bugün

iki cami arasında beynamaz olmak gibi birşey herhalde.
(bkz: araya kaçan boxer)
Kararsız kalmaktan çok kararların arasında sıkışmak anlamındaki söz, deyiş, tamlama. Örnek ise; haftasonu ne yapsam planında iken pazar gecesinin gelmesi ve pazartesi sendromu ile boş geçen haftasonunun arasında kalmışlık.
şimdilik araftayım.
allaha inanmak ile inanmamak arasında kararsız kalmaktır. ne tam olarak iman eder nede tam olarak inkar eder.
islam dinine göre sevapları cennete günahları cehenneme gitmeye yetmeyen kişidir.
Araf denilen ortada bir tepede kalırlar cennetliklere bakıp selam verip onlara özenirler.
Lost dizisi..
bu dünyada yaşadığım olgu.

not: obsesif kompulsif bozukluk hastalığının ileri düzeylerinde beyin işlevlerini yerine getiremez hale gelir. duyu sistemlerinin sinyallerini beyin algılayamaz hale gelir ve ruh bedenin içine sıkışmış gibi olur. dünyayla arasına bir perde çekilmiş gibi hisseder insan. kör sağır dilsiz olur. o artık yaşayan bir ölüdür. dünyadaki en ağır işkenceden bile daha zordur arafta kalmak.
sarışın mı esmer mi??? of ya arafta kaldım.
Dean winchesterın 1 yıl castielle beraber leviathanlarla beraber takıldığı mekan.
Adminin fixlemesine kadar kalacağımız bug yeridir.
kendimle kendim arasında arafta kalmak diye bir şey yaşıyorum şu an.
girdiğin entryyi 3 kişi beğenip 3 kişi beğenmeyince yaşanılan durum.
askerlik öncesi kendini bir yere ait hissedememe duygusudur.
(bkz: borderline personality disorder)
gay olmak.
büyüdüğünüz soluk aldığınız toplumun dışındaki bir olguya gönül vermişseniz başınıza gelecek olandır.
--spoiler--
şimdi bu pokemonlar poke topundan çıkarken bi ışık hüzmesi çıkıyor ya,biz o sırada poke topunu kırsak araftamı kalıyor.
--spoiler--
(bkz: hapşırmak isteyip hapşıramamak)
zaman zaman ne bu dünyaya ait dişe dokunur bir iş yaparsın ne de diğer tarafa dair kendini iyi hissettirecek bir icraat... kendini son derece işe yaramaz ve gereksiz hissettiğin anlardaki duygudur; ne ait bu dünyaya, ne layık öte tarafa, işte o an olduğun yerdir araf...
sohbet muhabbet gırla, ikramlar falan eşsiz hele bir çayı var namussuzun iç iç doyamazsın, işte sabah 5 falan olunca uyuma vakti tabi, birde güzel yatak hazırla ki sorma, kuş tüyü yastıklar falan. işte arafta kalmak böyle konforlu bişeydir
ağlayan bir ses vardı telefonun diğer ucunda...

güçlükle, "hamileyim" dedi.

buz gibi bir mantıkla,"doğurmayı düşünmüyorsun herhalde!" dedim.

hıçkırıkları arasında "karnımda canımdan bir parça var! ben ondan nasıl vazgeçerim?" diyordu...

sessizlik oldu...

o, o sessizlikte parçalanıyordu... köşeye sıkışmış yaralı bir kedi yavrusu çaresizliğinde kıvranıyor, acı çekiyordu.

bense, içim delice sızlasa da, hayatına yeni parmaklıklar getirip, onu bir daha asla kurtulamayacağı zindana kilitleyecek olan kararından vazgeçirmeye çalışıyordum.

evet minicik bir can vardı karnında. tüm masumiyetiyle can buluyordu oracıkta. bense en sevdiğim arkadaşıma onu öldürmesini öneriyordum. o an için ben de ölmek istedim. hayat ne kadar da acımasızdı.

keşke büyük bir sevinçle, "yaşasın! yeniden teyze mi oluyorum? tebrik ederim tatlım!" diye neşeyle şakıyabilseydim...

keşke,
yeni güne uyuşturucu kullanarak başlayan,
bir önceki evliliğinden olan oğlunun yüzünü görmeyi arada sırada yapılması gereken bir mecburiyet olarak gören,
"evine gel" dediği için, bir süre önce hastalıkta sağlıkta yanında olacağına söz verdiği eşini döven,
kazandığı üç kuruşu sokak fahişelerine yediren,
onu haketmeyen bir adam olmasaydı keşke!
bu her şeyden habersiz anneciğinin karnında hayat bulan masum miniğin babası...

arada sırada uğradığı evine bir gün sarhoş gelip, içki kokan ağzı ve uyuşturucudan sersemlemiş bedeniyle sahip olmuştu karısına. ve bu masum ruh o gün düşmüştü bu yüzü gülmeyen kadının rahmine. ne acı!

onu öldürmesini öneriyordum en sevdiğim arkadaşıma. küretajdı adı bu vahşi cinayetin. aldırmalısın diyordum. sanki kuaföre gidip kaşlarını aldıracakmışcasına...

peki ya yaşaması?

o daha günah değil miydi?

5 yaşındaki yavrusuna, bin bir parasızlık, bazen moraran gözler ve evine uğramayan bir kocayla bakan kadına yazık günah değil miydi?

aklı erdiğinde ilgilenmeyecek, rol model olarak şiddeti, uyuşturucuyu öğretecek bir babayla yaşam bulmak, gözü yaşlı çaresiz bir anneyle yaşamak, nasıl bir yere geleceğinden habersiz bu minik meleğe günah değil miydi?

ne zor bir karardı...

işe yaramayacak saçma teselli cümleleriyle cinayet önerimi karıştırıp cümleleri uç uca eklerken kanıyordum...

o, canından bir parçayı mezara mı, yoksa bu mezardan beter yaşamamı göndereceğini düşünüyordu...

med cezirlerde sürüklendik.

mucize bekledik. her şey düzelsin istedik. ama mucizeler yalnızca masalarda oluyordu ve biz masal kahramanı değildik.

yedi gün yedi gece düğün yapmamışlardı,

sonsuza dek mutlu da yaşamayacaklardı,

bu bebek de birbirini çok seven prensesle prensin aşk meyvesi değildi.

sarhoş ve uyuşuk bir spermin mecburi açılan bacaklar arasında kendine bulduğu adresti...

masalda değildik. masum meleğin yaşamı, yaşama başladığı gibi olacaktı.

aşikardı...

ağladık...

içinden çıkamadığımız kör bir kuyuydu telefon konuşmamız.

daha da derine sürüklenerek kapattık...
adımları iz bırakmadan atmaktır.
geçmişi silip, gelecekten bir beklenti duymamaktır.
yitirilmiş benliği aramaktan yorulmaktır.
ve durmaktır artık olduğun yerde.
kendini bir yere ait hissedememektir, bir yandan özgür hissedersin her şeyi yapabilecekmişsin gibi bir yandan da içinden bir şeyler tutsak eder ulaşamazsın o özgürlüğe.
(bkz: araf süresi)