istediğini yapabilme hali gibi görünür ama aslında başkalarının özgürlük alanına çarptığında “hop hemşerim bi’ sakin ol” diye sınırları çizilen şey.
– “gece 3’te çiğ köfte yemek” ile “sabah 9’da işe gitmek zorunda kalmamak” arasındaki ince fark.
– çoğu ülkede seçim vaadi, çoğu evde wifi şifresi.
– sahipken fark edilmeyen, kaybedildiğinde “ulan biz ne güzel yaşıyormuşuz” dedirten soyut nimet.
– bireysel olarak “kendi kararımı kendim veririm” diye bağırmak, toplumsal olarak ise “kendi kararını kendin ver de benim hayatımı da berbat etme” noktasına evrilen muamma.
Ruhumun en sevdiğim yanı hep öyleydim hep te öyleyim hep te öyle kalacak.
Bu bir ruh meselesi bence ama özgürlük saçmalamak ve yargılanmamak demek değildir. Aksine göze almak demek oluyor yiyebiliyorsan tabi.
Özgürlük içinde olanı kimseyle paylaşmayı sevmediğin yanındır katlanmak bedel ödemek ruhunu satmamaktır sana ait senin sevdiklerindir özgürlük.
Özgürlüğünüze saygı duyabilen insanlarla olmanız dileklerimle.
illa biriyle anılmanıza var olmanıza da gerek yok.
Hayatımın kahramanı benim.
Ve hep bendim. Öptm by.
dunyadaki her sey guc savasi diyorlar.
bana her sey ozgurluk savasi gibi geliyor. ozgurlugun icin neleri goze alirsin? konforun icin nelerden feragat edersin?
bana asil savas ve mucadele ve kararlar burada geliyor.
üstad necip fazıl ideolocya örgüsü adlı eserinde bu bahi kısa bir cümleyle ele alır.
"insan hür değildir, hür olan, eşek veya köpek..."
bu cümle ontolojik olarak değil, teolojik açıdan anlaşılmalıdır.
ontolojik açıdan insan hürdür ve sorumludur, hayvansa hür değildir ve sorumlu da değildir.
Bu hayat ve sistem, sizler kendinizi özgür ve ''kendine güvenen'' olarak hissetmeyin diye bir çok soytarılıkla doludur. Bu kontrol yönteminin en başında ''Para'' ve sonrasında da ''çevrenizdeki programlanmış diğer insanlar'' gelir. Birinci kısım, sizi ekonomik olarak kontrol eder, diğer kısım da psikolojik olarak kontrol eder. Böyle bir durumda kendinize şu soruyu sormanız gerekir:
Kendi istediğiniz gibi konuşamadığınız ve kendi istediğiniz gibi yaşayamadığınız bir hayatta , gerçekten '' Siz '' diye bir karakter var mıdır ? Gerçekten var olmak istiyorsanız eğer, başkalarının sizlere yazdığı rolü ve hayat şeklini yaşamak yerine, siz kendinize bir tane yazın.
18 yasindaydim. annemle babam bosandi. babam zengin bir adamdi. beni karsina aldi:
-son model mercedes mi istiyorsun? son model bwm mi istiyorsun? hemen alicam. benle yasa.
-teklifin icin tesekkurler ama annemin bana daha cok ihtiyaci var. onla yasicam
ben konforlu ve otur otyr kalk kalk bir hayata mesakatli, zor ama ozgur bir hayati sectim. bu son derece bilincli bir tercihti. 18 yasindan beri calisiyorum. universitelerimde bile hep calisip okudum. cok yokluk da gordum hayatimda, cok varlikta. ama hayatim hep ozgur irademle kendi secimlerim oldu. ve bu cok kiymetli.
ozlem tekin gullu dali, ben koca aramiyorum, bu sarkilar niye diyor ya.
bu dunyada hicbiriniz beni anlamiyorsunuz. ama anlama zorunlulugunuz yok. beni anlama talebim de yok sizden.iki tarla surup, iki beraber kikerdeyip gecip gidicez dunyadan.
Uzun zamandır ayakkabılarımı boyamıyordum bugün ayakkabılarımı boyadım ve çağrışım oldu yıllar yıllar önceye çok eskilere gittim askerlik yaptığım yılları hatırladım her gün botlarımı boyardım her gün tıraş olurdum çünkü bunlar kuraldı ve kurallar çok katıydı ve hepsi geride kaldı bir varmış bir yokmuş hepsi geçti gitti evet zaman her şeyi yok eder şimdi her gün ayakkabılarımı boyamıyorum her gün tıraş olmuyorum benim özgürlüğüm her gün ayakkabılarımı boyamamaktır her gün tıraş olmamaktır.
Dünya dediğin, koca bir sarkaç. Bir yanda açlık, öte yanda tüketim çılgınlığı. insan, sarkacın orta yerinde asılı, ne yere inebiliyor ne göğe yükselebiliyor. Yükselmek isteyenler, başkalarının omuzlarına basmayı marifet sanıyor. Oysa omuzların sahibi, başını kaldırıp bakan bile yok.
“Özgürsünüz” diyorlar bize. Özgürlük, seçim yapmakmış güya. Kimin ürettiğini bilmediğin giysilerden hangisini alacağına karar vermek, ya da kimin çıkar savaşını destekleyeceğine oy vermek… ironi şu ki, bu özgürlük dediğin şey, bir algoritmanın sana çizdiği yolda ilerlemekten ibaret. O yolu terk etmeye kalkarsan, seni ya yoksulluğun soğuk duvarlarına ya da sistemin aforozuna mahkum ediyorlar.
Ama biz gülüyoruz. Bu, dünyanın en büyük ironisi değil mi? Ellerimizle inşa ettiğimiz kafesin içinde kahkahalar atıyoruz. Sevdiklerimizi kapitalizmin ellerine teslim edip, sonra onları ne kadar çok sevdiğimizi sosyal medyada ilan ediyoruz. Bu sevgi mi? Yoksa içimizde kalan boşluğu doldurma çabası mı?
Bütün bunların arasında hala bir şeylere tutunuyoruz. Belki bir şairin dizelerine, belki sahilde bir dalganın kıyıya vuruşuna… işte burada başlıyor insanın gerçek ironisi: Ne kadar mahvedilsek de, hala umut etmeye devam ediyoruz. Çarkların arasında ezilsek de, bir gün o çarkı kıracağımıza inanıyoruz.
Peki, o çark kırıldığında ne yapacağız? Belki yeniden inşa edeceğiz aynı sistemi, çünkü insan böyle: kendi yaralarını sararken, yeni yaralar açmaya meyilli. Ama kim bilir… Belki de bir gün, “Bu kadar da aptal olmayalım,” diyerek sahiden özgürleşiriz.
sınırsız olması düşünülemez.
en basitinden ikili metro koltuğunda bacaklarını ardına kadar açıp oturursan küfrü yersin çünkü başkasının özgür alanını ihlal etmiş olursun.
belki özgürlük asla olmadı çünkü hiç tam anlamıyla yaşanmadı. zaten yaşansaydı dünya daha da kötü ve az renkli bir yer olurdu.