Bu ara evde otura otura 5 yaşımdaki anılarımdan tutun bugün olan yaşıma kadar bana yaşatılan olumsuz duygular ve yaşatan kişiler tek tek bir düşünce bulutunda birden beliriveriyor kafamda. Lan diyorum insafsızlar 5 yaşında çocuğa bu böyle söylenir mi hele ki o zamanlardaki o ağzının içinde dili olmayan çocuğa. Tekrardan kızıyorum ama bu sefer daha çok öfkeleniyorum o kişiye. içimden sıkıysa şimdi söyle diyorum, sıkıysa söyle de insan kalbi, çocuk kalbi nasıl kırılıyor göstersin sana şimdi o çocuk. Bunları o kadar içimde tutmuş, o kadar üzülmüşüm ki. Şimdi en küçük şeyde sinirlenen, en küçük bir atışmada ya da laf söylemede kendimi koruma amaçlı birden parlayan ve kavga çıkaran tipe dönüşmüşüm. Rabbim de bana bir fil hafızası vermiş şükürler olsun. En küçük şeyi bile unutmuyorum konu duygularım olunca. Bilmiyorum normal mi değil mi, ama tek bir şey biliyorum karşınızdaki çocuk da olsa, büyük de olsa insan gibi davranın. Hiç kimse sizin pis egonuzu, kaprisinizi, fikirlerinizi kaldırmak zorunda değil, aileniz bile. iyi de geceler. ben daha başka şeyler hatırlamadan yatağa.
Günlük işlerim işe gitmememe rağmen yoğun oluyor. Yarım saat ya da 1 saat sonra kahve içip kahve içtikten 1 saat sonra da yemek yiyip büyükçekmece'ye gitmeyi düşünüyorum. işe gitsem zorlanır mıyım diye çok merak ediyorum.
sokakta karşı kaldırımda yürüyen biri senin için ne kadar önemsizse, sen de onun için en az o kadar önemsizsin. hepimiz kendi hayatımızda başrol isek de başkaları için bir figürandan öte değiliz, çoğu durumda o kadar bile değiliz. o yüzden üstünüze birşey döktüğünüzde, sokakta yürürken birden ters yöne yürümeye başlayınca kimse size dönüp bakmıyor ya da sosyal medyada paylaştığınız şeyler kimsenin umrunda değil. kendinizi kasmayın, egonuzu bir kenera bakın. kimse sizi rol model almıyor, fikirlerinize ve davranışlarınıza önem vermiyor sevgili sözlük yazarları.
Bugün de hayatımda büyük bir değişiklik olmadı. uyandıktan sonra kahvaltı yapmadım çünkü yine canım istemedi. Sadece bir kahve demledim, onu da soğumasına aldırmadan bitirdim. balkonda otururken etrafıma baktım. kuşların kanat çırpışları ifadesizdi. hepsi bir şeyler kaybetmiş gibiydi ama hiçbiri bir şey söylemiyordu. Ben de söylemedim. Konuşacak bir şey de aramadım.
Biri günümün nasıl geçtiğini sorsa, sadece “geçti” derdim. Çünkü geçmesi, çözülmesi anlamına gelmiyor. Sadece bir gün daha ekleniyor yaşananlara. içimde değişen bir şey yok. Hâlâ aynı boşluk, hâlâ aynı sessizlik. Sadece biraz daha alışıyorum hissetmeden geçmeye.
Akşam olduğunda ışıkları açasım yok. Evin karanlık hâli daha rahat hissettiriyor. Belki de artık kendimi görmek istemiyorum. Ne hissettiğimi bilmek de gerekmiyor. iyileşmek gibi bir isteğim yok. Sadece bu eksik hâllere alışmaya çalışıyorum. Eksik uykulara, eksik sabahlara, yarım kalan günlere.
Zamanla her şeyin azalacağını söylüyorlar ama bu ne kadar doğru bilmiyorum. Bazı şeyler azalmıyor. Sadece insan içindeki sesi susturuyor. Konuşacak bir şey kalmıyor. Bugün de öyle bir gün işte. Sessiz, eksik, sıradan.
içten bir yerden mi manipülatif bir yerden mi yaklaşıyor anlayamıyorum. Ve bu yüzden vereceğim tepkiyi direkt duygusal veremiyorum düşünüyorum birkaç bakış açısı ile. Bu konu şuan benim için önemli bir konu olsa da bunu belli etmem doğru değil mesela. Allahım gecenin köründe sinirlerim bozuldu.
Hayır trip de atmıyorum ulan atadabilirim yani. Sen bana bozuk atmak şuan ne mana.
bazı şeylerin başlangıç noktasının neresi olduğunu fark etmeden başlamış oluruz, bir macera, serüven, çalkantı, her neyse. yol aldıkça sallanırız, devriliriz, kalkarız, yola devam ederiz. bazen bir koku, bir tebessüm, bir ses veya bir dokunuş hayata tutunmanızı sağlar. bir gün başlangıç noktasını bilmediğiniz, farkına varmadığınız yolun bitiş noktası hatırlatılır size. daha yeni başladık, ne bitişi dersiniz fakat hatırlatılır. ne zaman başladığını bilmiyorsun ama ne zaman bittiğini unutmayacaksın. hayatın özeti de bu sanırım. bu yüzden spontane başlangıçlar daha fazla mutlu ederken her bitiş acı veriyor. hâlbuki hepimiz biliyoruz, her şey nasıl başlıyorsa onun tam tersi biçimde bitiyor.
Kendimi hep çevremde bulundurduğum insanlar tarafından oynatılmaya mahkum bir kukla gibi hissederdim. Aile, arkadaşlar, konuştuğum rastgele birisi... Onlara göre şekil almalı ve onların mutlu olmasını sağlamalıydım. kötüysem bile, o an ki ortamı bozmamalı içimde yaşamalıydım. kısaca ben, ben olmamalıydım. Belki tam bugün değil ama bugüne gelen bu günlerde şunun farkına vardım: Beni bir kukla gibi oynatması yetmiyormuşcasına bir de kanatmaya çalışan ve pekâlâ görünmüyor olsa da bunu başaran; bana yön veren, daha doğrusu kimi zaman istemediğim bir yolda yürümeme sebep olan ve kimi zaman da iyiymiş gibi hissettirerek ne istediğimi anlamama engel olan, o ipi kesmeliydim. Yaptım da. Kendi kendimi kanatacak kadar dibinden kestim o ipi. Kendim gibi olmak istedim.
Olmasın ama olur ya... Umarım kesmiş olduğum o ipler bir urgan olup bana geri dönmezler. Çünkü ben, beni ruhsal olarak boğup her yerimi yara içinde bırakan o iplerden kurtulmak isterken ne ölmeyi düşündüm ne de canımın daha çok acıyacak, yanacak olmasını. Tek isteğim; güzel ve dolu bir hayat. Mutlu bir yaşam. Bunu daha önce bu kadar net ve doğrudan yazdım mı bilmiyorum ama mutlu olmayı hak ediyorum. Bu bir şans, bir istek olamazdı. Hak işte. Bilmiyorum. Sanırım, neyden olduğunu bile pek bilmeden veya kendime açıklamaktan korkar bir şekilde korkuyorum bir şeylerden. Öyle işte.
—Sana ekmek versem?
—Yanına su da isterim.
—Aşın ekmeğin tam olsa...
—Hani bunun bal kaymağı derim.
—Şükret birazcık desem?
—Ne yapayım, emir böyle; nefsim ben, böyleyim.
Depremi düşünüyorum
Kuzenlerim, en yakın arkadaşlarım, hoşlandığım kişi hepsi orada.
Allah korusun birine bir şey olsa elim kolum da bağlı gidene kadar kafayı yerim sanırım.