arafta kalmak

ağlayan bir ses vardı telefonun diğer ucunda...

güçlükle, "hamileyim" dedi.

buz gibi bir mantıkla,"doğurmayı düşünmüyorsun herhalde!" dedim.

hıçkırıkları arasında "karnımda canımdan bir parça var! ben ondan nasıl vazgeçerim?" diyordu...

sessizlik oldu...

o, o sessizlikte parçalanıyordu... köşeye sıkışmış yaralı bir kedi yavrusu çaresizliğinde kıvranıyor, acı çekiyordu.

bense, içim delice sızlasa da, hayatına yeni parmaklıklar getirip, onu bir daha asla kurtulamayacağı zindana kilitleyecek olan kararından vazgeçirmeye çalışıyordum.

evet minicik bir can vardı karnında. tüm masumiyetiyle can buluyordu oracıkta. bense en sevdiğim arkadaşıma onu öldürmesini öneriyordum. o an için ben de ölmek istedim. hayat ne kadar da acımasızdı.

keşke büyük bir sevinçle, "yaşasın! yeniden teyze mi oluyorum? tebrik ederim tatlım!" diye neşeyle şakıyabilseydim...

keşke,
yeni güne uyuşturucu kullanarak başlayan,
bir önceki evliliğinden olan oğlunun yüzünü görmeyi arada sırada yapılması gereken bir mecburiyet olarak gören,
"evine gel" dediği için, bir süre önce hastalıkta sağlıkta yanında olacağına söz verdiği eşini döven,
kazandığı üç kuruşu sokak fahişelerine yediren,
onu haketmeyen bir adam olmasaydı keşke!
bu her şeyden habersiz anneciğinin karnında hayat bulan masum miniğin babası...

arada sırada uğradığı evine bir gün sarhoş gelip, içki kokan ağzı ve uyuşturucudan sersemlemiş bedeniyle sahip olmuştu karısına. ve bu masum ruh o gün düşmüştü bu yüzü gülmeyen kadının rahmine. ne acı!

onu öldürmesini öneriyordum en sevdiğim arkadaşıma. küretajdı adı bu vahşi cinayetin. aldırmalısın diyordum. sanki kuaföre gidip kaşlarını aldıracakmışcasına...

peki ya yaşaması?

o daha günah değil miydi?

5 yaşındaki yavrusuna, bin bir parasızlık, bazen moraran gözler ve evine uğramayan bir kocayla bakan kadına yazık günah değil miydi?

aklı erdiğinde ilgilenmeyecek, rol model olarak şiddeti, uyuşturucuyu öğretecek bir babayla yaşam bulmak, gözü yaşlı çaresiz bir anneyle yaşamak, nasıl bir yere geleceğinden habersiz bu minik meleğe günah değil miydi?

ne zor bir karardı...

işe yaramayacak saçma teselli cümleleriyle cinayet önerimi karıştırıp cümleleri uç uca eklerken kanıyordum...

o, canından bir parçayı mezara mı, yoksa bu mezardan beter yaşamamı göndereceğini düşünüyordu...

med cezirlerde sürüklendik.

mucize bekledik. her şey düzelsin istedik. ama mucizeler yalnızca masalarda oluyordu ve biz masal kahramanı değildik.

yedi gün yedi gece düğün yapmamışlardı,

sonsuza dek mutlu da yaşamayacaklardı,

bu bebek de birbirini çok seven prensesle prensin aşk meyvesi değildi.

sarhoş ve uyuşuk bir spermin mecburi açılan bacaklar arasında kendine bulduğu adresti...

masalda değildik. masum meleğin yaşamı, yaşama başladığı gibi olacaktı.

aşikardı...

ağladık...

içinden çıkamadığımız kör bir kuyuydu telefon konuşmamız.

daha da derine sürüklenerek kapattık...