tartışma seviyelerine, yaklaşımlarına bakıyorum tam bir cehalet seviyesinde asıl tartışılması gereken konuyu kimse dile getirmiyor.
düşünsenize... bilgi teknolojileri ve iletişim kurumu başkanının, başkan yardımcısının, yök daire başkanının, 14 üniversitenin öğrenci işleri daire başkanları ve bu 14 üniversite daire başkanlığında çalışan personelinin e-imzaları kopyalanıyor ve kullanılıyor.
bu kurumlar ülkenin gücünü, insanların kalitesini ve geleceğini şekillendiren kurumlardır.
bilgi teknolojisi ve iletişim, yök, üniversiteler inanın tbmm, cumhurbaşkanlığı ve bakanlıklardan daha önemli kurumlardır.
örn: benim gibi cahili milletvekili seçer meclise sokarsınız, cumhurbaşkanı seçer saraya koyarsınız, bakan olarak atayabilirsiniz ama yukarıda ki bilgi teknolojisi ve iletişim, yök, üniversiteler vb gibi yerlere koyamazsınız.
yasama ve yürütmede şu şöyle olsun diyebilir ülke ve insan kalitenizi belirlersiniz ama ülke ve insanın kaliteli olmasını sağlayamazsınız. bunu bilgi teknolojisi ve iletişim, yök, üniversiteler vb kurumlar yapar. liyakat bunun için önemlidir.
ortalama bir zekası olan insan için bu yaşadıklarımız korkunç ötesi olup ürpermemiz, uykularımızın kaçmasına neden olacak bir vaka.
indiragandi edilen sadaka, fitre, kurbanlar ile alınan rüşveti "cami yatıracağım, imam hatip yatıracağım" diye savunmaları, en son Diyanet işleri Başkanlığı Mekke Sorumlusu Ahmet Daştanbek’in, rüşvet aldığına yönelik para sayma görüntülerine "Mekke'de ihtiyaç sahiplerine iletilmek üzere kendisine verilen sadaka ve Ramazan kolisi alımı parası" demesi düşünülürse...
Diyanet'in Avusturya ayağı olan ATiB (Avusturya Türk islam Birliği) ve Türkiye’den gönderilen Din Hizmetleri Müşavirleri, ataşeler ile imamların karıştığı, “eskort kadınlar” skandalı için de "harama sapmış bu insanlara günahı anlatıp onların doğru yola gelmesi için nasihatler veriyorduk. bu gavur illerinde escortları islam'a davet ediyorduk" demeleri yakındır.
edibüdü: yeni evliyiz, hatun iş çıkışı abisinin evine gitmiş. abisinin evi işine yakın olduğu için ve benim işlerim biraz uzadığı için onu iş yerinden alamayacağımdan "abinden seni alırım" dedim.
neyse, iş çıkışı kayınçonun evine gittim. kayınço beni ne kadar sevmezse ben de onu o kadar sevmiyorum, yani; duygularımız karşılıklı eheeheehe.
neyse, kayınçonun eşi "enişte sen kurufasülyeyi seversin diye bir tabak kurufasülye ve turşu getirdi.
masaya geçtim, kurufasülyeye kaşıkla dalmışım, kayınço ters ters bakıp dayanamadı "ne biçim adamsın sen ya, hem benimle kavga ediyorsun, beni sevmiyorsun hem de yemeğimi yiyorsun" demez mi?
hiç istifimi bozmadan, gıcıklığına ağzımı da şapırtadarak "ne yapayım yani, sen adam değilsin de kurufafülyenin ne suçu var?" dedim.
diyeceğim...
kola pek içmem ama ara sıra canım çekiyor içiyorum. starbucks kahveleri pek damak zevkime uymuyor ama bazen (avm alışverişinde dinlenmek serinlemek için) buluşmalarda bekleme esnasında girip içtiğim oluyor.
bim'de satılan le cola veya espressolab yerine coca cola ve starbucks tercih etmek kalite açısından tercih edilir.
gavura kızıp oruç bozacak aptal değilim.
türkiye'de kaç üniversite var?
üniversite, lise, çıraklık meslek okulları vs bunları da katalım, türkiye'de ne kadar okul var?
şu kadar bu kadar olması önemli değil, "dünya'da en çok bizde üniversite, lise, meslek okulu var" diyelim, malum "donyo bozo koskonoyor" hesabı...
tüm gençlerimiz bu üniversite, lise, çıraklık meslek okulları vb eğitimi aldı diyelim.
hadi, iyi tarafıma denk geldiniz kötehorlar; dünya'da en kaliteli eğitim, en kalifiye eğitimli insanı yetiştiriyoruz, tüm insanlarımıza bu eğitimi veriyoruz, maşallah hepsi diplomalı diyelim.
yürürken paçalarımızdan diplomalar sallanıyor olsun.
bunu kabul edelim.
18-40 yaş arası tüm insanlarımız ortalama rakamı 40 milyon (+/-) yuvarlak rakam olarak bu, üretimde istihdam kapasitemizin insan kaynağı (bazı departmanlarda 40 yaş üzeri insanlarda istihdam edilebilir. örn; planlama, ar-ge, geliştirme, tasarım, idare vb) bu durumdayız.
şimdi bu yazılanları özellikle okuyun.
gigafactory 5 (teksas-amerika'da tesla fabrikası) 2019 yılında ortalama olarak 50sn. bir elektrikli otomobil üretimi ve tam kapasite üretim-çalışmada 60.000 personel istihdam edilmesi planlandı.
şu an çalışan sayısı 15.000 (+/-) otomobil üretiminde kapasite %40, yedek parça ile geri dönüşümden elde edilen üretim vs düşünülürse toplam kapasite %60 civarında. kapasitenin %100 çalışmamasını engelleyen ise avrupa ve asya'nın tesla cybertruck modelinin yollarında seyretmesine izin vermemeleriyle teslanın cybertruck siparişlerini iptal etmesi.
ya kardeşim ne alaka markette çalışanın bayılmasıyla bu tesla işi demeyin.
tesla fabrikası tam kapasitede üretim yapsa bile 60.000 insanı istihdam edemiyor. şu an en fazla 40.000 insanı istahdam edebiliyor. 5 yılda 60.000 den 40.000'e düşen istahdam sayısı gigafactory 5 tam kapasite çalışmada sonra ki 10 yıl içinde en fazla 6-7 bin çalışan insan sayısına düşecek.
üretimde robot teknoloji, otonom imalat ile yapay zeka öyle bir ilerleme sağlıyor ki şu an bile kalite kontrol ve montaj ile fabrika içinde bantlara ürün tedarikleri vb aşamalarda neredeyse insan faktörü-çalışan kalmadı.
sadece sistem teknikerleri kontrol odasında ekranları başında 3-5 kontrolör var.
bu tesla fabrikasını ülkemize getirsek, bu fabrikada çalışacak 15.000 kişiyi o eğitimli paçalarından diploma sarkan "okumuş, vasıflı" dediğin insanları 18-40 yaş arası 40 milyon insanın içinden seçmeye kalksak fabrikada çalışacak insan bulamayız.
siz neden bahsediyorsunuz da vasıflı vasıfsız, okumuş okumamış tartışıyorsunuz da markette çalışıp bayılan insan üzerinden duyar kasıp veya okumamış vasıfsız diye saçmalayıp aptalca yorum yapıyorsunuz?
okusanız ne olacak?
üstelik ne okuyorsunuz? ezbere dayalı eğitim, teoriye dayalı mantık, olmayan pratik ki pratik eğitim olsa da sorgulanamayan, araştırılmayan, alternatiflere izin verilmeyen, geliştirme ret edilmiş dogmatik ve basma kalıp pratikten ne fayda sağlanır da çağa nasıl uyum sağlarsınız?
çorbaya dönmüş sanki çorap değiştirir gibi zırt pırt değişen oynanan eğitim ve öğretim sistemi, değişen değerlendirme kriterleri-sınavları ki bir sınavı bile yapamayan sistemsizliği iş bilmezliği sistem diye gören ülkede...
okumuşmuş...
okusan ne olacak?
hadi okudun diyelim, adam kayırmaca, torpil, iltimas ile artık atama seçilmede tek kriter liyakatsizlik olan bir kriterde okusan ne olacak?
en fazla diplomalı ama eğitimsiz, kalitesiz, kalifiye olmayan biri olursunuz. eğitimli olsanız bile gıda mühendisi olup markette anca raflara ürün yerleştirirsiniz.
bu ülkede yazılmış bitirme, lisans ve akademik tezlerin çoğu çöp, kağıt israfı desem abartmış olmam.
sanayide, bilişimde, iletişimde, sanatta, yönetimde-danışmanlık hizmetinde faaliyet gösteren bir şirketiniz olsa, şirketinizin ar-ge departmanı gidip yök ve üniversite arşivlerinde tezlere baksa; planlama yatırıma yardımcı olacak yeni bir veri, çözüm yolu, gelecek için projeler oluşturacak bir kaynak bulacaklar mı sanıyorsunuz?
hele ki üniversiteler tam bir keşmekeş ve sadece adı üniversite olup düşünceden bilimden eğitimden çıkmış birer rant kapısı olmuş.
diplomalı cahiller ordusu yetiştiren, liyakatsizlik bir erdem-seçilme kriteri olan, adam kayırmaca torpil artık sıradan olmuş bir sistemde çıkıp oku diye akıl vermek akılsızlıktır.
ülkemizde insan hayatına değer vermeme yüzünden gerekli önlem ve ekipman donanımla desteklenmeyen çalışanların (kalifiye eleman veya vasıfsız eleman olsun) yaşanan iş cinayetleri başta olmak üzere iş hayatında yaralanma ve uzuv kayıpları ile ölümcül hastalıklara yakalanıp sosyal hayattan, yaşamdan kopartılan çalışanların insanlık dışı şartlarda çalışma koşulları ve mobbinglere maruz kalanlara "okusaydın, vasıfsız eleman" vb yakıştırması yapmak için zeka sorunu yaşandığından ahlak ve etik değer yoksunu olup kalite bilinci edinmemiş olmak gerekir.
dünya'da en son ülke köleliği yasaklamasıyla (1981 yılından itibaren) dünya'da ülke olarak köleliğe izin veren ülke kalmamıştır ama insanların iç dünyasında ve çalışma hayatında kölelik hala devam etmekte.
daha önce de yazmıştım, şu an ülkemizde şirketler kalifiye eleman bulamıyor. iş hayatında hangi sektör olursa olsun çok büyük yetişmiş eğitimli insan açığı yaşıyor.
şu an şimdi almanya volfsburg da olan volkswagen fabrikasını söküp türkiye'ye getirsek; bu fabrika'nın üretim kapasitesi-çalışması gereken kaynağına uygun ne bilgi, ne teknoloji ne de bu fabrikanın departmanlarında çalışacak işçi mühendis, program-yazılımcı, tekniker vb (kalifiye eleman diye genelleyelim) insan kaynağımız var.
türkiye son 100 yılda 3 defa savaştı. kurtuluş savaşı, kore savaşı,kıbrıs savaşı. bu 3k-kurtuluş, kore, kıbrıs dışında türkiye savaşmadı.
hem türkiye savaşa neden girecek ki?
üstelik kimle savaşacak?
şu an günümüz gerçeklerinde türkiye'nin bir işgal tehlikesi ihtimali 1991 yılında sscb'nin de dağılmasıyla ortadan kalkmıştır.
israil'in kurulmasıyla ve israil'in bölge ülkelerini askeri anlamda pasifize etmesiyle de ırak, iran, suriye gibi ülkelerin vurucu gücünü, tehdit unsurlarını israil'in yok etmesiyle türkiye'nin bu ülkelerle din, mezhep, etnik kimlik, bölge hakimiyeti bazlı bir savaşa girme ihtimalini de israil ortadan kaldırmıştır.
örn: israil'in iran nükleer silah enerji tesislerine yaptığı saldırı orta vadede iran'ın türkiye için tehdit olmasını ortadan kaldırmıştır.
yunanistan veya ermenistan ya da kıbrıs rum kesimi ise tehdit (savaşmak açısından) değildir ama kısa süreli bir çatışma ihtimali az da olsa vardır ama asla bir savaş tehdidimiz yoktur.
türkiye için savaş senaryosu yazan da düşünen de ya cahil ya kötü niyetlidir. bunda ısrar eden ise zeka sorunu yaşıyordur. kavramları bilmeden konuşanlar, bunda ısrar edenler cehaleti de aşan bir durumda aptallık içindedir.
unutmadan...
savaş ile terör arasında olan farkı bildiğinizi varsayıyorum.
malumunuz olduğu üzere, savaş veya silahlı çatışma; ülkelerin, hükûmetlerin, blokların veya bir ülke içerisindeki toplumların, bu ülkeye bağlı kontrolünde olan isyancıların veya milislerin arasında gerçekleşen silahlı çatışmaya savaş denir.
kısacası devletler veya devlet grupları arasında kuvvet kullanımını içeren düşmanca eylemlerdir. uluslararası hukukta savaş ve çatışma olarak kullanılan bu kavram, cenevre sözleşmeleri ve lahey sözleşmeleri ile düzenlenir.
terör ise devletler hukukunda veya uluslar arası hukukta bir savaş ve çatışma statüsünde değildir.
savaş hukukunda olan savaş ilanı, teslimiyet veya yenilginin kabulü, gözlemci garantörler denetiminde anlaşmalar, esirlerin takası hukuku vb şartlar bağlayıcı hükümler, savaşa girişmek için kabul edilebilir gerekçeleri (jus ad bellum) ve savaş sırasında sergilenen davranışların sınırlarını (jus in bello veya uluslararası insancıl hukuk) belirleyen hukuk terörde yoktur.
uluslararası kamu hukukunun bir parçası olarak kabul edilen savaş hukuku terörde uygulanmaz.
bir yapı, grup, oluşum (uluslar arası hukukta bm tarafından tanımlanmış hükümranlık hakkı olan devlet bile olsa) tarafından tüm siyasal, dinsel veya ekonomik hedeflere ulaşmak amacıyla sivillere, belirlenen hedef gruplara veya resmî, yerel ve genel yönetimlere yönelik baskı, yıldırma ve her türlü şiddet içeren yolun kullanımına terör denir ve bu yapılar (devlet bile olsa) yasa dışı-hukuk dışı birer örgüt olarak değerlendirilir.
bunlarla mücadele esnasında savaş hukuku, uluslararası silahlı çatışmalarda geçerli olan ve savaşın başlatılması, yürütülmesi ile sona erdirilmesini düzenleyen hukuk kurallarıyla ve temel amacı, insani acıları sınırlamak ve sivilleri korumak olan cenevre sözleşmeleri ve lahey düzenlemeleri, hükümranlık hakları vb gibi belgelerle şekillenmiş olan bazı maddeler esnetilir. yine te terörle mücadelede ayrım gözetme, orantılılık ve gereksiz acıların önlenmesi gibi ilkelere dikkat edilir ama tam sorumluluk teröre karşı mücadele edene yüklenmez.
bunun için kavramları bilerek saçmalayalım.
türkiye savaşa girerseymiş...
pardon, böyle konuşup acaba aptal rolü mü yapıyorsunuz diye biri çıkıp bunu diyene soru sorabilir.
çocukları korkutmak için anne babanın çocuğa "öcü gelecek, mamanı ye, ilacını iç, yaramazlık yapma" davranışında bulunup herkesi kendiniz gibi süper zekalı(!) mı sanıyorsunuz da insanları korkutmayı mı gündem değiştirmeyi mi hesap ediyorsunuz anlamadım?
günümüzde terör tehdidi ve terör eylemi her devlet için vardır.
bugün de yarın da olacak.
şu an sözlüğün sol yanağı dolmuşçular ve minibüsçüler odası ilan panosu gibi.
şeytan diyor ki "uzan geliyorum seyahat" diye başlık aç.
bu kadar kalitesizlik, avamlık, cehalete bakınca "ulan biz kimin suyu yüzü hürmetine ayakta kalıyoruz, ne sevap işledik de yaşıyoruz?" diye kendi kendime soruyorum.
belki de tam tersi olup "allah belamızı vermiş de bizi süründürüyor" demem lazım, farkında değilizdir.
yerli ve milli derken paranın kimin cebine gireceği açısından yerli ve milli demiş olabilir.
asıl mesele ne biliyor musunuz?
bu tür platformların - iletişim araçlarının yerli-yabancı olması değil de güvenilir olması, hesap verebilir olması, denetlenebilir olması önemli.
bu ülkede devlet ölüsü dirisi 100 milyon civarında yurttaşının kimlik bilgilerini çaldırdı. bunu haber yapanı tutuklandı.
devleti hackleyen bu korsanları ihbar eden, bu durumu ifşa eden, devleti yetkililerini uyaran insanları mahkemelerde süründürdük.
devlet vatandaşını koruyamazken böyle güvensiz çakma platformlar mı bizi koruyacak?
next teknofest sosyal kullanacağıma whatsapp kullanırım.
neden mi?
hiç olmazsa whatsapp da oluşacak bir sızıntı, hack ile ilgili kalkıp haber paylaşım yapınca amerika bizim peşimize değil de haber doğru mu diye whatsapp peşine düşer, fbi cia peşimize düşmez, mahkemelerde hapislerde sürünmeyiz.
edibüdü: yarra yering avustralya menşeili bir şarap markasıdır.
marka ismi, yarra vadisi'nde yetiştirilen üzümlerden gelmektedir. şarap yanı sıra viski de üretimi (yering markasıyla) üretilmektedir. 20 dolar ile 150 dolar arasında ürünler fiyatlandırılmaktadır. tabi ki özel koleksiyonlar-seriler harç.
yarra vadisi, avustralya'nın victoria kentindeki yarra nehri'ni çevreleyen bölgedir.
bu ülkede vatan, millet, din, iman, bayrak vb söylemleri yapan milliyetçi, dinci kesimin pkk ve apo ile kurduğu ilişkiler, aralarında diyaloglara bakınca...
biri çıkıp da "kimse apo'ya it diyemez.
bu ne sorumsuzluk, siz kime it diyorsunuz?
koskoca kurucu öndere(!) it denilir mi?
üstelik meclise davet edilen(!) bir insana it denilir mi?
mesela; beni - seni meclise davet eden yok.
yıllardır pkk ile mücadele eden, üstün hizmet madalyası almış komutanları meclise davet ederek "apo'yu hapisten çıkaracağız, pkk militanlarını da hapisten çıkaracağız, hapisten çıkan silah teslim eden pkk militanlarını da askere alacağız. sizler bu konuda ne diyorsunuz?" diye meclise davet edilen ömrü pkk ile mücadelede geçmiş tbmm kürsüsünden konuşan, yaşananlar ve yaşanacaklar hakkında görüşlerini açıklayan insan var mı?
yok!
teessüf ederiz yani, koskoca kurucu önder(!) abdullah öcalan beyefendiye(!) it denir mi? bu insan hapisten çıksın meclis kapısında törenle karşılanır, karşılama kömitesi refakatçileri olur.
yarın birgün vatan haini, bölücü, terörist vb diye suçlanmamız için kurucu önder(!) abdullah öcalan beyefendiye(!) saygılı konuşun." derse ve en büyük milliyetçi ülkücü devlet bahçeli beyefendiyi üzülmemesi için size böyle fırça atarsa şaşırmayın.
zall bunu yapamaz.
sözlük satıldı, satış sonrası hisse-sahiplik oranlarını bilmiyorum ama az buçuk bu satış, ticaret vs işlerden anladığımız kadarıyla; sözlüğün nikahı zall üzerine olsa da sözlüğün bacakları sözlüğü alanın omuzunda.
hem neden yapsın?
siyasi ve ideoloji olarak taraftarı destekçisi olmasam da bu ülkeye 1 numara büyük gelen siyasetçilerden biridir. cem toker'e benzer, aralarında tek fark temel karamollaoğlu 5 vakit namaz kılar.
hata ve yanlışlardan ders alan rasyonel düşünen, sorunları analitik çözümle aşan biridir. benim dinim, benim kabilem, benim cemaatim anlayışında çağdışı yobaz değildir.
devlet aklı denen pratiğin işlerliği için cem toker, temel karamollaoğlu vb insanların eşgüdüm içinde çalışmasıyla ortaya çıkar ve sorunlarımızı aşarız.
ama ne bu vb insanları anlayacak toplum var ne de seçmen var, yaşanan cehalet ve yozlaşma buna imkan vermez.
kim demiş onu, günahımızı almayın.
şarapsızım ki (bak bundan büyük yemin yok) biz kadının kalçasına bakmıyoruz; içimizden "o gemide ah ben de olsaydım" mısralarını mırıldanırken sadece şarkıya konsantre oluyoruz.
fesatlığın luzumu yok, mübarek salı sabahı.
devlet idaresinde yasama yürütmenin başında olan sivil birinin eylem ve kararlarına "devlete millete ihanet etmek" yakıştırması yapılmasına neden olacak gerekçeler nedir?
soruyu soran da Cumhurbaşkanı Dış Politika ve Güvenlik Başdanışmanı Akif Çağatay Kılıç denilen kişiymiş ki soruya verilen cevabı değil de soruyu soranı tartışmamız gerek.
tam bir rezalet durum olan bu soruyu bu kişi ne amaçla soruyor?
goebbels'in ters propagandasını yapmak isteyen, insanların aklında soru işareti olsun diyen, yaz mevsimi ya...
şu açılım sürecinde, pkk'lı militanların salıverilmesi, apo'ya özgürlük tartışmaları olduğu dönemde amiyane tabirle; eşeğin aklına karpuz kabuğu düşüreyim diyen (teşbihte hata olmaz, burada eşek ben oluyorum) en azılı muhalefetten biri bile çıkıp “Recep Tayyip Erdoğan'ın Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne ve Türk milletine ihanet edeceğine inanır mısınız?” diye bu soruyu sormaz, aklımıza soru işaretleri getirmez.
üstelik soruyu soran bilmiyor olacak ki sivil birinin vatana millete ihanet etmesi bir suç değil.
türk ceza kanununda vatana millete ihaneti açıklayan bir suç tanımı yoktur.
sadece asker olanlar için tck 125'den 145'e kadar vatan aleyhinde bir cürüm yapan askeri şahıslar hakkında fiilleri ve yaptırımları açıklar. siviller için vatan millet hainliğini tanımlayan suçu açıklayan cezayı belirten hükümler yoktur.
ya cahil ya geri zekalıyım ki bu suç kavramını ceza hukukunda kavramın ne olduğunu bilmiyorum.
sağır da olabilirim, duymadım.
kör de olabilirim böyle bir kavram okumadım.
olmayan bir suçu cumhurbaşkanına yakıştırma, cumhurbaşkanlığı makamı üzerinden suç yaratmada ne amaç edilmiş aklım ermedi.
türkiye cumhuriyeti bir hukuk devletidir.
hukuk devletinde kanunsuz suç ve ceza olmaz.
kanunla belirlenmiş suç olmayan bir fiil (millete ihanet etmek) suç olarak sokakta yatan evsiz ayyaşa da sarayda oturan cumhurbaşkanına da ne varsayım olarak, ne örnek olarak, ne de farazi olarak isnad edilemez.
bu insanlar nasıl cumhurbaşkanı danışmanı olabiliyor, gerçekten hayretler içindeyim.
kaç gündür iktidar muhalefet kesiminden insanlar kalkıp bu rezalete neden olan kişiyi ve cumhurbaşkanlığı makamına isnat ettiği fiili değil de “Recep Tayyip Erdoğan'ın Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne ve Türk milletine ihanet edeceğine inanır mısınız?” diye sorulan bu soruya "evet" diyen cevap veren genci tartışıyor.
akıl tutulması yaşıyoruz.
Cumhurbaşkanı Dış Politika ve Güvenlik Başdanışmanı, eski Gençlik ve Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç "evet" diyen gence "Senin annen, baban bundan 30 sene, 40 sene önce hükümetin bir temsilcisi olan kişiye bu sorusuna senin verdiğin cevabı verse sicili bozulur." demiş.
30-40 sene önce devlet adabı ve devlet adamlığı olduğundan kimse cumhurbaşkanlığı makamına, hizmet ettiği makama böyle bir fiil suç isnat edemezdi. bunun için kimsenin sicili de bozulmazdı.
ayrıca cumhurbaşkanı danışmanı Akif Çağatay Kılıç “Recep Tayyip Erdoğan'ın Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne ve Türk milletine ihanet edeceğine inanır mısınız?” sorusuna "evet" diyen gence "Ayrıca hangi saikle söylediğini bilmiyorum ama söylediğin sözün ve söylerken ki tavrın düşüncenin doğru olduğunu değil, sabit fikirli olduğunu gösteriyor. Sabit fikirli olduğuna cevap veriyorum.” demiş.
hiç olmazsa "evet" diyen gencin sabit de olsa bir fikri var ama cumhurbaşkanı danışmanı olan bu kişi hizmet ettiği makamın değeri, görevinin bilinci, cumhurbaşkanlığı makamının anlamı yanı sıra sorduğu sorunun ne olduğu, hangi iç çekişme tartışmalar olduğu hakkında kendisinin hiç bir fikri yokmuş.
böyle insanlar hem cumhurbaşkanı olan erdoğan'a hem cumhurbaşkanlığı makamına zarar veriyor.
bir an önce görevden alınması lazım.
ya kardeşim, ha ne var birgün de bizi şaşırtın lan! bu kadar çapsızlık olur mu, bu kadar yaratıcılıktan yoksun olunur mu?
mekke'de sadaka dağıtmak için mi alındı o paralar?
yok yani, dünya bizi kıskanıyor. çağ atladık ya, bizde ülkemizde yardıma muhtaç yok ya...
"bu paralar monaco'da michelin yıldızlı l'abysse monte-carlo restaurant'ın şefi yasunari okazaki'nin eşsiz dokunuşlarıyla hazırladığı suşileri yiyen müşterilere bedava ekmek dağıtıp sevap alacağız. malum, adamlar yemeye ekmek bulamıyor, masalarında ekmek yok" deseniz daha mantıklı olurdu.
vatandaş yurttaş olarak özgürlüğümü, haklarımı, hukukumu, geleceğimi kimseye emanet etmem ve kimse de bu haklarımın sahibi de olamaz, garantörü de olamaz.
bireysel olarak karımı, kızımı, oğlumu -ailemi- paramı, evimi, işimi, canımı, sağlığımı kimseye emanet etmem.
neden mi?
güvenmem!
adı, sanı, yetkisi, makamı ne olursa olsun istisnasız kimseye güvenmem.
bugün cb. makamında r. t. erdoğan var.
yarın belki imamoğlu veya mansur yavaş olur ya da ali olur, veli olur, selami olur.
kim olursa, hangi parti olursa olsun isimler değil makamlar, kişiler değil temsil ettiği değerler hukuk devletinde önemlidir.
insan hata yapar, yanılır, aldatılır-aldanır...
bunun için hukuk devletinde denetleme kontrol mekanizmaları vardır.
sistemi ortaçağ derebeyliğinden, diktatörlükten, fundamental bir idareden ayırmak için denetleme ve kontrol her kurum-kuruluş-yapı-kişi-makam için vardır.
devlet denen sosyal yapıda devlet idaresinde en tepede olan ile en aşağıda olanlar tanrı rab allah -adına ne diyorsanız, nasıl anıyorsanız- bir yaratıcı tarafından yollanmış, genetik hafızasında yapısında yanlış yapmayan bir melek ya da peygamber değildir.
unutmayın, melekler de peygamberler de hata yapar, isyan eder, allah'ın hükmüne karşı çıkar, sorgular isyan eder, allah'a karşı içlerinde şüphe oluşur.
inanın veya inanmayın, bakınız; kur'an da insanın yaratılışı ve meleklerin allah'a "sen kan dökecek ve bozgunculuk yaratacak birini mi yaratıyorsun? biz sana yetmiyor muyuz?" diyerek allah'ı sorguluyorlar. neden nasıl diye hesap soruyorlar
şeytan allah'ın yanlış yaptığını ve allah'ın "insanlara secde edin" diye verdiği emre karşı gelip allah'ın haksız, kendisinin haklı olduğunu ispat etmek için allah'tan sure istiyor, allah da şeytana kıyamete kadar süre veriyor.
peygamberler bile hata yapar, hz muhammed, tu'me b. übeyrık denen sahabenin kamu/maun malını çalması ve suçu bir yahudiye atmasıyla hırsız olan sahabeden yana karar alacakken gelen nisa 105 ayet.
peygamberin başkalarını da islam'a sokmak onlara hoş görünmek için onların tanrılarına putlarına saygılı olması mesh etmesi istendiğinde isra 73-75. ayet.
peygamber bir sohbetteyken kör biri gelip peygambere soru sorduğunda ona dönüp cevap vermemesi yok saymasına gelen abese 1-12. ayet.
böyle nice uyarılar vardır. hz. musa'nın allah' görmek istemesi, içinde şüphenin kalmaması için isteği vb sayısız örnekler var.
insanın olduğu, etki ettiği her şeyde hata vardır.
ister yapay zeka, ister bir yazılım, uygulama vs ne olursa olsun insan etkisi olan her şeyde hata payı vardır ve hata da vardır.
yapay zekanın desteğiyle otomatik sürüşlerde facialar yaşanmıyor mu?
özellikle amerika avrupa sigorta şirketleri kaza raporlarında yaptığı araştırmalarda otopilot sisteminde yapay zeka 100-150km süratla seyredilen bir otobanda batan güneşin kızıllığını kırmızı ışık olarak algılayıp aracı fren yaptırıp durdurmasıyla yaşanan kazaları, trafik levhaları üzerinde yapıştırılmış çıkartma yazılmış sloganlarla trafik levhasını buzdolabı sanmasıyla sanki mutfağa giriş olarak görüp aracı adeta otobanda geyik testine sokması, kaçış manevrasıyla karşı şerite geçmeler vb.
insanın olduğu yerde hata vardır. yok canım o hata yapmaz diyorsanız o kişi tanrıdır. unutulmasın ki ülkeyi tanrı değil de insan yönetir.
bu açıdan bakıp konuyu öyle tartışalım.
yok yani, yarın birgün cb erdoğan gidip yerine başka biri muhalif olan gelince bu makama yaptıkları kutsiyet hassasiyeti de o zaman gösterecekler mi merak ediyorum.
tartışdığımız konuya bak...
amerika'da olsa, polis sizi trafikte çevirse ve siz arabanız içinde götünüzü kaşımaya kalksanız ya da polis istemeden - polise "kimliğim sürücü belgem torpido gözünde alabilir miyim?" diye izin istemeden torpido gözüne uzansanız vurulma ihtimaliniz %80'dir.
arabanızı polis üzerine sürdüğünüzde arabanız ile elinizde makineli tüfekle polise ateş ediyor olmanız arasında fark yoktur. tüm eyaletlerde altınızda olan araba ölümcül bir silah ve bu silahla saldırı yapıyor olarak görülürsünüz. vurulma ihtimaliniz %99'dur.
kibarca size "orospu çocuğu" dese bile polise dava bile açamazsınız. açsanız bile davranışınız ve sorduğunuz soruya verilen cevap olarak görülür. polisin görevini yapmasını engellediğiniz için ceza da alırsınız.
acil olarak ilk okullardan başlayarak vatandaşlık yurttaşlık bilgisi, anayasal haklar ve özgürlükler dersleri müfredata konulmalı. milli eğitim bakanının kulağına fısıldayalım, aslında bağırmak lazım da bakan çıkıp bize "geri zekalı" falan der diye fısıldayarak konuşalım da yanlış anlamasın.
neden mi?
başlığa bakın. devlet vatandaşın doğal ortağı olması. vatandaş kul mu köle mi maraba mı ki bir ortaklık olacak?
sen devleti babanın tarlası mı sandın da babanın tarlasını kiraya veya ekip dikmeye verip ne çıkarca yarı yarıya deme mantığıyla devlet-vatandaş ilişkisine yorum yapıyorsun?
devlet vatandaşın ortağı değildir.
vatandaş da devletin ortağı değildir.
vatandaş ile devlet arasında çift taraflı sahiplik bağı yoktur.
olan bir sahiplik tek taraflıdır ve bu tek taraflı sahiplikte devlet denen yapının (devlet sosyal mutabakatla -belirlenmiş hukuk, yasa, seçme seçilme hakkı, özgürlükler- ile oluşmuş yapıysa, devlet denen yapı bir krallık veya padişahlık ya da diktatörlük değilse) devletin tek sahibi vatandaş-yurttaş tanımı yapılan o devletin halkıdır.
basit olarak örneklemek gerekirse...
devlet denen yapı, örn; türkiye cumhuriyetini üzerinden ortalama zekası olan birinin anlayacağı şekilde örneklemek gerekirse "tc devleti temsil yetkisi esas sözleşmede imza yetkisi tek kişide olan, ani kuruluş usulüne göre oluşturulmuş bir anonim şirkete benzetebiliriz." desek yanlış olmaz.
unutulmasın ki devlet denen yapı (bunun içine devleti idare eden hükümetlerde dahil) devletin işleyiş düzenini belirten kanunlar vatandaşları - yurttaşları suçlulardan korumak için, devletin tanımı olan anayasa ise devletin ve devleti idare edenlerin keyfi uygulamalarından vatandaşı - yurttaşı korumak için anayasası yazılmıştır.
kısaca devlet denen yapı vatandaşı yurttaşı (bu devlette yaşayacak/yaşayan insanların) suçlulardan ve hükümetlerden korumak için oluşmuştur.
kimse bir birey olarak (devlet denen yapıyı idare eden) devletin sahibi olarak kendini göremez.
hiç kimse bir birey/yurttaş vatandaş olarak, zümre, yapı, düşünce, ideoloji, din, kimlik, ırk, sınıf, parti vb tutkularla - hezeyanlarla sadece kendini devletin sahibi ortağı olarak göremez.
olsun, bulamayalım.
şimdilik zaten silah bırakan pkk'lılarla idare ederiz.
bakınız: https://www.haber7.com/gu...sclid=mdn3k9jqkp447431991
Millî Savunma Bakanı Yaşar Güler’in ise “askerlik çağına gelmiş PKK’lılar ne olacak?” sorusuna, “Askerlik çağına gelen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı örgüt üyeleri herhangi bir eyleme katılmamışsa, askerlik görevini yapmamışsa askere alınır. Bugüne kadar Kürt kardeşlerimiz hiçbir sorun olmadan askerlik yaptı orada sorun yaşanmadı” demesi tüm kürtlerle pkk ayırımı yapamıyor gibi görükse de bakanımız konuya çok hakim.
bu sırada sn bakanı tebrik etmek lazım.
silah bırakan bu pkk teröristleri hazır eğitimli insanlar, ülke güvenliğine çok şey katarlar. onları subay vb de yaparak çok faydalanırız. hem onlar fetö gibi bizi kandırmaz, değil mi?
türkiye'nin demokratikleşme süreci olarak görülen bu süreçte eğer apo için de af çıkarsa apo'yu da yeni milli savunma bakanı yaparlarsa tam olur.
ileride de içimizde ne idiği belirsizler olan suriye afgan vs onları onların çocuklarını da askere alırız. böylelikle aile bakanımızın korkuları giderilir.
bu kadar da kasmayın canım.
rahat olun.
işte bu kalitesizlik yüzünden sürünüyoruz.
bugün bile bir arpa boyu yol katetemememizin nedeni bu anlayışın ortaya çıkardığı kalitesizlik.
zeytini üç ısırıkla yiyorduk.
eskiden ambulans mı vardı?
eskiden kağnı arabasına biniyorduk.
bir eşya, bir alet alıp 20 yıl kullanıyorduk. bir ihtiyaç, bir giysi, bir ayakkabı alıp 5 yıl değiştirmiyorduk.
kötü örnek asla örnek olamaz. eskiye bakıp örnek alınarak bir yaşam oluşturulamaz. ortalama zekası olan bir insan eskiye bakıp hedef belirlemez. eskiye bakıp kötü olan bir şey baz alınıp bugün için değerlendirme kriteri oluşturulamaz.
sudan'da çocuklar açlıktan gelişim bozukluğu yaşıyor.
demokratik kongo cumhuriyeti insani gelişme endeksinde son sıralarda.
temiz su sorunu yaşayan ve en fazla suları kirlenen ülke filipinler.
dünya'nın en pis ülkesi moğolistan, myanmar, gana, lübnan, nijerya, afganistan, pakistan.
insan hakları ve özgürlükler için kuzey kore son sıralarda.
vs.
vs.
vs.
kendinizi neden bu ülkelerle kıyas yapıyorsunuz?
kendinizi bu ülkelerle kıyaslayacak kadar kalitesiz misiniz?
yaşam ve insan kalitesi olarak kendinize biçtiğiniz değer, örnek aldığınız değer parametresi bu ülkeler olması utanılacak bir durum olduğunun farkında mısınız?
neden iyilikte, güzellikte, akılda, bilgide, insan gibi yaşam kalitesinde, sorumlulukta, saygıda, liyakatte, ehliyette, refahta, özgürlükte, kolaylıkta kendinize bir değer kriteri, bir mihenk taşı, bir kıyaslama seçmiyor da insanlık için utanç olan bu kalitesizlik, rezilliği, akılsızlığı, cehaleti, körlüğü bir değerlendirme kıyaslama kriteri, bir örnek seçiyorsunuz?
kötülük ve kalitesizlik örnek alınacak değil de ibret alınacak bir şeydir.
kötülük ve kalitesizlik geriye dönüp bakılıp hatırlanacak bir olgu değil de ileriye bakıp unutulacak bir olgudur.
insanlarda olan bu kalitesizlik, rezillik, akılsızlık, cehalet, körlük, yokluk insanların toplumun hafızasında tutulacak değil de silinmesi gereken bir utanç olup hep daha iyisini isteme, örnek almakla değerlendirme kriteri, konuştuğumuz bu olmalı.
filistinde çocuklar bakımsızlıktan, yeterli beslenememe yüzünden, sağlıklı barınma sorunlarından, enfeksiyonlardan, temiz su ve gıdaya ulaşamadan ölüyor diye ağlayacağınıza, bunu örnek alacağınıza...
ülkemizde savaş ambargo olmadığı halde neredeyse yavan ekmekle karbohidrat ağırlıklı beslenmeyle ucuz ekmek yanında sağlıksız kalitesiz çöp kalitesinde sebze meyveyi bile alırken zorlanıp karnımız doyuyor diyeceğinize...
ülkesi - ukrayna 1/3'ü işgal ve savaş altında olup üretim yapılan tarım arazileri mayın bombalarla yanmış parçalanmış onbinlerce mayın, tank, zırhlı araç, top, roket, uçak, dron, helikopter yanında insan parçalarıyla dolu olup, yollar köprüler kullanılmaz halde, yerleşim yerleri harabeye dönmüş olup, milyonlarca insan ya ülkesinden göç etmiş ya evlerini terk etmiş ya da savaşlarda ölmüş asker yaşı ortalaması 40 yaşına çıkmış ülkede neden insanlar açlık satın alma sorunu yaşamıyor da parası savaş çıktığından beri bizim paramız karşısında değerlenmiş diye düşünün.
düşünün de kaliteye sahip olun, kaliteyi talep edin, yaşam kalitenizi insan kalitenizi yükseltin.
bu güç sahibi olmak demektir.
böylelikle filistin'de ölen çocuklara yardım eder ve onların ölümünü engellersiniz.
yangında, depremde, sellerde, iş cinayetlerinde, trafikte, terörde insanlarınızın canına değer vermiş korumuş olursunuz.
iddialar doğru veya yanlış fark etmez de doğru ise...
ne rüşveti ya! bunlar bağış. köyüne memleketine cami yaptıracağım, imam hatip okulu yaptıracağım desin.
haaa! unutmadan...
bunlar fetö taktikleri, bunlar fetöcü, dinimize saldıran ateistler bunlar, togg'u engelleyemezsiniz, hızlı treni engelleyemezsiniz, bla bla bla vb eklemeyi de unutmasın.
bu sırada yayın yasağı ve habere erişim engeli de getirip haber yapanı konuşanı tutuklatsın.
işlem tamam.
hatır için, yaptılar desinler diye, adet yerini bulsun anlayışıyla dinci kesimin yaptığı bu protestolara (israil veya herhangi bir konuda) eylemlerine gülüyorum.
hatırlayın, mavi marmara gemisi olayını...
daha dün toplanıp gemiye doluşup tüm hukukları, yasaları, prosedürleri yok sayıp "filistin'e yardıma gidiyoruz" demişlerdi.
devleti idare edenlerle bu dinci kesime "yapmayın, etmeyin gözünün yağını yediklerim" demelere "siyasi muhaliflik" sandılar.
madem yapıyorsunuz ama böyle yapmayın diyenlere "size mi soracağız filistin'e yardım etmeyi" dediler. sorumsuz sorumlular tüm eleştiri yapanlara "vatan haini, israil destekçisi" dediler.
hala da diyorlar, belki de bu yazı için pkk'dan fetö'ye, israil destekçiliğinden israil ajanlığına, bölücülükten hainliğe seç beğen al suçlaması yöneltecekler.
her şeyi ben bilirim diyen bilgisiz bilginlerle, halk beni seçti-atadı istediğimi yaparım diyen sorumsuz sorumluların bilmediği veya ciddiye almadığı şey; israil de çatışma, savaş, operasyon (adına ne diyorsanız) ilan ettiği bölgeye izinsiz, onaysız, kontrolü dışında yapılan her eylemden (gerekçe ne olursa olsun, bölgeye girişler ile bölgeyi boşaltma uyarılarına uymayanlar vb) doğacak sonuçların mesuliyeti bölgeye gelen, bulunan kişi-kuruluşlarda olacağını deklare etmişti.
bakınız: 7 ekim saldırıları sonrası israil gazze bölgesini operasyon çatışma savaş alanı ilan etmiş ve sivillerin bölgeyi boşaltmasını deklare etmişti.
çatışmaların 6 ayında uluslar arası insani yardım kuruluşunda çalışan 196 personelin ölmesiyle (nisan 2024 verisi) bm genel sekteri başta olmak üzere yapılan açıklamalarda; insani yardım kuruluşlarında çalışan personel kaybının tüm çatışmalarda-savaşlarda kaybedilen insani yardım kuruluşlarında çalışanlarından daha fazlasını gazze de kaybettiklerini açıklamasını düşünün.
neyse...
israil hukuk, yasa, prosedürler öyle değil de böyle yok sayılır diyerek uluslar arası sularda gemiye baskın yapmış ve sadece vatandaşlarımız olanlarını katletmişti. gemiyi de zorla limanına çekmiş gemide olan sivil insanları gözaltına almıştı.
hukukta buna korsanlık denir.
başbakan çıkıp "savaş mavaş" diye boş konuştu, ülke yönetimi hesap soracağız falan dedi.
ne mi oldu?
israil özür dilesin dedik. israil bizi üzmedi "tamam, pardon ama bu resmi bir özür değil" dedi. olsun, kabul ettik.
tazminat verin dedik, israil'de "gemide 575 kişi vardı" dedi.
unutmadan, mavi marmara gemisinde 560 kişi vardı. yolda bozulan challenger2 teknesinden 15 kişi daha mavi marmaraya alınmış gemide yolcu sayısı 575'e çıkmıştı.
israil "iyi o zaman, gemiye baskın yaptık, korsanlık yaptık, insanlar öldü yaralandı. gemide olan yolcu başına 34.782 dolar verelim fit olalım" diyerek 20 milyon dolar tazminat verdi.
bir insanın canı, hakkı, hukuku, özgürlüğünün değeri 34.782 dolarmış. dolar üzerinden düşünülürse iyi para aslında, israil iyi ki tl olarak ödememiş.
neyse, bizde israil genelkurmay başkanı rau aluf gabiel ashknazi'nin de yer aldığı bu korsanlıkta rol alan dört önemli sanık hakkında açtığımız davadan vazgeçerek yakalama ve uluslar arası yakalama-kırmızı bülten çıkarılması isteğimizi geri çektik.
ölen öldüğü ile kaldı.
unutmadan beni tebessüm ettiren de tüm bu dava süreçlerinin adli tutarını masraflarını da biz ödedik.
türkiye bir hukuk devleti olduğundan idarenin hatası insanlara ödettirilemez. hukuken haksız olan kesim dava giderini öder diye basit bir açıklama yapayım.
hesap soracağız, savaş mavaş diyenler, biz izin verdik, size mi soracağız, sizden mi izin alacağız diyenler çıkıp "bana mı sordun filistin'e giderken" dediler.
en sonunda yaşananlar tam bir komediydi.
korsanlık yapan, insanları öldüren, maddi manevi uğranılan zararı tanzim edecek yükümlü sorumlu israil ama mahkemelerde mağdurların dava açıp yargıladığı-yargılanan ülke türkiye oldu.
mavi marmara gemisinde ölen yaralananlar israil ile mahkemelik olmadı, israil'e dava açamadı.
olaydan 8 yıl sonra mağdurlar haklarını hukuklarına aramak için türkiye cumhuriyetine dava açmak zorunda kaldılar.
hukuken öyle bir şey yapmışlardı ki mavi marmara gemisinde olan, saldırıda yaralanan, ölen, bu saldırıya maruz kalanların maddi manevi uğradığı zarara karşı bir dava açacaklarsa; adalet bakanlığı uluslararası hukuk ve dış ilişkiler genel müdürlüğü’nden gönderilen yazılarda bundan sonra israil devleti’ne dava açılamayacağı, davaların israil devleti yerine tc. maliye bakanlığı olacağı ifade edilmiştir.
bunu nasıl becerdiklerine - neden böyle yaptıklarına hala aklım almıyor.
bırakın devlet yönetmeyi, şirket yönetmeyi, aile yönetmeyi...
birey olarak biri bana yumruk atsa, sövse, malıma canıma zarar verse ben bunu yapan faile değil de hakime savcıya dava açmam, faile dava açma hakkımı kaybetmem gibi bir durum.
neyse, israil bizim gibi yapmadı.
mavi marmara gemisi baskını hakkında araştırma soruşturma açtı.
operasyonu başarısız ve sivil insanlara karşı aşırı güç kullanma - tepkileri hesap edememe, planlamada eksiklikler, sivillere karşı yapılan tutum davranış (kayıp eşya el koymada usulsüzlük vb) nedenlerle bazı askerlerine hapis cezası kınama verip olumsuz rapor yayınladı.
bm insan hakları komisyonu israil'i gaddarlık, hukuksuzluk vb olarak tanımlamıştır.
tüm bunlara karşı mavi marmara gemisinde ölenler yaralananlar israil ile değil de türkiye ile mahkemelik olmuş, türkiye zararların tazmini için yargılanmıştır.
tüm bunlar düşünülürse...
bu dinci kesimin böyle protesto istekleri vs durumuna gülüyorum.
yarattıkları, destekledikleri sistemi bile algılayacak seviyede değiller.
ne dostunu ne düşmanını ne kendilerini bilmeyen, ne yapacakları öngörülemeyen ve bir kriz anında eylem planı ortaya koymaktan aciz bir sistem içinde ülkeyi son 20 yılda çökerttiler.
inşallah akp bunları ciddiye almaz.
ciddiye aldığında mavi marmara olayı oldu.
yine ciddiye alıp israil ile tüm ilişkileri kesiyoruz derse neler olacak, bilmek istemezsiniz.
orman yangını sıradanlaşmadı.
sıradan olan bu ülkede insanların hayatı ve insana, hayvana, ağaca, doğaya, yaşama verilen kıymetin bir değeri olmaması.
insanlara imar affı diyerek kaçak, çürük, sağlıksız, dayanıksız, denetimsiz yapılarına tapu dağıttılar.
yetmedi, asla imara açılmaması gereken yerlere imar izni verdiler.
yetmedi, çok katlı yapılaşmaya izin verdiler.
yetmedi, bu imara açılan alanlarda yapılaşmayı denetlemediler.
yetmedi, denetimsiz yerlere iskan onayı verdiler.
kaçınılmaz olan yaşandı, deprem oldu.
sahi ya depremde kaç kişi öldü?
hele ki depremi asrın felaketi olarak açıklamaları...
oysa sıradan bir depremdi.
yok yani... yaşadığımız deprem 6 dakika süren ve 9.1 şiddetinde olan, dünyanın yörüngesi yanı sıra okyanus akıntılarını değiştiren şimdiye kadar kaydedilmiş en büyük 5 depremden biri değildi. bu depremin artçı sarsıntıları sayılacak şiddette depremi biz yaşadık.
bu sene kaliforniya yangınlarını yaşadık.
25 gün süren yangın, yağmayan yağmurlarla kurumuş bitki ağaçları olan bir coğrafyada saate 130km ile 160km arasında değişen şiddete çıkan fırtınalar, bizde boğaz köprüsünün halatını kopartan rüzgarların sıradan olduğu kurak ve sıkı bir ağaçlık bitki örtüsünde bir de derin kanyonlar uçurumlar dik yamaçlarla çevrili arazide yangını yaşayan abd'de böyle muazzam bir yangın felaketinde ölü sayısı 28, tamamen yanan bina sayısı 15.000 civarında. 250.000 kişi tahliye edilmiş, on binlerce araç yanmış.
evlerin garajların vb iskanların yapı malzemeleri genel ağırlıklı ahşap olmasıyla yangının söndürülme yayılma hızı engellenemedi ve zararı tahminlerin ötesine geçti.
en iyi tahmin (maliye-vergi kayıtlarıyla sigorta primleri üzerinden yapılan) zarar analizi 150 milyar dolar.
bu yangında ölen itfaiyeci, orman yangınında söndürme görevinde görev alan insan sayısı rakamla "0" yazıyla "sıfır" kişi.
emin olun, kaliforniya türkiye'de olsa veya kaliforniya'yı türkiye'ye ışınlasak (insanları hariç) bu yangın bu şartlarda bizde olsa ölü sayımız on binleri bulurdu.
coğrafya iklim bitki-orman örtüsü yapı stoğu vb açısından yukarıda verilen örneklerle mukayese bile edilmeyecek durumdayız.
yukarıda yaşanan deprem yangınla karşılaştırma yapılınca bizim yaşadığımız felaketler çok çok düşük seviyede olup felaket bile sayılamaz ama kayıplar felaket seviyesinde.
buna rağmen neden biz bu olayları bu derecede şiddetli yaşıyoruz?
uludağ otel yangını gibi rezaletlerde sadece sorumlu olan otel yönetimi mi?
depremde depreme dayanıklı diye satılan sitelerde dairelerde binalarda en fazla toplu ölümlerin olmasında tek suçlu binanın alt katında olan iş yerleri veya binayı yapan müteahhit mi suçlu?
şimdi kalkıp ne yapmalı - nasıl yapmalı diye bir kaç kelam etsek vatan haini olacağız.