tahmini, eleştirel veya subjektif bir tespit niteliğindedir.. (buz dağının görünen kısmı, adet yerini bulsun)
Bu tespit öyle tahmini falan değil, direk buzdağının görünen kısmı lan! dediğinizi duyar gibiyim...
Bakın lan, benim bununla ilgili bir tezim var. Çatalı batırmadan yemek isteyenlerin götüne sokmak mı? Yok yok, daha mantıklı bir yöntem var. (bkz: yok hocam o kadar değil)
Önerme şu şekildedir:
Çatalı batırmadığın hiçbir şeyi çatalla yememelisin.(evet, çok basit dalyarak)
Bu önerme, klasik ön koşul mantığı ile açıklanabilir.
-Çatal yemeğe batırıldı mı?(evet)
+O yiyecek çatalla yenebilir.
Koşul gerçekleşmediğinde (çatal batırılmadığında) sonuç (çatalla yeme) da geçersiz olur. Mantıksal olarak, sahte elitlik edalarına karşı, siki taşşağına denk net bir duruş sağlar; Çatalın batırılmadığı hiçbir yiyecek, çatalla mantıklı şekilde yenemez.
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
bu elit olduğunu düşünen irrasyonel tayfayı sosyal olarak ele alırsak;
Çatalla pilav yemek, yalnızca bir beslenme eylemi değil, aynı zamanda sosyal bir mesajdır: “Ben basit işleri bile elitçe yapabilirim.” oysa ki deyyus-u ekberlikten öteye gitmeyecektir.
Bu nedenle, çatalı batırmadan yemek, hem fiziksel hem sosyal açıdan “geçersiz” bir eylemdir.
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
finalde;
Çatalla pilav yiyenler, iki seçenekle karşı karşıyadır.
1-Çatalı batır ve rahatça ye.
2-Batırmadan yeme ve sahte elitliği bırak.
3-götüne güven..pardon ağzına güvenen her ikisini birden yapsın!
iskoç kardeşlerin dünyayı böyle bir atmosferle "zenginleştirmesi" cidden çok kıymetli.
bedava terapi gibi; nostalji ve hayal gücünü bir araya getiriyor.
tarihi ve toplumsal hafızayı rafa kaldırıp , cehaletinde konfor arayanların fantezi senaryosu!
Peki paşam, nasıl gitmemizi istersin? Atam-atam diye nağralar attığınız VAHDETTiN gibi gemiyle mi kaçalım.. şeyy, pardon, gidelim; yoksa hava yoluyla mı, yoksa bize "gidin buradan" diyen Yunanlıları döktüğümüz deniz yoluyla mı? Hatta istersen helikopter kiralayalım, drone’larla selfie çekerek gidelim, öyle mi paşam? Nasıl istersin, bir fikrini söyle hele..
Kimin ayağına dolandığımıza dikkat etmemiz gereken sözlük evreni..
Her gün binlerce kural tanımazın, küfür ve tehditlerin havada uçuştuğu bir ortamın içinden geçerken, 15 yıllık hesabımın bir süreliğine çaylak yapıldığı yer burası oldu.
Canı sağolsun, cezamızı çekeriz.. hem burası da fena olmamış, eğlenceli bir ortam aslında.
Bir sanatçıyı -oğlancı- diye küçümsemekle sadece kendi cehaletini, dar kafanı ve toplumsal korkularını tüm dünyaya ilan ediyorsun; sanatın, metaforun, ifade özgürlüğünün ne demek olduğunu anlamıyorsun ama yargıç rolünü hemen kapıyorsun. Tebrikler, suçlu ilan ettiğin kişi değil, sen kendi iğrençliğinde boğuluyorsun ve bunu alkışlamaya çalışan bir sürü kişi de var; işte asıl erişim engeli gelmesi gereken kafa bu olsa gerek!
yeni türkiye'nin olağan icraatlerinden; şaşırdık mı!? tabii ki hayır!
erişim engeli getirilmesi hem sanatsal ifade özgürlüğüne hem de insanların bireysel tercihlerine doğrudan bir müdahaledir.
Burada mesele aslında şarkının sözleri ya da içeriği değil, belli kesimlerin farklı olanı kabul etmekte zorlanması. mesele “homofobiklik” gibi bir durumun da ötesinde... mesele özgürlüğün ve sanatın alanının daraltılması. Sanat zaten hayatın tüm renklerini, farklılıklarını ve kimi zaman da toplumun görmek istemediği gerçekleri dile getirmek değil midir?
Engellemek yerine, hoşuna gitmeyen dinlemez, izlemek istemeyen izlemez. Ama erişimi tamamen kapatmak, toplumu tek tip bir algıya sıkıştırma çabasıdır.
Burada Mabel’e sallayan, IQ’su ayakkabı numarasıyla yarışan parazitlerin bilmesi gereken çok ince bir gerçek var: 25 yıldır ‘ahlak’, ‘temiz toplum’, cart curt diye diye bu günlere getirdiler bizi. Bunu anlamak için daha kaç yıl geçmesi gerekiyor sayın amına koyduklarım?
---spoiler---
Sanat yapan birini, şarkı sözlerini bahane ederek hedef alıyorlar; ama gerçekten suç işleyen, tecavüzcüler, insanlara zarar veren kişiler çoğu zaman sokakta ellerini kollarını sallayarak dolaşıyor. Bu da gösteriyor ki mesele aslında ‘ahlak’ ya da ‘toplumu korumak’ değil, farklı olanı bastırmak.
---spoiler---
israil’in Dünya Kupası’na katılması durumunda ispanya’yı turnuvadan çekmeyi planladığına dair haberler geçilen ispanya Başbakanı.
FIFA, malumunuz, Rusya’yı Ukrayna işgali nedeniyle uluslararası turnuvaların dışında tutmuştu. Bakalım aynı FIFA, Filistin’e yapılan israil saldırılarına karşı da aynı tavrı gösterebilecek mi?
Umarım ispanyol başkan, bizim Kasımpaşalı sahte kabadayımız gibi rol kesmiyordur...
Merakla bekliyoruz efendim.
Bir kadın karakter ve onu isteyen üç erkek karakter vardır.
Film, kadınlardaki evrensel “efendi erkeği harcama” ve “piç erkeğe verme” olayını çok güzel yansıtmıştır.
Everdene Hanım, Gabriel’in efendi, çalışkan, dürüst ve iş bitirici özelliklerini görmezden gelmekle kalmamış; William’ın çok zengin ve mütevazı olmasına rağmen kalbini açmasını da umursamamıştır. Tüm bunları yaparken de “Ben kendi ayaklarımın üzerinde durabiliyorum, bir kocaya ne ihtiyacım var?” motivasyonunu sürdürmüş; fakat finalde Frank denen, ne idüğü belirsiz serseri bir adama yönelmiştir.
Ama işin ilginci şu; piç Frank’ten fayda göremeyince, dönüp dolaşıp yine Gabriel’in kapısını çalıyor. Tabii ki... Çünkü piçten hayır gelmeyince en güvenli liman yine efendi oluyor.
Neden? Çünkü efendi Gabriel, artık “Sikerim böyle aşkın ızdırabını!” deyip gemiye atlayıp gidecekti.
Özgeçmişimin aynı firma tarafından bir günde yedi defa görüntülendiği insan kaynakları sitesi. Evet, yanlış okumadınız, 7 kere.
Hani derler ya, “bakıp bakıp gülüyorlar galiba” işte tam öyle. Arada bir gülüyorlar, arada bir düşünüyorlar, belki yuvarlak bir masanın etrafında beyin fırtınası yapıyorlar; alsak mı, almasak mı?
Recep Tayyip Erdoğan denen zat, bu ülkenin demokrasisini “play-doh hamuru” gibi şekilden şekile soktu. Bugün ülkenin geldiği nokta ortada, geri viteste dibine kadar.
Ama mevzu şu; adamın bu hayvani saldırganlığının altında “vaktiyle bize zulmettiler, şimdi intikam zamanı” kafası yatıyor. Kısaca “biz yıllarca ezildik, şimdi biz ezeceğiz” mantığı. Demokrasi falan hikaye yani.
O yüzden Erdoğan öldüğünde bu ülkedeki aklı başında insanların yapması gereken tek şey var; öyle bir anayasa yazılacak ki, kimse kendi mağduriyet edebiyatıyla gelip devleti babasının çiftliği gibi yönetemeyecek.
Ve özellikle şu da çok net; muhafazakar değerleri kalkan yaparak iktidarı ele geçirenlerin, ülkenin tüm kurumlarını tek bir ideolojinin hizmetine sokmasına artık izin verilmemeli. Bunun için anayasaya sağlam fren mekanizmaları eklenmeli. Dini ya da kültürel gerekçelerle devleti tek sesli hale getirmeye çalışan herkes, daha baştan sistem tarafından durdurulmalı.
Çünkü aksi halde yarın başka bir kesim çıkıp “biz de mağduruz” diyerek aynı oyunu oynar, yine herkes birbirinin gırtlağına çöker. Döngü devam eder, ülke de sonsuza kadar yerinde sayar.
Aç kaldım, susuz kaldım,
Hayın, karanlıktı gece,
Can garip, can suskun,
Can paramparça...
Ve ellerim kelepçede,
Tütünsüz, uykusuz kaldım,
Terk etmedi sevdan beni...
benim bu insana söyleyeceklerim var; Bak hele.. sen hâlâ gidip o partiye oy veriyorsun ya, gerçekten helal olsun. Yolsuzluk mu var? Sorun değil, çünkü “bizimkiler yapıyorsa vardır bir hikmeti”. Enflasyon, işsizlik, hayat pahalılığı.. boş, senin için sadece istikrar önemli.
Vergi ödedin mi? Para mı kaybettin? Yok canım, “birileri hep çalıyor ama bizimkiler çalışıyor”. Mantık mı dedin? O da ne? Senin için sadakat = körü körüne onay.
soru: “Dede, sen o dönemde niye hep onlara oy verdin?”
muhtemel cevap: “Evet, hırsızdılar ama en azından bizim hırsızımızdı?"