunda onların aptallıkları yüzünden utanmalarını sağlayacaktır. Bu arada ben yargısız infaza uğramamak için –bana yöneltilen suçlamaları hafifletmek için- aşağıdaki anlatıyı sunacağım. Bu anlatının bir kıssadan hisse olduğundan kimse şüphe duyamaz, çünkü bu kıssadan hisse öykünün başlığında büyük harflerle verilmektedir. Bunun takdir edilmesi gerektiğini düşünüyorum –en azından la fontaine ve diğerlerininkinden çok daha akıllıca bir yöntem; onlar etkinin son ana dek bekletilmesi gerektiğine inanıyorlar ve bu yüzden kıssadan hisselerini öykülerinin sonunda veriyorlar.

    Bonus olsun:
    Epey şaşkın bir haldeydim ve bir insan “epey şaşkın bir halde” iken kaşlarını çatıp vahşi görünmelidir, yoksa kesinlikle salak gibi görünür.

    --spoiler--
    1 ...
  8. nikolay vasilyeviç gogol

    46.
  9. Gogol, romanları kadar kısa hikayecikleriyle de başarılı olmuş bir yazar. Yarattığı karakterlerin çok özel bir tarafları yok. Gogol zaten sıradan insanların hikayeleriyle ilgilenen bir yazar. Ama sıradan insanları sıradan bir şekilde anlatmayan bir yazar. özetle gogol: bir yazar. (#24047014)

    Toplumun farklı olana karşı nasıl muamele gösterdiğini , asıl konuya değil de arkada kalan meseleye odaklanmalarını kafkavari bir şekilde anlatmış. Misal ; bir sabah uyandığında burnunun yerinde olmadığını farkeden bir adamın* gazeteye ilan vermesi kabul edilmez, çünkü gazetenin inandırıcılığı zedelenir. Emniyet amiri , kendi halinde , namuslu insanların burunlarının durup dururken kaybolmayacağını söyler vs...

    Kısa öykü formatında yazıldığı için ölü canlar ile kıyaslamak doğru olmaz ama kendince ayrı ayrı tarzlarda güzel hikayeleri var. Burun adlı öyküsünde lord voldemort’un yürekleri burkan hikayesini anlatmış. Paltoda ise gayet oturaklı bir şekilde anlatırken bir anda 'sevimli hayalet casper’a bağlamış. neva bulvarı’nda iki ayrı kadının peşine takılan zıt karakterli iki arkadaşın kaderlerini anlatıyor. Hiç de öyle kısa öykülük bir şey değil. Uzatmak istesen roman yazarsın üstüne. Bir delinin hatıra defteri’ne gelirsek...neyse konuşmayalım, okuyalım. Ölmeden Erdal beşikçioğlu’nun oyununa kesin gideceğim. The bucket list’ime ekledim. *
    Bir ilginç konu da bunun her öyküsünde en az bir kez burun geçiyor. Adamın bir takıntısı olsa gerek.

    --spoiler--

    [+]...dediğine göre üç haftadır işe gitmeyeli üç hafta olmuş.

    /
    /
    /

    [+] aklıma hemen ekselanslarının kızı...suss! yok bi şey , yok bi şey! sakin ol!
    --spoiler--
    1 ...
  10. l etranger

    62.
  11. Albert camus tarafından 1942 yılında yazılmış ve büyük ses getirmiş sayfa olarak kısa , etki olarak uzun bir eser. benim de yazarla tanışmam bu kitapla oldu. Tabii Alper kamu’yu saymazsak. *
    Roman, kahramanımız(!) meursault’ın topluma yabancılaşmasını anlatıyor. Ya da her şeyiyle nesnel bir yaşam tarzını betimlemesi diyelim. Bu kitap için söylenecek tek kelime “kayıtsızlık” olsa gerek. “benim için farketmez...” **
    Madem ki sonunda hepimiz öleceğiz ve her şey boş ; öyleyse ben seni öldürebilirim. Çünkü senin yaşaman da anlamsız. Ölsen ne değişecek ki? peki Buna kim karar veriyor? Ben! Ama o olmaz öyle...gelgelelim Son ana kadarki kararlılığı ve kendinden emin hali bana bazarov’u hatırlattı niyeyse. Okuyuverin işte.

    --spoiler--

    [+] Giyindiğimizde , siyah kravat takmış olduğumu görünce pek şaştı , “yas mı tutuyorsun?” diye sordu. Ona annemin öldüğünü söyledim. Ne zaman öldüğünü sordu. “Dün” diye cevap verdim. Hafifçe irkildi ama bir şey söylemedi. Ona , “kabahat benim değil” diyecek oldum ama bu sözü daha önce patrona da söylediğimi düşünerek vazgeçtim. Zaten hiçbir anlamı yoktu bunun. insan ne de olsa daima biraz kabahatlidir.

    [+] Ot şilteyle kerevetin arasında kumaşa hemen hemen yapışmış , sararıp şeffaf hale gelmiş bir eski gazete parçası bulmuştum. Gazetede , başı olmayan bir üçüncü sayfa vakası anlatılmaktaydı , olay çekoslovakya’da geçmiş olmalıydı. Bir adam, para kazanmak için bir çek köyünden kalkıp yola çıkmıştı. 25 yıl sonra zengin olmuş , karısı ve bir çocuğuyla beraber memlekete dönmüştü. Doğduğu köyde annesi , kız kardeşiyle beraber bir otel işletmekteydi. Adam onlara sürpriz olsun diye karısıyla çocuğunu başka bir otele bırakıp annesinin işlettiği otele gitmiş , fakat içeriye girdiğinde annesi onu tanımamıştı. Adam şaka olsun diye bir oda tutmuş. Sonra da cebindeki parayı göstermiş. Geceleyin , annesiyle kız kardeşi kafasına çekiçle vura vura adamcağızı öldürüp parasını çalmış , ölüsünü ırmağa atmışlar. Sabah karısı çıkagelmiş , işin içyüzünü bilmeden, yolcunun kim olduğunu onlara anlatmış. Bunun üzerine anne kendini asmış, kız kardeş bir kuyuda intihar etmişti. Bu hikayeyi belki binlerce defa okudum. Bir yanıyla inanılmaz bir şeydi bu. Öbür yanıyla da doğaldı. Yolcunun bunu biraz hakettiğini düşündüm, insan hiçbir zaman böyle şakalar yapmamalı.

    [+] Annem hep insanın tam anlamıyla mutsuz olamayacağını söylerdi.

    --spoiler--
    2 ...
  12. o alquimista

    76.
  13. Kitabın en temel dinamiği olan “bir şeyi gerçekten istersen , bütün evren onu gerçekleştirmen için işbirliği yapar” düsturuyla the secret’a göz kırpmış. Yunus emre şiirleri gibi, bütün din alimleri, bilim adamları gibi, bilimum tasavvuf eserleri gibi, dünyanın lisan-ı haliyle anlattığı gibi –hatta Kendi tabiriyle- bu da “bütün kitaplar gibi, aynı şeyden söz eden bir kitap”. Zaten 'yol öyküleri'nde bulacağın şey seni şaşırtmaz, yol boyu özünü aratır. bence önemli olan; bunun nasıl anlatıldığıdır. Bu sambacı da gayet güzel kağıda dökmüş. Şöyle de kıssadan hisse bir hikayecik vardır içerisinde:

    --spoiler--

    Bir tüccar mutluluğun gizi’ni öğrenmesi için oğlunu insanların en bilgesinin yanına yollamış. Delikanlı bir çölde kırk gün yürüdükten sonra , sonunda bir tepenin üzerinde bulunan güzel bir şatoya varmış. Söz konusu bilge burada yaşıyormuş.

    Bir ermişle karşılaşmayı bekleyen bizim kahraman , girdiği salonda hummalı bir manzarayla karşılaşmış. Tüccarlar girip çıkıyor , insanlar bir köşede sohbet ediyor , bir orkestra tatlı ezgiler çalıyormuş ; dünyanın dört bir yanından gelmiş lezzetli yiyeceklerle dolu bir masa da varmış. Bilge sırayla bu insanlarla konuşuyormuş. Bizim delikanlı kendi sırasının gelmesi için iki saat beklemek zorunda kalmış.

    Delikanlının ziyaret nedenini açıklamasını dikkatle dinlemiş bilge , ama mutluluğun gizi’ni açıklayacak zamanı olmadığını söylemiş ona. Gidip sarayda dolaşmasını , kendisini iki saat sonra görmeye gelmesini salık vermiş.

    ‘ama sizden bir ricada bulunacağım,’ diye eklemiş bilge , delikanlının eline bir kaşık verip sonra bu kaşığa iki damla sıvıyağ koymuş. ‘sarayı dolaşırken bu kaşığı elinizde tutacak ve yağı dökmeyeceksiniz.’

    Delikanlı sarayın merdivenlerini inip-çıkmaya başlamış , gözünü kaşıktan ayırmıyormuş. iki saat sonra bilgenin huzuruna çıkmış.

    ‘güzel,’ demiş bilge , ‘peki yemek salonumdaki acem halılarını gördünüz mü? Bahçıvanbaşının yaratmak için on yıl çalıştığı bahçeyi gördünüz mü? Kütüphanemdeki güzel parşömenleri fark ettiniz mi?’

    Utanan delikanlı hiçbir şey görmediğini itiraf etmek zorunda kalmış. Çünkü bilgenin kendisine verdiği iki damla yağı dökmemeye çabaladığından , başka bir şeye dikkat edememiş.

    ‘öyleyse git , evrenimin harikalarını tanı,’ demiş ona bilge. ‘oturduğu evi tanımadan bir insana güvenemezsin.’

    içi rahatlayan delikanlı kaşığı alıp sarayı gezmeye çıkmış. Bu kez, duvarlara asılmış , tavanları süsleyen sanat yapıtlarına dikkat ediyormuş. Bahçeleri , çevredeki dağları , çiçeklerin güzelliğini , bulundukları yerlere yakışan sanat yapıtlarının zarafetini görmüş. Bilgenin yanına dönünce , gördüklerini bütün ayrıntılarıyla anlatmış.

    ‘Peki sana emanet ettiğim iki damla yağ nerede?’ diye sormuş bilge .

    Kaşığa bakan delikanlı , iki damla yağın dökülmüş olduğunu görmüş.

    ‘peki,’ demiş bunun üzerine bilgeler bilgesi , ‘sana verebileceğim tek bir öğüt var: mutluluğun gizi dünyanın bütün harikalarını görmektir , ama kaşıktaki iki damla yağı unutmadan’

    --spoiler--
    1 ...
  14. mertvye dushi

    19.
  15. Gogol , bu kitapta mükemmel bir ana karakter değil de gayet de nev-i şahsına münhasır -kısmen adi ve bencil- biri olan çiçikov’u seçmiş ve onu her yönüyle tarafsız anlatmış. Ama kesinlikle kötü veya alçak birisi değil. Zaten yazar da çiçikov’a alçak demiyor; “o zamanlar rusyada herkes alçaktı , ona ‘işini bilen’ demek daha doğrudur” Diyor.

    yazara gelirsek , Başkalarının görüşlerini haddinden fazla önemsiyordu. Kitabı okuyanların da mutlaka dikkatini çekmiştir. Zaten kitaba “okuyucu...” , “yazar...” vs diyerek fazlasıyla müdahil olduğundan çok da dikkat çekiyor. ben yalnızca diyorum ki , yazarın bu konudaki hassaslığı garibime gitti. Okuyucu karakterden hoşlanmış mı...Bunlardan niye mi bahsetmiş...Bu yazdıklarına katılmaz mıymış...sanane hacı dayı , sen yazmana devam et! Yani durup durup kitabın ortasında kritik yapıyor. Kimilerinin hoşuna gitmiş olabilir belki ama romanı , dakikada bir rusya’nın halihazırdaki durumu hakkında bölmesi iyi olmamış , abartmış*. He bir de sağlam rus propogandası ve tabii ki eleştirisi yapıyor.

    Mali ve siyasi görüşlerini anlatabilmek için bir sürü gereksiz karakter ekleyip romanı biraz uzatmış. En azından kitabın sonuna kadar böyle. Sonlara doğru okumayı etkileyecek kadar çok eksik metin var. Çok boşluk var , araları kendiniz doldurmanız gerekiyor. Bir de şöyle bir şey var ki tesadüf mü dersiniz:
    https://galeri.uludagsozluk.com/r/639255/+**
    Şehirdekilerin bunun ölü köleler topladığını öğrenmesi ve kendilerinin de buna ön ayak olduğunu farketmeleri , dolayısıyla da denetime uğrayacaklarını anlamalarıyla nasıl davranacaklarını bilememeleri ve tavırlarının tersine dönmesi çok yerinde olmuş. insan , bilinmeyen karşısında hep aptalca davranır zaten...

    Ve sonuç olarak da neye bağlıyor: teori ile halkı kalkındırmaya çalışanlar ve kolay yoldan parayı bulmaya çalışanlar işin sonunu getiremez , yalnızca azim ve disiplinle çok çalışmak sizi** başarıya götürür. Ayrıca vatan , düşman ulusun darbeleri altında ölmez. Rüşvet , adaletsizlik , tembellik gibi nedenlerle kendi kendimizi yok ederiz. Gogol , bunlara ek olarak bir de şöyle diyerek bitirmiş*: bu rüşvet gibi kusurlar da insan faktörü oldukça engellenemez çünkü doğamızda vardır. Bu nedenle tek çare ; vatanseverliği kişisel çıkarların önüne koymaktır. Hep olumsuz şeyler yazmışım sanki ama kaliteli bir roman , sevdim. Keşke tamamlayabilseymiş.

    --spoiler--

    [+] Çiçikov , sobakiyeviç’i şöyle bir gözden geçirdi. Bu adamı , orta büyüklükte bir ayıya benzetiyordu. Giydiği elbise , bu benzeyişi bir kat daha arttırıyordu ; frakı , ayı postu rengindeydi(...) dünyada öyle yüzler vardır ki , doğanın bunları çarçabuk makas , eğe , burgu ve bunlara benzer diğer aletleri kullanmaksızın özensiz bir tarzda yapıverdiği sanılır. Sabokiyeviç’in yüzü de , doğa tarafından balta ile yontularak yapılmışa benziyordu: burun için iki kere , dudaklar için bir kere balta vurmuştu ; gözleri de bir burguyla delinmişti. Bundan memnun olan doğa , yapıtını hiç düzeltmeksizin , ona bir biçim vermeksizin , “yaşıyor!” diye bağırıvermişti.

    [+] Zenginliği hakkındaki haberler ağızlarda dolaşmaya başladıktan sonra , bayanlar onda daha birçok özellik de bulmakta gecikmediler. Milyoner sözcüğü , parayla pek ilgilenmeyen bu bayanları paradan daha çok etkilemişti.

    [+] Yazar , bu iki bayana , herkesin hoşuna gidecek bir ad vermekte zorlandı. Bir soyadı uydurmak tehlikelidir ; çünkü , büyük memleketimizin her köşesinde muhakkak o soyadıyla anılan biri bulunur. Böylece , o adam haklı olarak öfkelenir ; yazarı , casuslukla , yaşamının en küçük sırlarını , elbiselerini , sevgili karısı agrafena ivanovna’nın pişirdiği yemekleri öğrenmek istemekle suçlar. Bir soyluluk ünvanı , toplumsal bir derece vermek de tehlikeli olur. Bizim asiller , zamanımızda o derece duyarlı olmuşlardır ki haklarında yazılan her şeyi kişiliklerine bir saldırı kabul ederler ; adeta , havadan nem kaparlar. Örneğin: “bu şehirde bir ahmak oturuyor.” Denilmiş olsa , kılığı kıyafeti yerinde kerli ferli bir adam hemen: “ben de bu şehirde oturuyorum” demez , “ben bir ahmağım!” diye bağırır.

    [+] işte ben de kahraman olarak erdemli bir adam seçmek istemedim. Bunun da nedenini açıklayabilirim: insanlığı koruyanların artık dinlenmelerinin zamanı gelmiştir. Niçin mi diyeceksiniz? Şunun için ki; “erdemli insan” ifadesi , bugün onları kullananlar tarafından değersizleştirimiştir. Hemen her yazar “erdemli insan”ı kalemiyle betimlerken hırpalamıştır...o derece ki , erdem boğulmuş , öldürülmüş , gölgesi bile kaybolmuş , bir deri bir kemik kalmıştır. Erdemli adamdan iki yüzlülükle söz edilir , ona hiç saygı gösterilmez ...bu nedenle , alçak adamları ele almanın zamanı gelmiştir; biz de onları kahraman olarak seçiyoruz.

    [+] Budalalık! Onların en yüksek yaşam gereksinimi dediği şeyler nedir? Kimi aldatıyorlar? Kitapları var , okumuyorlar! Hepsi de servetlerini kumarda yitirdi! Yemeğe davet etmediğim , kendilerine ödünç para vermediğim için bana kızıyorlar. Onlara ziyafet çekmiyorum çünkü böyle şeylere alışık değilim! Çok şükür yemeğimiz var , gelsinler onlar da yesinler. *
    --spoiler--
    0 ...
  16. dvoynik

    4.
  17. Dostoyevski’nin tarz olarak kendisi gibi başlayıp, nikolay vasilyeviç gogol gibi devam edip, franz kafka gibi bitirdiği kısa bir roman. Bu adam hakkaten de insan doğasını en yakından bilen yazar. Carl gustav jung’un insan ruhuna yöneliş kitabındaki şu cümleleri ile goladkin’in aşağıdaki rüyasına bakalım:

    “Kendini tanımayan birisi, bir başkasını tanıyamaz ve her birimizde de yüzünü bilmediğimiz bir yabancı vardır. Bizimle düşler aracılığıyla konuşur ve bize kendisinin, tanıdığımız bizden ne denli farklı olduğunu gösterir. Çözülmesi güç bir durumda çabaladığımızda, her fırsatta bizi uyaran, bizi başarısızlığımızın içine iten davranışımızdaki hatayı gün ışığına çıkaran o’dur. O, içimizdeki yabancıdır.”

    --spoiler--
    Bazen kendini akılları ve terbiyeleriyle ünlü bir topluluğun içinde görüyordu. Kendisi de sevimliliği ve zekasıyla göze çarpıyor, orada bulunan bazı düşmanları da dahil herkesin ona kanı kaynıyor, bu da onu çok memnun ediyordu. Herkes ona öncelik tanıyor, o da ev sahibinin kenara çektiği bir konuğa kendisinden övgüyle söz ettiğini duyarak bunun tadını çıkarıyordu. Sonra birdenbire kötü niyetli, vahşi ruhlu öteki goladkin çıkageliyor, tek bir öldürücü darbeyle büyük goladkin’in zaferini ve debdebesini yıkıyor, onu çamura batırıp, asıl goladkin’in kendisi olduğunu, onun sahte olduğunu açıkça gösteriyordu; kendisi gerçekti, büyük golyakin ise göründüğü gibi değildi, o iyi niyetli, iyi terbiye almış insanların arasında olmayı hiç hak etmeyen biriydi...
    --spoiler--

    /
    7
    /

    Zaten zor zamanlar geçirmiş ve düşman bir ortamda bulunan kahramanımız(!), mental olarak zor bir durumdayken yaşadığı bir travma da üzerine eklenince, bir de bunlara ek olarak koruması gereken erdemleri var fakat etrafında konuşabileceği, ona destek olacak kimse de olmayınca mükemmel insan beyni de bununla başa çıkmak için kendince bir yol buluyor. Bu eserde olan da goladkin’in kendisine tamamen zıt bir “kötü ikiz” yaratarak gerçekleşen her kötü olayda suçu bu karaktere atıp, olayları bir şekilde ona bağlamasıdır.

    --spoiler--
    O kadar kötü bir haldeydi ki, her zamanki alışılmış kararlılığı ve azmiyle her şeyin mutlaka düzeleceğini bile söylemeyi unuttu.
    --spoiler--
    1 ...
  18. sözlük yazarlarının itirafları

    99692.
  19. Tam da işler daha boka saramaz dediğin zaman...tamam 'men amene bil kaderi , emine minel kederi' de bu kadar mı kederi bea! Nereden tutsam elimde kalıyor ve ben hakkaten çok yorgunum.
    4 ...
  20. kendi kendine yanan sigara

    1.
  21. Camel blue vardı bir zamanlar içerdim...daha çok kendi kendini içerdi...
    1 ...
  22. le pere goriot

    21.
  23. honore de balzac tarafından yazılmış , -adı goriot baba olsa da- hukuk eğitimi için paris'e gelen genç öğrenci rastignac'ın vauquer pansiyonuna yerleşmesiyle birlikte toplumun iç yüzünü keşfetmesinin hikayesidir. kızlarının nankörlüğünün değil mi? hayır , çünkü olaylar rastignac etrafında döner , goriot babanın değil. bir diğer sebep de ; o kızların yerinde aynı çevrede ve aynı şartlarda başkaları da olsa o şekilde davranırdı. ona özgü bir durum değil , aynı sebepten bu bir toplum eleştirisidir zaten.

    pansiyon'un gediklilerinden vautrin(ölümü aldatan)'in rastignac'ı karşısına alıp "bak yigenim böyle böyle" dediği kısım hakkaten çok sürükleyiciydi. söylediklerinin hepsine katılmıyorum ama zekice. hikaye vautrin üzerinden devam etseydi keşke , altyapısı sağlam bir karakterdi. çok ekstra bir şekilde dahil olmuş böyle bir drama ve yine aynı şekilde yok olmuş.

    aşkın en derin hali de bunlarda , en tırt hali de. canına yandığımın paris'inde metresi olmayan bir allahın kulu yok! kimin eli kimin cebinde belli değil. godoş godoş hareketler...

    sonuca gelirsek , toplumun ne kadar alçak olduğunu gördükten sonra kendini toplumdan yukarıda gören ve kendisine karşı daima samimi davranan vautrin'e meyletmesini beklerdim ama o sonucu belirsiz olanı (mücadeleyi) seçti.

    dipnot: 2004 yapımı TV için yapılmış güzel de bir filmi var. ama maalesef altyazısı yok. ingilizcesi olsa vatana millete bir yararımız olsun der çevirirdim amma velakin jonöparlepafranse...zaten kitabı okuduktan sonra diyaloglar sıkıntı olmaz , maksat gözümüzde daha bir canlansın diye izledim. goriot baba ve rastignac tam düşündüğüm gibiydi.

    https://galeri.uludagsozluk.com/r/596192/+
    https://galeri.uludagsozluk.com/r/596193/+
    https://galeri.uludagsozluk.com/r/596194/+

    --spoiler--

    # para ancak duygu ortadan kalktığında önemli bir madde olur.

    # gerçek aşk , sahte aşkın borcunu ödüyordu.

    # tanrı da mahşer gününde bulunmamak gibi kötü bir şaka yapacak olursa , bu insancıkların suratlarının nasıl buluşacağını görmek bile istemem.***
    # dosdoğru yürümeye karar vermiş olan ve hiçbir zaman kanaatlerini değiştirmemekle övünen adam , yanılmazlığa inanmış bönün biridir. ilkeler yoktur yalnızca olaylar vardır...yasalar yoktur yalnızca şartlar vardır...üstün insan olayları ve şartları benimseyip ona yön verir.

    # uyu zavallı çocuk , saadet bazen insan uyurken gelir...

    # toplumun üç büyük ifadesini ; itaati , mücadeleyi , isyanı ; yani aileyi , sosyete dünyasını ve vautrin'i görmüştü ve bunlar arasında bir seçim yapmaya cesaret edemiyordu. itaat sıkıcı idi , isyan imkansızdı ve mücadelenin ise ne sonuç vereceği belli değildi.

    # iki papaz , dua okuyan çocuk ve kilise uşağı geldiler ve dinin bedava dua edecek kadar zengin olmadığı bir devirde yetmiş frank için mümkün olan her şeyi yaptılar.*
    --spoiler--
    0 ...
  24. le lys dans la vallee

    46.
  25. honore de balzac tarafından yazılmış önemli dünya klasiklerinden biridir. tam klasik gibi klasik! benim de okuduğum en güzel kitaplardan birisi*. romanda kötü adam yok , hatasız adam yok , zaafları olmayan kimse yok...gerçekçilik gayet yerinde. söylemeden geçmemek lazım ; balzac , fizyonomi konusunda aşmış bir zat.

    kitap boyunca sürekli ingilizleri yerip , fransızları göklere çıkarıp durdu. çok da garip gelmedi aslında. tarih boyunca kedi köpek gibi birbirlerini yiyip duruyorlar her alanda ama hiç de ayrılamıyorlar birbirlerinden.

    henriette'in felix'e yazdığı , hayattaki davranışlarını her açıdan ele alıp özetlediği ilk mektup çok güzeldi. tam bir yaşam rehberi , tam bir hayat koçu! hele kitabın sonundaki o mektup nedir öyle?..tokat gibi! hea bence haketti de daha önce hiç böyle bir tepki görmemiştim. yok yok görmüştüm ; almak için o kadar uğraştıktan sonra padişah kızını veriyordu da keloğlan istemiyordu. *

    hoşuma giden yerlerden birkaçı*:

    --spoiler--

    # ancak bir süre sonra bir kadının susuşunda ne anlamlar bulunduğunu ve sereserpe konuşmanın ne düşünceler gizlediğini öğrenecektim.

    # gece kadındır.

    # hiç kimse sevmeye benim kadar hazırlanmamıştır.

    # ona karşı küçücük bir tutkumu belli etmem , her şeyi yıkabilirdi. onun yanında aşkınızı hep gizleyecektiniz. bütün isteklerimi arada sırada elinin üstüne kondurduğum öpücükle doyurmak zorundaydım. avucunun içini öpmeme hiçbir zaman izin vermedi. belki de burası onun için şehvetin başladığı sınırdı. beden hiçbir zaman bu kadar başarılı bir şekilde kontrol edilemezdi. neden bu kadar mutlu olduğumu anladım. kontrollü de olsa bu tutkulu aşkın yerini hiçbir duygu dolduramıyordu. ilk sevdiğimiz kadının her şeyine tutuluruz , ama daha sonraları kadın oldukları için severiz kadınları. acısı bizim acımızdır , çocukları bizim çocuklarımızdır , çıkarları bizim çıkarlarımızdır. elbisesini , eşyasını severiz. çok şeyler bekleriz kadından. çok geçmeden evin bir adamı oldum. siz bir kadınsınız , bu duyguyu anlayamazsınız. kadınların hiçbir zaman tatmadıkları bir mutluluk vardır burada. onun sevgisinin merkezi haline gelmenin büyük zevkini ancak erkekler tadabilir.

    # kalabalıklarda sevilecek kadını bulamazsınız. sizi sevecek kadın yalnız yaşayan biri olmalı ki , onun en büyük mutluluğu sizin bakışlarınız olsun.

    # bütün güzel duygular , ruhların uyumuna dayanır , bizim ise aramızda hiç ortak nokta yoktu.

    # onu tanımadan önce sert bir bakış beni üzer , aşırı bir söz yüreğime işlerdi. sıkılırdım , ama acı çekerken hayatın tatlı yönlerini bilemezdim. acılara dayanan gözlemler eksiktir. mutluluğun da ışığı vardır.

    # burada işlediğim suçları haklı göstermek uğraşında değilim. ama bir erkek olarak , ona direnme konusunda , bir kadına göre daha az sahibim. biz erkekler siz kadınlara karşı direnirken kötü davranamayız. oysa kadınların hırçın davranması normal karşılanır. aslında biz erkeklerin çekingen davranmaları , erkeklik kitabına sığmaz. alçak gönüllülüğü de kadınlara bırakırız.

    # çünkü her sevgi diğerlerinden çalar.

    # hayatı bilmiyor , bu yüzden suç işleyen kimseyi affedemiyordu.

    # başkalarının mutluluğu , artık mutlu olamayacak kimselerin sevincidir.

    --spoiler--
    2 ...
  26. babalar ve oğullar

    53.
  27. ivan sergeyevic turgenyev'in 18 yy'da yazdığı dünya klasiklerinden önemli bir eser. nasıl kitap? güzel ama iki konuda bok atacağım müsaadenizle. birincisi ; kitabın adının babalar ve oğullar olmasının sebebi nedir?* ikincisi de ; hem dil , hem duygu , hem kurgu açısından pek özel bir tarafı yok gibi sanki? hiç öyle rus edebiyatındaki uzun betimlemelerden eser de yok. bir de düşünüyorum da dünya edebiyatında daha sağlam bir yere sahip olsaymışız , olaylar başka şekilde gelişseymiş...misal ; bir aylak adam dünya tarafından bilinen bir roman olsa -daha doğrusu tanıtabilsek- hangisi büyük eser olurdu acaba?

    ben beğendim. güzel kitap. çok da rahat okunuveriyor. turgenyev , nihilist bir karakter yaratmış ve o da tutunamamış , yitip gitmiştir. hayatı çözmeye çalışmak , karşısında durmak , ona direnmek ve diyalektik yerine , hayatı yaşamaya odaklanan , onu bir tarafından tutan herkes mutlu oluyor , hatta bazarov'un arkadiy'in evlilik kararına verdiği yanıt gibi : "kendini kurtarıyor." ama yanlış anlaşılmasın asilik yapmak , demek değil ki -amca pavel'in dediği gibi- "hiçbir şeye değer vermeyen" biri olmak*... bazarov gayet de karakterli ve inançları olmasa da değerleri olan bir karakter idi.

    --spoiler--

    katya ise çocuk gibi ağlamaya başladı , sonra gözyaşlarına sessizce güldü. sevilen bir varlığın gözlerinde bu gözyaşlarını görmemiş bir insan , bir kimsenin nasıl minnettarlıktan , utancından kendinden geçercesine mutlu olabileceğini bilemez , anlayamaz.

    --spoiler--
    2 ...
  28. nueve reinas

    8.
  29. dolandırıcılık filmlerinin medar-ı iftiharı denebilecek bir film. film boyunca juan'ın her şeyden şüphelenen tavırları kaliteyi bir tık yukarı çıkarmış. eğlenceli , üzerinde bir çok tahmin yürütülebilen 2 saatlik güzel bir film. izleyin , izlettirin.

    --spoiler--
    -küçükken ne olmak istediği sorduklarında ne derdin?
    +futbolcu.
    -ben "suç ortağı" olmak isterdim...bunu evde çok duydum. böyle bir uğraşla hayatını sürdürmek için ne olabilirsin ki?
    +bakan?
    --spoiler--
    1 ...
  30. faust

    91.
  31. Goethe'nin mikro ve makro alemde bir insanlık tarihi turu attırdığı kitaptır. her ilmi yalayıp yutmuş ama hala hayattan zevk almayan doktor faust'a , şeytanın , dediklerinin aksini kanıtlaması halinde "öteki tarafta da sen benim hizmetkarım olursun" diye teklif getirmesi üzerine "Eğer o ana 'dur geçme , ne kadar güzelsin' diyecek olursam , beni artık zincirlere bağlayabilirsin." cevabıyla başlar hikayemiz.

    "kanser olursam sebebi olabilecek kitaplar-top 3" listeme direk girdi. kitabı yarıda bırakmak gibi huylarım pek yok. o sebepten ; toparlar ümidiyle -bir şekilde- sona kadar geldik. bunda çevirmen celal öner'in* de bir payı olabilir gibi geliyor. çünkü öyle bütünlükten uzak ve saçma cümleler yazmış olamaz gibi sanki. Goethe bu kitabı 60 yılda fln yazmış , hayatını harcamış...Eğer hayatının eseri buysa , bence hayatını bildiğin boşa harcamış. hislerime tercüman olmuş: (#17801862)*
    goethe...sen almansın! senin ne işin olur yunan tanrılarıyla! o değil de , yunan mitolojisi diye bir şey olmasa 50 sayfayı geçen felsefe kitabı çıkmaz bence.

    işin içine homunculus girince -ilgimi çeken bir şey- hoşuma gittiydi. (bkz: full metal alchemist). sonra o da yalan oldu...aha üstün insan* filan dedik , o da ikarus gibi mındar oldu...arada birkaç güzel söz var tabi ama abartmamak lazım.

    --spoiler--

    mefisto: kızlar insanın sofu ve dindar olup olmadığını epey merak ediyorlar. sanıyorlar ki , erkek , tanrıya boyun eğerse , eşine de boyun eğer.

    --spoiler--
    3 ...
  32. cemaat hükümet gerilimi

    3.
  33. şu sıralar iki taraf da birbirine karşı şu şekilde davranmakta:*
    https://galeri.uludagsozluk.com/r/582270/+
    1 ...
  34. bir yusuf masalı

    9.
  35. das schloss

    7.
  36. Franz kafka’nın yarım kalan romanlarından biri. Bir kadastrocunun uzaklarda yabancı bir köye atanması ile bu sefer insanlara yabancılaşmak için çok uğraşmadığı bir eser. Asıl anlatmak istediğine gelirsek orada bir sıkıntı var işte... En azından benim tamamen kafama yatan bir şey bulamadım *. Bürokrasi diyen var , ahlak diyen var , cennet diyen var... cennet değil bir kere. Ne alakası var!* ‘Ulaşması imkansız gibi bikbikbik’... ama diğer açıklamalar metaforlara uydurulabilir. Gerçekte ne demek istedi bilinmez tabi. Ama boşverin , kitabın insanda uyandırdığı *duygulara bakın.
    “idrak-i meali bu küçük akla gerekmez! Zira bu terazi bu kadar sikleti çekmez!” *
    Birkaç cümleyle üstünden geçersek;

    Kafka'nın kitaplarında hep bir dibe batış var. ilk sayfalarda önem bile vermediği şeylere sona doğru bütün çabasıyla ulaşamıyor bile. Karakterler de hep yetkili görünüp aslında en ufak bir şeyi değiştirmekten aciz kişilerdir.

    “kadastrocu olarak işe alınmışsınız ama burada yapabileceğiniz en ufak bir iş bile yok ki...” kendisine ihtiyaç duyulmayan bir yerde varolmaya çalışmak...kendini fazlalık hissetmek... Kafkadan beklendiği gibi diyelim.

    “O böyle oturduğu yerde uyur ; beyler çok uyur” demesine bakılırsa baya bir memur imajı uyanıyor insanın kafasında.

    klamm’ın başka başka görünüşleri olması , gördüğü kişinin de o olduğundan emin olunamaması ve her yerde -gözle görülür bir fark olmamasına rağmen- farklı bir görünüşe sahip olması ; herkesin gözünden ve başka şartlarda farklı görünmesini anlatıyor.

    “Bunu aşabilseydik bizi yere göğe sığdıramayacaklardı ; ama kendimiz aşamadığımızdan onların bize karşı takındıkları geçici tavırları da kalıcı oldu.” Barnabasların dışlanmaların (yabancılaştırılmalarının) asıl sebebi yine kendileri oluyor dedikleri gibi. Toplum da sadece kendini farklı olana(kalana) göre ayarlıyor.

    “bağışlanabilmeleri için önce suçun belirtilmesi gerekiyordu ama ortada bir suç yoktu...” bu da hani o hep diyip durduğumuz toplumdaki “kime göre , neye göre”yi anlatıyor bence.

    beyler hariç bir tek o çocukların annesinin(brunswick) zamanında şatoya gitmişliği olması ilginç. yani belli bir zaman önce bir anne şatoya ulaşmış. Kadının başka bir vasfı olmadığı için annelikle alakası olması lazım.

    sonra pepi’nin , frieda'nın planını açıklaması bence çok iyiydi. neden inanmadı ki. inkar? ya da ockham ın usturası?


    “elinde olmaksızın gülümsedi. Koku öyle tatlı , öyle iç gıcıklayıcıydı ki , sanki bir insanın çok sevdiği , övdüğü ve nedenini tam bilmediği ve bilmek de istemediği ve sadece bunu söyleyenin o olduğunu bilmekle mutlu olması gibi bir bilinç haliydi bu.” = işte kafka okuma nedeni! Çok acayip anlatmamış mı? *
    “Ama bu son , küçük , kaybolmaya yüz tutan , aslında hiç olmayan umut , sizin biricik umudunuz...” = işe kafka okumama nedeni! insan bu kadar da karamsar olmamalı ama...

    Allah için bitirmek hakkaten büyük sabır gerektiriyor. Genel olarak diyaloglar şöyle sinir bozucu:
    -amire ulaşmak için tek şansın sekreterinin raporlarında olman. Raporlarda olman da senin için pek iyi olmaz. Yazmaması için yalvarsan iyi olur. Hem bu da anlamsız olur aslında çünkü ondan bir şey saklanamaz.
    +peki bu tutanağı amir okuyacak mı?
    -hayır. Neden okusun ki?..*
    Yarım kalan bir roman olması da bende şöyle bir düşünce uyandırdı: bence kafka bunu yazmış , “tam olmadı bu ; toparlayıp daha güzelini yapayım” demiş ve josef k’i odasında iki memur beklerken uyandırmış. Gerisi de max brod’un bok yemesi biliyoruz. Yersen*
    (bkz: Can sıkıntısı üzerine)*
    Şimdi gelelim filme. Michael haneke , kitaptan uyarlama bir filmi en güzel şekilde çekmiş. Kitaba en yakın şekilde çekmeye çalışmak ne zamandan beri kötü bir şey oldu arkadaş! Daha iyi bir senarist varsa sallayın kafkayı filan onu çeksinler. *

    birkaç da sahne:
    https://galeri.uludagsozluk.com/r/578353/+
    https://galeri.uludagsozluk.com/r/578354/+
    https://galeri.uludagsozluk.com/r/578355/+
    https://galeri.uludagsozluk.com/r/578356/+
    https://galeri.uludagsozluk.com/r/578357/+
    https://galeri.uludagsozluk.com/r/578358/+
    https://galeri.uludagsozluk.com/r/578359/+

    --spoiler--

    Yersiz saygı , saygı duyulanın değerini düşürür.

    --spoiler--
    1 ...
  37. gözyaşlarımızı bitti mi sandın

    67.
  38. bugün dünyanın en güzel şarkısıdır ve kafiye olsun diye yazılmamıştır.
    1 ...
  39. mirrormask

    5.
  40. biraz the fall , biraz tim burton ucundan da donnie darko temalı özel efektlerden başını kaldırmayan bir film yapmak istemişler. olmuş mu? eh işte. analar babalar tarafından "isyan etme , haline şükret" diye bağırıp durmak yerine bunu tüm ergenlere izletmeli.

    --spoiler--
    -burada herkesin maskesi var mı?
    +tabii ki. yoksa insanların mutlu mu , mutsuz mu olduğunu nasıl bileceksin. ya da kızgın? tatlı?
    -benim bir yüzüm var.
    --spoiler--
    0 ...
  41. annem ve hayatın anlamı

    4.
  42. irvin yalom tarafından 1999 yılında yazılan bir kitap. 6 adet psikoterapi öyküsünden oluşuyor. kitabın adına takılmayın annesiyle pek alakası yok . aslında hayatın anlamıyla da pek alakası yok ama neyse. *

    içerisindeki "çifte açıklama" bölümü iyiydi. şöyle ki ; terapist , hastasına her hafta konuşmalarının kasetini vermektedir. bir gün yine kaseti verdiğinde içerisinde seans sonrasında hastayla ilgili kişisel sesli notlarını aldığı bölümler de vardır. çünkü kayıtı durdurmayı unutmuştur ve olaylar gelişir*. şaka şaka anlatcam tabi. hea neyse , feci giydirmiş tabi. bütün seans şöyle mızırdanıyor , böyle mızırdanıyor , "ben bunu bekarken yakalıcaktım ki!" vs... hanım hastamız da bu dinledikleri üzerinden terapiste işkence çektirir sonraki seanslarda. ama o da nesi*? bu yakınlık terapinin işe yaramasını ve hasta-doktor arasındaki mesafenin kapanmasını sağlamıştır. hallelujah! neye bağlandı yani? geleneksel psikanaliz -kitap boyunca irvin yalom'un savunduğu gibi- boktan , "hastayla yüz göz olmak doğruymuş"a...

    kitaplardaki şu "300 sayfada bir bok anlatamadım öyleyse neden metaforlarım için bir hayal dünyasına ya da rüya alemine gitmiyorum" olayına da iyice uyuz olmaya başladım. son hikayede olduğu gibi.

    bir de adamın tipini görünce bir hayal kırıklığına uğradım. bu aralar hiç tutturamıyorum zaten... aslında "adam" olduğuna şaşırdım desem?..ama yermeden önce bir bakın. hakkında bildiğin şeyler: nietzsche ağladığında ile annem ve hayatın anlamı kitaplarının yazarı. ayrıca şöyle bir kapak resmi: **
    https://galeri.uludagsozluk.com/r/574809/+

    sonuç itibariyle öyle okunmalık , güzel ama gereğinden fazla uzatılmış bir kitap işte. pek de bir şey beklemeyin , hayatın anlamını vermiyor.* bunu seven bir psikiyatristin gizli defterini de sever. hem bu da aynı kalınlıkta ama 15 hikaye var. evet "kitabın kalınlığı" ile "kalite beklentisi" arasında bir bağ var bence.

    not: kabalcı yayınevinden çıkan , zeliha iyidoğan babayiğit'in çevirisini okumayın , pek güzel olmamış. varsa başka bir yayınevinden okuyun.

    "altı çizilen" bir kaç yer;

    --spoiler--
    # "neden"i olan herkes "nasıl"a dayanabilir. -nietzsche-

    # "bazı kişiler ölüm borcundan kaçınmak için hayat kredisini reddederler".* -otto rank-

    # yanlış bir şey yapıyor olmasan bile , şipşak çekilen resminin yanlış bir şey yapıyormuşsun görüntüsü vereceği bir duruma sokma kendini.
    --spoiler--
    0 ...
  43. kürk mantolu madonna

    763.
  44. insanlar hakkında fikir yürütürken iki hatta üç kere sorgulatan bir roman. bununla beraber bir çok başka şeyi de sorgulattığı kesin. amma velakin bu demek değil ki bu karakterlerin davranışları bence tamamen mantıklı veya tutarlı.

    misal ; maria puder gayet de dengesiz bir karakter idi. aşık olup olmadığına , hatta "aşk"ın olup olmadığına hep kendisi karar veriyordu. başkalarına yapabilirdi belki , onları tanımıyoruz ama raif'e değil. çocuk meselesine gelirsek de haber vermesi gerekiyordu. en azından annesine...

    gelelim raif'e...o da az sığır değil hani. o kadar zaman aylak adam gibi dolaşacağına alamanyalarda iş öğrenmesi , en azından babasının işlerini az çok takip etmesi gerekiyordu. sonunda çocuğuna rastladığında , onun bunun yanında sığıntı gibi yaşamasına göz yumup kalan ömrünü "onun okula gidişini hayal ederek" geçireceğine onun yanında olmak için çalışması gerekiyordu. evdeki sümsük halleri , eniştelerinin ona değersiz davranması filan da biraz saçma sayılabilir. çünkü yazarın dediğine göre raif kendisini "hak ettiği" için kalan hayatında böyle bir durumda kalmayı rahatlatıcı buluyor. amma velakin raif , maria'nın ihanetinin ihanet olmadığını 10 yıl sonra öğreniyor. yani bu bir bahane değil.

    bakmayın böyle cakcak ettiğime , söylemeden edemedim. yoksa harika bir kitap. iç hesaplaşmalarını kağıda döktüğü yerler bir acayip zaten. saf yetenek. tablo , benim kafamdaki resimden çok farklı çıktı ama sonra baktım ki adam güzel anlatmış , ben yanlış kurmuşum kafamda. benim madonnam az daha başkaydı...
    tablo şöyle bir şey:
    https://galeri.uludagsozluk.com/r/568586/+

    neyse beğendiğim bazı bölümler;

    --spoiler--

    # fakat insanlar nedense daha ziyade ne bulacaklarını tahmin ettikleri şeyleri araştırmayı tercih ediyorlar.

    # nedense , hayatta bir müddet beraber yürüdüğümüz insanların başına bir felaket geldiğini , herhangi bir sıkıntıya düştüklerini görünce bu belaları kendi başımızdan savmış gibi ferahlık duyar ve o zavallılara , sanki bize gelebilecek belaları kendi üstlerine çektikleri için , alaka ve merhamet göstermek isteriz.

    # bütün teessürlerimiz , düş kırıklıklarımız , hiddetlerimiz , karşımıza çıkan hadiselerin anlaşılmadık , beklenmedik taraflarınadır. her şeye hazır bulunan ve kimden ne gelebileceğini bilen bir insanı sarsmak mümkün müdür?

    # ben ev halkına niçin bu yalanı söylediğini değil , bana niçin hakikati söylediğini merak ediyor fakat bundan biraz da gurur duyuyordum : bir insana başkalarından daha yakın olmanın gururunu.

    # hiçbir şey beni , hakkımdaki bir kanaati düzeltmek mecburiyeti kadar korkutmazdı.

    # bu yaşıma kadar mevcudiyetinden bile haberim olmayan bir insanın vücudu birdenbire benim için nasıl bir ihtiyaç olabilirdi?

    # en kibar hareketin , hemen çıkıp gitmek olduğuna karar verdim. bir gece için bu kadarı çoktu bile...zaten küçüklüğümden beri saadeti israf etmekten korkar , bir kısmını ilerisi için saklamak isterdim...bu hal gerçi birçok fırsatları kaçırmama sebep olurdu , fakat fazlasını isteyerek talihimi ürkütmekten her zaman çekinirdim.

    # eskiden her insan hakkında , hiçbir esasa dayanmadan , sırf mukavemet edilmez bir hissin , bir peşin hükmün tesiriyle nasıl: "bu beni anlamaz!" demişsem , bu sefer de bu kadın için , yine hiçbir esasa dayanmadan , fakat o yanılmaz ilk hisse tabi olarak: "işte bu beni anlar!" diyordum...

    # onu bulamayacağımı daha şimdiden biliyordum. fakat aramamak elimde olmayacaktı. beni , bütün ömrümce bir meçhulü , mevcut olmayan bir şeyi aramaya mahkum ediyordu. bunu yapmamalıydı...

    --spoiler--
    3 ...
  45. puslu kıtalar atlası

    141.
  46. ihsan oktay anar’ın çok genç yaşında yazdığı mükemmel bir kitap. Bir çok şey var içinde: teorik fizik , kimya , felsefe , tasavvuf , macera... gayet de okunaklı bir eser. hikayesine gelirsek şu paragrafın anlattığı üzere ;
    “bir dünya haritası yapmayı kafaya koyan uzun ihsan efendi , bu işe özenen diğer kaşiflerin tersine , yerinden kımıldamadan yeni kıtalar keşfetmenin peşindeydi. ilk bakışta imkansız gibi görünen bu işin bir yolunu bulduğunu sanıyordu : düşlerin , uyku esnasında ruhun bedenden ayrılıp çeşitli yerlere gitmesinin bir eseri olduğu malumdu ; uyku esnasında ruh bedenden ayrılıp diyar diyar gezdiğine göre , ruhun zaten gidebildiği bu yerlere bir de bedenin kalkıp binbir zahmetle gitmesi abes olurdu. “

    uzun ihsan efendi de hem ismen , hem görünüş olarak yazarın kendisini tasviridir tabii ki. allah sizi inandırsın , tip olarak birebir kafamdaki gibi çıktı. Ahanda şunun cübbelisi:
    https://galeri.uludagsozluk.com/r/566734/+
    ayrıca rüyalar alemine dalmak için içtiği yeşil uyku şurubunda da bir absynthe havası var gibi.

    ihsan oktay anar’ın yazdığı herhangi bir karakterin ya da objenin bütün hayat hikayesini ta en başından hızlıca anlatması çok tarz. Anlatım da böyle bir otostopçunun galaksi rehberi gibi. Bir de O kadar çok derin karakter akıp gidiyor ki resmen ziyan ediyor. Arap ihsan , alibaz , kubelik , müşteri , varsapet , dertli vs...Hayır yani okuyucu için güzel , eğlenceli ama madem o kadar yazmışsın , hemen harcama da karakterler mındar olmasın. Game of thrones gibi mübarek. *

    Dilencilerle ilgili bölümler ayrıca zevkliydi. Betimlemeler vs. istihbarat-ı humayun ve büyük efendiyi baştan sona anlatınca diyorsun ki senin nasıl bir hayal dünyan var. Ama gerçekten ihsan oktay anar’ın acayip geniş bir hayal gücü ve zekası var. Şu komplo teorisine bakar mısın:

    --spoiler--
    Özetle ; isa mesih’in kıyamete yakın geleceği ve kötülüklerle savaşacağı bütün ilahi kaynaklarda yazar zaten. Başka bir ülkede yıllar önce istihbarat teşkilatları bir projeye başlıyorlar. Mesih’in eşgaline uyan kızlı erkekli* bir grup toplanıp çiftleştiriliyorlar. Bunlardan doğan ikinci nesil mesihe daha da benziyorlar. Üçüncü nesil ise daha da çok. Son nesildekilerin de bazıları psikolojik sorunlar vs..neyse adaylarını seçip yetiştiriyorlar. Bu arada osmanlı padişahına da kıyamet gününü 7 sene önceden haber verdiği söylenen içinde kum olan “kehanet aynası” dolaylı yoldan hediye ediliyor. Ayna , içerisinde mıknatıslar , zamanlayıcılar vs ile bazı yazılar yazacak şekilde ayarlanıyor. Daha sonra kıyamete 7 sene kala aynada bir yazı çıkıyor: “şurdaki surların tepesinde kırmızı bir bulut görünecek” ve kızıl fıçılardaki kimyasalların yakılmasıyla kırmızı bulut oluşur. 6 sene kala “anadoluda isyan çıkacak” ve isyan çıkarılır halk arasında. 5 sene kala “x memleketinin şehzadesi kayıplara karışacak” ve şehzadeyi kaçırırlar. Bunların hepsi son kehanete inandırmak için yapılıyor. 6 sene kala “mesih , şu zaman kuzey kapısından içeriye girecek” ve seçilmiş kişi girer. Plana göre padişah “doğal olarak” büyük hürmet edip mesihe tacını bırakacak ve ülkenin/dinin inancını yerine getirecek. Kafasında hiçbir soru işareti olmadan. Yani aslında karşı ülkenin casusunun en büyük düşmanının ülkesini yönetmesi. En az yüz yıl öncesinden planlanmış bir tasarı. Klas!
    --spoiler--
    *
    *
    *
    ihsan oktay anar’ın hikayede sıkıntı çekmediği bariz. Beğenmediğim tarafı da tam olarak kitabın sonunda bağladığı: “bu kadar güçsüz ve ölümlü olduğun için mükemmelsin” edebiyatı. Yedinci günün sonunda da mükemmel insanı ; kısa , hafif toplu , ortalama zekada biri diye tasvir ederek “bu kadar normal olduğun için dünyanın en mükemmel insanı sensin”e bağlamıştı. özetlersek allah için baya güzel kitap. Ne diyelim...ah minel aşk ve min el garaib

    Dipnot: ebrehe bence de kadındı. ince çatlak bir ses , parlak bir ten , zıbık. Hiç padişaha biat etmeye bile kalkışmaması...iktidara olan tutkusu...elde ettiklerinden çabuk sıkılması ve hep daha fazlasını istemesi...

    --spoiler--

    # “gece yarısı gelecek olan delikanlıyı beklerken ebrehe , hissettiklerinin kadınlara özgü bir takım duygular olduğunu sezdi. Hayatını kurtardğı için bu gence şükran duyması gerekirken , aynı nedenden ötürü ondan nefret ediyordu. Küstahlık edip kendisini aşağıladığı için ondan nefret edeceği yerde , onu seviyordu.”

    # “özgürlük duygusu , özgürlüğün kendisine galip gelmişti”

    --spoiler--
    2 ...
  47. çevre görevlisi

    3.
  48. çevre görevlisi belgesi almak isteyen çevre Mühendisleri bile 2014 yılı ile birlikte sınava girme zorunluluğu getirilmiş. ilginç tabi. Ayrıca başvuru için elektronik imza sahibi olmanız gerekmektedir.
    0 ...
  49. sigmund freud

    415.
  50. psikanalize giriş nevrozlar

    1.
  51. Sigmund freud’un 1916-17 yılları arasında geniş bir dinleyici kitlesine vermiş olduğu temel psikanaliz konferansları üzerinden kaleme aldığı psikanalize giriş derslerinin nevrozlarla ilgili kısmıdır. Diğer kısmı “yanılgılar ve düşler üzerine”dir. (bkz: vorlesungen zur einführung in die psychoanalyse)

    Öncelikle kitap freud’un “bundan önceki derslerimizde bahsettiğim yanılgılar ve düşler üzerine öyle ya da böyle bir şeyler biliyordunuz. O yüzden karşılıklı etkileşimlerimiz oldu. Fakat nevrozlardan hiçbiriniz anlamıyor. O yüzden kimseyle muhattap olmadan kendi bildiğim gibi anlatacağım” demesiyle başlayıp , aynı dediğim dedikliğiyle devam ediyor.

    Kitabın yarısına kadar da “sabırlı olun , bu söylediklerimi şimdi anlamıyorsunuz ama ilerledikçe anlayacaksınız” demekle geçti.

    Aslında pek bir şey anlatmak istediğinden de emin değilim. Psikanalizin kendisinden çok , ilgili çevrelere karşı savunulmasıyla geçiyor. Bunu da genelde pek yadırgamam. Sonuçta sigmund freud’un bilim adamlığı rolü gibi aynı zamanda bu yeni bilim dalının öncü savunucusu olarak da belli bir rolü var ama asıl konudan bu kadar sapmadan.

    “ama ben ‘psikanalize giriş’ konusunda sizi bilgilendirmeyi amaçladım ve bunu da açıkladım: benim için psikanaliz konusunda bir fikir edinmeniz , nevrozlar konusunda bazı bilgiler edinmenizden daha önemliydi”. Ve Bu cümle geçtiğinde sayfa 200’ü geçiyordu...

    Kitabın diline bakarsak çok kullanılan bazı terimler var ama okumaya engel değil. Travmatik fiksasyon* , direnme , represyon* , regresyon* , frustrasyon** , sublimasyon* , infantil* , bensevisel* doyum , insanlığın flogenetik* mülkü gibi.

    Gelelim şimdi neler anlattığına. işe yarar şeylerden bahsettiği kısımlarda , yaşam sorunlarında tavsiyelerde ve yönlendirmelerde bulunmanın analitik tedavinin bir parçası olmadığından ve istenen şeyin hastaya tek başına karar verebilmesine yardımcı olma amacı güttüğünden bahsediyor. Zaten psikanaliz ile tedavide temel mantık şudur: bilinçdışında saklı yatan nedenler bilinçli duruma getirildi mi , semptomlar ortadan kaybolup gider.
    Kötü bir örnek için :
    https://galeri.uludagsozluk.com/r/548717/+ *

    Direnmeye özellikle değinmek lazım. Direnme ; psikanaliz tedavisinde şu sebepten önemli ve değişmez bir parametredir: psikanalizde ilk zamanlar hipnoz da denenmiştir. Sonuçta öğrenmek istediğini söyletip , gerekli perhizi yaptırmak , telkin etmek vs varken niye bu uzun uğraşa girişilsin ki? bu zamanlarda hipnoz ile tedavi ederken işler çok kolay yürüyor fakat yeterince verim alınamıyordu. Hipnoz durumunda direnme geri plana atıldığı için hastayı algılamak imkansızlaşıyor. Ayrıca tam bir çözüm değil , sorunun üstünü kapadığından dolayı , benzeri bir olayda semptomlar eskisinden daha şiddetli bir şekilde geri geliyor. Freud‘un tabiriyle “hipnoz ile tedavi kozmetik , analitik tedavi ise cerrahi bir girişime benzer”. Yani bir direniş göstermiyorsa doğru yolda değilsiniz demektir.

    Aktarımları tanımladığı ve nasıl ortaya çıktığını anlattığı kısımlar güzeldi. Psikanalize biraz ilginiz varsa zaten bir kitapta veya filmde bir aktarım örneği ilginizi çekmiştir. Aktarım , korku histerisi , dönüşüm histerisi ve saplantı nevrozunun tedavisinde kendini açığa vurur. Bu nedenle bunlara “aktarım nevrozları” denir. istisnasız bütün aktarım nevrozu vakalarında tedavinin başlamasından belli bir süre sonra hastanın , doktorun şahsına duyduğu aşırı ilginin bir düzen oluşturduğunun farkedilmesiyle aktarımların üzerine eğilip nedenleri hakkında çalışılmış. tedavinin de kilit noktası olması nedeniyle aktarımlar gayet önemlidir.

    Çocuklardaki cinsellik bölümleri aşırı sinir bozucuydu. Kendi verdiği örnekleri (çocuğun süt emmesi ve işerken/kakasını yaparken cinsel haz aldığını söylemesi gibi) yine kendi bulduğu oedipus kompleksine dayanarak savunması...

    Başka başka...”Nevrotik semptomlar , cinsel yerdeş doyumlardır” diyor reis*.

    Nevrozlar ile kesiştiği noktalarda , alfred adlerin aşağılık kompleksini ufaktan bir çürütme çabası vardı. “henüz yalnızca psikanalist olduğu , daha peygamberliğe soyunmadığı dönemde araştırmacı carl gustav jung...” diyerek de büyük bir kitlenin önünde ex-kankisini boş geçmemiştir.
    gereksiz (bkz: A dangerous method)

    “psikanalitik tedavi konusunda kuramsal bilgiler dışında bir şeyden söz etmeyişim belki sizi düş kırıklığına uğrattı. Bahsetmeyeceğim çünkü psikanalizi pratikte nasıl uygulayacağınız konusunda sizleri bilgilendirmeyi düşündüğüm yok.” Bunu kitabın sonunda söylemesi biraz sinir bozucu tabi ama cins işte , yapcak bişi yok.

    işte bunlar hep psikolojik...

    --spoiler--
    “bir kimse kendini gerçeklik yolunu izleyebilecek gibi eğitmeyi başardı mı , ahlak görüşü toplumun geçerli görüşünden bir şekilde sapma gösterse bile , ahlaksızlık tehlikesine karşı sürekli korunmuş durumdadır.”
    --spoiler--
    2 ...
  52. la faute a fidel

    17.
  53. --spoiler--
    -nükleer savaş başlatacak mı?
    +her şeyi karıştırıyorsun. nükleer savaşları sakallılar başlatır! filomena'nın dediği gibi , kızıl ve sakallılar.
    -hepsini yanlış anlamışsın. noel baba da kızıl ve sakallı.
    --spoiler--
    0 ...
  54. sistematik duyarsızlaştırma

    5.
  55. korkularından yavaş yavaş kurtulmak için yapılan liste ve bu listedeki maddelerin üstüne giderek korkularından arındırmayı amaçlayan program.
    1 ...
  56. intravenöz poligram

    1.
  57. "IVP" iyodün bazlı kontrast boya enjekte ettikten sonra böbrek taşlarını görmesini sağlayan bir röntgen.
    0 ...
  58. daha fazla entry yükleniyor...
    © 2025 uludağ sözlük