bugün

çocukken babanın işyerine gitmek

ibrahim müteferrika kadar sittin yıl önce:

çocukluğumun fakirlik döneminden varlıklı dönemine geçtiğim ve her cumartesi günü babamla beraber fabrikaya gittiğim bir dönemi olmuştu. babam, güya beni yetiştiriyor, işe bir şekilde aşina olmamı istiyor fakat kamyonlar, tırlar, dolum makinaları, ambalaj makinaları, kantarlar, tanklar, gres mikserleri, forkliftler falan derken, sağdan soldan gelen muhtelif telaş ve sesler benim için işi öğrenmek değil, oyun alanı haline dönüşüyordu. patron çocuğu olmanın şımarıklığından ziyade, nerede bir ağır vasıta şoförü var paçalarına yapışıyor ve beni oturgaçlı götürgece bindirmesi için dileniyordum. pek tabii bu yalvarışım göz ardı edilmiyor ve pandizot kokusunu içime çeke çeke araçtaki yerimi alıyordum. haşmetmeableri o hallerimi görünce başta celalleniyor gibi yapsa da bir noktadan sonra sırıtıyor ve beni sağına alıp, organize sanayinin içinde gezdiriyordu zira kendisi de eski ağır vasıta şoförüydü.
detayına girmeyi lüzumsuz gördüğüm; yani, babamın bana katmak istediği vizyon ve misyon meselesi bir noktadan sonra yalan oluyor, vasıtadan gelen "çısss tak, çıss takk" şeklindeki hava seslerine beraber gülerken buluyorduk birbirimizi.

sonra, kendi başıma kalıyor ve pek muhterem fabrika personeliyle yani abilerimle yarım aklımla hasbihal ediyordum. kim ne yapıyorsa yanına seğirtiyor, onların canını sıkana kadar sorular soruyordum. "bu ne? bu yağın rengi neden farklı? bu makine neden bu kadar uzun? bu palet neden küçük?" gibi sorular işte...
bazen de laboratuvara gidiyor, çocukluk aşkım olan nihal ablanın eteklerine sarılıyor ve önündeki erlenin ya da beherin içinde ne olup bittiğini soruyordum. o da hoşlandığımın farkında olsa gerek, göğsüne yaslaya yaslaya şu şöyle, bu böyle diye, anlata duruyordu. pipime vaziyet aldıracak hormonlarım tam manasıyla devrede olmadığı için, ikizlere takkenin bendeki tesiri sıcak, güzel kokulu ve huzurlu bir alan olmaktan öteye gitmiyordu.

bu ve bunun gibi serüvenlerim yemekhanede de devam ediyordu. uluslararası sularda gezinen gemilerde aşçılık yapmış ve ne hikmetse bizim işletmeye kadar düşmüş süleyman abinin yanına gidiyor, dev kazanlarda bir o yana bir bu yana karıştırdığı çorbanın girdiği hallere kikirdiyordum. çünkü süleyman abi çorbada girdap oluşturuyor ve sonra o girdabı ters bir hamleyle bozuyordu. bu da nedense çok hoşuma gidiyordu. süleyman abi de bu hallerimi pek seviyor olsa gerek, ağzı kulaklarına varıyordu.

sonra mı?
büyüdük işte.
büyümez olaydık...
Gündemdeki Haberler
güncel Önemli Başlıklar