bugün

27 Mart 1889'da Kahire'de doğdu. ilköğrenimine ailesiyle birlikte gittiği Manisa'da başladı. 1903'te izmir idadisi'ne girdi. Babasının ölümünden sonra annesiyle yine Mısır'a döndü, öğrenimini iskenderiye'deki bir Fransız okulunda tamamladı. 1908'de başladığı istanbul Hukuk Mektebi'ni bitirmedi. 1909'da arkadaşı Şehabettin Süleymanaracılığıyla Fecr-i Âtitopluluğuna katıldı. 1916'da tedavi olmak için gittiği isviçre'de üç yıl kadar kaldı. Mütareke yıllarında ikdam gazetesindeki yazılarıyla Kurtuluş Savaşı'nı destekledi. 1921'de Ankara'ya çağrıldı ve bazı görevler verildi.

1923'te Mardin, 1931'de Manisa milletvekili oldu. Bir yandan da gazeteciliğini ve roman yazarlığını sürdürdü. Kadro Dergisi 1932'de Vedat Nedim Tör, Şevket Süreyya Aydemir, Burhan Asaf Belgeve ismail Hüsrev Tökinile birlikte Kadro dergisinin kurucuları arasında yer aldı. Savunduğu bazı görüşler aşırı bulunduğu için Kadro dergisinin 1934'te yayımına son vermek zorunda kalmasından sonra Tiran elçiliğine atandı. Daha sonra 1935'te Prag, 1939'da La Haye, 1942'de Bern, 1949'da Tahran ve 1951'de yine Bern elçiliklerine getirildi. 27 Mayıs 1960'tan sonra Kurucu Meclis üyeliğine seçildi. Siyasal hayatının son görevi 1961-1965 arasındaki Manisa milletvekilliği oldu. 13 Aralık 1974'te Ankara'da öldü.

ESERLERi
Roman: Kiralık Konak,
Nur Baba,
Hüküm Gecesi,
Sodom ve Gomore,
Yaban,
Ankara,
Bir Sürgün,
Panaroma,
2 cilt,
Hep O Şarkı.

Hikaye
Bir Serencam,
Rahmet,
Milli Savaş Hikâyeleri.

Anı:
Zoraki Diplomat,
Anamın Kitabı,
Vatan Yolunda,
Politikada 45 Yıl,
Gençlik ve Edebiyat Hatıraları

tr.wikipedia.org/wiki/Yakup_Kadri_Karaosmanoğlu
türk romancı. 1909 yılında fecri ati topluluğunda yer aldı. edebiyat ve felsefe öğretmenliği yaptı (1916-1917). mütareke döneminde çeşitli dergi ve gazetelerde yazdığı makale ve öyküleriyle kurtuluş savaşı'nı destekledi. 1921 yılında anadolu'ya geçerek kurtuluş savaşı'nı, zaferden sonra da devrim hareketlerini kalemiyle destekledi. iki dönem milletvekilliği görevinde bulundu. yazarlığının ilk döneminde bireyi her şeyin üstünde görmüş, en gerçekçi öykülerinde bile gelenek ve görenek gibi toplumsal baskılara karşı birey özgürlüğünü savunmuştur. romanlarında toplumun bozulan, çöken yanlarını ele almıştır.

(bkz: yaban)
(bkz: kiralık konak)
(bkz: bir sürgün)
(bkz: hüküm gecesi)
(bkz: nur baba)
1889' da doğan, 1974' te vefat eden, türk edebiyatı' nın ünlü romancısı. manisa' nın köklü karaosmanoğulları ailesi' nden gelmektedir.
ilköğrenimini manisa' da, ortaöğrenimini kahire' deki fransız koleji' nde tamamladı. kurtuluş savaşı başlayınca anadolu' ya geçti. savaş alanlarında bulundu. savaşın insan üzerindeki etkisine şahit oldu. savaşın ardından milletvekili ve büyükelçi olarak görev yaptı. tiran, prag, lahey ve bern büyükelçisi olarak türkiye cumhuriyeti' ne hizmet etti. 1942 senesinde devlet hizmetinden emekli olan karaosmanoğlu, kendini edebiyat çalışmalarına verdi. 1961- 1965 seneleri arasında tekrar milletvekilliği yaptı.
1909 senesi' nde edebiyat alanına giren karaosmanoğlu' nun ilk eserlerindeki zor anlaşılır üslubu, zamanla yerini duygulu ve coşkulu bir üsluba bıraktı. üslubunun değişiminde, kurtuluş savaşımız sırasında şahit oldukları önemli yer tutmaktadır. karaosmanoğlu, milli edebiyat akımı' nın önde gelen yazarlarından olup, abdülhamit dönemi' nden (bkz: istibdat dönemi) türkiye cumhuriyeti' nin kuruluşu' na dek geçen süreyi, eserleriyle belgelemiştir. başlıca yapıtları; yaban, kiralık konak, sodom ve gomore, ankara, milli savaş hikayeleri ve zoraki diplomat' tır.
yakup kadri, onyedinci yüzyılın sonlarından başlayarak saruhan vilayeti denilen aydın ve manisa bölgesinde hüküm sürmüş karaosmanoğlu sülalesindendir.

mısır'da ibrahim paşa konağına yerleşen ve orada ikbal hanımla evlenen kadri beyin oğludur. 27 mart 1889'da kahire'de doğdu. ibrahim paşa'nın ölümü üzerine altı yaşındayken ailesiyle birlikte manisa'ya geldi. ilköğrenimine fevziye mekteb-i iptidaisinde başladı. iki yıl sonra da izmir idadisi'ne gönderildi (1903). şahabettin süleyman'la arkadaşlığı buradan gelir. ama öğrenimini tamamlayamaz. babası daha o öğrenimine başlamadan ölmüş, ikbal hanımın satılacak mücevherleri kalmamıştır. aile yeniden mısır'a dönünce iskenderiye'deki freres'ler fransız okuluna girdi. burada da bir yıl okudu.
idadi özlemi ,onu izmir'e çektiyse de, tatilini geçirmek için geldiği mısır'da (1906) jön türkler'le tanıştı. izmir'e dönmekten vazgeçti. sınavla yeniden girdiği freres'ler okulunda iki yıl sonra bakaloryasını vererek ortaöğrenimini tamamladı.

1908'de ailece yurda döndüler. istanbul'a yerleştiler. yakup kadri, mekteb-i hukuk'a girdi. ama bitirmeden, üçüncü sınıftan ayrıldı. bu arada ibsen'den esinlenerek yazdığı nirvana adlı tek perdelik oyunu yayımlanmış, arkadaşı şahabettin süleyman'ın aracılığıyla fecr-i ati topluluğuna katılmıştır. bir yandan fecr-i aticilere yönelik eleştirilere cevap vermekte, bir yandan da servet-i fünun'da küçük hikayeler yayımlamaktadır. mensur şürleri de bu ilk dönemin ürünleridir.

1912'de tüberküloza yakalandığını öğrenir. ama ancak 1916'da tedavi için isviçre'ye gidebilecek, üç buçuk yıl orada kalacaktır. bektaşilikle ilgisi de bu yıllarda, isviçre'ye gitmeden öncedir. o sıralar paris'ten yeni dönmüş olan yahya kemal'in de etkisiyle yunan ve latin kaynaklarına dayalı yeni bir sanat anlayışını savunmaya başlamıştı. ayrıca doğu mitolojisiyle de ilgileniyor, bir mistisizme yöneliyordu. bu eğilim onu bektaşi tekkesine itti, nur baba romanını yazdı gözlemlerinden yararlanarak. ama hem karşılaşacağı tepkiler, hem isviçre'ye gidişi yayımlanmasını engelledi.

1913'te ilk hikaye kitabını çıkarır: bir serencam. ama önce balkan, ardından da 1'inci dünya savaşları, bu savaşlarla gelen yıkım, yakup kadri'de bir değişime yolaçacak, sanatın şahsi ve muhterem olduğu düşüncesinden yavaş yavaş uzaklaşacaktır. mondros antlaşmasından sonra onu ikdam yazarı olarak görürüz (1919). güncel olayları izleyen, kurtuluş savaşı'nı destekleyen bir gazetecidir artık. hikayeleri de milli mücadele ile ilgilidir. daha sonra o günlerin ürünü olan makalelerini ergenekon'da toplayacaktır.

1921'de ankara'nın çağrısı üzerine anadolu'ya geçti. görevli olarak kütahya, simav, gediz, eskişehir, sakarya yörelerini dolaştı. önce mardin (1923-31), sonra manisa milletvekili oldu (1931-34). evliliği de bu dönemdedir. mutasarrıf asaf bey'in kızı, burhan asaf belge'nin kızkardeşi leman hanımla evlenmiş (11 ekim 1923); yine bu dönemde kiralık konak, nur baba adlı romanlarını yayımlamış, cumhuriyet ve hakimiyet-i milliye gazetelerinde makaleler yazmış (1923-25), tedavi için ikinci kez gittiği (1926) isviçre'den alp dağlarından başlığıyla izlenimlerini kaleme almıştır. 1932 yılı ise
yakup kadri için ayrı bir önem taşır. vedat nedim tör, burhan asaf belge, ismail hüsrev tökin ve şevket süreyya aydemir'le birlikte kadro' dergisini çıkarırlar. büyük yankı uyandıran ve tartışmalara yolaçan romanı yaban da aynı yıl yayımlanır.

başlangıçta ilgiyle karşılanan kadroda savunulan düşünceler zararlı bulunarak derginin imtiyaz sahibi yakup kadri, tiran elçiliğine atanınca (1934) dergi de kapanır. bunu prag (1935), la haye (1939), bern (1942), elçilikleri izler. tahran elçiliğinden sonra (1949-51) emekli oluncaya kadar kalacağı bern elçiliğine yeniden getirilecektir. zoraki diplomat adlı anıları bu yılların ürünüdür.

1955'te emekli olunca yurda dönerek çeşitli dergi ve gazetelerde yazılarını sürdürdü. 27 mayıs'tan sonra kurucu meclis üyeliğine seçildi. 1961'de manisa milletvekili oldu. 1957'de de ulus gazetesinin başyazarlığını yüklenmişti. 1962'de atatürk ilkelerine ters düşüldüğünü ileri sürerek chp'den istifa etti.

1965'ten sonra ise politikadan çekildi. son görevi anadolu ajansı yönetim kurulu başkanlığıydı. 13 aralık 1974'te ankara'da öldü. istanbul'da, beşiktaş'ta yahya efendi mezarlığında annesinin yanında yatmaktadır.

eserleri

hikaye: bir serencam (1913), rahmet (1923), milli savaş hikayeleri (1947).

roman: kiralık konak (1922), nur baba (1922), hüküm gecesi (1927), sodom ve gomore (1928), yaban (1932), ankara (1934), bir sürgün (1937),
panorama (2 cilt. 1953-54), hep o şarkı (1956).

mensur şiirler: erenlerin bağından (1922), okun ucundan (1940).

anı: zoraki diplomat (1955), anamın kitabı (1957), vatan yolunda (1958), politikada 45 yıl (1968), gençlik ve edebiyat hatıraları (1969).

monografi: ahmet haşim (1934), atatürk (1946).

eşitli makaleleri: izmir'den bursa'ya (h. edip, f. rıfkı, m. asım ile,1922), kadınlık ve kadınlarımız (1923), seçme yazılar (f.rıfkı, r. eşref ile, 1928),
ergenekon (2 cilt, 1929), alp dağlarından ve miss chalfrin'in albümünden (1942).

kitaplaşmamış oyunları: nirvana (resimli kitap, s. 9, 1909), veda (r. kit, s. 11), sağanak (ist. şehir tiy. ktp.), mağara (varlık, s. 12-17,
1934).
*
en taninmis romani yaban olan büyük yazar.
Batı demokrasilerini "köhne garp cemiyetleri" olarak tanımlayan bir faşizm aşığı. tipik kemalist aydın
en bilindik eserlerinden birisi " yaban " 'dır.
(bkz: yakup kadrı karaosmanoglu)
fecr-i ati ile yazı hayatına başlar, milli edebiyat ile devam eder.
önemli bir romancıdır.
realisttir.
toplumsal sorunları ve tarihsel olayları kronolojik sırasıyla anlatır.
her romanı bir dönemi anlatır.
eserleri:
kiralık konak: osmanlı'nın son dönemini anlatır.
bir sürgünde: abdülhamid'in baskılı yönetimi, jön türklerin durumunu anlatmaktadır.
hüküm gecesi: meşrutiyet dönemi ve siyasi çekişmeleri anlatmaktadır.
sodon ve gomore: istanbul'un işgalini anlatır.
yaban: birinci dünya savaşı sonrası anadolu'nun durumunu anlatır.
nur baba: tekkelerin topluma verdiği zararı anlatır.
panorama: ankara ve cumhuriyet türkiyesini anlatmaktadır.
1955'ten sonra da anıları dışında kitap yazmadı. Romanları arasında en ünlüleri Nur Baba, Kiralık Konak ve Yaban'dır. ilk romanı Nur Baba, 1922'de kitap olarak basılmadan önce gazetede yayınlandı.
Türk romancı, şair, diplomat. Bir dönem senatörlük de yapmış.
Balkan Savaşı ve I. Dünya Savaşı sırasında ülkenin içinde bulunduğu zor koşullar, sanat anlayışını değiştirmesine yol açtı. Sanatın toplumsal işlevine de ağırlık vermeye başladı. Bu ikinci dönem eserlerinde önce Ömer Seyfettin ve arkadaşlarının dilde yenileşme çabalarına karşı çıktı. Sonra Ziya Gökalp'in de etkisiyle Yeni Lisan ve Milli Edebiyat akımını benimsedi. Daha çok romancı yönüyle ön plana çıktı. Bu türün edebiyatımızdaki önemli temsilcilerinden biri oldu. Yazarlık yaşamı boyunca Batı edebiyatı özelliklerine de sıkı sıkıya bağlı kaldı. Balzac, Flaubert ve Zola'dan etkilendi.
Kahire'de doğmuş Ankara'da vefat etmiştir.Kiralık Konak,Nur Baba,Hüküm Gecesi,Sodom ve Gomore,Yaban,Ankara,Bir Sürgün,Panaroma,Hep O Şarkı başlıca romanlarındandır. Balzac, Flaubert ve Zola'dan oldukça etiklenmiş aynı zamanda edebiyat hayatı boyunca batı edebiyatının özelliklerine bağlı kalmıştır.Nirvana adlı bir oyunu olmakla beraber yazar şiirde yazmıştır.
hakkında bir zamanlar yazdığım bir şeyi paylaşmak istediğim yazar.

elitist ve oryantalist bir fecr-i Âtici: yakup kadri karaosmanoğlu

giriş

yakup kadri karaosmanoğlu, dönemi içerisinde ve günümüzde de yaşadığı dönemde verdiği eserlerle önemli bir isimdir. yakup kadri, yaban, kiralık konak, sodom ve gomore, ankara gibi romanları başta olmak üzere, şiir ve öykü alanında olduğu kadar hatıratlarıyla da ses getirmeyi başarmış bir yazardır. yazar, ikdam, kadro, resimli kitap, servet-i fünun gibi önemli tanzimat dönemi yayımlarında da görülmektedir.
yakup kadri, ayrıca milletvekili, elçi ve gazeteci kimlikleriyle de tanınmaktadır. bu denli fazla özelliği, döneme damgalarını vuracak eserleri ve eserlerinde kullanmaktan çekinmediği rasyonalist dili olan bir yazar olarak yakup kadri, çeşitli eleştirilere de maruz kalmıştır. bunların başında, yaban isimli eserinin ön sözünde kendini savunmaya çalıştığı temel eleştirilerden biri gelir: elitist ve kimi zaman oryantalist olduğu.
bu makale, başta yazarın kendi eserleri olmak üzere çeşitli kaynaklarla, bu eleştiriyi bir temele oturtmayı hedeflemektedir. yazarın kendi eserlerinin yanı sıra, çeşitli makaleler ve yazar hakkında yapılmış analizlerin, yakup kadri nin eleştirilen anlamda bir üslup sorununun olup olmadığını ortaya koyabileceği açıktır.
yakup kadri karaosmanoğlu nun, kendine güveni fazlaca olan bir yazar olduğunu da unutmamak gerekir. ayrıca başlangıçta romantik olsa da sonrasında rasyonalist akıma dahil olmuş bir yazar olarak yakup kadri nin keskin ve kimi zaman sert bir yazım üslubu olduğu söylenebilir. ancak, kimi zaman tabiat üstü kaynakların kendisine olacakları nokta nokta söylediğine inanan bir yazar için denilebilir ki; bu, öngörülen dışında bir şey değildir.

her ne kadar yazar, kimi romanlarında, döneme ait bir akım olan alafranga ve züppe karakterler kullanmışsa da, romanlarında -özellikle- halkı ve köylüleri tasvir ederken üslup olarak yarattığı karakterlerden pek de farklı görünmez. oysa yakup kadri, millet aşkını bir din gibi gören ve bu dinde peygamber olarak kendini gören birisidir. 1942 yılında chp roman Ödülü nü de kazanan yaban romanı, yazarın bu anlamda zirveye çıktığı eserdir denilebilir. düşünülmesi gereken nokta, dönemin züppecilik oynayan alafranga tiplerini, kimi eserlerinde hollanda şekeri emip, sofada uzanan, odası fransızca kitaplarla ve fötr şapkalarla dolu bir karakter olarak yansıtacak kadar olan bitenin farkında olan yazar, farklı eserlerindeyse farklı bir tutum sergileyebilmektedir.
kimi makalelerinde de yazarın oryantalizme kaçan, elitist ve üstten bakan bir üslupla tasvirlere giriştiğini görmekteyiz. makalenin ilerleyen bölümlerinde eserler mercek altına alındığında görebileceğiniz gibi, yazar, istanbul – anadolu ve benzeri ayrımlardan da öte, kimi semtlerde cumhuriyet burjuvazisinin yadsınamaz etkisiyle son derece rahat yaşarken, kimi semtleri başka ülke gezer gibi gezebilmektedir.

dönemin ideolojik etkileri

yakup kadri karaosmanoğlu veya başka bir yazar olsun, sanıyorum ki hedef tahtasına konulmadan evvel dönemin de mercek altına alınması gerekmektedir. yazarlar, tarihin hiçbir noktasında yaşadıkları dönemin etkilerinden tam olarak soyutlayamamışlardır kendilerini. yakup kadri karaosmanoğlu, bu anlamda, devlet bürokrasisinin çeşitli kademelerinde çalışmış, resmi ideoloji ve söylemlerle ne döneminde ne dönem sonrası hiçbir çatışma yaşamamış bir isimdir; yani dönem bir anlamda ona yansıyarak kendi silüetini bulmaktadır. ayrıca yazar, dönem anılırken anılmaması tarihsel olarak yanlış olacak olan atatürk e de, aynı sofrada yemek yerken dirsek dirseğe temas ettiklerinde sevinçten ürperecek kadar -evet böyle anlatmaktadır- hayrandır.
tanzimat döneminde ve cumhuriyet in ilk yıllarında ne yoğun bir derece elit baskısı yaşandığına verilecek örnekler sayısızdır. giyim, dil, din, toplumsal ilişkiler gibi sosyal ve kültürel dinamiklere sürekli müdahale eden resmi ideoloji ve devlet, kimi zaman insanların hangi tür müzikleri mırıldanacağını bile belirlemeye kalkabilmiştir.

halkın elitlerin üstten kurdukları yeni bir rejim ve bu rejimin fikir önderliğinde ve kanatlarının altında kurulmakta olan bir burjuva sınıfına merak ve hayranlıkla karışık bir şüpheyle baktığı dönemlerde, işgal de dahil birçok toplumsal olayı tecrübe etmiş bir isim olarak yakup kadri, birikimlerinden şüphe etmenin çok da akıllıca olmayacağı bir isim olarak kabul edilebilir. bu anlamda, yakup kadri, meziyetleri sıralandıkça, her açıdan incelenmesi daha da önem kazanan bir isimdir.

türk modernleşmesinin sorunları

türk modernleşmesinin başlıca sorunları, ekstra modernlik, oryantalistleşme, modernleşmeden öte batılılaşma ve metonomik bir modernleşme olabilir. her biri için geniş ve kapsamlı analizler yapılabilecek kadar mühim olan bu başlıkları, makaleme yardımcı olmaları açısından saymaktayım. kısaca değinerek, ilerleyen sayfalarda örneklerini vereceğim yakup kadri eserlerinden bazı bölümlerle aralarında bir ilişki olduğunu göstermek niyetindeyim.

a) ekstra modernlik: batı-dışı modernlik, coğrafi olarak batı lı olmayan toplumların, batı gibi modern ve olabildiği kadar batılı olmaya çabalamalarında ortaya çıkan bir durumdur. bu toplumların hakim sınıfı veya elitleri, kendi tarih, gelenek ve kültürlerinin, yakalanmak istenen modern ve batılı noktaya giden süreçte problemler yarattığını görürler. aradaki farkı kapatmanın yolu aranırken, fetişize edilmiş bir modernlik ve gösteriş tutkusu zuhur eder. "batı ile simetri içerisinde değil, ne de tam bir dışardalık ve farklılık içerisinde, ama yarattığı ekstra modernlik diyeceğimiz, aşırı modernlik ya da modernlik fazlasında anlaşılabilir" tam bir tanım olarak yeterli olacaktır.

b) oryantalistleşme: batı-dışı, modernlik ve batılılaşma amacıyla hareket eden toplumların yönetici veya elit sınıflarında sıklıkla görülen bir olgudur. bu anlamda, yeni rejimin bir devlet adamı, kalemi ve burjuvası olarak -ailesinin de köklü ve zengin olduğu göz önünde bulundurularak- yakup kadri için de oryantalist denilebilir. modern toplumlar açısından, sosyo-ekonomik ve zihni altyapı oluşturması açısından, elit ve burjuva bir sınıf zaruridir. Üstten yapılmış her türlü devrim, modernlik veya şeriat amacı gütsün, kendi eserleri ve argümanlarını savunması açısından, yazacak bir sınıfa ayrıca ihtiyaç duyacaktır. yakup kadri de, dahil olmaktan keyif aldığı belli olan bu yeni elit sınıf içerisinde, sınıfsal olarak bir çemberin içinde zihnini şekillendirmiştir. her ne kadar ülkesini ve dünyanın çeşitli yerlerini gezmiş olsa da, bir batılı gözlüğünden bakmaktan asla vazgeçmemiş, tarihte azıcık geriye gitse kendi topraklarında bulacağı pek çok şeyi başka topraklarda bulduğunda, kendi toprakları fransa ymış gibi davranarak oryantalist bir üslup sergilemiştir.

c) modernleşme yerine batılılaşma: modernleşme kaygısı olan ve bu amaç uğruna değişimler geçiren bir toplumun, medeniyet adına o dönemde dünyada tartışmasız tek kale olan batı nın da etkisinde kalacağını kestirmek zor değildir. batı nın salt modernliğini alıp da batı ya dair hiçbir şey almamış bir toplum yoktur; olmayacaktır da. ancak bu etkileşim gerçekliği, asıl amaçtan sapmış ve modernleşme yerine yüzeysel ve simgesel bir batıcılık oyunu oynamaya başlamış toplumların ve düşünürlerin eleştirilmesini engellememelidir.

d) metonomik modernleşme: kavramı iyi anlatması açısından hilmi yavuz dan bir aktarımla, "türk modernleşmesi, batılılaşmayı somut ve görünür simgelerle kavradığı içindir ki, parça yı bütün ün kendisi zannetmiş, bir medeniyeti temellendirmenin soyut kavramlarla mümkün olabileceğinin ayırdına varmamıştır.” batı medeniyetinin ve modernleşme açısından geldiği seviyenin bütün olarak algılanmaması ve bütünü oluşturan parçalardan en kolay entegre olunabileceklerin titizlikle bir ego tatmini kaygısıyla seçilerek hayata adapte edilmesi, asla batılılaşma veya modernleşme değil, hilmi yavuz un da belirttiği gibi, metonomik bir yaklaşım, yüzeysel bir evrim ve sahte bir geçiştir. burada ister istemez huntington geliyor akla, “batı dışı toplumlar da modernleşir ama batılı olmazlar; yeteri kadar batılılaşmadıkları için modern sayılmazlar.”

sıraladığım etkenlerin hepsinin de yakup kadri ile güçlü ve şüphesiz bağları olmayabilir. ancak yakup kadri, yaşadığı kritik dönemden ayrı ele alınmamalı, dönemin etkileri ve döneminde etkin bir kişi olması göz ardı edilmemelidir. sıralanan bu etkenler, açıklanmak istenen, makalenin devamında, eserlerinden alıntılarla ortaya koyulacak oryantalist-elitist bakış açısı ve üslubun sorumlusunun salt yazarlar değil, yazarları yontan ve şekillendiren dönemin egemen güçlerinde de olduğudur.

elitizm ve oryantalizm rüzgarları

yakup kadri karaosmanoğlu nun sadece romanlarını değil, makalelerini, hatıratlarını ve çeşitli yerlerde kendi ağzından kimi yorumlarını da incelemek, sağlıklı bir analiz adına daha doğru olacağından, çeşitlilik sağlanması için çaba sarf edilmiştir. Çoğu kez théodore chassériau resimlerini andıran mekan ve şahıs tasvirlerinden örneklere gelecek olursak:

yaban : eser, 1942 yılında chp roman Ödülü nü kazanmıştır. günümüzde dahi, eğitim kurumları çerçevesinde de çokça önerilen, okunan, bilinen bir eserdir ve roman türünde akla gelen ilk eserlerdendir. ayrıca, oryantalist ve elitist bir bakış açısını en yüksek oranda yansıttığına inanıldığı için eser, yakup kadri eserleri arasında en çok eleştirilen eser olarak da bilinmektedir. gerçi yazar, eleştirenleri “eski babıali mahallesinin köşe başlarını tutan bazı sokak demogogları” olarak görmektedir ama olsun.
yazar, bir köy çeşmesi tasvir ediyor, “apdest -hatalı yazım- alan ihtiyarlar, evlerine su taşıyan kadınlar, akla sığmayacak derecede pis oyunlarla oynayan çocuklar hep oradadır, bu pisliği onlara anlatmak bir türlü mümkün değildir". günümüzde de beyaz türkler diye tabir edilen dönem burjuvazisinin de asla kabul edemediği, “su içilen yerde abdest alınması” konusuna yazarın da pek bozulduğu açık. yazar, “abdest alan ihtiyarlar” derken, abdest yani dine dair bir pratiği, ihtiyarlarla ilişkilendirerek, sonu gelmekte olan eski bir alışkanlık kisvesi altında sunmaktadır. akla sığmayacak derecede pis oyunlar oynayan çocuklar, suçlu gibi gösterilirken, insanlara neden bazı şeylerin anlatılması mümkün değildir bu da muamma. yakup kadri kadar elit olamadıkları için mi ?

belki de yazar, eserinin devamında, neden köy insanlarına pis olmak hususunda bir şey anlatılamayacağını söylemektedir. keza yazar, “pislik, köylülükten o kadar ayrılmaz bir vasıftır ki...” ve “anadolu da köy kadınları çok pis kokarlar” diyerek, kendisi gibi köylü olmayan batılı şahsiyetler dışında sayısız insanı oryantalizm sarhoşu bir avrupa yazarı gibi yaftalamaktadır.
yine aynı eserde yazar, köy ve köylü insanlarının hayatına dair tüm pratikleri ve uygulamaları aşağılamaya devam etmektedir. köy düğünlerini, avrupa cenazelerinden daha sıkıcı bulan yazar, hayvanların dahi nasıl seviştiğini bildiğini ve kestirebildiğini ama köylülerin nasıl seviştiklerini hiç düşünemediğini dile getiriyor. yazar, görüldüğü üzre, hayvanlardan bile aşağı ve değişik bir tür gibi yaklaştığı köylüleri, insana dair türlü karakteristiklerden soyutlayarak, zihninde bambaşka bir yere yerleştirmektedir. tipik bir oryantalizm sayıklaması olarak tanımlanabilecek bu satırlar, köyde yaşayan insanları hayvanlardan bile daha garip mahluklar olarak sunmaktadır.
nur baba : roman, zengin ve güzel kadınları ayartmaya çabalayan bir bektaşi şeyhini anlatmaktadır. doğu ya ait ögelerin, mistik ve görünenden farklı egzotik, erotik, romantik, nefsi şeylere hizmet ettiğinin varsayılmasını oryantalizm kavramından zaten biliyoruz. elbette burada şunu da eklemek gerekir, böyle bir şeyh tiplemesinin sebeplerinden birisi de, cumhuriyet in ilk yıllarında bir nevi savaş açılmış dini kesimdir. sadece yozlaşmışları, maddi çıkarlar güdenleri, rejim için tehlike arz edenleri tasfiye ediliyormuş gibi görünse de, romanlarda, mahkemelerde, sokaklarda, cemiyetlerde dine hürmeti olan hemen herkes bir nebze de olsa bu tasfiyeden nasibini almıştır. nur baba, elbette yozlaşmış din adamlarına bir göndermedir aynı zamanda. Üstelik yazar, kendisi de bir bektaşi olarak, romanın ardından gelen eleştirilere karşı, “ben de bir bektaşiyim ve temiz, özüne yaraşır bir bektaşilik arzu etmekteyim” diyerek kendini savunmuştur. rakı ve mezelerden oluşan sofraları çerveleyen konukların, şeyhe şımarmaları ve sırnaşmaları, bizlere yine oryantalist tablolarda tasvir edilegelmiş, “sahip çıkılmaya muhtaç, erkeğe hizmete ve himayeye meraklı kadın” profilini anımsatıyor.
daha önce de belirttiğim gibi, yazarın salt romanları değil, çeşitli eserlerinin incelenmesinin daha doğru olacağını düşünüyorum. Çeşitli yayın organlarında çalışmış yazarın çok sayıda makalesi de bulunmaktadır. bunlardan birinde yazar, fatih semtini tasvir etmektedir. romanlarında sıklıkla kullandığı dönemin elit-burjuva mekanlarından beyoğlu, nişantaşı, Şişli tarzı yazarımızı sıkmış olacak ki, kendini fatih te bulmuş. ancak semti ve insanlarını anlatışı, yaban ı aratır nitelikte. fatih semti için, “yarı harabezar”, “ev ve dükkan namına görülen binalar da bir harabeden daha bakımsız, daha eski ve virandır” diyen yazar, semt insanlarını ise “yürüyüşleri, bakışları, yüz ifadeleri başkadır. hepsinde bir yorgun adam hali var. gidecekleri yeri bulamayacak kadar yetersiz, maksatsız, gayesiz insanlar” şeklinde tasvir eder. ayrıca yazar, insanların giydikleri türlü elbiseleri, tesadüfen altlarından görünen çamaşırlarına kadar mahreme saygısızlık ederek ahlak dışı bir şekilde anlatmaktadır. Üstelik kiralık konak eserindeki servet bey gibi hollanda şekeri emmeyen ve fötr şapka koleksiyonu olmayan kendi halindeki bu halka bakışı, tipik bir batılı gözünden doğu portresidir yani oryantalizmin hasıdır. “bu insanlar neden aile kurmuşlar, hayattaki amaçları nedir?” şeklinde sorduğu sorular, yaban romanında köylüleri analiz ederken de kullanılmaktaydı.
bir başka makalesinde, “beynelminel edebiyat pazarında, türk eserlerinin sürümden o kadar yoksun oluşunun başlıca nedenini aramak gerekir.” şeklinde görüş belirten yazar, nitelikli bir eserden ne anlamaktadır ? zorlama rasyonalizmin doğurduğu elitizm, batılı olma kaygısının doğurduğu oryantalizm, kendi ülkesinin farklı bir şehrinden de öte, farklı bir semtinde dahi ruhunun ithal oluşundan sebep yaban gibi hisseden bir yazar...Üstelik yazarımız, bu topraklardan çıkmış en lezzetli isimlerden biri olan yunus emre üzerinden kendini ve yunus u da tartıyor başka bir makalesinde. yazar, yunus a kızar gibi, hangi ateşlerde pişmiş olduğunu sorguluyor ve kendisi neden çekmiş olduğu acılara rağmen bir yunus olamadığına kafa yoruyor. kibrinden çatlayacak birinin, aynanın karşısındaki sayıklamalarını andıran bu metni paylaşmak bile cesaret isteyen bir şeydir; bu açıdan yakup kadri bir tebriği belki de hak eder.
elitist kişilerin beğeni kıstasları bellidir. kendini elit tabakadan gören kişiler, ancak ve ancak elit olgular, ürünler ve mekanlarla kendini tanımlayabilir, bunları içselleştirebilir. yazarımızın bir başka makalesinde ufak bir ara satır aslında çok şey anlatmaktadır. 60 lı yıllara yaklaşan türkiye de, bir yerde tanıştığı subayların giyim kuşamını pek beğenir ve ekler, "er ve subaylar öyle güzel giyinmişlerdi ki, istanbul da gördüğümüz ingiliz ve fransız askerleri gibiydiler." bu noktada kıstasa dikkat edilmelidir. yazarın beğenisini kazanan askerler, bir zamanlar istanbul u işgal eden o ulaşılası avrupa devletlerinin askerlerine benzemektedirler. ancak birkaç sene sonra darbe yapacak olan da aynı askerlerdir. zihni, teknik, teknolojik ve stratejik olarak avrupa standartlarından fersah fersah uzakta olan ordu, elbiseleri benziyor diye, batılı görünüyor diye, anadolu köylüleri gibi görünmüyor diye alkışlanabilir. metonomik duygusallık bu olsa gerek.
yakup kadri yorumları
halide edip adıvar, yakup kadri eserleri için, "dağ başlarında fakat kapalı bir kulübede yazılmışlardır” der. bence epey yerinde bir yorum. dağ başlarında yani elitist, ancak kendi dünyasında üreterek.
pek sevdiği arkadaşı ruşen eşref de, “yakup kadri nin duygulanmaları terbiyeli ve derindir” der. derin mi sığ mı, terbiyeli mi sınırı aşan mı sanıyorum buna en iyi okuyucular karar verecektir zaten.
yeni yunanlılık gibi ucube bir akım deneyen ve birlikte yola çıktıklarını da, bu denemenin aldığı tepkiler sonucunda yalnız bırakan bir yazar için kötü sayılacak yorumlar değil bunlar. ancak yakup kadri açısından kötü yorumlar da yok değil. mesela, nazım hikmet in “cevap” isimli şiiri, yazarın hep eleştirilen elitist ve oryantalist bakış açısına bir cevap niteliğinde ve yazara ithafen yazılmıştır.
Şiirden bir bölüme bakacak olursak,

behey!
kara boynuz gibi kaşlı
mukaddes apis başlı
adam,
behey!
kara maça bey,
behey, yüzü kara.
ruhunu bir zenci esir gibi çıkardın pazara,
bir orospu odası yaptın kafatasını...
hâki ceketli ölülerin ceplerinden
çalarak parasını
satın aldın kendine
isviçre dağlarının havasını.
ve işte bundandır ki, bugün
ablak sarı suratında senin
kanlı altınların kızıllığı var

sonuç

hem yaşadığı dönemin etkisinde kalmasından, hem de kendisinin de zengin, eserlerinde anlattığı züppe tiplemeleri gibi yaşamış biri olmasından ötürü, yakup kadri nin elitist bakışı biraz anlaşılabilir ve kesinlikle döneminde bu anlamda yalnız değildir. ancak oryantalist ögeler içeren eserlerine bakıldığında, makalemin başlarında sıraladığım türk modernleşmesinin sorunları ve bu sorunlar üzerine yapılagelmiş tartışmalar da incelenmelidir.
yakup kadri karaosmanoğlu, incelenmeye değer, ilginç bir yazardır. ders almak, tahlil etmek, merak veya başka bir sebeple, çok daha geniş açıdan incelenmeli, bir yazarın, kendi insanı, tarihi ve toplumuna bu denli yabancı kılınması derinlemesine analiz edilmelidir.
bu makale, şüphesiz tam olarak bunu yapmamış, ancak belki de, bunu yapma niyeti olanlara, belli bir oranda ışık tutmuştur. bu da makalenin amacını yerine getirdiği anlamına gelir, zira bunun ötesinde büyük emelleri ve problemleri tamamen noktalama gücü yoktu.
vasiyeti üzerine cenaze namazı kılınmadan defnedilmiştir.
yaban ve kiralık konak ile tanınan yazar. bu iki kitabın incelemesi ise;
http://oznurdogan.com/201...aosmanlardan-yakup-kadri/
sodom ve gomore kitabını okuyup hiçbir şey anlamadığım yazar. **
her akşamüstü sanıyorum ki, artık dünyanın sonu gelmiştir. üzerinde yaşadığım bu toprak, ya içindeki gizli dert ile şişip çatlayacak ya da bir dehşetli gürültü ile yerin dibine doğru çöküp gidecektir.

yakup kadri karaosmanoğlu.
okunmaya değer eserleri olan o azınlık içinde bulunan o değerli yazardır.
yaban kitabı okuduğum en iyi milli mücadele romanlarından biridir.
hem fecr-i ati hem de milli edebiyat akimlarina destek vermis olan yazarimizdır.
lys için tüm kitaplarının özetini sular seller gibi bilmeniz gereken yazar.
halkımızın akp'ye neden bu kadar teveccüh gösterdiğini anlamak için "yaban" romanını okumak kafidir. aradan bunca zaman geçti, hala aynı tas, aynı hamam...

büyük yazarımızın "yaban" romanı kemalistlerin halkı anlamadığını iddia edenlerin yüzüne vurulmuş bir tokattır. kimse merak etmesin kemalistler halkı çok iyi anladılar. diğer cepheyle farkları şudur ki halka "sizi olduğunuz gibi kabul ediyorum. siz tam süpersiniz" yalakalığı yapmazlar, gördükleri acı gerçekleri değiştirmeye çalışırlar.
yaban gibi muhteşem bir eserin sahibi. yaban, en çok beğenilen romanıdır yazarın. kiralık konak kitabı okumaya değer kitaplardandır. edebiyat hocalarının okunması için en çok bu kitabı tavsiye ettikleri görülür herzaman.
orta anadolu köylüsü hakkında ne yazdıysa bilfiil doğrudur. bugün hala kendilerinden olmayan insanı yaban görüp, insanlığa yabancı kalmaya devam etmektedirler. nitekim kültürleri onu gerektirir.

bu seçim de değildir, alınacak bir şey de değildir. dünya'nın çok yerinde de vardır.

yakup kadri gibi adama ne biliyor da yazıyor demek biraz saflıktan ileri gelir. bir toplumla alakalı 1 sayfa dahi yazı yazmak insanı terletebilecek bir şeyken adam oturup roman yazmıştır.

romanlarında feodalizmi eleştirmesiyle değil de köylünün gerçeklerini yazmasından nem kapılması aslında köylünün eleştirilmesi gereken bir kesim olduğuna gayet güzel örnektir.

kendimiz hakkında övüneceğimiz tek şey biz şu savaşta vardık olur başka şey olmayınca.

ama bu da tek başına yeterli olmaz, şehirliye bok atılır ''onlar yoktu'' diye... tek tek saymış gibi.

zaten köylüler genel itibariyle şehirlilere bok attığından yaban yazılmıştır.

ama konu bu değil. konu türk işçisinin, çiftçisinin, köylüsünün cumhuriyet dönemi sonrası seçtiği adamlar tarafından bazen örtülü, bazen ayan beyan 3.sınıf insan kefesine konmasına rağmen köylünün bugün hala intikamını entelijansiyadan almaya çalışmasıdır.

asıl yabanîlik budur ve bunu görmek için yozgat'a, çorum'a gitmeye gerek yoktur.

merak ediyorum... bu adamlarla uğraşmaktansa ne zaman hadi bir oyna da görelim diyenlere, kültürel varlıklarını bitirip köy enstitülerini kapatanlara, kendilerini soyanlara, muhtaç bırakanlara, oydan başka hiçbir şey görmeyenlere kafayı takacak o türk köylüsü acaba?