bugün

arada kalmak, yertsiz yurtsuz olmaktır. onu hem unutamayıp başka gönüllere girmezsiniz, hem de ona dönemeyecek kadar uzaklara gitmişsinizdir.
araf hıristiyan mitolojisinde günahtan arınmak için acı çekilen yer olarak geçmektedir. ama islamiyette böyle bir terim yoktur. fakat diyalog kaygısı içerisindeki nurcular cennet ile cehennem arasındaki bölge olarak tanımlarlar arafı. halbuki araf fonksiyonu olan bir yerdir. orada bir şeyler yapılır. otobüs beklenmez. müslümanlıkta bu fonksiyon olmamakla beraber, hıristiyanlığa benzetici nurcu kesim bunu da benzetmiştir.
hani böyle çıkmaz ya aklından, yani böyle bitmiştir tükenmiştir aslında... ama aklındadır, rüyalarındadır, sen silmek istesen de bilinçaltı oyunlarıyla tüm yeni adımlarında ondan hatıra korkuların vardır. yeni biriyle yeni bir başlangıç.. çivi çiviyi söker di mi(?) sökmüyor işte! kafana yerleşmiştir o. herkes onun gibidir, her gördüğün ona benzer, gerçek mi rüya mı diye arada kalmış rüyalardan uyanırsın hergün. onu unuttum ki dersin.. hayır, etkisi üstündedir. sevmiyorsun da kurtulamıyorsun da.. bir yandan saklanırsın, kaçarsın, bir yandan yeter diye isyanlarda yenilere açılırsın.. aslında biliyorsun yapman gerekeni, ama bilinçaltı engeli vardır ya her iyiye gidişinde seni geriye çeken, durduran.. işte öyle bi'şey.
daha çok "anlam" a ihtiyaç duymaktır, varolduğu kadarını kabul etmemektir. sorgulamayı, yorumlamayı ve yaşamayı eşzamanlı yapamamaktır. zaman zaman hayatını durdurmak, zaman zaman akmasına izin vermektir. tarafsız bölge gibidir, hayata dair pek çok şey düşünürken anlatamamaktır. bazen anlatamamak bazen anlaşılamamaktır. ardı çok hareketli olan bi dinginliktir. bu da böyleyse ben yokum öyleyse dediğin noktadır.
duygudur aslında, pek de anlatılamaz.

(bkz: işte öyle bi şey)
(bkz: agnostic)
mal gibi ortada kalmaktan kat be kat daha zor bir kalış biçimi.
eşiklerin bilirkişisi olma durumu. ne gidebilme, ne kalabilmenin acılı durumu. ne oralı, ne buralı olma durumu. ne yazık ki sıcak soğuk arasında ılık ve serin bile hissedememe durumu.
bir dur-um. eylemsizliğin anavatanı. ne yapsam ben ah ne etsem'in fişekleyicisi. son kertede, her şeyken hiçbir şey olamama durumu.
ne gidebilmek ne kalabilmektir.
ne düşündüğün gibi yaşamak ne de yaşadığına ait olmak. herkes köşesini kaparken, ruhsal tatminsizlikler içinde boğulmak.
uç sevinçleri ve hüzünleri, hayal kırıklıklarını yaşamadan, hiçbir zaman esas oğlan olamadan, seyircisi kalarak kenarından köşesinden, yine de bir şekilde içinde olmak ve izlemekle yetinmek. bazen çok düşünmekten bazen çok bilmekten ya da bildiğini sanmaktan bazen de hiçbir biçilmiş nesneyi üzerine uyduramamaktan zorunlu bir kalış şekli. her zaman yük, her zaman rahatsız.
(bkz: araf süresi)
kendini bir yere ait hissedememektir, bir yandan özgür hissedersin her şeyi yapabilecekmişsin gibi bir yandan da içinden bir şeyler tutsak eder ulaşamazsın o özgürlüğe.
adımları iz bırakmadan atmaktır.
geçmişi silip, gelecekten bir beklenti duymamaktır.
yitirilmiş benliği aramaktan yorulmaktır.
ve durmaktır artık olduğun yerde.
ağlayan bir ses vardı telefonun diğer ucunda...

güçlükle, "hamileyim" dedi.

buz gibi bir mantıkla,"doğurmayı düşünmüyorsun herhalde!" dedim.

hıçkırıkları arasında "karnımda canımdan bir parça var! ben ondan nasıl vazgeçerim?" diyordu...

sessizlik oldu...

o, o sessizlikte parçalanıyordu... köşeye sıkışmış yaralı bir kedi yavrusu çaresizliğinde kıvranıyor, acı çekiyordu.

bense, içim delice sızlasa da, hayatına yeni parmaklıklar getirip, onu bir daha asla kurtulamayacağı zindana kilitleyecek olan kararından vazgeçirmeye çalışıyordum.

evet minicik bir can vardı karnında. tüm masumiyetiyle can buluyordu oracıkta. bense en sevdiğim arkadaşıma onu öldürmesini öneriyordum. o an için ben de ölmek istedim. hayat ne kadar da acımasızdı.

keşke büyük bir sevinçle, "yaşasın! yeniden teyze mi oluyorum? tebrik ederim tatlım!" diye neşeyle şakıyabilseydim...

keşke,
yeni güne uyuşturucu kullanarak başlayan,
bir önceki evliliğinden olan oğlunun yüzünü görmeyi arada sırada yapılması gereken bir mecburiyet olarak gören,
"evine gel" dediği için, bir süre önce hastalıkta sağlıkta yanında olacağına söz verdiği eşini döven,
kazandığı üç kuruşu sokak fahişelerine yediren,
onu haketmeyen bir adam olmasaydı keşke!
bu her şeyden habersiz anneciğinin karnında hayat bulan masum miniğin babası...

arada sırada uğradığı evine bir gün sarhoş gelip, içki kokan ağzı ve uyuşturucudan sersemlemiş bedeniyle sahip olmuştu karısına. ve bu masum ruh o gün düşmüştü bu yüzü gülmeyen kadının rahmine. ne acı!

onu öldürmesini öneriyordum en sevdiğim arkadaşıma. küretajdı adı bu vahşi cinayetin. aldırmalısın diyordum. sanki kuaföre gidip kaşlarını aldıracakmışcasına...

peki ya yaşaması?

o daha günah değil miydi?

5 yaşındaki yavrusuna, bin bir parasızlık, bazen moraran gözler ve evine uğramayan bir kocayla bakan kadına yazık günah değil miydi?

aklı erdiğinde ilgilenmeyecek, rol model olarak şiddeti, uyuşturucuyu öğretecek bir babayla yaşam bulmak, gözü yaşlı çaresiz bir anneyle yaşamak, nasıl bir yere geleceğinden habersiz bu minik meleğe günah değil miydi?

ne zor bir karardı...

işe yaramayacak saçma teselli cümleleriyle cinayet önerimi karıştırıp cümleleri uç uca eklerken kanıyordum...

o, canından bir parçayı mezara mı, yoksa bu mezardan beter yaşamamı göndereceğini düşünüyordu...

med cezirlerde sürüklendik.

mucize bekledik. her şey düzelsin istedik. ama mucizeler yalnızca masalarda oluyordu ve biz masal kahramanı değildik.

yedi gün yedi gece düğün yapmamışlardı,

sonsuza dek mutlu da yaşamayacaklardı,

bu bebek de birbirini çok seven prensesle prensin aşk meyvesi değildi.

sarhoş ve uyuşuk bir spermin mecburi açılan bacaklar arasında kendine bulduğu adresti...

masalda değildik. masum meleğin yaşamı, yaşama başladığı gibi olacaktı.

aşikardı...

ağladık...

içinden çıkamadığımız kör bir kuyuydu telefon konuşmamız.

daha da derine sürüklenerek kapattık...
sohbet muhabbet gırla, ikramlar falan eşsiz hele bir çayı var namussuzun iç iç doyamazsın, işte sabah 5 falan olunca uyuma vakti tabi, birde güzel yatak hazırla ki sorma, kuş tüyü yastıklar falan. işte arafta kalmak böyle konforlu bişeydir
zaman zaman ne bu dünyaya ait dişe dokunur bir iş yaparsın ne de diğer tarafa dair kendini iyi hissettirecek bir icraat... kendini son derece işe yaramaz ve gereksiz hissettiğin anlardaki duygudur; ne ait bu dünyaya, ne layık öte tarafa, işte o an olduğun yerdir araf...
(bkz: hapşırmak isteyip hapşıramamak)
--spoiler--
şimdi bu pokemonlar poke topundan çıkarken bi ışık hüzmesi çıkıyor ya,biz o sırada poke topunu kırsak araftamı kalıyor.
--spoiler--
büyüdüğünüz soluk aldığınız toplumun dışındaki bir olguya gönül vermişseniz başınıza gelecek olandır.
gay olmak.
(bkz: borderline personality disorder)
askerlik öncesi kendini bir yere ait hissedememe duygusudur.
girdiğin entryyi 3 kişi beğenip 3 kişi beğenmeyince yaşanılan durum.
kendimle kendim arasında arafta kalmak diye bir şey yaşıyorum şu an.
Adminin fixlemesine kadar kalacağımız bug yeridir.
Dean winchesterın 1 yıl castielle beraber leviathanlarla beraber takıldığı mekan.
sarışın mı esmer mi??? of ya arafta kaldım.