noro lim asfaloth
43 (uyuyan dev)
on birinci nesil yazar 65 takipçi 1193.88 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    kıyı restaurant

    5.
  1. türkiye cumhuriyeti sınırları içinde yer alan en iyi balık restoranı.

    burada yoğurtlu ve peynirli mezeler bulamazsınız; yapmıyorlar. mesela kışın da deniz börülcesi bulamazsınız çünkü mevsimi değildir. lakerdası yiyebileceğinizin en iyisidir.
    taraması dillere destandır. ahtapot salatasını yemeden ölmeyinizdir.
    balık tercihi ise tamamen size bağlıdır ve tazeliğinden, yağlılığından kuşku yoktur.
    dülger ızgarası şiddetle tavsiye olunur.
    finalde kaymaklı ayva emcüklemek ise farzdır.

    bunun haricinde gerek aydınlatmasıyla, gerek sade tasarımıyla, gerek sigara içilmesine müsaade etmiyor oluşlarıyla, gerek ise çalışanların güler yüzlü ve özenli oluşuyla kıyı'da akşam yemeği yemek bambaşka bir keyiftir.

    hesap mı? orası biraz kalındır.
    0 ...
  2. şahitlik etmek

    2.
  3. gün itibarı ile içinde bulunduğum adli makam önünde gerçekleştirilen tanık olma durumu.

    rica üzerine şahit olmayı kabul ettim. aradan geçen uzun sürenin sonunda gün geldi ve sabah hiçbir şey olmamış gibi istanbul adalet sarayı'na doğru direksiyon salladım.
    dava, asliye hukuk kapsamındaydı. avukat hanım ve diğer şahitle beraber duruşmanın olacağı salonun yanında beklerken bile oldukça sakindim. mübaşir önce avukatları buyur etti. bir süre sonra da tanıkları ama tanıkları tek tek alacağını söyledi. mustafa abinin (72 yaşında) yaşına hürmeten önden girmesi için elimle hareket yaptım. feleğin çemberinden geçmiş bir hal içerisinde mimik yapmadan içeri girdi ve şahitlik yaptı. yaklaşık on dakika sonra mübaşir beni çağırdı. karşılıklı masalarda oturan dört avukatın ortasına geçtim ve arkamda beni dinleyenlerin varlığının baskısı altında vaziyet aldım.
    hakim bey konuyu özetledikten sonra yemin kısmına geçti. yeminimi edeceğim esnada salonda kim varsa ayağa kalktı ve hepsi bana baktı. o anda biraz gerilsem de kendimi toparlamayı bildim, namusum ve şerefim üzerine yemin edeceğimi söyledim.

    detaylara girip de daha fazla uzatmak istemiyorum fakat bu işin en sıkıntılı kısmı hakimlik makamında oturan kişinin ara ara durup sizi gözleriyle süzmesi oluyor. bazen beş saniye bile ne kadar uzunmuş diye düşünmeden edemiyor insan. acaba yanlış bir şey mi söyledim diye içten içe kemirir halde buluyorsunuz kendinizi. velhasıl her şeye rağmen dürüstseniz ve olanı anlatıyorsanız hakim hanım ya da bey sizi daha fazla yormuyor ve oturmanız gereken noktayı işaret ederek üstünüzdeki baskıyı sonlandırıyor.

    zor mu? hayır. stresli mi? zaman zaman evet.

    dipnot: ellerinizi önde birleştirmenizi salık veririm. aşırı mimiklerden ve el kol hareketlerinden kaçının zira hakim kişi bunlara çok dikkat ediyor kanımca. göz teması da önemli.
    0 ...
  4. maximiles

    12.
  5. "black" versiyonunun sunduğu avantajlar sayesinde ödenen aidatın göze gelmediği al yanaklı, kadife dudaklı kart. özellikle benim gibi boğazına düşkün bir adamsanız şayet restoran indirimleri yüzünüzü gülümsetecektir. haricinde otopark indirimi, vale ve yıkama hizmeti, otel indirimleri, miller, pembe bulutlar, yakamozlar, bal yapan arılar, jelibonlar ve bitter çikolata!

    maximiles black <3 ben
    0 ...
  6. hayata dair gülümseten detaylar

    813.
  7. köpekleri çok seviyorum. onların da koşulsuz sevme biçimlerini daha da çok seviyorum. kafaları okşanırken ki kısılan gözlerine, baba sesleri çıkarmalarına, memnuniyetlerini dile getirmek için kuyruk sallamalarına ve hatta işi abartarak götlerini sallar dereceye getirmelerine bayılıyorum. bunlardan bir tanesiyle de hemen hemen her sabah sevişiyorum.

    çalıştığım yer yaşadığım ilin periferisinde. buraya varmak için de köyün birinden geçiyorum. aslında doğrudan otobandan giderek baypas da yapabilirim ama sevişken mahlukatı görmeden edemediğim için yolumu bile isteye uzatıyorum.
    neyse, adını idris koyduğum bu köpeğin yattığı belirli bir noktası var. ekseriyetle orada yatıyor ve fırlama olduğunu belli edermişçesine kulaklarını dikerek etrafı süzüyor. 50 - 60 metre kala kullandığım aracı fark edebiliyor ve ivedi şekilde ayaklanıyor. ayaklandıktan sonraki halleri ise küçük bir çocuk gibi şen kahkahalar atmama sebep oluyor. dörtlüleri yakıp durduğumda ise hemen kaptan mahallinin olduğu kapıya doğru seğirtiyor ve selamlamaların en güzelini yapıyor. üç beş dakika seviştikten sonra ellerimi avuçlarımı yalayarak beni yolcu ediyor. vitese takıp ilerlediğim anda da tekerlere tetiklenip havlamaya başlıyor. alem bir canlı anlayacağınız ya da geri zekalı.

    yarın denk gelirsem fotoğrafını çekip işbu entariye ilave edeceğim.

    ekleme:

    https://galeri.uludagsozluk.com/r/2372276/+

    https://galeri.uludagsozluk.com/r/2372275/+
    2 ...
  8. kadınların çok para harcaması

    5.
  9. harcıyormuş gibi görünürler. ağzı kokan çok kadın tanıyorum ve sosyal medya paylaşımlarına baktığım vakit şaşıyorum. firuze iksv'de anasonlu levrek sarma mı dersin, lacivert'te babakale ahtapot söğüş mü dersin, aret'in yeri'nde topik mi dersin, kıyı'da dülger mi dersin veyahut ulus 29'da moet et chandon patlatan mı dersin...
    dersin de dersin velhasıl.

    ekseriyeti kendi finansmanını sağlamıyor. el uzvu ile gerdeğe giriyor.
    nereden mi biliyorum?
    bildiklerimi paylaşırsam linç edilirim onu da biliyorum.
    sağlıcakla kalınız.

    büdüt: işbu entry, başlıkta caka satan ve afili bakışlar atan birçok entari sildirmiş.
    0 ...
  10. yazarların kendinde övündüğü özellikleri

    14.
  11. burçlara inanmamak hususunda diretsem de bazen "acaba mı?" dedirten övündüğüm bir nokta veyahut niteliğim var yani altıncı his. eskilerin tabiri ile hissikablelvuku.
    olacakları ya da olanları sezmekte zorlanmıyorum ve hatta çoğu zaman yanılmıyorum.
    bu öngörü hali tanrının lütfu mudur ya da yediğim onca kazığın bana katmış olduğu müspet bir özellik midir bilemedim.
    1 ...
  12. icra işleri nasıl oluyor sorunsalı

    10.
  13. yeni bir banka hesabı açsanız da durum değişmeyecektir.

    Alıntı:

    "icra takibi başladıktan sonra borç ödenmez ve itiraz edilmezse, takip kesinleşir. Bu durumda alacaklı, haciz talep etme hakkı kazanır. Alacaklı ayrıca, icra dairesinden banka hesabınıza haciz koymasını isteyebilir ve icra dairesi de bu talep üzerine banka hesabınıza bloke koyabilir."
    1 ...
  14. türkiye bu duruma nasıl geldi

    4.
  15. demokrat parti, milli selamet partisi, anavatan partisi, fazilet partisi, refah partisi ve ak parti.
    hepsinin ortak noktası nedir diye merak ediyorsanız şayet, lolipop yalamaya devam ediniz.
    1 ...
  16. istanbulda oturmak

    13.
  17. kozmopolit bir ortamda boğazlanmak hissini yaşatır Sağı anıt, solu türbe istanbul'da oturmak yani yaşamak.

    kaotiktir, streslidir, dinginlikten uzaktır ve ömrünüzün azımsanamayacak kadar bir yüzdesinin trafikte geçeceğinin delaletidir. marc aryan'ın şarkılarında geçen istanbul'un veyahut yahya kemal'in satırlara döktüğü istanbul'un esamesi kalmamıştır. Ehli aşklara hikaye olmuş, mehtabı güzel şehirdir istanbul. ama öyle bir yorar, öyle bir hırpalar ki, lanet olsun sana istanbul!
    1 ...
  18. durduk yere adamın amına koyan şarkılar

    1808.
  19. yansımalar - bab-ı esrar

    sizi kulağınızdan tutup çeker, ne oluyor ya hu demeye kalmadan ural dağları'na bırakır, katabatik rüzgarı da bir çakar ki sureti şahanenize, tövbeler olsun dedirtir. yani esnaf dayağı yemekten bile etki vericidir. çoban gibi dünyam koyunun götü kadarmış misali derin düşüncelere daldırtır.
    2 ...
  20. karşı cinste dikkat edilen ilk şey

    26.
  21. (konuyu biraz dolandırdıktan sonra sadede girmek niyetindeyim)

    üye olduğum spor salonuna mesai saati başlamadan önce gidiyorum.
    akşam saatlerinde yaşanan kaotik ortama katlanamadığım için karga bokunu yemeden önce salona gitmek daha makul geliyor. neyse, benimle beraber birkaç kişi de salonun açılış saatinde geliyor. içlerinden bir tanesi de karşı cinsten dikkatimi çeken bir hanımefendi.
    bakınız, onca karşı cinsten kişi olmasına rağmen dikkatimi onun çekmesinin bir sebebi var. diğerlerinin hepsi alelade davranırken ve gözü dışarıda iken o hanımefendi sadece antrenman yapmakla meşgul oluyor. ne etrafa bakıyor ne de işveli veyahut cilveli tavırlar sergiliyor. gayet natural oluşu, saçlarını küçük bir lastikle arkadan toplayışı, disiplinli oluşu, ortamdan bağımsız oluşu vs derken şahsımı etkisi altına alıyor. eminim ki diğer hemcinslerim de bu hanımefendiye kontak kesilmişlerdir ama bu durum umurumda olmuyor. bunca kıvrımlı, bunca güzel kokulu, bunca dekolteli hanımefendilerin arasından kendisi bir şekilde sıyrılmasını biliyor ve bunun için bir çaba da sarf etmiyor.
    zaman zaman göz göze geldiğim her an içimi ürperten bu kadın, ne yapıyor ne ediyor beni kalbimin orta yerinden vurmasını beceriyor. araya kattığı ufak tebessümler de işin şekeri, karameli ve hatta mozaik pastası oluyor.

    karşı cinste dikkat edilen ilk şey nedir diye sorulmuş.
    götüdür, memesidir, yüzüdür bunların hepsine eyvallahım vardır ama bazen de ne bileyim, dümdüzgün bir duruş, dümdüzgün bir efendilik, dümdüzgün bir doğallıktır er kişinin ilk dikkatini çeken.
    2 ...
  22. oris

    7.
  23. tabii ki bir tag, omega veyahut cartier değil ama bileğe geçirildiği andan itibaren etkisi altına alan hölstein merkezli isviçreli saat üreticisi. bir gruba ya da vakıfa bağlı olmayıp bağımsız olması ekstra sempati uyandırır. f/p markaları arasında gördüğüm ve tercih etmeme ramak kalan lonjini bile bir celsede elememe sebebiyet vermiştir zira aquis serisinin kırmızı rotorunun gerdiği zembereği kulağa dayayıp dinlemesi pek keyiflidir.
    0 ...
  24. rektifiye

    6.
  25. motor dahilinde sürtünmeye maruz kalan parçaların ve bu parçaların yerleştirildiği yerlerin sızdırmazlığını sağlayan contaların değişimine verilen ad. hülasa, nispi şekilde komple motor bakımı.

    piston, piston segman, piston pim, piston pim segman, gömlek, gömlek lastikleri, kol yatak, ana yatak, çene yatak, krank ön-arka keçesi ve takım contanın değişimi sağlanır. takım contanın içeriği kapsamlıdır: karter contasından silindir kapak contasına, termostat yatağının contasından turbo contasına, külbütör contasından manifold contalarına, eksantrik kapak contasından şanzıman contasına ve irili ufaklı daha nicesinin değişimi yapılır. komple rektifiye denilen şey bu parçaların kapsamıdır.

    piston kolu, yağ pompası, devirdaim, piston kol burcu, eksantrik mili, krank mili gibi parçalar ise ihtiyaç varsa değiştirilir. rektifiyenin tanımına bu nevi parçalar girmez. fakat şu da var ki, ikinci veya üçüncü rektifiyeyi gören bir motorun yatakları standart verilmez. bindelikli olarak verilir. mesela ikinci rektifiyeyi gören bir motora kol yatak veya ana yatak 0.010 olarak verilir. üçüncüde ise 0.020. bu, kranktaki ve piston kolundaki aşınma payının tamamlanması içindir. bundan sonraki levelda ise krank ve piston kolları da değiştirilir.
    0 ...
  26. çiftçilik

    18.
  27. ekmeğini topraktan çıkaran meslek grubuna verilen ad.

    çiftçinin kendine has takvimi yani anadolu takvimi vardır. nasıl ki biz standart vatandaşlar takvimi 12 aya bölüyoruz, onlar da nesillerin tecrübelerine dayanarak kendilerince "tabii" takvim oluşturmuşlar. 6 şubat itibarı ile fidan dikmişler, 20 şubatta birinci cemrenin havaya düşmesine 27şubatta da ikinci cemrenin suya düşmesine tanıklık etmişler. martın başında ağaçlara su yürütmüşler, hemen akabinde de cemrenin toprağa düşmesi ile şenlenmişler.

    kadınlar günü dediğimiz 8 martta bağ budamışlar, bir sonraki gün kalem aşılamışlar, sırasıyla asmalara su yürütmüşler ve kocakarı soğuklarına hazırlık yapmışlar. martın ortasında kocakarı soğuklarını atlatmış, belki de mart martlığını yapmış ve sürpriz bir kar yağışıyla karşılaşmış, ayın sonuna doğru da ağaçların yeşermesine şahit olmuşlar ve de oluyorlar.

    nisan başında çiçekler açmış, laleler yeşermiş, april yani abrulun beşinde camız kıran beş gününü yaşamış -kork aburulun beşinden öküzü ayırır eşinden- mayıs ortalarında güllerin açmasını izlemiş, yine aynı ayın sonunda da "engirkıran" denilen kar yağışına maruz kalmış. haziran gelmiş, yaprak aşısı yapmış, sıcaklar artmış ve temmuz ortasında üzümlere alaca düşmüş. ağustosta olgunlaşan meyveleri toplamış, eylül başında sebzelere girişmiş, 9 eylülde ceviz çırpmış, aynı ayın ortasında bağ bozumu olmuş, ekimde yine ağaç fidanı ekmiş ve mevcutları budamış, yine adı ile müsemma ekimde arpalar, buğdaylar ekmiş, aralıkta da yaprak dökümüne şahitlik etmiştir çiftçiler.

    yani zemheriye, erbaine, hamsine, berdelacuza, göcüğe, abrulun beşine, gün dönümü fırtınalarına, yaz sıcaklarına, ilk güze, orta güze, son güze ve yine karakışa aşinadır adına "çiftçiler" dediğimiz toprak ve iklim zanaatkarları. baş tacı edilmeleri gerekirken hakir görülenlerdir ki, hamsin ya da zemheri dönemi bile onlara bu kadar ıstırap vermemiştir. tüm zorlu koşullara, komisyonculara, aracılara ve berbat politik fiyatlandırmalara rağmen ekmeye devam etmiş, sefa değil cefa çekmeye devam etmiş ve etmektedirler.

    bugün muhtelif yerlerde çıkan çiftçi isyanlarına burun kıvıran ve aşağılayan sözüm ona burjuva (!) sözlük yazarlarının bilmem nereleri hayalarına denk ki, anadolu insanının acılarından ve koşulsuzluklarından bi' haberdir. onların siyasi görüşlerine odaklanıp, derinlerine inmemekte bir beis görmezler. çünkü onların aldığı eğitimi, dünya görüşlerini, okazyonlarını ve olanaklarını sıradan bir periferi veyahut dağ çiftçisi de almıştır gibi addederler. ne diyebiliriz ki, kürekle dövülesidirler.
    1 ...
  28. seni seviyorum demenin alternatif yolları

    8.
  29. geçtiğimiz haftalarda memlekete, ailemi ziyarete gittim.
    her birini öptüm, kokladım ve hep beraber bol bol da gezdim.

    anneannem de memlekette yaşıyor, haliyle onu da ziyarete gittim.
    bir sabah toplandık cümbür cemaat, rahmetli dedemin kabristanlığını ziyarete gittik.
    dua bilen dua etti, kimisi ellerini havaya kaldırıp kolpadan fısıldandı, kimisi de boş boş baktı. hangisine dahil olduğumu söylemeyeceğim tabii ki ama pek de oralı olmadığımı belirtmeliyim. velhasıl kurumuş toprak sulandı, fısıltılar bir bir kesildi, eldeki çiçekler rahmetlinin üstüne serpildi, örtülü toprağa birazcık da serinlesin diye su serpildi ki, orada beni bir gülme tuttu.

    neyse, eskinin insanlarının adetlerine* ayak uydurmakla meşgul iken bir anda köy evinde bulduk kendimizi. şöyledir böyledir derken, çay servisi başladı. ortalık gayet durağan iken anneannemin gözleri sulandı ve aldı eline sazı:

    - şu kuzinenin gömüldüğü ocağın kara taşını dedeniz bilmem ne yaylasından taşıdı.
    -kapıdaki yaşlı dut ağacını dedeniz ektiydi.
    -bahçenin ardındaki duvarın dibini dedeniz ıslah ettiydi.
    - rahmetli abdest alırken her yeri su içinde bırakırdı.

    gibi gibi şeyler. yani o an aklına o'na dair ne varsa kusuverdi.
    anneannem ki, rahmetli dedemiz yaşarken kendisine kan da kusturmuştur.
    sözüm ona kusmayı da kusturmayı da iyi bilir.

    fakat kızmayın o'na, çünkü ziyadesiyle vicdan azabı çeken bir kadın.
    rahmetliye yaşarken bir kez olsun "seni seviyorum" diyememiş ve mütemadiyen azarlamış bir kadın ama beni kenara çekip de şunu söyleyebilmiş yaşlı mı yaşlı bir kadın:

    - keşke nur olabilsem de girebilsem mezarına

    farkındayım bu söylem trajik fakat bana göre pek de sempatik.
    yaşarken, dünyasını emcüklediği bir insanın çürümüş yatağına kutsiyeti yüksek bir ışık olup da girmek niyetinde olan sarışın bir çıtır pardon çakal. o işler öyle olmuyor işte ama geç de olsa seni seviyorum demenin alternatif bir yolunu bulabilmiş yani kendi kendine okazyon yaratmış. ya işte, tezekten terazinin boktan oluyor dirhemi.
    1 ...
  30. pavurya

    11.
  31. bu deniz canlısına dair anılarım nicedir. yüzmeyi bilmezden önce dahi rahmetli dedem adına cemek dediğimiz poseidon mızrağına benzer demir bir zıpkınla palazlı yengeç avlardı yani pavurya. bu hayvan öyle çok derinlerde ya da kıyıya yakın yerlerde gezmez; ortalama 5-6 metre derinlikte, zeminde yaşamını idame eder. cemeği ortasına saplasanız dahi kolay kolay can vermez ve hatta kıyıda biraz inceleyeyim dediğiniz takdirde parmaklarınızdan birine kalıcı hasarı bırakmayı da ihmal etmez. fakat her şeye rağmen haşlanır, rengi turuncuya döner, kitin tabakası sert bir cisimle kırılır ve içinden çıkan lifli beyaz et afiyetle yenir ki, böyle bir lezzet yoktur!

    konu konuyu açıyor, dolayısıyla benim de dilim gevşiyor.
    eşinle, dostunla veyahut şirketten bir arkadaşınla deniz mahsulleri servis edilen bir restorana gittin diyelim. bakıyorsun dolaba babakale ahtapot, kafası gülle gibi dülger, kanatları kelebekten hallice kırlangıç, düğmeleri vakko'ya dişini sıktıran cinsten sekiz kiloluk kalkan, yapısı füzeden hallice kofana, bütünüyle görsel şölen sunan ve tsk'ya envanter olmaya aday jumbo oğlu jumbo karides!

    "ooo" diyorsun, "tezgah ateş ediyor!"

    iki kişisin, çok da içici değilsin, fahrettin kerim'e de niyetlisin.
    koydurdun mu ortaya mini mini valimiz fahrettin'i yani 35'liği!
    iyisin, hoşsun, tekmil favadan bir lokma alınca daha da bir mayhoşsun.
    sonra garson bey ya da hanım gelip sana diyor ki:

    "pavurya söğüşümüz de var"

    "yapma yav" diyorsun, görmek istiyorsun bahse mahlukatı haliyle.
    bir de ne getirsin, surimi! akabinde "annenin duhula maruz kalan müstehcen organı" diyerekten selam çakıyorsun, hesabını ödüyorsun ve bir daha da o mekana uğramamak kaidesiyle olay yerinden uzaklaşıyorsun.

    tabahat, mutfaktan gelirmiş. yani yemek pişirmek. yani aşçılık.
    herkes aşçı, herkes işletmeci olamıyor maalesef.
    "işkilli büzük dingilder" demişler. size adi mal satan esnafı ve çalışanlarını yakaladığınız vakit, dingildemeye başlarlar. pavurya ya da yengeç diye surimi satmaya çalışırlar. analarının amlarıdırlar.
    1 ...
  32. y kuşağını sevmemek

    3.
  33. y kuşağı kaledir. bugüne nazaran aldığı eğitim ve internetle beraber sağlanan enternasyonal açılımı iliklerine kadar yaşamış, x kuşağının ve baby boomersların gafletine ve delaletine "artık dur!" diyebilmiş neslin fertlerine haksızlık edildiğini düşünüyorum. günümüzde "30'luk abiler ve ablalar" dediğiniz bu insanlar çoluğa çocuğa karışmış, evlatlarını fosfora boğan, bekar olanları ise halen daha araştırmaya, kendini geliştirmeye devam eden hem çocuk hem de yetişkin bireyler olmakla beraber, ülkenin düştüğü hale en çok içerlenenlerdir. bir elinde birası diğer elinde kumandası tv'de zaplarken aklında koşan tilki sayısını günümüz matematiği dahi hesaplayamamaktadır. y kuşağı sevilmeyecek kuşak değildir. sevilmeyecek olan bir önceki kuşakların yobazlığa olan hevesiyle beraber bu yobazlığın vermiş olduğu dayanaksız özgüvenlerinin bize dayattığı bağnazlıklardır. bizi sevin z kuşağına mensup kardeşlerim. biz de sizin gibiyiz fakat biraz daha antika versiyonunuz.
    3 ...
  34. mayıs ayında mont giymek

    5.
  35. şayet ilgilenen olursa bu duruma açıklık getirmek isterim.

    anadolu ya da çiftçi takvimi diye bir şey vardır. nesiller boyu aktarılmış, tecrübe ile pekiştirilmiş iklim analizinin tezahürüdür. bu takvime göre nisan ayı 13 mayıs'ta sonlanır yani bugün. abrul'un yani april'ın bittiği gündür 13 mayıs.

    (bkz: kork aprilin beşinden öküzü ayırır eşinden)

    bundan sonraki döneme "güllerin açması" denir. peşine ise "yaprak aşısı zamanı" gelir.
    sözün özü gün itibarı ile mont giymeniz pek de şaşılası durum değil.
    0 ...
  36. kısa mesafe gitmeyen taksici

    60.
  37. mor ve ötesi inönü konseri'nden sonra büyük mücadeleler sonrası durdurabildiğim bir taksici nereye gitmek istediğimi sormuştu ve haliyle cevaplamıştım. aldığım cevap ise şu oldu: "uzun mesafe gitmiyorum abi"

    kısa mesafe ya da uzun mesafe ayrımından ziyade, türk müşterilere karşı öteleme, marsıklara yani araplara ise imtiyaz söz konusu. taksici cemaati bizi istemiyor arkadaşlar. yağlı para kapısı biz değiliz çünkü.
    0 ...
  38. kadınlarla konuşmaya çekinen özgüvensiz erkek

    3.
  39. etten ve kemikten bir varlıkla iletişim kurduğunun bilincinde olduğun vakit, rahatlarsın. hiçbir şeyi veyahut hiç kimseyi gözünde yüceltme. hakeza kendini de üstün görme. dolayısıyla gevşemeye çalış fakat laçkalaşma. perakende müşteriye mal satıyormuşçasına doğaçlama diyalog kur. olursa olur, olmazsa şayet 4 milyar tane daha alternatifin var.

    büdüt: böyle tavsiyelerde bulununca çok havalı oldu değil mi? halbuki, sıradan bir çamaşır suyuyum. işin esprisi bir yana, kişileri gözünüzde büyütmemenizle alakalı her şey. kimisi altın, kimisi tunç değil velhasıl.
    2 ...
  40. fiyat algısının kaybolması

    7.
  41. artık öyle bir noktaya geldim ki, hesap ne gelirse gelsin normal karşılıyorum. mesela nişantaşı'nda üç tane 33'lük biraya 750 lira hesap getiriyorlar, "nişantaşı'da böyle herhalde" diyorum. ya da bugün tuttuğum iki nakliyeci abiye altı lahmacun, iki de ayran söylüyorum, 680 lira hesap geliyor ve yine şaşırmıyorum. çünkü enflasyonu bahane edip fahiş fiyat politikası uygulan bütün esnaflara lanet olsun demekten başka elimden bir şey gelmiyor. fiyatların anormal olduğunu tabii ki biliyorum ama yaşamak, gezmek, yemek, içmek veyahut yedirmek ya da içirmek de istiyorum. çok mu şey istiyorum?
    istanbul esnafı bu konuda aşırı insafsız. düşman askerine hesap getiriyorlar sanki. maliyet, çalışan masrafı, gelir-gider vs geçsinler bu işleri. biz de biliyoruz neyin ne olduğunu. biz de esnafız fakat zalim değiliz.
    3 ...
  42. asla iyileşmeyecek çocukluk yaraları

    59.
  43. 90'lı yıllar... o yıllarda kış, kışlığını yapar ve deli gibi kar yağdırırdı. üstüne bir de don yapar, sokakları girilmez ya da çıkılmaz hale getirirdi. yine böyle bir kışta, komşunun arabası sokaktan çıkamamış ve üç beş kişi aracı arkadan ittirmek suretiyle kurtarmaya çalışıyordu. ben de sırt ve beslenme çantamı almış, okula gitmek için otobüs durağına doğru yürürken, çocuksu kemiklerime ve kas yapıma aldırış etmeksizin destek çıkmak istemi ile üstüme yük olan ne varsa bir kenara savurup, dişlerimi sıka sıka arka tampona abanmıştım. çok mühim bir olaya, çok mühim bir destekleme yaptığımı zannediyordum ki, şöyle bir şey işittim:

    "ittir ittir, farenin bokunun bile faydası olur!"

    geldim 33 yaşıma, bu sözü halen daha unutmam. özellikle o dönemlerde çocuklar bir birey olarak kabul edilmez, hakir görülürdü. eziklenirdi yani. işte o eziklenme bende ağır travmadır. çocuk da olsa bir erkeğe böyle şeyler söylenmemeli. hele ki, niyeti yardım etmek ise.
    2 ...
  44. gece

    1102.
  45. güneşin mesaisini bitirip de ayın ve yıldızların nispi aydınlığı devraldığı, aşkımızın ve toprağın sessiz seslerinin beynimize türlü türlü oyunlar oynattığı, hüzünlü ve bir o kadar da romantik olan karanlık süre.
    2 ...
  46. labrador retriever

    37.
  47. bu evlatlardan bir tanesine 9.5 sene boyunca babalık yapmaya çalıştım.
    oğlumun nasıl aramızdan ayrıldığına, ne kadar güzel günler yaşadığımıza falan değinip de akşam akşam can sıkmak istemiyorum. diyeceğim şudur ki, bu hayvanlar inanılmaz kuvvetli.

    bu sabah yürüyüş yaparken kafeteryanın birinin önünde koca kafalı siyah bir labrador gördüm. ama tam bir labrador! somun ekmek gibi kuyruğu, makas çenesi, güçlü kafa yapısı, geniş göğüs kafesi falan derken, türünün güzel bir örneğiydi. haliyle dayanamadım ve eğilip ıslık çaldım. yavşak oğlu yavşak (ekseriyeti yavşaktır) hemen kalın kuyruğunu sallamaya başladı ve sırıta sırıta yanıma seyirtdi. kendini sevdirirken beni öyle bir ittiriyordu ki, "işte" dedim, "labrador dediğin budur!"

    golden kadar sevecen, golden kadar sempatikler fakat çok çok kuvvetliler.
    herifçioğlunun kendini sevdirme çabası bile dengemi bozdu. bacağımı ittirirken içten içe "hey yavrum, hey" dedirtti.
    açıkçası içim cızlamadı değil zira aramızdan ayrılan oğlum da aynı derecede kuvvetliydi ve aynen bu şekilde ittirerek sevgisini gösterirdi.
    velhasıl, ben bu piç kurularını çok seviyorum <3
    0 ...
  48. anın görüntüsü

    45560.
  49. sözlük yazarlarının söylemek istedikleri

    23293.
  50. temmuz ayında en yakın arkadaşlarımdan birinin ve kuzenimin düğününe gideceğim. işbu sebeple takım elbise aldım. alelade kişiler değiller zira.

    şu an için kuzenden yana sıkıntı yok ama yakın arkadaşım geçtiğimiz hafta aradı ve sanırım nikah iptal olacak, kafamda çok soru işareti var dedi. haliyle görüşmek istedi ve ivedilikle oturduk bir mekana, demlendik. rakıyı çektikçe içini döktü. üstüme vazife olmayan konulara kadar değindi, engel olmak istedim fakat olamadım. anasonu çekmişti ve dilinin kemiği yoktu.

    o kadar çok şey anlattı ki, tiradı nihayetiyle bitince yorum yapmamı bekledi. bu tarz durumlarda yani ikili ilişkilerde yorum yapmaktan ziyadesiyle çekinirim ama baskı, baskı ve baskı üzerine yorum yapmak mecburiyetinde kaldım. keskin değil, yumuşak bir yorumlama yaptım. bu ne demek? bu, ilişkinin monotonlaşması üzerine biraz renge ihtiyaç duyulduğunu yani en basitinden tatile gitseniz ne iyi olurdu, demek.

    tavsiyem üzerine tatile gittiler, bugün öğrendim. bugün aradı çünkü.
    hatta işten eve dönerken herifçioğlunun tatil maceralarını dinledim. acayip daraldım fakat belli etmedim. en sonunda hanımefendinin yani müstakbel eşinin benim vermiş olduğum tavsiyeye kızdığını işittim. merak bu ya, neden kızmış diye sorunca da, tavsiye vermemin üstüme vazife olmadığını öğrendim. başıma geleceği bildiğim halde bu çukura düştüğüm için kendime lanet ettim. arkadaşımdan dahi soğudum çünkü benden ısrarla tavsiye bekleyip o insana anlatması kanıma dokundu.

    ha, bundan sonrası ne olur derseniz eğer, bundan sonrası tamahagane çeliği gibi keskin olmak olur. "tecrübe" haneme bir halka daha eklendi. velhasıl siz siz olun, iki kişi her ne yaşarsa yaşasın, yorum yapmayın. bırakın size göt oğlanı desinler, ilerleyen süreçte yeter ki arada kalan siz olmayın. onlar karşılıklı oral seksle olayı tatlıya bağlarlar fakat siz orospunun çocuğu olarak mührü yersiniz.
    1 ...
  51. hayata dair gülümseten detaylar

    798.
  52. toptancı bir firmada çalışıyorum.
    haliyle perakende işlerle pek ilgilenmiyoruz fakat kapıdan gireni buyur etmeden ve çayını önüne koymadan uğurlamıyoruz.

    firma, "zirai sektör" bünyesinde. işbu sebeple şirkete şöyle bir uğrayan misafirlerimiz ekseriyetle çiftçi abilerimiz oluyor. yeri geliyor pantolonu yamalı, yeri geliyor kocaman elli ve yanakları çamurlu, yeri geliyor tarlanın ortasında iş yapmaktan marsık gibi olmuş, yeri geliyor traktör tepesinde öğle vakti beş tane bira içtiği için kıpkırmızı olmuş, yeri geliyor plaza yaşantısından bıkmış ve kendini toprak işlerine vermiş düzgün üsluplu genç biri, yeri geliyor tanışmak için gelen milyon dolarlık şirket sahibi biri veyahut ekibi, yeri geliyor yabancı bir firma temsilcisi. skala çok geniş anlayacağınız.

    geçtiğimiz pazartesi günü kapıdan biri girmişti. arkadaşlar sağ olsun, bana doğru buyur ettiler. hoş geldiniz deyip, abimizin kocaman elini sıktım ve oturması gereken yeri gösterdim. hava nispeten sıcak olsa da esmer başına bere geçirmişti. köylüydü; en hasından köylüydü ve pek de mahcuptu. haddim olmamakla beraber, halini görünce çok üzüldüm. normalde dik başlı köylü insanından pek haz etmesem de bu abimize kanım ısınmıştı işte. neyse, meramını iletti ama karşılığı bende yoktu çünkü istediği parça stoklarımızda bulundurulmuyordu.
    abimiz olumsuz cevap alınca eziklenir gibi oldu ve çayını yarım bırakıp hemen ayaklandı. çelik gibi elinden kavrayıp, tekrar oturttum. şaşırdı. böyle bir tepki beklemiyordu çünkü "yok" kavramı karşısında alternatif oluşturulacağı belki de hiç öğretilmemişti ya da bunu hiç tecrübe etmemişti. akabinde ikinci çayını söyledim ve havadan sudan sorular sorup, rahatlamasını sağladım. sahip olduğu traktör markasına vakıf olmasam da ve dahi alanım dışında olsa da ona telefon, buna telefon derken, parçayı makul bir fiyata buldum ve durumu bir yandan abimize izah ettim. esmer başıyla beni onayladı. tedarik için kargo ücretini şirkete mal ettim. hatta parçaya kar marjını bile yansıtmadım. amme hizmeti oldu diyebiliriz. abinin bundan haberi yoktu. haberi olmasına gerek de yoktu çünkü bilip de mahcubiyetini çoğaltmak kanıma dokunurdu. ertesi gün (siparişi ileri saatte bildirdiğim için bir sonraki gün teslim almıştım) parça elime ulaştı. hemen abiyi arayıp haber verdim. iki saat sonra geldi. en demlisinden çay söyledim çünkü demli seviyordu. yine havadan sudan sorular sorarak kafasını meşgul ettim. oldukça samimi bir şekilde sohbet gerçekleştirdik. parçayı verdikten ve faturasını kestirdikten sonra (fatura işi ayrı bir olaydı ya, neyse...) vedalaşmak için ayaklandık. geldiğinde elinde siyah bir torba vardı. vedalaşırken bana o torbayı verdi. bu sefer ben şaşırmıştım. neyin nesidir demeye kalmadan, zeytinyağı olduğunu söyledi. gönen tarafındaki akrabalarının ona gönderdiği zeytinyağı imiş. istihkakına düşen zeytinyağının üç litresini benimle paylaşmak istemiş.

    ya işte, necip türk halkının siyasi tercihi falan filan deyip sinirleniyoruz ama işin özü budur dostlarım. kızmayalım. herkes sizin kadar görüp, gözlemleyemiyor ne yazık ki ama özünde birçoğunun temiz kalpli olduğunu düşünüyorum. buna kaniyim.
    1 ...
  53. hayata dair gülümseten detaylar

    797.
  54. yorgunum biraz. ama bu yorgunluk mental olarak değil, fiziksel.
    zira iş icabı seyahate çıktım ve bu sabah itibarı ile evime döndüm.
    çok şükür mü denir veyahut iyi şans mı denir adını siz koyun, bereketli bir seyahat oldu. yolculuğum esnasında tatlı anılar da edindim fakat bir tanesi muhtemelen aklımdan hiç çıkmayacak. olayın kahramanı akhisarlı bir vatandaştı. dilerseniz anlatayım:

    o günkü programımı salihli'de bitirmeyi planlamıştım fakat evdeki hesap çarşıya uymadığı için akhisar'da konaklamak mecburiyetinde kaldım. mecburiyetinde kaldım deyince yanlış anlaşılmasın, halimden gayet de memnundum çünkü köfteleri mideye itina ile indirmek fırsatını yakalamıştım. indirdim de.
    ağız, yutak, yemek borusu derken, midemi şenlendiren ve ellerime avuçlarıma kuvvet veren köftelerin tesiriyle otel arayışı içerisine girdim. buldum da.
    fakat ne hikmettir ki, yorumlara bakıp da rezervasyon yaptırdığım ve konakladığım otelden hiç memnun kalmadım. rezil bir gece yaşadım. yastığı yastık değil, taharet musluğundan sızıp da damlayan suyun sesi ise aman ya rabbi!

    uyuyamadım. duvarlar diken oldu, açıkta kalan yerlerime battı. bedenimi teşhir edip de uzandığım yatak ateşten bir çukur oldu, sırtımı yaktı. hele ki, tavanda yer alan ve kıblenin istikametini gösteren ok işareti ok oldu, böğrüme saplandı. daraldım velhasıl. bunaldım...

    wifi iyi çektiği için sabaha kadar netflix'te takıldım. aradan saatler geçti ve fark etmedim. baktım ki kumrular susmuş kargalar sazı eline almış, şafağın yaklaştığını anladım. akabinde hemen ayaklandım, perdeyi araladım, gecenin kasvetini silmeye teşne güneşin alaca aydınlığına selam çaktım ve hazırlanıp aşağıya indim. resepsiyondaki arkadaşa günaydın dedikten sonra "nerede kelle paça içebilirim?" diye sordum. hiçbir şey söylemeyip dik dik baktı ve kapıya doğru yürüdü. belli ki biraz sinirliydi fakat benden müsebbip değildi. işbu sebeple gönül rahatlığıyla takip ettim. çıktık caddeye, başladı şuradan dön, buraya yürü vs vs...
    sorgu sual etmeden; yani nasıldır, iyi midir, temiz midir demeden tarifini yaptığı esnafa doğru yürüdüm. hava da hafiften soğuktu ve benim üstümde tişört vardı. irkildim. üşüdüm biraz. üşüdüm ama çorbayı yutaktan aşağı gönderince ısınacağımı da gayet iyi biliyordum. ısındım. çorbamı bir güzel içtim ve sonra çay söyledim.
    dükkanın kapısında çayımı yudumlarken 60 yaşlarında bir dayı ilişti yanıma. "buralı değilsin galiba?" diye, giriş yaptı. oralı olmadığımı söyledim. mesleğimi sordu, yaşımı sordu, çorbayı beğenip beğenmediğimi sordu derken, bir anda kayboldu.
    duruma bir mana getiremedim ve ikinci sigaramı yakmak için çakmağıma hamle yaptım. sonra, sonra sigarımı yaktım.

    o esnada tuğralı bir doblo dükkanın önüne yanaştı. içinden inen iki kişi vardı.
    onlarla göz göze geldim. kendi kendime mırıldandım ve sigarımı tellendirmeye devam ettim. tabiat her zaman olduğu gibi yine şaşırttı. denizden onca kilometre uzakta olan akhisar'da, yolunu kaybetmiş bir martının sesini duydum. yine irkildim çünkü martı sesinden nefret ederim. semaya baktım ve onu gördüm.
    semiz bir martıydı. bağırıp, çağırmaya devam etti. slalom yaparak çığırtan mahlukun girdiği hallere gülümsedim. bir elimi havaya kaldırıp alaycı bakışlarla öteye beriye tebessüm ettim ve hesabı ödemek için kasaya seğirttim. seğirttim diyorum ama başarısız oldum. yukarıda bahsetmiş olduğum pek muhterem kişi hesabımı ödemiş. bunu, kasadaki arkadaştan öğrendim. hayret ettim. öyle aman aman bir sohbetimiz de olmamıştı halbuki. neyse, dışarıda bekleyen dayının yanına hızlıca yürüyüp, teşekkür ettim. garson kardeşimizden birer tane daha çay rica edip, dayıya sigara ikram ettim. kargo bokunu yemeden üçüncü sigaramı yaktığım için öksürdüm. sonra toparlandım. bir ara sessizlik oldu ve çaktırmadan dayının bakışlarını inceledim çünkü insanları incelemeyi severim. bakışlarında mütehammil bir ifade sezdim. ikinci ama kısa olan sohbetimizin (birincisi de kısaydı ya...) sonrasında elini sıkıca kavrayıp, kesesinin bereketlenmesini temenni ettim ve baht açıklığı diledim. başka da ne diyebilirim ki?
    0 ...
  55. bilge yılmaz

    1.
  56. şaka mı (!) bilmiyorum ama bugüne kadar başlığı açılmamış pek kıymetli iktisatçı.

    gazete oksijen'in youtube kanalı olan oksijen tv'deki açıklamalarıyla içimi ferahlatmış olan türkiye cumhuriyeti'nin göz nurlarından biri. güzem hanımın isabetli sorularıyla bilge hocamız gereken tüm cevapları en basit şekliyle ve tane tane vermiş, kısa vadede enflasyonun gazının alınacağının ve uzun vadede gelir dağılımındaki dengesizliğin sona erdirileceğinin sinyallerini vermiştir. özellikle vergi sistemiyle alakalı yaptığı kıymetli açıklamalar çok çok rahatlatmıştır. zira verginin asıl kalemleri olan ötv ve kdv senin benim gibi sıradan vatandaşların belini bükerken, üst sınıftaki insanlara pek de tesir etmemektedir. bilge hoca, bunun düzeltileceğini söylemiştir. yani maaşımız ötv ve kdv altında ezilmeyecek, toplanan vergi yüksek gelirli vatandaşlardan tahsil edilecek. demek istediği şudur:
    maaşla çalışan bir vatandaş aldığı maaşın büyük bir yüzdesini ötv ve kdv'ye ezdirirken, fantastik gelirler edinen insanlar aynı ötv ve kdv'yi ödedikleri halde gelirlerinden küçük bir yüzde kaybetmektedir. burada bir haksızlık vardır. alt gelirli vatandaş ezilirken, üst gelirli vatandaşın siki taşşağına denktir. yani bu ne sikim iştir?

    ayrıca, finans ve gayrimenkuldeki vergilendirme sisteminde de düzenleme olacağını söylemiştir. üretici yüksek vergilerin altında ezilirken özellikle finans sektörüyle haşır neşir olanlar bu vergilerden neredeyse etkilenmemektedir. eli güçlü olanlar piyasaları altüst ettikleri gibi ve yüksek kazançlar sağladıkları gibi neredeyse sıfıra yakın vergi vermektedir. bilge hocamız üreticinin sırtına bindirilen vergilerde düzenleme yapıp, kağıtla elde edilen gelirin gözden geçirilmesi gerektiğini söylemiştir. özetle üretimi teşvik ederek uzun vadede enflasyonu düşürecek, ittifakın iktisat alanındaki muhteşem kadrosuyla dış yatırımcıda güven unsuru oluşturulacak, alt gelirli vatandaş nefes alacak, bankacılık sistemi düzenlenecek ve baskı altında tutulmayacak, şirketlerin krediye erişimindeki sıkıntılar sona erdirilecek, hazine bağımsızlaştırılacaktır. ne de güzel olacaktır.

    bilge hocam, yolun açık olsun.
    1 ...
  57. çocukken babanın işyerine gitmek

    23.
  58. ibrahim müteferrika kadar sittin yıl önce:

    çocukluğumun fakirlik döneminden varlıklı dönemine geçtiğim ve her cumartesi günü babamla beraber fabrikaya gittiğim bir dönemi olmuştu. babam, güya beni yetiştiriyor, işe bir şekilde aşina olmamı istiyor fakat kamyonlar, tırlar, dolum makinaları, ambalaj makinaları, kantarlar, tanklar, gres mikserleri, forkliftler falan derken, sağdan soldan gelen muhtelif telaş ve sesler benim için işi öğrenmek değil, oyun alanı haline dönüşüyordu. patron çocuğu olmanın şımarıklığından ziyade, nerede bir ağır vasıta şoförü var paçalarına yapışıyor ve beni oturgaçlı götürgece bindirmesi için dileniyordum. pek tabii bu yalvarışım göz ardı edilmiyor ve pandizot kokusunu içime çeke çeke araçtaki yerimi alıyordum. haşmetmeableri o hallerimi görünce başta celalleniyor gibi yapsa da bir noktadan sonra sırıtıyor ve beni sağına alıp, organize sanayinin içinde gezdiriyordu zira kendisi de eski ağır vasıta şoförüydü.
    detayına girmeyi lüzumsuz gördüğüm; yani, babamın bana katmak istediği vizyon ve misyon meselesi bir noktadan sonra yalan oluyor, vasıtadan gelen "çısss tak, çıss takk" şeklindeki hava seslerine beraber gülerken buluyorduk birbirimizi.

    sonra, kendi başıma kalıyor ve pek muhterem fabrika personeliyle yani abilerimle yarım aklımla hasbihal ediyordum. kim ne yapıyorsa yanına seğirtiyor, onların canını sıkana kadar sorular soruyordum. "bu ne? bu yağın rengi neden farklı? bu makine neden bu kadar uzun? bu palet neden küçük?" gibi sorular işte...
    bazen de laboratuvara gidiyor, çocukluk aşkım olan nihal ablanın eteklerine sarılıyor ve önündeki erlenin ya da beherin içinde ne olup bittiğini soruyordum. o da hoşlandığımın farkında olsa gerek, göğsüne yaslaya yaslaya şu şöyle, bu böyle diye, anlata duruyordu. pipime vaziyet aldıracak hormonlarım tam manasıyla devrede olmadığı için, ikizlere takkenin bendeki tesiri sıcak, güzel kokulu ve huzurlu bir alan olmaktan öteye gitmiyordu.

    bu ve bunun gibi serüvenlerim yemekhanede de devam ediyordu. uluslararası sularda gezinen gemilerde aşçılık yapmış ve ne hikmetse bizim işletmeye kadar düşmüş süleyman abinin yanına gidiyor, dev kazanlarda bir o yana bir bu yana karıştırdığı çorbanın girdiği hallere kikirdiyordum. çünkü süleyman abi çorbada girdap oluşturuyor ve sonra o girdabı ters bir hamleyle bozuyordu. bu da nedense çok hoşuma gidiyordu. süleyman abi de bu hallerimi pek seviyor olsa gerek, ağzı kulaklarına varıyordu.

    sonra mı?
    büyüdük işte.
    büyümez olaydık...
    1 ...
  59. daha fazla entry yükleniyor...
    © 2025 uludağ sözlük