bugün

Kisilerin olaylara farkli acilardan bakabilecegini, insanlarin farkli gerceklerinin olabilecegini ustaca isleyen akura kurosawa filmi. bu filmin adi bilimsel makalelerde ve de gazete koselerinde, olaylarin farkli bakis acilarindan farkli algilanabilecegi gercegine referans olarak verilir.
Akira Kurusawa nın 1950 yapımı gerçeğin göreceliliğini sorguladığı bir filmdir rashomon. film iki yazarın eserlerinin birleşimi ve bazı eklemelerin ortaya çıkardığı bir film olarak kabul edilebilir. Batı tarafından en fazla tanınan kurosawa filmlerinde biri olmakla birlikte popülaritesini korumuştur. Bununla birlikte, film o kadar etkili olmuştur ki ismi psikolojide raşomon etkisi olarak geçmiş ve heidegger in felsefesinde bile etkisini gösterip salt bir film olmaktan ziyade bir kült olarak yer almıştır ve1951'de de Venedik film festivalinde altın ayı ödülüne layık görülmüştür..

film biraz gizemli olmakla birlikte, aslında yorumsal açıdan bakıldığında da çeşitliliğini koruduğundan yanıltıcıdır. anlatmak istediği farklı görünüm altında ve farklı ağızlardan gerçeğin aslında tam bir tanımı olmamasıdır yani ''gerçeğin göreceliliğidir''. ve anlatılan her hikayede de gerçeklik bize tam anlamıyla gerçek gibi görünür. bu olay örgüsüne oldukça dikkat etmiştir Kurosawa. (filmin başındaki yağmur ile sonundaki güneş de bir tezatı bildimektedir bize) tabi bunları nasıl olarak yapar; bir rahip, bir ormancı ve bir de ne idüğü belirsiz şüpheci ve sorgulayıcının ağzından(aslında bu tam anlamıyla halk tabakasından olan kimse ve onun bakış açısı olarak da adlandırılabilir). genel de bu karakterleri bir dişli olarak düşünürsek bu dişlilerin dişlerinin arasından ortak amacı aldığımızda ters olarak işlediklerini düşünebiliriz.

Kamera tekniği açısından özellikle direk olarak güneşe yapılan çekimler ve ayna vasıtası ile aktörün yüzüne güneş ışığı yansıtılması bu anlamda dikkate değer bir şekilde ilk olarak kurosawa nın bu filminde kullanılmıştır. Bunun yanında dikkate değer bir şekilde üç köşeli bir kompozisyon kullanılmıştır(Toshiro Mifune, Machiko Kyo ve Masayuki Mori nin oluşturduğu) bunu ise bu üç karaktere sırayla yapılan close-up larla ve daha sonra da aralarındaki üç köşeli ilişkiyi vurgulayarak gösterir. Bu ise sessiz filmlerden arta kalan bir etki olarak yorumlanmıştır.

film bir nevi ''hikaye içinde hikaye'' olarak yorumlanabilir ve ilk hikaye oduncu tarafından anlatılagelmeye başlar. bu ilk başlangıçla birlikte, korosawa nın dikkate değer çekimleri damgasını vurmaya başlar, özellikle keserin keskin tarafını aydınlatan güneş ve gölgeler arasındaki kontrast ve gölge ve ışık oyunları bu sahnede oldukça belirgindir.(belirginden ziyade gerçekçidir -mühim olan da bu hissi yaratabilmesidir) bununla birlikte çekimler her açıdan yapılır, yakında , uzaktan kenardan, dandirindandindandan.. bu çekimler mekan hissi yaratmanın yanında gerçeklik hissi de yaratırlar. kurosawa nın sessiz filmler döneminin etkisini hala üzerinde taşıdığının da kanıtı bu başlardaki sahneler, o filmler de de önemli şeylerden birisi mekan hissi yaratmaktır ki Kourosawa burada pek farklı bişey yapmıyor.

Kurosawa gerçekliği sorguladığından belki aslına bakarsanız, seyirciyi şüphenin içersine atıp bir çok şeyi açıklanmamış bırakmaktadır. açıklamak yerine sadece gösterir. filmin ilerleyen sekuanslarında aslında bir çember içinde döndüğümüzü anlarız, seyirci ise sadece gerçeği başka insanların anlattığı yönden görür, bu açıdan sınırlanmıştır ki sorun da budur. Bunun yanında diğer filmlerinde de bu tip bir açıklanmamışlık hakimdir, bilhssa ikuru'daki watanabe nin ortadan kaybolması buna güzel bir örnektir.

filmin devam eden bölümlerinde ise tajumaru ile karşılaşırız ki, işin ardındaki asıl neden bu biçimsiz orman kaçkını hayduttur. filmdeki en ilginç ve aynı zamanda en enigmatik karakter tajumaru'ya aittir ve bu karakter in aşırılığı ise birçok insanı şaşırtmıştır. aynı zamanda bir hayvan gibi davranır bunu su içmesinden maymun gibi zıplamasından, uyuz gibi kaşınmasından ya da aşırı hareketlerinden çıkarsanabilir. kurosawa onu biraz da batı sinemasının etkisi ile onu bir aslan gibi ynatmıştır(kelimenin gerçek anlamında aslan)bununla birlikte inandırıcıdır daha doğrusu surat ifadesi anlatım halindeyken birden değişir. burada yargılayan seyircidir daha doğrusu seyirci olmalıdır. zaten oyuncular da kendi gerçekliklerini ekrana anlatırlar.

Tajumaru nun gerçeklik bakış açısında biz bu üç kişiyi üçlü bir kompozisyonda görürüz, ve bu üçlü kompozisyon da öyküyü daha da güçlendirir. Ve hikayeyi daha ileri noktalara taşımasında oldukça işe yarar, diğer bazı yönetmenlerin de bu tip kompozisyonları kurosawa'nın kullandığı şekliyle kullandıkları vakidir.

Bu filmde dikkate değer bir şekilde kısa kısa sahnelerle güçlendirilmiştir. Daha önceki filmlerine nazaran, daha çok kullanmıştır kurosawa bu tip sahneleri. özellikle tajumaru'nun hikayesi ve hikayesinde kadının kocasını mağlup ettikten sonraki hızlandırılmış sahne buna örnek olarak gösterilebilir ki kurosawa bunda da usta bir yönetmendir. bu kısa sahnelerin arasındaki bağlantılar da iyi bir şekilde örülmüştür. bu tip kısa sahneler 400'ten fazladır bu filmde. bu sahnelerin yoğrulması gerçekliği oluşturur aslında, bununla birlikte birinci hikaye ile tajumaru nun hikayesi oldukça gerçekçidir, bana sorarsanız aslında ikisi arasında hangisinin daha gerçek olduğuna dair bir çıkarım yapamam.. en dikkat çekici şey tajumaru nun gıcık tepkileridir, aslı esasında bana bir çocuk bir hayvan bir de maçoyu karıştırdığınızda böyle bir ayı ancak ortaya çıkabilir şeklinde bir yorum vakidir.

Tajumaru nun hikayesinde kadının davranışları da gelenekçi bir yöndedir. iki erkeğin onun utancını görmesine dayanamayacağını söyler ve nifak tohumlarını tajumaru nun o pek de sağlıklı olmayan beynine serper. Buradaki düello sahnesi ise kreografik açıdan özellikle Amerika ve avrupadaki çekilen filmlerden oldukça farklıdır. özenle hazırlanmış bu düello sahnesi ise biraz heroik biraz da japon savaş filmlerinde izler taşır.

bununla birlikte hala insanlar tarafından merak edilip seyredilen bir filmdir. çünkü zihinsel anlamda bakıldığında muammalarla süslü bir film olduğundan anlamak zordur bir filmi ve aslında bu gerçeklikte filmin ününe ün katmıştır. bir çok yönetmenin de aralarından ünlüleri de vardır, aşırı bir şekilde etkilenmiştir Rashomon dan. ama gerçek anlamda anlayabilmek için en az iki kere seyretmek gerektir.

karakterleri incelendiğinde, özellikle duygusal ve iyimser yönleriyle sivrilen rahip vardır. olayları olduğu gibi kabullenmenin yanında sağduyulu hareketleri ile aslında üç karakter arasında bana sorarsanız en makuludür. ve dikkat çekici bir gerçektir ki bu rahip filmde akira kurosawa nın olaylara bakış açısını temsil edebilir.(diğer iki karakter, birisi fazla kötümser, bozulmuş insanı temsil etmekle birlikte, oduncu ise gerçeği kabullenmemesine ve gerçeği görmesine rağmen bu gerçek onun hırsız olduğu gerçeğini değiştirmez.

üç kişi arasındaki işlenen konu açısından incelendiğinde film, yalanın insanın zayıf bir yönü olması yanında gerekliliği de işlenir. insan yalan söyler çünkü, zorunludur. bu da bana bergman'ın ''maskelerin gerekliliğini'' vurgulamasını hatırlatmaktadır.

karakterlerin bize sundukları anlatım onların kişisel yanları ve karakterleri hakkında da büyük ipuçları sağlar. en azından kadının geleneksel bir yapıda olduğunu anlarız. bu şöyle de yorumlanabilir, gerçekliği saptırma biçimleri ile daha doğrusu kendi öznel gerçeklikleri -yalan olarak ortaya koydukları-karakterlerine uyum doğrultusunda şekillenir. kadını anlattığı hikaye de japon hikayelerine aşina bir hikayedir ki gelenekte anlatılanların yeri vardır. ama kadını davranışlarında aşırılık ve ölçüsüzlük hakimdir. bu da rol yaptığına dair şüpheleri meydana getirir. ama kocasının bakışlarından sonra surat ifadesindeki ani değişme de seyirciyi etkileme gücüne sahip bir nazardır- bu kavrayamamadaki ani şaşkınlık olarak ifade edilebilir. bundan sonra kendi gerçekliğini anlatır gelenekselliğinden ziyade-daha doğrusu biz öyle inanırız. çünkü bizim inanmamızı sağlayan hikaye ya da öykünün gidişatından çok karşımızdaki anlatıcının durumu daha doğrusu ikna ediciliğidir. daha sonra da klasik bir sahne ile erkeğin suçlayıcı bakışları-japon dramaturjisinde olduğu gibi- onu intihara zorlar.
(devamı)

olay örgüsün de özelikle Avrupa sinemasının etkileri hakim. bu da kurosawa nın avrupa sinemasında etkilendiğini gösteriyor. Gerçeğin her bir bakış açısından anlatılışı aslında birbirine benzer bir şekilde ilerlemektedir .bununla birlikte olay örgüsünü pek sorgulamayız. çünkü kadın onun kendini öldürmüş olacağını düşünmekle birlikte sadece gerçeği tahmin eder, bu cihetle kurosawa hikayenin ucunu açık brakır. bu durumda da olay örgüsü bir nevi sorgulanmaktan kurtulur diyebiliriz. görünüm, imaj ve izlenimlerin gerçekliğini gerçekliğin kendisini sorgulayarak aynı fenomen, bir sonraki ölü adamın bakış açısından da yansıtılır. tajumaru ile kadın giderler, daha doğrusu tajumaru kadını kovalar. sonra tek başına tajumaru g(e)ri döner, ama kadına ne olduğunu tam anlamıyla bilmeyiz.

filmde zıtlık/tezat/kontrast'lardan bahsetmiştik. bu zıtlıklar gölge ve güneş hareketlerinde görüldüğü gibi, filmin başından sonuna kadar yağmur yağması ve sonundaki güneş çıkmasında da görülebilir. bu aynı zamanda değerlendirmelerin de yansıması olarak kabul edilir ki bir değerlendirme siyah dersek bir diğerine beyaz diyebiliriz.

Ölü adamın anlatısı ise bize tamamen diğer anlatım şekillerinden farklıdır bir medyum şamanist vasıtasıyla anlatılır, ''ölüler yalan söylemez'' miti ile güçlendirilir. ama gerçeklik her keresinde, ''bir başkansının ağzından daha şüpheli olmak yerine, belki iletişim şekillerinin değiştirilmesi belki de yüzlerdeki ifadenin gerçekliğinden dolayı sürekli inandırma katsayısı artmıştır. en azından ben böyle düşünüyorum. ses ve imajların durumundaki değişiklik de ilginçtir bu sahnede. mamafih filmde gerçekliğin bir sağduyusu yoktur, çünkü ölü adamın da gerçekliği yaşayan adamın ya da kadının gerçekliği kadar gerçek aksettirilir.

kadın karaktere ayriyeten değinmek istemekle birlikte, bana kalırsa kurosawa kadın karakteri ile birlikte belki de hikayedeki sapmalarla kadınlara ya da kadına dair bir çok yön anlatılmış. bu da kurosawa nın kadınları iyi analiz ettiğini gösteriyor. bir kadının tam anlamıyla bir portresini bulabiliriz bu filmde. ama yukarıda da bahsettiğim gibi kadının davranışları oldukça gelenekseldir. (iki erkeğin utancına dayanamayacağını belirtmesi)

filmde ölü adamın bakış açısındaki anlatımda, esas nokta ''hançer''dir. adam kendini-onun bakış açısında görür: hançerle öldürür. daha sonraki üçlü kompozisyonda-rahip, ve oduncu arka planda, anlatıcı ön planda- ki sahnede ölünün kalbindeki hançeri kimin çıkardığını sorguladığında inceden inceye incelendiğinde, oduncunun merak, kaygı ve endişe dolu bekleyişi gözler önüne serilecektir. ilk seyretim de bu ölü adamın durumsal heyecanından dolayı oduncunun duygusal davranması olarak yorumlanabilirken film ikinci kez dikkatle seyredildiğinde açıkça oduncunun foyası ortaya çıkarılacaktır. çünkü ''neidüğübelirsizşüphetohumluadam'' bunu sorduğu soruyla açığa çıkaracaktır.
ama gene de sormadan edemiyorum? hangisi doğru? çünkü bu gerçeğin ''gerçek olan gerçek'’ ile uyumluluğu varken ve anlatıcı her şeyi görmüşken-onunkini gerçek olarak addedildiğini varsayıyorum hangisi doğru?

gerçekliğin son anlatımında ise(oduncunun anlatımı) özellikle davranış ve ses tonlarındaki değişim dikkat çekicidir. bu ''gerçek olan gerçek''tir. bilhassa tajumaru nun kadına olan yaklaşımı. vaatlerle onu diriltmeye çalışması gibi- ses tonundaki değişim abartılı bir deyişle olağanüstüdür. gerçekliğin bu versiyonu da heroik ve geleneksel unsurlar içerir. ama bu sahnede korosawa nın kahramanlığa 0lan şüphesi dile getirilir, tıpkı yojimbo da olduğu gibi. çünkü kadının kocası böyle bir kadın için kavgayı reddedecektir. yine bu sahnede ilginç çekimlerden birisine rastlanır, bu ''üçgen içinde üçgen'' diye de adlandırılabilir. bilindiği gibi hemen hemen filmdeki bakış açısı gerçekliklerinde bir üçlü kompozisyon zaten vardır. tajumaru nun bacak arasından yapılan çekiim ise bu şekilde ''triangle within triangle'' olarak adlandırılabilir. ama bir diğer üçlü kompozisyon ,ise rashomon yıkıntı/harabesinde de vardır. ormandaki ise daha değişkendir.

son anlatım ise en gerçek olanı olmakla birlikte inandırıcılığı diğerlerine oranla daha fazladır. gerçekte ne tajumaru öyle kahramandır-açıkçası kuyrukları iki bacak arasındaki hayvan gibi korkaktırlar- ne de kadının kocası anlatılageldiği gibi-diğerlerinde-gururlu ve kendisini öldürür, onlar o kadar gülünçtür ki, bu gülünçlükleri korku vasıtasıyla davranışlarındaki aşırılıkta açığa çıkar. ne de kadın görüldüğü gibi pek masumdur. tamamıyla diğerlerinde farklı olmakla birlikte olması gereken gerçekçi bir şekilde anlatılmıştır. bana kalırsa bu oduncunun anlatımından ziyade kurosawa'nın gerçekliğe olan bakış açısıdır. tamamıyla diğer dört bakış açısından oldukça farklıdır. (kamera hareketleri chanbara(samuray sineması-özellikle kurosawa, Masaki Kobayashi, Kihachi Okamoto bu filmlerin baba yönetmenleridir. Ve bu filmlerdeki konu genel anlamda herhangi birine bağlı olmayan isimsiz bir ronin(işsiz samuray) etrafından döner, tıpkı yojimbo, sanjuro ve seven samuray(toshire mifune) da olduğu gibi ama isim yapmış karakterleir de vardır tıpkı zatoichi, krimson bat, namuri gibi) filmlerindeki gibidir. ama kurosawa chanbara yı sevmez, çünkü chanbara’nın savaşı yansıtma şeklini sevmez. Bu anlamda gerçekçidir.

film sadece japon toplumu ya da japonya içersinde çekilmişken, japonlar aslında bu filmi sadece japonların anlayacağını düşünmüşlerdir. ve bunun için pek ün sağlayamayacağına dair düşünceleri vardır yurtdışında. Bunun için öncelikle Japonya da filme dair yapılan yorumlar genellikle filmin çok monoton ve çok karmaşık olduğuna dairdir. Bu yüzden film başarısız olarak kabul edilmiştir, fakat yurtdışından gelen tepki oldukça farklıdır: film özellikle avrupa da büyük bir şöhret kazanmıştır. aynı zamanda sanılanın aksine avrupa'da ünlüyken film japonya da da ünlüdür ; bu bağlamda Japonların filmin neden bu kadar ilgi çektiğine dair anlamadıkları gerçeklik ise özellikle geleneksel anlamdaki sahnelerdir. Akabinde medyumun konuşması ve kadının kocasının öldürmesi için direttiği sahne ise seyirci üzerinde şok etkisi yaratmış çünkü bu tip kullanımlar o ana kadar Japon sinemasında daha önce uygulanmamıştır.

filmin sonundaki bebek metinde olmamakla birlikte eklenmiştir, aslında metinin bu noktaya kadar pek de hoş olmadığını düşünür kurosawa. bundan dolayı bebek sahnesi eklenmiştir. aslında eklenmesinin daha önemli amacı vardır kurosawa filmleri ne kadar da insanların yalanlığını ve bencilliğini açığa çıkarsa da son birkaç filmi hariç her zaman biraz umut ve biraz da iyimserlikle zenginleştirilmiştir; bunun için bu sahne vardır. çünkü rahip hala inanmaktadır; oduncunun inandığı gibi. son sahne ve güneşin doğması da umuda dair bir göndermedir. bununla birlikte oldukça sembolik bir filmdir, çünkü çocuk bu filmde saflığın temsilcisidir ve belki de son inandıkları gerçekliktir iki insan arasındaki. ve savunmasızdır bu saflık kolaysa saldırılabilir ama savunulması gerekir bir rahip ya da bir oduncu tarafından! karakterlerin son sahnedeki diagonal pozisyonları da karakteristik bir özelliğidir kurosawa nın.

Sembolik bir başka olay ise ışığın kullanımıdır. Bu ise farklı yazarlar tarafından farklı bir şekilde yorumlanmıştır. Bazıları bunun için iyiliğin ve mantığın temsilcisi derken bazı yazarlar ise kötülüğün ve günahkarlığın temsilcisi olarak göstermişlerdir, bunun için ise ortaya koydukları kadının eşkiyaya teslim olduğu sahnede güneşin yüzüne yansımasından sonra teslim olması olarak ya da bir diğeri de kadının kendini güneş yüzünde solmaya başladığında teslim ettiğini belirtmiştir. Yani burada aslına bakılırsa iş sıkışıyor.

kaynaklar ve okuma/dinleme listesi için:

Commentary by Japanese film historian Donald Richie

Excerpts from The World of Kazuo Miyagawa, a documentary film about Rashomon’s cinematographer

dvd, rashomon/criterion collection

http://en.wikipedia.org/wiki/Rashomon_%28film%29
türkçeye "ormanda" olarak çevirilebilecek, her şeyin, ama özellikle oyunculuğun on numara olduğu kurosawa başyapıtı.
tevitol kampında öğrencilere izletilen film. her sene merakla(!) izlenir.
'Sadece sinema!' diyenler için bir sinema sitesidir.

(Bknz: http://www.rashomon.gen.tr )
tevitöl'de bir nesil bu filmle büyümüştür. hayat rashomon'dan öncesi ve sonrası olarak ikiye ayrılabilir.
ran gibi bir filmi izleyerek başlanılan kurusowa filmografisinde, rashomon ran'a göre sönük gibi görünsede güzel finaliyle izlenilesi bir filmdir.
---olası spoiler ibaresi---

açılış sekansındaki yağmur kullanımındaki bazı aksaklıkları saymazsak (shining açılış sekansındaki helikopter gölgesi kadar utanç verici değil elbette) rashomon kurosawa’ nın ilk defa ben geliyorum, bana yer açın dediği ve büyük sinemacıların arasında bir japona zorla yer açtırttığı film.

1950 yapımı olup 12. yüzyıl japonyasındaki bir tecavüz ve öldürülme vakasını ölü dahil olmak üzere(!) 4 ayrı şahitten 4 ayrı hikaye ile dinleten film tamamen görülenin gerçek olmama olasılığı, salt doğru bilgiye ulaşabilme ihtimali ve görüngü dünyasındaki epistemolojik problem üzerine eğilmiş durumda. zira bu filmde hem şahitler, hem kamera hem de anlatıcı yalan söyleyebiliyor. bunu değerlendirecek yargı mercii ise izleyici olarak sunuluyor; zira filmde hakim(ya da o dönemki yargı mercii kim ise) izleyici açısında durup hiç kadraja girmiyor…

sinema tarihinde ilk kez hitchcock kameraya yalan söylettiğinde büyük tepki almış ve seyirciye filmdeki olayın yanlış hatırlanma ihtimalini göstermenin mümkün olamayacağını maalesef kabul etmişti. i̇mparator ise rashomon ile bunu kırmışa benziyor, öyle ki bu filmden sonra akademi üyelerinin görüşüp yabancı film kategorisini törenlere ekleme kararı aldığı bilinir.

haydutun nevrotik çıkışları ve hastalıklı karakteri ile 12. yüzyılın başıboş topraklarına bir sosyopatı yerleştirmek cüretkar bir işlem herhalde. medyum sahnelerindeki ince gerilim, malum mütecavizin cinnete varan kahkahaları, oduncu ve rahip arasındaki tümelden tikele (makro-mikro kozmos kabilinden) indirgeyen son diyaloglar etkileyici yanları.

bunlar haricinde kurosawa’ nın orman sahnelerinde gerçekliği daha iyi yakalamak adına devasa aynalar ile güneş ışığını yansıtmış, gri arka planda görünmeyene yağmur damlalarını vurgulanmak için yağmur makinesine(başka bir ismi varsa da ben bulamadım) mürekkep karıştırdığı; ayrıca ilk kez kameranın güneşe odaklandığı film olduğu rivayet edilir.

şahsi ilgimi de cezbeden sebepsiz/salt şiddet eğilimi, açılış cümlesinin güzelliği ile tüm filmi kaplaması ve ancak böyle bir virtüözden beklenebilecek conseptual art imgeleri ile (örneğin tajomaru’ nun sorgu sırasında elleri bağlı ve devamlı havaya bakarken önce genel plan, sonra yüz plan alınışı ve akabinde havada baktığının birbirinden çözülen bulutlar olduğunun görüldüğü, sonrasında kriz geçirmeye başladığı harika bölüm.) sinemayı avrupa ve amerika tekelinden kurtaran filonun öncüsü olmuş bir yapım.

---olası spoiler ibaresi bitti---

bu denli dolu geçen bir 98 dakika gibisi azdır…
insanı, insan doğasını tüm çıplaklığıyla bu kadar iyi anlatan başka bir film izlemedim. Insan film bitince "ulan ya ben olsaydım napardım?!" Demekten kendini alamıyor.
Mahkeme hakiminin kendiniz olduğunu hissettiğinizde film aslında değer kazanıyor. insanların sadece çevresinde ki kişileri değil kendilerini de kolay biçim de kandırdıkları göz önünde bulunuyor. Herkes kendisine göre bir öykü anlatırken bizler de kendimize göre olayları değerlendiriyoruz. Akira Kurosawa gerek kullandığı teknikler gerekse ilk kez beyazperdede mahkeme usulünü düşündüğü için en iyi yönetmenlerden biri. Ben Seven Samurai filmini de fazla beğenmemiştim, ama ilkleri yaşatıyordu o filmde de. Bu yapımda da aynı şeyleri yaşadım ancak emeğe saygısızlık edemem asla..

insan psikolojisini kişiler üzerinden iyi bir şekilde anlatıyor film. Hikayenin temeli aynı olsa bile farklı pencerelerden bakabiliyoruz. Aslında böyle bakmaya da mahkum bırakılıyoruz. Özellikle medyum sahnesi herşeyi açıklar nitelikte. Ölüler yaşamaya zerre tenezzül etmezler, bu yüzden doğruyu tercih ederler. Ölümlü olanlar ise doğruya tenezzül edemeyip kandırılma/kandırma rollerine bürünüyorlar. Ayrıca o sahne gördüğüm en iyi sahnelerden bir tanesi olmayı da başardı. Gerilmedim değil, müthiş iş..

Yılına göre öncülük eden, ilkleri yaşatan filmlere son derece saygım var. Bu filmde kat kat artmıştır bu..
filmi tek kelimeyle açıklamak gerekirsie; morality. fil ahlak ve ahlak göreceliği üzerine bir kurgudur adeta.
artık nerede siyah ve beyaz renklerini görsem hep (bkz: akira kurosawa) filmleri geliyor aklıma.

bir hikayenin üç farklı kişinin anlatımı üzerine kurulu enfes bir filmdir bu filmde. gerçek ve yalan üzerine gidip geliyorsunuz film boyunca. mükemmel bir kurgu.ve o klasik doğal müthiş japon oyunculuğu.

özellikle hukuk okuyan kişilerin bu filmi izlemesini salık veririm.

filmin sonunda harikiri yapasım geldi lan.
yeni izlediğim bu film için akademik ve sinema çözümlemesi anlamında önceki arkadaşlar çok profesyonel ve detaylı bilgileri paylaşmışlar. onlar kadar uzman değilim. ama gerçeğin izafi görünümü ve bence arkaplan felsefesi olarak "suç ve ceza"nın da anılması gereken filmin ana fikrinden ziyade beni etkileyen tarafları kullanılan sembolizmin ayrıntıları oldu.
1950. atom bombasıyla tarumar olan japonya. yıkıntı ve enkaz yığını arasında üç adamın buluşması. elbiselerini kurutmak ve ısınmak için ateş yakan adamın dikkat çekici biçimde içinde bulundukları harabe yapının tahtalarını kullanmasındaki metaforu sadece ben çıkarmamışımdır herhalde. filmin ana temasıyla paralel olarak, kendi faydası için başka insanların kendi çıkarları uğruna eksilttikleri yapıdan birkaç parça da o eksiltiyor. ama bunun için suçlanabilir mi? ve medyumun ölüyü konuşturduğu sahnenin mantığı... ölüler yalan söylemez diyor makul adam.(bir din adamı sanırım) ama medyumun ölünün ağzından anlattığı hikayeyi oduncu yalanlıyor. o halde medyum kendisi uydurdu. peki medyum hikayeyi uydururken kimin tarafını tutacağına nasıl karar verdi? vicdanının müsade ettiği kadar mı acıklı olabildi? bu da bana "bir zamanlar anadolu'da" nın finalinde doktorun otopsi yapılan maktulün canlı canlı gömülmüş olmasını kabullenemeyip raporu aksi yönde yazdırmasını hatırlattı. dolayısıyla karakterlerin en epik davrandığı sahneler medyumun anlattırdığı hikayedeydi.
ve final. işte ey insanlık. kimse tam olarak mükemmel olmadığı gibi, suçun veya suçlunun içinde de merhamet barınabilir. hatta merhametin içinde suç barınabilir. az veya çok, hangimiz bencil değiliz. yargılarken bile.
ve açı genişleyip harabe gözüktüğünde... işte insanlık ve dünya. bir yıkıntı. karamsarlık. bir soru işareti. hem maddede hem ruhlarda yaşanan bu yıkıntının içine doğmuş olan bu bebeği ne bekliyor?
"bir fülüt kaç para ulaaaaaaan."
yedin günümü lan akira!
Akira babanın sinema sanatına armağanı.
akira baba ölmüş , arkasında gizemli bir paradoks bırakmıştır.
film aşcı , bahçivana, uşak,kapıcıya zincirlemesi şeklinde gider ama verilen mesaj'a dikkat.çok güzel filmdi , filmden resmen yaprak ve yagmur kokusu aldım , sunuş harika.
tekrar tekrar izlenesi ve üzerine kafa yorulası bir sinema klasiği. toshiro mifune'nin duygusal dalgalanmaları ve mimikleri muhteşem. aslında genel olarak oyunculuklar gayet başarılı.

http://galeri.uludagsozluk.com/r/rashomon-448944/
akira kurosawa'nın evrensel mesajlar veren ama beni sahneleriyle, sıkıcılığıyla pek tatmin etmeyen ve belki de en kalitesiz filmidir..
rashomon sarı ırkın şehveti..
sarı ırka dair bir sahne film boyunca olmaması ayrı bir çelişki..
haydut tajumarı film boyunca haydutluk yapıyor..
beni en çok etkileyen sahnesi son sahnesi bebek ağlarken bezini alan adam..
film imdb puanım 6/10..
gerçek üzerine, insan oğlunun zaafları ve çıkarları uğruna nasıl da gerçeği çarptırabileceği üzerine bir film. bununla beraber, piramitin en üstünde olmasına rağmen nasıl da saf olduğuna dair.
şahsen akira kurusowa'nın en vasat filmi. film başlarken ortada dolanan iki adam var ve bir olay hasebiyle kendi kendilerini yiyorlar. "nasıl olur, nasıl olur anlamıyorum!" "korkunç bir olay", "ömrümde böylesini duymadım"... gibi seyriciyi merak içerisinde bırakan cümleler ile başlayıp koltuğa yapıştırıyor. fakat 4 farklı hikaye olduğu halde bir gerçek yok, geçtiği çağı da hesaba katarsak korkunç bir olay hiç yok, kaldı ki bu rahip ve oduncu ne denli bu kadar tırsıyor değinilmiyor ve sonuç izleyiciye bırakılıyor. yargıcın sesini hiç duymadığımız için "gereği düşünüldü" demek bize bırakılıyor. en azından insanoğlu adına bir mesaj verilmeliydi.