bugün

ÖNCELERi SÜMELA MANASTIRI, UZUN YAYLASI VE KARADENiZ FIRTINASI FUTBOL TAKIMI iLE ANILIRKEN SON iKi YILDIR TRABZONLU iNSANLARCA iŞLENEN CiNAYETLERE HRANT DiNK CiNAYETiNi DE EKLEYEN TRABZON UN TESADÜFTE OLSA iSMiNiN KiRLENMASiNDEN DOLAYI KiMLiĞiNiN DEĞiŞMESiDiR.

EDiT: GÜZEL BiR ŞEHRiMiZDiR. AMA BASIN ŞU SIRALAR BUNU TARTIŞMAKTADIR. TRABZON DA ÇETELEŞME Mi VAR. GENÇLER BiLiNÇLi OLARAK MI KULLANILIYOR TARTIŞMALARI BASINDA GÖZÜMÜZE ÇARPMAKTADIR.
ARTIK TRABZONUN ADI YAREVAN MI OLUCAK?
(bkz: TRABZON UN DEĞiŞEN KiMLiĞi)
önceleri fıkralarda bizi güldüren insanların bazılarının yaşadığı şehir olurken şimdilerde gerçek olaylar ile bizleri üzen insanların çıktığı memleket. ama yine de bu da dahil bütün genellemeler yanlıştır.*
karadeniz insanının sıcakkanlılığını unutturan bir değişimdir. daha ileriye gitmemesini bekliyoruz.
(bkz: TRABZON DA YANLIŞ BiR ŞEYLER OLUYOR).
trabzonun eline veren bir degisimdir.
volkan konak bir konuşmasında şöyle tasvir etmekteydi trabzonu;

fatih sultan mehmet 1453 yılında istanbul u feth eder, lakin bir şeyler eksiktir hala. bir adım daha atılmalıdır...1461 yılında istanbuldan sonra trabzonu feth edip rahata kavşur. bu nedenle trabzon un yeri bambaşka olup trabzonsuz hadiseler eksiktir biraz...

bu güzel nükteye vurgu yapacak olursak;
dileriz ki trabzonlular, çirkin ve ayıplanan hatta lanetlenen olaylarla değil de asıl içlerinde barındırdıkları örnek insan profilleriyle, yardım ve sevgi dolu davranış biçimleriyle yansırlar ülke gündemine...
iki üç sacma olayı tum trabzona yaran insanların evet degismistir dedikleri kimliktir, degisen bir sey yoktur trabzonlular hala sevgi dolu hala ülkelerine bagli insanlardır aralarından bir kaç kişinin dolduruşa getirilip böyle iğrenç şeyler yapmaları tüm şehre maledilemez. *
trabzon denilince güzel egzotik manzarası akıllara gelir. insanın misafirperverliği göz kamaştırıcıdır. ogün samast adlı gencin hrant dink adında belki de türkiye nin yarısının bu ismi olay olunca duyduğu kişiyi öldürmesi ve trabzon daki kilise papazı cinayetinden ötürü trabzon şehrini karalamanın anlamsız olduğu çok açık olduğu gibi saçmalamanın en kolay yoludur. hergün haberlerde onlarca dehşet içler acısı haberler görüyoruz. 10ytl için öldürülen gasp edilen insanlardan tutun. 16 aylık çocuğa tecavüz olayına kadar. bu hergün 19:00 da gözümüzün önünden geçen haberler unutuluyor. bir kenara atılıyor da hrant dink ve bir papazın öldürülmesi trabzon u daha doğrusu trabzon umuzu yerden yere vuruyor. *
değiştiği varsayılan özelliklerdir. öncelikle başlıkta bir hata olsa gerek, eminim ki kötü niyetli açılmış değil ama bir küçük anlatım bozukluğu var sanki; kimlik nedir? bir bölgenin tüm insanı ortak bir kimlik oluşturabilir mi? sanırım hayır. zira şu elinizdeki beş parmağın beşi de size ait iken dahi hiçbirisi birbirine benzememekte...ne serçe parmağının boyundan yola çıkarak eliniz küçük olur, ne de başparmağınız kadar kalın bir eliniz vardır. insanlar daha kendi ellerindeki beş parmağı birbirine benzetememişken, nasıl oluyor da bir memleketin birkaç insanına bakarak evet bu memleketin insanı aynen bu kişi gibidir diyebilir?

trabzon'un bir kimliği yoktur, trabzon da tıpkı diğer vilayetler gibi binlerce değişik unsuru içinde barındıran bir coğrafya. öncelikle bunu anlamak icap eder.

siz fıkralarda anlatılan temel ve fadimeye bakarak tüm karadeniz insanını gece 12'den sonra kafası çalışmayan insanlar mı sanıyorsunuz?

konya'daki seçim sonuçlarından yola çıkarak istisnasız tüm konya'yı sağ görüşlü mü sanıyorsunuz?

izmir'in tüm kızları mı güzeldir yahu?

kayseri'de herkes mi ticaret yapıyor?

çorumda herkes nohut tarlasına sahip de, leblebicilik mi yapıyor?

ne kadar kolay yafta yapışıyor insanlara? binbir başlık altında doğudaki herkes bölücülük yapmıyor derken, tarbzondaki birkaç cinayet mi trabzonun var olduğunu zannettiğiniz kimliğini değiştirdi?

trabzonda işlenen cinayet sayısı son iki yılda sadece iki midir? türkiye'de her hangibir şehirde hiç mi insanlar ölmüyor, öldürülmüyor?

malatya hrant dink'in meleketi, şimdi tüm malatya aynen hrant dink gibi mi düşünüyor?

yapmayın yahu, bu kadar yüzeysel davranmayın!

aşağıda verilen listede malatya'da doğan ünlüler var? sorarım size şimdi biz bu başlıktaki gibi bir varsayımda bulunsak malatya için ne demek lazım?

birşeyler demeden önce düşünmek lazım?

(bkz: oral çelik)
(bkz: mehmet ali ağca)
(bkz: hrant dink)
(bkz: ismet inönü)
(bkz: hüseyin üzmez)
(bkz: ahmet kaya)
(bkz: turgut özal)
(bkz: RECAi KUTAN)
(bkz: OGUZHAN ASiLTURK)
(bkz: ERDAL iNÖNÜ)
(bkz: AHMET ÖZAL)
(bkz: KORKUT ÖZAL)
(bkz: YAŞAR CANBAY)
(bkz: AHMET GENÇ)
(bkz: KEMAL SUNAL)
(bkz: iLYAS SALMAN)
(bkz: YASeMiN YALÇIN)
(bkz: GANi ŞAVATA)
(bkz: BELKIS AKKALE)
(bkz: SELAHATTiN ALPAY)
(bkz: ZERRiN ÖZER)
(bkz: OKTAY KAYNARCA)
(bkz: NiYAZi MISRi)
(bkz: ŞHT Jandarma ORG EŞREF BiTLiS)
(bkz: ŞAHiN ÖZER)
(bkz: SABRi ÖZEL)
(bkz: ÖMER LÜTFÜ TOPAL)
(bkz: AHMET ÇALIK)
(bkz: EFLATUN CEM GÜNEY)
(#1182901 )
"son olaylar, kendine belli misyonlar biçmiş kişilerin ağzından çıkan sözler tehditler olmasa, belki dikkat etmeyecektik trabzon bölgesinde neler olduğuna. daha önce, üst üste yaşanan linç girişimleri, stadyumlarda 'trabzon burada, pkk nerede' diye haykırışlar, gazetelerde pkk tarafından öldürülen trabzonlu askerler meselesini çok öne çıkaran ve tahrikkâr bir şekilde yapılan yayınlar ve nihayet rahip santoro cinayeti ister istemez dikkatimizi oraya yöneltti. hrant dink cinayeti üzerine türk ocakları trabzon başkanı mithat kerim aslan 'demek ki burayı seçtiler' demişti. sonra emekli orgeneral kemal yavuz'un programında aytunç altındal da 'trabzon pilot bölge olarak seçildi' dedi. kim seçti, niçin seçildi diye merak ettik doğal olarak...

yerel düzeyde basın, sokak milliyetçiliğini kışkırtmaya yönelik yayınlar yapıyor. mesela bağımsız türkiye partisi'nden trabzon belediye başkanlığına adaylığını koyan albay hüseyin mümtaz bayazıtoğlu'nun karadeniz gazetesindeki yazıları çok kışkırtıcı. beyazıtoğlu, türk ocağı trabzon şubesinin bir toplantısında yabancı ülke parlamentolarında ermeni soykırımı tasarılarına karşı alınacak önlemleri sayarken 'içimizdeki ermenileri ayıklayacağız' demişti. bağımsız türkiye partisi'nin başkanı haydar baş faktörünü de unutmamak lâzım.

ümit özdağ'ın, '15 yıl önce türk devletinin güvenlik birimleri bana başvurarak karadeniz bölgesinde psikolojik operasyonlara karşı konferanslar verilmesini istedi. bu bölge, devletin güvenlik algılaması içine girmiştir' ifadesi ise aklımıza başka şeyler getiriyor. bir önceki diyanet işleri başkanı mehmet nuri yılmaz döneminde, ümit özdağ'a, dünya dinlerini stratejik açıdan incelemeleri için diyanet işleri araştırma merkezi (diyam) kurdurulmuş. merkezin genelkurmay'a ve mit'e de hizmet vermesi planlanmış. özdağ'ın ekibinde yaşar karagöz ve yavuz ölçen adlı iki emekli paşayla ilahiyatçı prof. mustafa erdem varmış. merkez 'ırak'ta şiilerin durumu', 'türkiye-iran ilişkileri' gibi diyanet'le ilgisi olmayan raporlar hazırlayınca, vakfın yeni başkanı ali bardakoğlu merkezin kapatılmasına karar vermiş. araştırma merkezine toplam ödenen para 650 milyarı buluyor. asam'ın en büyük müşterileri de genelkurmay, istihbarat kuruluşları ve hükümet. ümit özdağ'ın diyanete "bu sözleşmeyi feshedemezsiniz, arkamda ordu var" dediği iddialarını diyanet işleri başkanı bardakoğlu geçenlerde doğruladı. bardakoğlu, dediğine göre, genelkurmay ikinci başkanı ilker başbuğ'u aramış, olayı anlatmış. ne cevap aldığını ise söylemiyor. genelkurmay'dan da bir açıklama duymadık, 'özdağ'ın arkasında değiliz' falan demediler. sonuç olarak diyanet, burada ümit özdağ'ın devletle ilişkisi için paravan olmuş. bu ekibin gerçek amacı nedir, allah bilir...

'bin yıldır bu bölgede bir plan yürütülüyor' diyor özdağ. bu süreye bakılırsa, işi malazgirt'e kadar götürüyor. çok 'tarih dışı', çok absürd bir yorum bu. yani sonradan gelen, şikâyetçi taraf. bin yıldır türk kimliğinin zayıflatılmak istendiğini -daha da özel bir laf ederek 'bölgenin millî dokusunun zayıf insan zeminini istismar ederek, millî dokuyu parçalamaya çalışıyorlar' diyor-, bu harekâtın son yıllarda büyük bir tırmanış gösterdiğini, 25'e yakın yabancı devletin istihbarat teşkilâtlarının trabzon'da cirit attığını söylüyor. orası enerji koridoru olduğu için artık emperyal güçlerin ilgi alanına girmiş, dolayısıyla burada eski sorunlar kaşınıyormuş, bunlardan biri de pontus'muş! tabloyu böyle çizdiğiniz zaman türk milliyetçisinin tüyleri diken diken oluyor. muhtemelen, bu ifadelerdeki tutarsızlıklara değil, sondaki vurucu cümleye yoğunlaşıyor ve paniğe kapılıyorlar.

malazgirt'ten biraz daha erkene, mesela büyük iskender dönemine kadar gidersek, m.ö. 4.-5. yüzyıllarda o bölgenin yunan kolonileriyle meskun bir kıyı şeridi olduğunu görürüz. pontus, osmanlı döneminde, gümüşhane, lazistan ve samsun, yani canik sancaklarını kapsayan trabzon vilâyetinin olduğu bölgenin adı. pontuslular ise, antik dönemden itibaren kıyı şeridine yerleşmiş olan eski yunan kolonilerinin bakiyesi, 4. yüzyıldan itibaren hıristiyanlaşmış olan Gürcülerin tzanlar ve lazlar diye bilinen kollarıyla bunlara 13. yüzyılın başından itibaren eklenmiş olan helenleşmiş bizans soylu aileleri. pontuslular, ağırlıklı olarak ortodoks; rumcanın bölgeye has diyalektiğini konuşan bir halk. bölge 1461'de osmanlı imparatorluğu'na katılınca, tzanların ve lazların büyük bölümü müslümanlığı seçmiş ya da seçmek zorunda bırakılmış. ancak, her zaman belli bir hıristiyan nüfus varlığını sürdürmüş. 1890'larda osmanlı yönetimi tarafından anadolu'da incelemeler yapmak üzere davet edilen fransız coğrafyacı vital cuinet'ye göre, bölgede 800 bin müslümana karşılık 200 bin ortodoks rum, 50 bin de ermeni yaşıyormuş. bu yıllarda kayseri gibi yerlerdeki rum nüfusun da kıyı şeridine göçtüğünü ve bölgede güçlü koloniler oluşturduğunu biliyoruz. rum burjuvazisi, esas olarak tütün ve fındık üretimi, kıyı taşımacılığı ile rusya ve iran'la yapılan ticarette önemli pay sahibi. örneğin 11 bin nüfuslu samsun'da andavallıoğlu yuvanaki efendi'nin özel bankasının verdiği kredilerle zenginleşen rumlar, belediye meclisinde, ticaret odasında, ziraat meclisinde çoğunluğu oluşturur hale gelmişler.

'din değiştirme' anlamında ise, osmanlı'nın geleneğidir 'ihtida ettirmek'. osmanlı toplumunda hiçbir zaman etnik veya dinsel açıdan pür bir grup yok. osmanlı'nın stratejisi şu: fethettiği yerlerdeki yerli halkı ülkenin başka köşesine göç ettiriyor, bu arada din değiştirmeye teşvik ediyor, değiştirmeyince zorluyor, fakat her bölgede bu sürecin şu veya bu şekilde dışında kalanlar oluyor. bunların miktarı tarihsel koşullara, güçler dengesine ya da ihtiyaçlara bağlı olabilir. 'millet sistemi' dediğimiz oluşum, etnik, dinsel grupları kompartımanlar halinde tutmak, başlarındaki dinsel önderleri yoluyla bütün grupları bir üst hukuk sistemine dahil etmek. bu, trabzon yöresinde de böyle olmuş. cuinet'nin sözünü ettiği 'müslüman-türkler' orta asya'dan gelen türkler miydi, bilmiyoruz. dahası, bunların türk mü, laz mı, çerkes mi, türkmen mi olduğunu bilmiyoruz. çünkü o devirde etnik kökene göre değil, dinsel aidiyete göre tanım yapılıyordu. ama diğer grupları hıristiyan diye tanımlamanın yanında, ortodoksluk, katoliklik, protestanlık farkları da olduğu için biraz daha ayrıntılı tanımlıyorlar."

(bkz: ayşe hür)
"bölge halkı, 19. yüzyılın başlarından itibaren kilisenin ve ticaret burjuvazisinin öncülüğündeki yunan ulusunun bir parçası olduğu duygusunu benimsemeye başladı. ancak bölgedeki ulusal uyanış, esas olarak 1908'de, ii. meşrutiyet'in ilanından sonra oldu, 1912-13 balkan savaşı ve i. dünya savaşı sırasında zirveye çıktı. o yıllarda, rum milliyetçiliği arasında iki akım yeşeriyor. biri, yunanlıların meşhur megali idea, yani büyük yunanistan projesi; eski bizans imparatorluğu'nun tebaası içinde olan ve varlığını imparatorluk dağıldıktan sonra da korumuş olan yunan kökenlileri yeni kurulan yunanistan'ın önderliğinde toparlamak. hayal edilen ülke kafkaslar'dan makedonya'ya uzanıyor. bir de, 'bizim yunanistan'la ilgimiz yok; bizans'ı anadolu toprakları üzerinde yeniden ihya etmeliyiz' diyen bir akım var. onlar esas olarak kilise hiyerarşisi içinde kalıp ortodoks patrikliğinin liderliğinde bizans'ı ihya etmeyi hayal ediyorlar. samsun metropoliti germanos'un dahil olduğu akım birincisi. trabzon metropoliti hrisantos filippides'in dahil olduğu akım ise ikincisi. bu ayrım önemli, çünkü bugünden bakınca pontus'ta olan biten her şey tek tip gelişmiş gibi, çatışmalar, tartışmalar, ittifaklar yokmuş gibi algılanıyor. halbuki bu ayrım yüzünden bu iki grup birbirine sürekli ters düşmüş, farklı politikalar geliştirmişler. nitekim, o yıllarda bölgeyi gezen amerikan konsolosu chessbrough, trabzonlu rumların pragmatizmiyle samsun rumlarının heyecanı arasında büyük fark olduğundan söz ediyor anılarında. bugün bizim pontus milliyetçiliği diye aklımızda kalan izler en çok samsun havalisinin, germanos'un başını çektiği hareketten kalma. hakikaten germanos aktif tavır takınıyor, fırsatları değerlendirip bazı çete örgütlenmelerine gidiyor. hatta pontus milliyetçiliğinde vasil usta diye çok meşhur bir figür vardır, ilk çete reisi. muhtemelen tüm milliyetçi çeteler gibi o da çok kan dökmüştür, ama ilginçtir, rıza nur anılarında vasil usta'yı 'sinop'un müslümanı, rumu, erkeği, kadını kendisine hürmet ederdi. şahsen pek iyi adamdı. fakirlere müslüman da demez bakardı, öldüğünde rumlar kadar türkler de ağladı' diye tarif ediyor. biliyorsunuzdur, rıza nur 'ırkçı' türkçülerden. böyle konuşması çok ilginç aslında. neyse, ruslar trabzon ve havalisini ele geçiriyorlar, hatta tirebolu'ya kadar yaklaşıyorlar. bu arada vasil usta'yla temas kuruyorlar. amaçlarının orada bir pontus devleti kurmak olmadığı, arka hatlarını güvence altına almak olduğu anlaşılıyor, ama bundan cesaret alan vasil usta örgütlenmesini biraz daha geliştiriyor. sonuçta bir şey başaramıyor ve trabzon'a kaçmak zorunda kalıyor. savaşın sonuna kadar orada mahsur kalıyor ve orada ölüyor. trabzon bölgesinde ise tamamen farklı bir tutum gelişiyor. hrisantos'un ekibi yerel kadrolarla işbirliği içinde, 'burada türklerle bir arada bir yaşam alanı kurabilir miyiz' meselesine eğiliyorlar. bu grup, daha 1917'de megali idea politikalarına karşı çıkarak pontus rum cumhuriyeti'ni ilan etmeye kalkmış. hatta troçki'ye mektup yazıp ruslardan yardım istemişler. ruslar gelinceye kadar trabzon'da vali cemal azmi bey'le hrisantos işbirliği içindeler, hatta kenti bir süre birlikte idare ediyorlar. ilişkiler o kadar iyi ki, azmi bey rusların işgalinin ardından şehri terk ederken yönetimi hrisantos'a bırakıyor. ama, dönemin modası uyarınca, trabzon sovyeti diye bir oluşum kuruluyor, hrisantos ona dahil oluyor. bundan sonra işler biraz karışmaya başlıyor. bugünkü hakim paradigmaya göre bu olaylara 'ihanet' gibi bakılıyor ama, herkes vatansever o dönemde. vasil usta da, hrisantos da, germanos da 'vatansever'. kendilerine 'vatan' diye tarif ettikleri coğrafyada, ümit özdağ'ın dediğinden daha uzun süredir, tam 2500 yıldır yaşıyorlar ve imparatorluğun artık kendilerini 'millet sistemi' içinde kollayamayacağını gördükleri için kendileri için en iyi çözümü bulmaya çalışıyorlar. her grup kendi yolunu çizmeye çalışıyor, nasıl kendine türk diyen kesimler de kendi yollarını çizmeye çalışıyorsa...

trabzon, her zaman bir mesafesi, bir özerkliği olmuş bir yer. millî mücadeleyle de gerilimli bir ilişkisi var. mustafa kemal, ali şükrü'nün öldürülmesinden sonra ailesine maaş bağlanmasına engel oluyor. trabzonlular hiç affetmiyor bunu. trabzon müdafaai hukuk cemiyeti'nin önde gelenleri mustafa kemal'e savaş açıyorlar, gazetelerde ağır eleştiri yazıları çıkmaya başlıyor, bunlar 1923'te oluyor. sonra bunlar merkezden yola getiriliyorlar, artık nasıl oluyorsa. örgütün üst yöneticileri değiştiriliyor, trabzon'a yeni yöneticiler atanıyor ve yola getiriliyorlar. yani trabzon, kendilerini tarif ettikleri gibi, millî mücadelenin başından itibaren kurucu, yapıcı bir unsur olarak yer almış bir bölge değil. onların da belli bir ajandaları var. ama bu bir anlamda doğal bir durum. yani şimdi bunlara bakıp da galeyana gelmeye gerek yok. tarihsel olaylar vardır, tarihsel aktörler vardır. yoksa 'hainler', 'vatanseverler' olarak ikiye ayırmaya kalkarsak, bazıları bu lafların altında kalabilirler.

bu karmaşık geçmiş, bu sancılı ilişkiler yumağı, bir de dönme olmak, ihtida etmiş olmak ihtimali, kökeninden emin olamamakla birleşiyor olabilir. hemşinli için ermeni, bir başkası için rum dönmesi, öteki için Gürcüden bozma deniyorsa bir yerde, kuşkun da varsa, milliyetçiliğin yeniden moda olduğu bir dönemde, kendini ispat etme endişesine düşersin. bu, trabzon yöresinde çok rastlanan bir şey. bunu günlük dilde de görmek mümkün, hemen 'aslında pontus diye bir şey olmadığını', veya 'o mezar taşlarında yazılan şeyin aslında yanlışlıkla öyle yazıldığım' anlatıyorlar. sürekli bir şeyin 'aslında ne olduğunu' anlatmaya çalışıyorsan 'asim' konusunda bir endişen var demektir. bir de o yörede bu korkuları günlük dile taşıyan, bunları stratejik planlara bağlayan bir ekip varsa, sokak milliyetçiliği için çok uygun bir ortam bulunmuş demektir. bunun altında tabii silah kaçakçılığından uyuşturucu kaçakçılığına, fuhuş sektörüne kadar birçok olumsuz faktör var.

trabzon'un bu hale gelmesinde, hrant dink suikastinde en az payı olanlar herhalde yabancı ajanlardır. bugün pontus rum devletini canlandırmak mümkün mü? kaç rum kalmış ki zaten? trabzon'da 150 kadar rum ya var ya yok. samsun'da veya giresun'da hiç kalmadı. yunanistan istihbaratının yıllar önce trabzon'daki rum kökenli gençleri alıp yunanistan'da eğittikleri doğru, ama hepsini eğitse ne olur, topu topu birkaç yüz kişiden söz ediyoruz. 1900'lerin başında hem 1 milyon 200 bin kişilik bir halk varken, hem silahlı örgütleri varken, hem uluslararası politik ortam buna müsaitken, hem yunan olduları ankara önlerine kadar yürümüşken, orada bir türlü bağımsız devletini kuramamış bir hareketin, bugün antropologların inceleme yapmasına bile değmeyecek kadar küçülmüş bir grubun, üç-beş -haydi Özdağ gibi 25 diyelim- istihbaratçının kışkırtmasıyla bir devlet kuracağını düşünmek hakikaten ciddi bir patolojik duruma işaret ediyor. üstelik bunları iddia edenler, günümüzde devlet denilen kurumu adeta kutsal ve her şeye kadir olarak tanımladıkları halde. onların lafına kulak asacak olursak, ülkenin 600 bin askeri, 100 bini aşkın emniyetçisi, binlerce istihbaratçısının eli armut topluyor.

aslında trabzon'u bir rum ülkesi olarak tarif etmiş görünüyoruz, ama konuyu buraya getirmemin nedeni, ümit özdağ ya da benzerlerinin sürekli bu ülkenin türklerin vatanı olduğunu söylemelerinden. yani birileri sürekli kendini etnik kimlikle tarif edince, onlara bu tarihi hatırlatmak farz oluyor. yoksa bunun hiç önemi yok. bir bölge m.ö. bilmem kaç tarihinde x halkının ülkesidir, sonra y halkına geçmiştir, ama son bilmem kaç yüzyıldır da z halkı oturuyordur. şimdi kalkıp da, buranın tapusu yahudilerdedir demeye kimsenin hakta yoktur. aksine, o bölgede nasıl çokkültürlü bir ilişki geliştirilir ona kafa yormak gerekir. trabzon'a gelince, evet, tarihin bir döneminde rumlara aitmiş, ama sonra türkleşmiş. zaten nüfus kayıtları da bunu gösteriyor. muhtemelen iii. murad devrinde, yani 1580'lerde türkmenlerin iskân ettirildiğini sanıyorum. gen haritası olarak bakarsanız ırkçılar için üzücü şeyler çıkabilir belki ama, kültür olarak bakarsanız, bugün orada türk kültürü egemendir. neredeyse hiç başka bir kültür yok, sadece sünni türk kültürü var. alevilik de yok, kürt de yok trabzon'da. sanıyorum, bu yüzden kendilerini çok özel, bozulmaması gereken bir yapı gibi algılıyorlar. 'pkk'ya 150 şehit verdik' diyorlar ve bu sayı bir anda trabzon için korkunç bir rakam oluyor.

1923 mübadelesiyle hem nüfus saflaştırılıyor, hem de bir servet dönüşümü sağlanıyor. ama trabzon hiçbir zaman o eski şaşaalı günlerine kavuşamıyor. bu, türkiye'nin her yöresinde yaşanan bir olay. gayrimüslim unsurların zanaatkar olması, ticarette uzman olması, dış ilişkilerinin güçlü olması gibi bazı avantajları vardı. bu beceriler, türk müslüman burjuvazisine otomatikman aktarılamıyor. bu da ekonomide sürekli geriye çekilme, küçülme anlamına geliyor."

(bkz: ayşe hür)
güncel Önemli Başlıklar