raptor
294 (zehir gibi)
dördüncü nesil yazar 1 takipçi 5.70 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    sözlükte kadın erkek sayışı eşit olsun kampanyası

    6.
  1. eşitlemenin "alım"* yoluyla mı yoksa "kesim"* yoluyla mı yapılacağını merak ettiğim kampanyadır.
    6 ...
  2. asparagas

    18.
  3. medya'nın yalan asıllı da olsa ilgi çekmek adına sıklıkla kullandığı yöntemlerden biri.

    geçmiş dönem rastladığım gazete haberlerinden yaran boyutlara ulaşanları mevcut:

    - cinnet geçiren koala dehşet saçtı!

    - mouse pili değiştirirken akıma kapılarak can verdi!

    - uzmanlar uyardı: şekersiz çay parkinson yapiyor!

    ..gibi
    0 ...
  4. acmak istedigi basliga ukte susu vermek

    1.
  5. belki günlük hayatın gerçeklerinden biri değil ama "sözlük" kavramı ile hayatımıza giren tanımlardan ilginç bir tanesi.

    yazarın 1 haftadır bir başlığı açmak konusunda içi içini yiyordur. gerek konunun hassasiyeti, gerekse de "ayar yeme" potansiyeli itibariyle çekinmektedir. zira o konuyu açmak karşıt iki fikrin ortasına atlamak gibi olacaktır. ya da konu aşırı uç bir temayı işlemektedir ve görür görmez tepki gösterecek bir kitle vardır. bunların dışında ayrı olarak tamamen saçma ve gereksiz bir başlığı açma dürtüsü de sayılabilir ama onu yazarın iyi niyetli yazım isteğine dahil etmiyorum.

    dediğim kritik konu hakkında söyleyecek bir şeyleri olan yazar bütün tepkimeye kendi göğüs germek istemiyorsa, başlık açılana kadar beklemek durumundadır. ama sabır bu ve düşünceyi ifade etme isteği dizginlenemeyen bir hadisedir. tam "ne olacaksa olsun" deyip yazmaya hazırlanırken, "ukte" diye bir şeyin varlığı aklına gelir ve kafada bir ampül yanar.

    yazısını düzgünce yazar, imla hatalarını kontrol eder ve son olarak "ukte idi doldu" izlenimi veren notunu kondurur. böylece başlığın sorumluluğu bir nevi üzerinden kalkmış, hedef sapmış olur.

    etik olarak şöyledir, böyledir demeyeceğim kesinlikle mazur görmekteyim. çünkü düşüncenin ifade özgürlüğüne inanırım. ama söylediklerim gerçekten bir fikir taşıyan yazılar ve yazarlar için. yoksa "hedeyi, hödöyü g.tten s.keyim" diye bir başlığı açıp, doldurup sonra da "ukte'ydi valla" diyenin ne düşüncesini ne de kendini sallarım.

    bilmiyorum vurgulamak istediğimi tam anlatabildim mi.

    not: hani başta günlük hayatın gerçeklerinden değil demiştim ama aslında bunu; uyuz olduğunuz çocuğa girişmek için birinin dalmasını beklemeye ve karambolde yumruk atıp kavga çıkarmaya benzetebilirsiniz.

    bonus olarak:
    (bkz: cinayete kaza süsü vermek)
    0 ...
  6. yapıldığında insanı rahatlatan şeyler

    101.
  7. boş masaüstü'nde * sürekli olarak sağ tıklayıp "yenile" * demek. insan bütün stresinden arınıyor vallahi.
    3 ...
  8. giresun

    21.
  9. uzun zamandır hakkında yazmak istediğim, doğduğum, büyüdüğüm, 18 yıl yaşamımı şekillendirmiş memleketim.

    nispeten ufak bir şehirdir. çok şaşaalı olmayan, daha çok kendi halinde bir emekli kenti izlenimi verir. ilçeleri bir yana, özellikle merkezi, 15 km.lik "denize sıfır" sahil şeridiyle doğru düzgün limanı olmayan bir liman kenti gibidir. zaten şehir de denize iyice sokulmuş bir yarımadanın üzerine doğru yayılmıştır.

    sahil şeridi dediysem, hakkaten sahil şerididir. dağlar hiç utanmadan denize 90 derece yaptığından (bkz: coğrafya) yolları içeriden geçirmenin verimli yolu bulunamamış, biraz denizden, biraz etekten alınıp yer açılmış. bu nedenle araçla geçiyorsanız yol boyunca "denize 0", bazen de "denize -5" ilerlersiniz.

    işin güzel tarafı sahil boyunca yol ile deniz arasında kalan bir alanda pek çok yürüyüş yolu, park, kafe, balıkçı barınağı yer almaktadır ki yaz akşamları erkeği, kızı herkes sahil turu atar, çekirdek çitler, neşeyle muhabbet eder. ha bir de kolunuza takarsınız sevdiceğinizi denize karşı öpüşmeler, fısıldaşmalar...

    allah için yemyeşildir. yalnız yakından bakarsanız yeşilin bir kısmının ticari amaçlarla yayılmış fındık bahçelerinden ibaret olduğunu farkedersiniz. sahilde de içlerde de bu böyledir. saf çam ormanları görebilmek için daha içlere, yükseklere, tenha uçlara çıkmak gerekebilir. özellikle yayla sınırlarındaki ormanların bozulmadan kaldığını gördükçe sevinirsiniz.

    yayla tanımının en güzel örneklerine sahiptir. dupduru havayı içinize çekebileceğiniz, yüksekten, oksijen oranından başınızın dönebileceği nadide yerler.. öyle bir ortamdır ki; tepenizde kavuran güneş, serinlemek için göle girdiğiniz vakit oradan hızla geçmekte olan hınzır bir bulut tarafından ıslatılma şansınız her zaman için vardır. şahsen ağustos ayında dolu yemiş bir insan olarak yükseklerde iklim değişimlerinin çok hızlı olduğunu söyleyebilirim. bir de yaylalarda mevsim yaz bile olsa, sabah 03:00 - 07:00 arası sıcaklık 5 derecelere düşebiliyor, yataktan çıkmadan önce iki kere düşünün derim.

    yayladan bahsedince "şenlik"lere değinmeden geçmek olmaz. hemen hemen her boyutta yayla ahalisinin yılın bir döneminde şenliği vardır. ve bu günler hem kültürel, hem ticari, hem de sosyal bir içerik taşır. ilginç bir şekilde neredeyse herkesin ya akraba ya da komşu olduğu bir toplum düşünün ki ilişkilerindeki samimiyet, doğallık bu günlerde tavan yapar. irili ufaklı yiyecek ve hediye pazarları, oyun grupları kahkahalar atan mutlu insanlarla dolup taşar. kafanızın neredeyse bulutlara değdiği bir yükseklikte ormana karşı yapılan mangalın tadı da hiçbir şeyde yoktur.

    bu kadar uzun sahili olan bir şehirde deniz vazgeçilmezdir. neredeyse her ev deniz manzaralı sayılabilir. yazın balkonlarda yapılan kahvaltılar, gece serinliğinde yenen karpuzlar ve martılarla girilen yakın münasebetler hep bu denizin eseridir. yalnız bahsi geçen deniz karadeniz'dir, hesabı şaşırmamak lazımdır. hiçbir denize benzemez, hırçın bir aşık gibidir. nasıl davranılacağını bilmezseniz tek bir dalgasıyla kıyıya çarpar, kulağına uygun sözleri söylemezseniz sizi dibe oturtur. iyi yüzmek mecburidir ancak yeterli değildir. işin üzücü yanı, çocukluğumdan beri devam eden "karadeniz sahil yolu" projesi nedeniyle tüm bu sahilini kaybetme tehdidi altındadır. bu sahille ilgili çok komik bir durum da denizin üzerine yapılmak istenen ütopik "orgi havaalanı"'dir. hangi maceracı mühendisin, hangi şehir planlamacısının aklından çıktı bilinmez ama dünyada eşine az rastlanan "denizi doldurup havaalanı yapma" fikri, tarihe altın harflerle geçmesi gereken bir "laz"lıktır. 6 metreye ulaşan dalgalarıyla zaman zaman şehri bile sular altında bırakan karadeniz uçaklara acır mı be!

    giresun söz konusu olduğunda çok ilgi çekici bir nokta vardır ki tüm karadeniz illeri içerisinde eğlenceye en düşkün, en fazla sosyal mekana sahip yerdir. kafeler, sahil lokantaları bir yana, diskoları, barları ile geceleri ışıl ışıl geçen ve promil sınırlarını en çok zorlayan şehirlerdendir. genel olarak halkının rahat ve sıcak tavırlı olmasıyla alakalı olabilir.

    eğitim ve okul hayatı bakımından da hoş detaylar içerir. sahip olduğu tek anadolu lisesi!:giresun hamdi bozbağ anadolu lisesi!: yıllarca gurur kaynağı olmasına rağmen son dönemde eski ihtişamından eser kalmamıştır. bir dönem türkiye dereceleri çıkartan ve en iyi fen liselerine öğrenciler gönderen ilde artık başarı oranı epey düşmüş durumdadır. yine de ortalamanın üzerinde donanımlı bireyler ve öğretmenler yetiştirmesi ile göze çarpmaktadır. son zamanlarda yapılması planlanan tartışmalı ek üniversiteler için düşünülen illerden biridir. bir de 35 ayrı noterden tasdikli olmak üzere, çok güzel, melek gibi kızlara ev sahipliği yapar, göz kamaştırıcıdır.

    bunun dışında tüm mağazaları bir arada bulabileceğiniz, yokuş yukarı çıkması zahmetli ama inmesi zevkli kocaman bir caddesi vardır. neredeyse her türden dükkanı, kafeyi, salonu içermesi ile ünlüdür. yorulmayıp bu yokuştan yukarı devam ederseniz kendinizi güzel tarihi mekanlardan "giresun kalesi"'nde bulursunuz. hem stratejik hem nostaljik bir seyir için mükemmel bir alandır.

    son olarak değinmek istediğim nokta iş imkanları ve çalışma alanlarıdır ki en üzücü durum burada kendini gösterir. fındık harici alanlarda üretim açısından çok verimli olmayan şehir bu nedenle sürekli gönderen, tutmayan taraftır. yetiştirdiği insanlar tarafından bu kadar sevilmesine, değer verilmesine rağmen asla çalışıp yerleşmek adına bir alternatif olamamıştır. öğretmenlik ve sağlık dışında çalışma imkanı sunmayan bir sistemi olması bizim gibi bireylerini biraz hüzünlü yapar. genelde verilen sözler: "bekle beni, emekli olduğumda tekrar geleceğim" şeklindedir...

    olumsuzluklarına rağmen çok sevdiğim, beni ben yapmış, çocukluğumu bir düşe çevirmiş şehir. tekrar görüşmek üzere...
    22 ...
  10. büyüdükçe hayallerin küçülmesi

    15.
  11. bir zamanlar top oynadığın, koş koş bitmeyen boş arsanın ancak bir bina temeline yettiğini görürsün. halbuki o eğri büğrü taşlık saha ne dünya şampiyonası finalleri görmüş, taş ve pet şişeyle yaptığınız o kale nice altın gollere sahne olmuştur.

    içinde her şey var zannettiğin büyülü mahalle bakkalının karşıya açılan tek "m" migros sebebi ile kepenk kapattığını farkedersin. yaşlı amcanın dipsiz dehlizlerden oluştuğunu sandığın şeker ve cips madenleri aslında yanyana tutturulmuş iki raftan ibarettir. arkadaşlarınla yaptığın "olm o dükkan benim olsa sonsuz tane "halley" yerim, yorulmam" - "o da bişey mi ben 510 tane "eti cin" yerim doymam" sidik yarışları şimdi çoook uzak gelir. bir zamanlar bayramdan bayrama yediğin, kağıtlarını bile atmaya kıyamadığın çikolataların, şekerlerin upuzun raflarda önemsiz birer kum tanesi gibi sıralanmasına hayıflanırsın.

    aslında hayaller değildir küçülen ama kurmak istediğin düşlerdir boyutlarını azalttığın. büyük binaları, dev sistemleri ve sorumlulukları verip de geri almak istediğin minik parıltılar, anlamlardır belki de ufkunu küçülttüren.
    bir zamanlar göz kamaştıran hatıraların karanlık koridorda hafifleyen yankı gibi eriyordur. tutunduğun değerler avuçlarından sıyrılırken, sayıkladığın isimler, yüzler netleşmiyordur bir türlü.

    büyümüşsündür, hayalini kuracağın pek bir şey de kalmamıştır zaten..
    0 ...
  12. google a baktik beyefendi siz bir hicmissiniz

    1.
  13. Bir gazetenin * yaptığı araştırma sırasında 24 yıllık trafik polisi, sürücülerden yakınır. Karşısına her gün "Sen benim kim olduğumu biliyor musun" diyen birçok kişinin çıktığını anlatır: "Lüks otomobiller kullanıyorlar. Çoğunun mesleği, işi yok. ikinci cümleleri genellikle haritadan kendine yer beğen, olur. Olmazsa rüşvet teklif ederler."

    Ardından geçenlerde yaşadığı ilginç bir olayı naklediyor: "Gece vakti yolda zikzaklar çizerek gelen BMW'yi durdurdum. Adam sarhoş. Konuya doğrudan girdi. Kim olduğumu biliyor musun, deyiverdi. Bu sırada telefonum çaldı. Kızım arıyordu. Üniversiteye hazırlanıyor. Bilgisayarın karşısında ders çalışıyormuş. Google'a gir ve Ahmet B. (sansürlü) kimmiş bir bakıver, dedim. iki dakika sonra aradı. Hiçbir bilgi çıkmamış. Adama döndüm. Google'a baktık beyefendi, siz bir hiçmişsiniz, dedim..."

    kaynak : http://hurarsiv.hurriyet....7428&tarih=2006-06-11

    gülmekten yerlere yatıran bir ibretlik. çağımız hödüklerine teknolojinin bir şamarıdır google. çok yaşasındır..

    bir de konu ile alakasız ama polisin "bilgisayar karşısında ders çalışan kızı" da ayrı bir muamma.
    6 ...
  14. kıçından sallamanın en güzel örneği

    46.
  15. - oğlum ben bizim arabayla 170 yaptım.
    - ne var ki ben o kadar hızlı gidiyordum ki yanından geçtiğim arkadaş plakayı okuyamadı.
    - (gaza gelen cengaver) o da bi şey mi; ben geçen gün o kadar hızlı sürüyordum ki araba virajı alamayıp denize uçtu, suda 2 kere sekip karşı kıyıya çıktı.

    (bkz: oha be prekazi)
    2 ...
  16. kız ve erkek öğrencinin aynı evde yaşaması

    6.
  17. pekala kardeş de olabilir bu elemanlar. heyecana gerek yok.
    2 ...
  18. fabrikasyon erkek

    1.
  19. psikolojide ilginc korkular

    6.
  20. beni şahsen üç şey tedirgin eder. birincisi vapurlardan inişlerdir ki, bunca yıllık istanbulluyum ne yapsam ne etsem başkalarının o lakayıt, ben bunu gözüm kapalı, iki elim arkada ve de sekerek yaparım tercümeli umarsızlıklarına eremedim.

    zaten normalde rahatsız olduğum bir ortam. içeri desen boğunuk, mecburen açık iskeleye kuruluyorsun. tam ohh, pufur pufur eser nefis, temiz hava diyecekken 10 yüzbin kişi aynı anda, senkronize bi şekilde sigaralarını yakar ki, görsen bunlara vapur dışında sigara yasağı var sanırsın. almak istediğin hava, suratına %70 oranında nikotin olarak çarparken kız kulesi, boğaz, topkapı teselli olur.

    ikincisi imza atarkendir ki, şaşırmayın ayıplamayın ne zaman resmi bir evrağa, alışveriş sonrası fişe hatta sınav kağıdına imza atacak olsam; ulan, şimdi imzam öncekilere benzemezse tutarsız durumuna düşer resmi haklarımı kayıp mı ederim şeklinde işkillenirim. bi çırpıda hızla atacaksın. yarı yolda "i" nin üstünde bi kere yavaşladın mı, bi daha aynı frekansı zor yakalarsın. hele çalıştığım işte, yeni yeni imza yetkisi denen angaryayı da bana yüklediler ki evlere şenlik. meğer noterden imza beyannamesi istemelerinin arkasında bu tuzak yatıyormuş. noter dedim de, o anki halim fotoğraflıktı. balıktan korkan adama bi kova yeni yakalanmış balık verip, hadi çıkar ağızlarındaki kancaları denmesi gibi. birbirinin aynı 12 imza istediler. hayır, normalde çizimi şahane adamım, bakarak mona lisa bile çizerim ama bi attığım imzayı bi daha atamıyom arkadaş ya! neyse böyle perspektif atıp, hafif gölgelendirmeler felan verdim de farklılıklar biraz yumuşadıydı.

    üçüncüsü de kan vermektir. hayır, grubum zaten ab rh- bi kere bakarsın olur biter, dünya üstünde kan grubu değiştiren adam da görmedim, ısrarla istenen kan grubu kartı nedir, neye yarar? zaten gruptan bahtsız doğmuşuz. yarın öbür gün lazım olsa verecek zerre adam tanımıyom. kendim iki kere verdim ama. verdikten sonra isim, tel ve adreslerini aldım hemman. bugün sana yarın bana, zaten ab rh- topu topu kaç kişiyiz şu ülkede.

    her biri zaten ayrı ayrı bela. allahım nolur, vapurda kan verirken imza atmamı gerektirecek bir durum yaratma. amin.

    ha, bir de yürüyen merdivenlerin zemindeki düzlükle birleştiği kısım var ki ondan zaten herkes tedirgin. bütün insanlar tam orada ileri bakarmış gibi yapıp çaktırmadan ayak uçlarını kestiklerinden, kendimde utanılacak bir durum görmüyorum.
    1 ...
  21. fransa nın cezayir den özür dilemeyi reddetmesi

    1.
  22. Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin sömürge dönemi yüzünden Cezayir'den özür dilemeyi bir kez daha reddetmesi ile yinelenen tavrı. "geleceğe odaklanmak gerektiğini" belirterek gençlerin geçmişten ziyade geleceğe baktığını da eklemiş bu devlet erkanı.

    yine aynı devlet ve uzuvları değil mi sözde ermeni soykırımı'nı inkarı suç sayan yasayı kabul eden. bizim gençlerimiz de geleceğe huzurla, güvenle bakmak isterken "hayır bakamazsınız" diye ayaklarımıza prangalar vuran.

    ab, kültür, özgürlük ve medeniyet bu açıdan bakınca ne kadar çirkin duruyor değil mi?

    not: belki bilmeyenler vardır; Cezayir'in Fransa'ya karşı verdiği 1954-1962 yılları arasındaki bağımsızlık savaşında yaklaşık 1.5 milyon kişi öldü.
    10 ...
  23. ateşi bulan insanların ilk sözleri

    141.
  24. - iyi güzel yanıyor da, şimdi bunu söndürmek için de bişey bulmak lazım.
    --- tavuk atalım?
    - olur afiyetle de yeriz hem.
    --- kafasına vuralım.
    - ateş lan bu! ne kafası?
    --- dua edelim?
    - bilimle dini karıştırmaaaa!
    --- e o zaman ne yapacaz?
    - hmm.. suyu bulalım o vakit.
    --- yani abi bu devirde, bu teknolojiyle oksijen, hidrojen filan biraz kasar bizi..
    - lan olm koş dereden bi kova su getir kırmiym kafanı!
    --- tamam abi ne kızıyosun.
    0 ...
  25. her gun yeni bir seylerden vazgecmek

    1.
  26. bazen insan günlük koşuşturmadan sıyrılıp, yaşamın kıyısına saplanıyor. durağanlığın getirdiği depresiflikten kurtulmak için, tekrar akıntıya kapılmamı sağlayacak bir olayı çaresizce bekliyorum; hayatı yaşamak yerine, kıyıdan, akıntıya kapılanları seyrediyorum:

    7. kattan ufacık görünen insanlar, her birinin ayrı bir dünyası var: milli piyango bayisi yine insanları trilyoner yapmak için tezgâhı kurmuş. simitçi de insanların açlığını giderme telaşında. bazı tırsaklar üst geçiti kullanıyor, bazı uyanıklar da ilk ezilen kendisi olmayacak şekilde yolun daha gerisinden karşıya geçiyor. istanbul;da öğrendiğim şeylerden biri de hiç bir şoförün beni ezebilecek kadar cesur olmadığı, en azından şu ana kadar karşılaştıklarımın; karşıya geçmeniz gerekiyorsa tek yapmanız gereken yola atlamak. en fazla yedi ceddinize söverler...

    ellerde poşetler tüm hızıyla tüketim çılgınlığı; önümdeki bir dergide de bunu destekleyici bir yazı: hangi burca hangi hediye verilmeli?

    büyükşehir çalışıyor. "istanbul artık rengarenk" şeklinde bir imaj empoze etmeye çalışılsa da gri renk hâkim her tarafta. yeşil olan sadece halk otobüsleri ve bir kaç çam fidanı; sarı lalelerdense eser kalmamış, aşkolsun mfö...

    "...bir inansam, sevdiğine, dünya benim olurdu;" diyor biri. inanmak da yetmiyor a dostum yeri geliyor.

    radyoda çelik "derdin ne anlamadım ki" diyo...
    ben de soruyorum bu soruyu kendime: benim derdim ne ola ki? benim olayım ne bu gezegende.

    ne güzel türkiye'nin iyi üniversitelerinden birinden çıkışlıyım ve öyle ya da böyle bir gelecek beni bekliyor.

    " ya iyi de orta doğudaki genel seviyenin üzerinde olması iyi bir eğitim verdiğini gösterir mi?"
    -"hem bu ülke insana gereken değeri vermiyor."
    - peki sen bu ülkeye gereken değeri veriyor musun şaşkın kardeşim?

    yalan değil. öğrencinin her şeyini kontrol etmeye çalışan gereksiz bir disiplin anlayışı, bilim adamı yetiştirme yerine protein ismi ezberleten moronlaştırma çabaları da cabası...
    ve hep sorulan şu soru : "mezun olunca napıyosunuz abi siz???"
    "florasan değiştirip, kumanda tamir ediyoz birader." (elektronik ve haberleşme mühendisi)

    çocuklar ağlayınca emzik verip susturuyorlar. acaba emzik eksikliği mi yaşıyorum? bir sigara da ben mi yaksam herkes gibi?

    "keşke çocukluğum bir gün dönseydi, büyümenin başıma neler getirdiğini haber verecektim." diyorum.

    yoksa herşeyi bırakıp öğretmen mi olayım. ama çocuklar okuyup da ne yapacaklar? ben 17 yıldır okuyorum da ne oldu, adam mı oldum?
    "senin adam olamaman onların da olmayacağı anlamına gelmez."
    bak bak! neler de biliyormuş. ayda 800 milyonla sürünürken borç isteme ama, vermem..

    hayatın anlamı filan beni aşar. kendime bazı saplantılar bulup bunlarla ugrasıcam.

    "bilmek azaptır" ve "ignorance is bliss"
    ve ben artık bilmek istemiyorum. anlamaktan vazgeçtim...
    1 ...
  27. tetriste sokumluk çubuğu yan yatırmak

    1.
  28. pek sık yapılamayan hamle, bir nevi artistlik. bir kaç halde mümkündür.

    a) oyunun başıdır ortalık süt limandır.

    b) akıllıca yıkımlar sonrası kabak gibi boşluk açılmıştır.

    c) hayvan gibi kasıp kalanı bir kenara yığmış hep bu anın gelmesini beklemişsinizdir.

    not: dikine sokmak kadar tatmin etmez ama insanın kendine güvenini tazeler.
    7 ...
  29. anne oğul diyalogları

    15.
  30. doğuştan bir üşengeç olarak, bilgisayarımda dosyalar sağda solda plansız programsız, karman çorman durur. bu durum annemin de dikkatini çekmiş olacak ki bi gün arkamdan monitöre eğilip;

    anne: pühh rezil! şu "masaüstü"nün haline bak. yok yok, sana bi kız şart oldu.
    ben : .........!?!!?.. (kitlenmişim)

    hem "espri", hem "laf sokma", hem de "teknoloji"yi bir potada nasıl erittin anne!?
    13 ...
  31. insanın büyüdüğünü anladığı an

    209.
  32. ne ergenlik, ne de boy...

    ne zaman ki 0.5 kalemimize uç ararken mahsustan "0.7 ucu olan var mı?" diye sormayı, "yok ya, benimkisi 0.5" diyenlere atlamayı öğrendik, işte o zaman, büyüdük.
    2 ...
  33. sudan cikarken sortun vucuda yapismasi

    1.
  34. bu mevzuda kızlar da erkekler kadar dertli midir bilemem. ama bikiniler, mayolar zaten vücudu saran parçalar olduğundan sanırsam bu problem bize özel.

    kış boyunca deniz özlemi çekmiş bünye mayıs sonu demeden soluğu havuzda, denizde alır. giyer şortunu bırakır kendini serin sulara. sudayken her şey iyidir güzeldir de, sudan çıkış biraz sancılı geçer erkek adamda. elleri havuz kenarına dayayıp tek hamlede kendini yukarı da çekse, köpüklü dalgalarla kıyıya da vursa bir problem vardır. suyu çeken, ağırlaşan deniz şortu bedene yapışır ki adeta tek yürek, tek vücut olmak ister. hadi engin sulara nişanlanmış arkayı geçtim, bir takım şahsa özel parçalar salı pazarında tezgah misali vitrin olur, görücüye çıkar. artık şortu tutup kabartır mısın, ceplerden tutup silkeler misin uğraş dur.

    buradan yetkililere sesleniyorum: saniyesinde kuruyan deniz şortu yapılsın.
    1 ...
  35. pimi çekilmiş bomba

    4.
  36. dönem başından beri gitmediğiniz bir dersin vizesi gibidir.
    siz ne zaman olduğunu bilmiyorsunuzdur, ama o her an patlayabilir.

    (bkz: ters mantık)
    0 ...
  37. beklemek istemiyorsaniz burayi tiklayiniz

    1.
  38. bazı web sayfalarında art alanda işlem yapılırken çıkan arayüz yazısı. "abi çok kastıran bir yükleme var, sıkılma diye de buton koyduk" demeye getirirler. yalnız anlamadığım nokta; o link neden vardır? oraya bastığımızda sayfa daha mı hızlı açılır? peki o zaman kimsenin beklemek istemediği öngörülüp doğrudan yönlendirme neden yapılmaz da seçim şansı sunulur?

    durak mı lan bu? niye beklemek isteyeyim?!
    1 ...
  39. sözlük yazarlarından karikatürler

    3.
  40. bir kaç karalama ile naçizane destek olacağım proje.

    çalışmanın ismi : "paint'in gözünü seveyim", yahut "reklam sektörüne mühendislik bir yaklaşım"

    https://galeri.uludagsozluk.com/r/111768/+
    4 ...
  41. farkinda olmadan ezilen tarafi tutmak

    1.
  42. öncelikle belirteyim uzun bir yazıdır, gereksiz işlere harcayacak bol bol boş vaktiniz yoksa okumaya değmez.

    insan ruhunun yıllardır çözemediğim ender işleyişlerinden bir tanesidir bu. mantıksal olarak kazanacak tarafın güçlü ve potansiyel muzafferliğini bir kenara bırakmak, kaybeden ve aciz tarafın yeniden dirilişini görmek istemek için hasta olmak lazım zannımca. ama bunca yıllık hastayım halen aklımın işleyişini çözebilmiş değilim.

    bu acımadan çok öte bir duygu. daha çok kendini ezilen tarafın yerine koyma ve o anki psikoloji ile kazanan taraftan nefret etme olabilir. ilginç. pek çok kez farkında olmadan bu davranışı yaptığıma şahit oldum.

    örneğin beni ilgilendirmeyen bir maç izliyorumdur. atıyorum osasuna - deportivo lig maçı. zap yaparken denk gelmişimdir biraz bakarım. deportivo bastırıyordur, golü bulmakta da gecikmez. 2. golü de bulunca iyice rahatlayan deportivo'ya uyuz olmaya başlarım. bu rahat tavırları karşısında osasuna'lı oyuncuların çabasını takdir eder, "ulan 2 gol atsalar deportivo ne göt olur ha" diye dua ederim. nitekim çabalar sonuç verir goller peşpeşe gelir 3-2 osasuna öne geçer, deportivo ne olduğunu şaşırır.

    beni bir görseniz. alakasız bir ligin takip etmediğim maçında resmen osasuna taraftarı olur çıkarım. coşarım sevinirim. işte ne olursa ondan sonra olur. maça dönüp biraz yatışınca aslında deportivo'nun da epey emek harcadığını farkederim. biraz zaman sonra da osasuna'nın vakit geçirmeye yönelik yavaş hareketlerine sinir olur "oynasana ulan şerefsiz" diye kızarım. maçın sonuna doğru da bir bakmışım ki "deportivo gol atsın allahım, başka bir şey istemiyorum. güldürme şu haysiyetsiz osasuna piçlerini" demişim.

    (stop)

    ulan ben o ruh haline nasıl geldim. az önce osasuna'ya tezahürat yapıyor, halay çekiyordum. ne değişti?
    roller değişti.
    ezilen takım ezene dönüşünce otomatikman taraf değiştirdim.

    başka bir örnekle anlatayım.

    geyik gençlik dizisine denk gelmişimdir. dawson s creek olsun gilmore girls olsun bu kategoriye girer. ikisinde de kevaşe bir kızın etrafında dönen erkek teması işlenir. işte bu dizilerde sessiz, sakin ya da serseri, güvenilmez tipteki kazanma şansı daha az olan elemanlar benim favorimdir. nedense esas kızı bunlar alsın isterim. zaten seri boyunca hırpalanan bu delikanlılar bana daha sempatik gelir.
    yalnız ne zaman ki isteğim gerçekleşir, bu dallamalar amacına ulaşır, kenara atılan zeki, güvenilir ve her daim yardıma hazır bulunmuş olan zavallı gence karşı içimde bir acıma yükselmeye başlar. gerisi malum.

    aslında örnekleri çoğaltmak mümkün.

    - gerilerden, dış kulvardan gelen at birinci olsun istemek.
    - fakir ama mağrur delikanlı, fabrikacı babanın ağzına sıçsın istemek.

    gibi...

    bir dönem aklıma çok taktığım, herhalde bende ruhsal bir anormallik var diye düşündüğüm bu konu hakkında milletimin de benim gibi olduğunu görünce biraz rahatladım.

    misal; doğuş. ezilen, ağlak, serseri moduyla türk halkının gönlünde taht kuran bu eleman 1-2 albüm boyunca göklere çıkarıldı. ama ne zaman ki kliplerinde karıyla kızla yılan gibi dansetmeye başladı, halkım desteğini çekti, başka semalara yöneldi. "ben anadolu'nun bağrından koptum, yıkılmadım ayaktayım" tripleri de her dönem prim yapanlar arasında.

    o zaman neymiş ezilen tarafı tutmak insanın doğasında varmış.

    oh be rahatladım.

    benzer bir durum için:
    (bkz: filmdeki kötü adamları tutmak)
    2 ...
  43. anneden mind trick yemek

    1.
  44. sadece jedi'lara ait sanıyordum. meğer anneler de atabiliyormuş.

    - oğlum hiç aramıyosun bizi.
    - oha anne daha dün konuştuk.
    - olsun her gün duyacağım sesini.
    - ya olur mu her gün, insan...
    - sen bizi özlemiyosun artık ..(((zın zın zınn!)))
    - .. tamam anne her gün arayacağım.
    - hem halanlar da sana dargın.
    - niyeymiş?
    - yolunun üstünde ama uğramıyormuşsun.
    - ee.. iş, güç, okul fela..
    - bak çok üzülürler ama.. (((zın zın zınn!)))
    - şey.. tamam yarın uğrayayım.
    - afferin aslan oğlum. öptüm.
    - görüşürüz anne.

    verilen sözler kafaya dank eder!
    - ... lan!
    1 ...
  45. oynanmayan oyuncagin biri isteyince degere binmesi

    1.
  46. çocukluk döneminin sosyal çözümlemeye muhtaç davranışlarından biri bu. kendi anılarımdan yola çıkarsam; misafirliğe gittiğimiz teyzelerin kaynaşmakla yükümlü bulunduğum çocuklarında gözlemlediğim bir refleks olsa gerek.

    çocuk muzaffer bir edayla ağzına kadar dolu oyuncak kutusunu devirir, içinden dönemin teknolojisini en çok zorlayanları çıkarıp oynamaya başlar. bir yandan da sizin gözünüzün içine bakmakta ve tepkinizi, hayranlığınızı ölçmektedir. oysa ki "vrnn... zrnnn" efektleri ile takla atan robot, ya da kumandalı araba sizin pek umrunuzda değildir. yığınların arasında sağı solu çizilmiş, epeyce de hırpalanmış bir oyuncak dikkatinizi çekmiştir bile. alt tarafı bir uçak modelidir ama tanıyorsunuzdur onu. kaç sefer okul dönüşü önünden geçtiğiniz dükkanın vitrinine yüzünüzü dayayıp seyretmiş, almak üzere harçlık hesapları yapmışsınızdır. kimbilir alsanız nasıl da oynayacak, hakkını vereceksinizdir. oysa bu çocuk onu değersiz bir hurda parçası gibi kenara fırlatmıştır.

    bir göçük gibi üstüne çökmüş arabaları, legoları kenara çeker, usulca kanatlarından tutup incelemeye başlarsınız. pervanesi, yolcu kabini sizi büyüler, eziklerin, kırıkların farkına bile varmazsınız. işte ne olursa o zaman olur. sizin ilginizi bir türlü ele geçiremeyen çocuk oyuncağa bakışınızı farkeder ve tek harekette elindekileri fırlatıp yanınızda biter. siz eksik parçalarını bir bir yerine takar, kanatlarını düzeltirken küçümseyen bir duruşla sizi izler. sonunda orjinal haline soktuğunuzda ise beklenmeyen bir şey olur ve az önce burun kıvıran çocuk sanki ilk defa görüyormuş gibi elinizdeki oyuncağa saldırır. elinizden kaptığı oyuncak sanki en sevdiği şeymiş gibi triplere girer. halbuki o uçağın yıllardır oynanmadığını, kenarda unutulduğunu biliyorsunuzdur. ama yapacak bir şey yoktur, çocuk da olsa mal sahibinindir, ne isterse yapar. sesinizi çıkarmaz ve bir köşede usulca gitmeyi beklersiniz.

    işte o anlardır insanların bencilliğini ve değer yargısını anlamaya başladığınız zamanlar. ister çocuk, ister yetişkin olsun sahip olma ve paylaşma duygusunun davranışlardaki izlerini daha iyi anlamaya başlarsınız.

    ve bilmezsiniz ki sizin de evinizde sıkıldığınız için kenara atılmış, ama biri ilgi gösterdiğinde değere binecek bir oyuncak mutlaka vardır...
    4 ...
  47. stupid girls

    11.
  48. klipte küçük kızı kandırmaya çalışan "şeytan pink"'in ; moda, trend, magazin gibi popüler öğeleri kullandığını görüyoruz ki gerçekte de aynen geçerliliğini koruyan bir durumun özetidir.

    medya tarafından pompalanan güzellik anlayışına, insanları seri üretim içi boş bebeklere çeviren sosyete tanımına, birilerini idol yapmak için dayatılan magazin haberlerine, tersyüz edilen müzik ve sanat değerlerine, hatta tribüne oynayan siyasete bile ayar veren bir klip olmuş, çeken ekibin ellerine sağlık.

    finalde özenti başlangıcı malzemeleri bir kenara itip dışarıda top oynamaya giden dünya tatlısına da bir aferin verdik gönülden. kızım da makyaj çantası yerine tenis raketini seçtiğinde dilesin benden ne dilerse...
    4 ...
  49. animasyon

    3.
  50. garfik ya da modellerin canlandırılması prensibine dayanan bir tür görsel uygulama.

    kullandığı yöntemler sayesinde kendi içinde pek çok sınıfa ayrılan animasyon, gelişen bilgisayar destekli çizim ve 3 boyutlu modellemeler yardımı ile sinema da dahil olmak üzere pek çok temel taşına da destek çıkmaktadır. hatta başlı başına animasyon'a dayalı filmler bile izlemekteyiz.

    (bkz: tim burton)
    (bkz: final fantasy)
    (bkz: pixar)

    bu yöntem ile yapılmış eğlenceli kısa filmler ya da klipler de görmek mümkün.
    0 ...
  51. serenity

    7.
  52. yıllardır göğsümde duran bir ağırlığın adı.

    bir zamanlar bir firefly vardı. 9 karakterin üzerine yazılmış, dahice bir kurgunun destanı. kimi star wars artçısı dedi, kimi mütevaziliğini beğenmedi ama gelmiş geçmiş en güzel serilerden biri olma yolundaydı. daha ilk bir kaç bölümüyle nice serüvenler vaadediyordu. ama bu efsane bilinmeyen nedenlerle daha büyüyemeden öldürüldü ve gömüldü. 14 bölümlük kısa ömrünün sonu ile ben de dahil milyonlarca sevenini yasa boğdu. haksızlıktı bu! bir sürü gereksiz yapım 8. sezonlarına koşarken firefly efsanesi sessizce derinlere gömüldü. oyuncusundan yönetmenine herkes biliyordu ki paylaştıkları bu yapım sıradan bir şey değildi. hepsi etkilendi, hepsi hakkında: "hayatımda yaptığım en iyi şey" dedi gönül rahatlığıyla. haklılardı...

    uzay, alliance, gezegenler sizi aldatmasın. asla bilindik imparatorluk-isyancılar hikayesi değildi anlatılan. eski dünyanın üzerine iyi kötü kurulan bir sistemde hayatta kalmaya, onuruyla yaşamaya çalışan bir grubun yaşamıydı gördükleriniz. savaş çoktan bitmişti zaten. dünyaları kurtarmak değil, iş sahibi olmak, hayatını kazanmak için uğraşmaktı aslolan.

    her biri mükemmel aktarılmış kahramanlarımızı şöyle bir tanıdık yüzeyden. o kadar görmek bile yetti her birini olduğu haliyle kabul edip sevmemize. jayne'in bencilliğinin altındaki kalbi de gördük, mal'ın sertliğinin ardındaki kararlılığı da... daha iyi tanımayı, sırlarını çözmeyi umduk gelecek sezonlarda. ama o sezonlar hiç olmadı. apar topar bitti umutlarımız.

    dvd.sini alanlar bilir, extradan bir 15. bölüm vardır. yapım ekibinin ve oyuncuların hazırladığı bir kamera arkası. çok sevdikleri ve beraberken mutlu oldukları serenity'e ve firefly'a kendilerine has sözlerle bir veda. yıllar sonra bile olsa tekrar buluşmak üzere bir and..

    gişedeki "serenity" filmine gelirsek; son yıllarda izleyebileceğiniz en iyi bilim-kurgulardan ve filmlerden biri. tek başına bile bir şaheser. ama biz firefly mağdurları için ise bir umut. hele ki üçleme olacak söylentilerinden sonra hüznümüzü dağıtan bir geri dönüş. gerçi diziyle farklı bir kulvarda gidiyor ama özlediğimiz yüzleri ve gemiyi yeniden gördük ya o bile yeter.
    4 ...
  53. istanbul trafiği

    17.
  54. her yolun, çalışma kisvesi altında kazıldığı, 4 şerit otobanların tek tırmanma şeridinden, üstelik gidiş-geliş verildiği bir durumda zaten mecburi duracaksın, adına da istanbul diyeceksin.

    hele ki ramazan mı geldi, daha bir güzel. orada yaşamayan belki televizyondan istanbul için iftar vakti'ni ezanlar eşliğinde 19:38 görebilir ama garip bir diyardır buralar.

    istanbul için iftar vakti 14:10'da başlar. erkenden yollara düşersin ki akşam trafiğine teğet geçesin diye. iki bedaş kazısı, bir belediye yol kemçirme çalışması derken iftarı direksiyon başında açarsın besmeleyle. eee dar zamanların vazgeçilmezidir radyolar istanbulda. kanalları ve program saatlerini ezbere bilirsin, hangi şarkı kaçıncı kez çalacak diye sayarsın ömrünün en verimli ve veremli zamanlarında.

    bir de çözüm için teoriler kurarsın; anti-gravity bulsan, seri üretime geçsen rahatlar mı bu trafik, yoksa yurdumun insanı ilk gökdelene bindirir mi diye.. yahut ışınlama kuramı gelişse araba fiyatları düşer mi hesaplayaraktan.

    çok gariptir buralar, yaşamayana da anlatılmaz..
    1 ...
  55. before sunset

    9.
  56. ilk filmi izlediğimde - (before sunrise) - 17 yaşındaydım, biraz saftım. ben de onlar gibi hayattan çalacak, zamanı durduracak bir gece istemiştim. trene bineyim beni tamamlayan biri ile tanışayım, bütün bir geceyi hiç tanımadığımız bir yerde konuşarak, birbirimizi anlayarak geçirelim istedim. fazla değil, tüm bir ömre yetecek tek bir gece. ama işte ikinci film zamandan çalmanın bedelini tokat gibi yüzüme vurdu.

    6 ay sonrasında buluşamamak da vardı. kendimi jesse'nin yerine koydum ve "romantik aşk inancından tamamen vazgeçmiş olabilirim. senin gelmediğin gün.." dedim. celine'i düşündüm "içten içe ölüyorum, artık bir şey hissetmiyorum." deyişini gördüm ve bir gece için çekilen 9 yıllık acının ve boşluğun buna deyip değmeyeceğini sordum kendime. ama ikisinin de hayatlarını anlatırken öfke ve isyan dolu haykırışları arasında karşısındakine dokunmak için nasıl mücadele ettiklerini gördüm ve anladım.

    9 belki 18 yıl eziyet olabilirdi ama öyle bir anı tekrar yakaladıkları için yine de mutluydular.

    (bkz: equal trade)
    3 ...
  57. ekşi sözlük

    470.
  58. öyle ya da böyle hayatımın bir parçası. bu zamana kadar binlercesi takdir etti, bir o kadarı da yerden yere vurdu, eleştirdi zaten; ben sadece kendim için anlamını izah edeyim.

    - her şeyin başında bir "sözlük" benim için ekşi. anlamını bilmediğim, duymadığım terimler atlası bir nevi. ispanyolcada karpuz, eski dilde "su" ne demek ordan bakıyorum. geminin kıçı ne oluyor, çinekop'un büyüğüne ne deniyor ilk ondan buluyorum.

    - aslında ansiklopedim. dikkatli bakarsan almanya'nın yüz ölçümü, kaç kez dünya kupası aldığı ve kaç bin türk yaşadığı da yazıyor. fahri korutürk kaçıncı cumhurbaşkanıydı, 1997 eurovision'da kaçıncı olduk, kriket'in kuralları nedir ve daha neler neler....

    - magazin gazetem aslında. canlı yayında kim kime tokat attı, hangi ünlünün pornosu internette patladı, tuğba ünsal şu aralar kiminle "çıkıyor" ilk orada yazıyor. bu hafta gişede hangi filmler var, hangileri gitmeye değer, kimin albümü çıktı, nerede konser var, biletler kaça diye de bulabiliyorum.

    - bir bakıma televizyonum. aliye'de ne oldu, kurtlar vadisi'nde kim kimi harcıyor, avrupa yakası'nın son bölümü, televizyon makinesi'nde kimler var hep saniyesi saniyesine. üstelik digitürk'ü de çözüyor. maçlar en usta yorumcu (sözlük) yazarlardan hep canlı canlı.... skor tahminleri desen iddaa'lık..

    - eğlence merkezim. yaran fıkralar, en komik iş mülakatları, tokat gibi cevaplar, en son yiğit özgür karikatürleri istemediğim kadar... en son çıkan oyunlar, filmler, albümler, nereden edinilebilecekleri hep link link...

    - bilinmeyenler servisim. swatch reklamında çalan isimsiz şarkı nedir, otobüs durağındaki afişten bana bakan mango güzeli kimdir, istiklalde çalan etnik parça kimin eseri ve adları bilinmeyen taş gibi hatunlar silsilesi hep adlandırılmış ve anlamlandırılmış çoktan. radyoda duyduğum şarkının sözleri, tabları, bitiremediğim oyunun walkthrough'su aynen yerinde.

    işte bu yüzden hayatımın bir parçası. her yazıyı okumak zorunda değilim. her fikre katılmak, her tartışmaya sinirlenmek zorunda da değilim. ne de olsa yazdıklarıyla dünyaya iyi bir şeyler katanların yanında bu ülkenin şehitlerine dil uzatan, uyuşturucu ve türlü pisliği bir bokmuş gibi reklam eden niteliksiz yaşam formları da mevcut aynı ortamda. ama okuduklarının sana katkısı almak istediklerinle orantılı, ne eksik ne fazla..

    ve son olarak söylemek istediğim; ekşi sözlük benim için ne ise uludag sozluk de o. elbette daha genç ve yaşıyla alakalı olarak daha sınırlı bir birikime sahip, her aradığını bulamıyorsun ama herşey zamanla. sadece güzelinden getir diyerek onlarca geceyi neşe içinde sabah edebiliyorsam bu sözlük "oluyor" demektir. hepinizin katkılarıyla...
    5 ...
  59. daha fazla entry yükleniyor...
    © 2025 uludağ sözlük