bugün

before sunset

ilk filmi izlediğimde - (before sunrise) - 17 yaşındaydım, biraz saftım. ben de onlar gibi hayattan çalacak, zamanı durduracak bir gece istemiştim. trene bineyim beni tamamlayan biri ile tanışayım, bütün bir geceyi hiç tanımadığımız bir yerde konuşarak, birbirimizi anlayarak geçirelim istedim. fazla değil, tüm bir ömre yetecek tek bir gece. ama işte ikinci film zamandan çalmanın bedelini tokat gibi yüzüme vurdu.

6 ay sonrasında buluşamamak da vardı. kendimi jesse'nin yerine koydum ve "romantik aşk inancından tamamen vazgeçmiş olabilirim. senin gelmediğin gün.." dedim. celine'i düşündüm "içten içe ölüyorum, artık bir şey hissetmiyorum." deyişini gördüm ve bir gece için çekilen 9 yıllık acının ve boşluğun buna deyip değmeyeceğini sordum kendime. ama ikisinin de hayatlarını anlatırken öfke ve isyan dolu haykırışları arasında karşısındakine dokunmak için nasıl mücadele ettiklerini gördüm ve anladım.

9 belki 18 yıl eziyet olabilirdi ama öyle bir anı tekrar yakaladıkları için yine de mutluydular.

(bkz: equal trade)