bugün

trabzon un degisen kimligi

"bölge halkı, 19. yüzyılın başlarından itibaren kilisenin ve ticaret burjuvazisinin öncülüğündeki yunan ulusunun bir parçası olduğu duygusunu benimsemeye başladı. ancak bölgedeki ulusal uyanış, esas olarak 1908'de, ii. meşrutiyet'in ilanından sonra oldu, 1912-13 balkan savaşı ve i. dünya savaşı sırasında zirveye çıktı. o yıllarda, rum milliyetçiliği arasında iki akım yeşeriyor. biri, yunanlıların meşhur megali idea, yani büyük yunanistan projesi; eski bizans imparatorluğu'nun tebaası içinde olan ve varlığını imparatorluk dağıldıktan sonra da korumuş olan yunan kökenlileri yeni kurulan yunanistan'ın önderliğinde toparlamak. hayal edilen ülke kafkaslar'dan makedonya'ya uzanıyor. bir de, 'bizim yunanistan'la ilgimiz yok; bizans'ı anadolu toprakları üzerinde yeniden ihya etmeliyiz' diyen bir akım var. onlar esas olarak kilise hiyerarşisi içinde kalıp ortodoks patrikliğinin liderliğinde bizans'ı ihya etmeyi hayal ediyorlar. samsun metropoliti germanos'un dahil olduğu akım birincisi. trabzon metropoliti hrisantos filippides'in dahil olduğu akım ise ikincisi. bu ayrım önemli, çünkü bugünden bakınca pontus'ta olan biten her şey tek tip gelişmiş gibi, çatışmalar, tartışmalar, ittifaklar yokmuş gibi algılanıyor. halbuki bu ayrım yüzünden bu iki grup birbirine sürekli ters düşmüş, farklı politikalar geliştirmişler. nitekim, o yıllarda bölgeyi gezen amerikan konsolosu chessbrough, trabzonlu rumların pragmatizmiyle samsun rumlarının heyecanı arasında büyük fark olduğundan söz ediyor anılarında. bugün bizim pontus milliyetçiliği diye aklımızda kalan izler en çok samsun havalisinin, germanos'un başını çektiği hareketten kalma. hakikaten germanos aktif tavır takınıyor, fırsatları değerlendirip bazı çete örgütlenmelerine gidiyor. hatta pontus milliyetçiliğinde vasil usta diye çok meşhur bir figür vardır, ilk çete reisi. muhtemelen tüm milliyetçi çeteler gibi o da çok kan dökmüştür, ama ilginçtir, rıza nur anılarında vasil usta'yı 'sinop'un müslümanı, rumu, erkeği, kadını kendisine hürmet ederdi. şahsen pek iyi adamdı. fakirlere müslüman da demez bakardı, öldüğünde rumlar kadar türkler de ağladı' diye tarif ediyor. biliyorsunuzdur, rıza nur 'ırkçı' türkçülerden. böyle konuşması çok ilginç aslında. neyse, ruslar trabzon ve havalisini ele geçiriyorlar, hatta tirebolu'ya kadar yaklaşıyorlar. bu arada vasil usta'yla temas kuruyorlar. amaçlarının orada bir pontus devleti kurmak olmadığı, arka hatlarını güvence altına almak olduğu anlaşılıyor, ama bundan cesaret alan vasil usta örgütlenmesini biraz daha geliştiriyor. sonuçta bir şey başaramıyor ve trabzon'a kaçmak zorunda kalıyor. savaşın sonuna kadar orada mahsur kalıyor ve orada ölüyor. trabzon bölgesinde ise tamamen farklı bir tutum gelişiyor. hrisantos'un ekibi yerel kadrolarla işbirliği içinde, 'burada türklerle bir arada bir yaşam alanı kurabilir miyiz' meselesine eğiliyorlar. bu grup, daha 1917'de megali idea politikalarına karşı çıkarak pontus rum cumhuriyeti'ni ilan etmeye kalkmış. hatta troçki'ye mektup yazıp ruslardan yardım istemişler. ruslar gelinceye kadar trabzon'da vali cemal azmi bey'le hrisantos işbirliği içindeler, hatta kenti bir süre birlikte idare ediyorlar. ilişkiler o kadar iyi ki, azmi bey rusların işgalinin ardından şehri terk ederken yönetimi hrisantos'a bırakıyor. ama, dönemin modası uyarınca, trabzon sovyeti diye bir oluşum kuruluyor, hrisantos ona dahil oluyor. bundan sonra işler biraz karışmaya başlıyor. bugünkü hakim paradigmaya göre bu olaylara 'ihanet' gibi bakılıyor ama, herkes vatansever o dönemde. vasil usta da, hrisantos da, germanos da 'vatansever'. kendilerine 'vatan' diye tarif ettikleri coğrafyada, ümit özdağ'ın dediğinden daha uzun süredir, tam 2500 yıldır yaşıyorlar ve imparatorluğun artık kendilerini 'millet sistemi' içinde kollayamayacağını gördükleri için kendileri için en iyi çözümü bulmaya çalışıyorlar. her grup kendi yolunu çizmeye çalışıyor, nasıl kendine türk diyen kesimler de kendi yollarını çizmeye çalışıyorsa...

trabzon, her zaman bir mesafesi, bir özerkliği olmuş bir yer. millî mücadeleyle de gerilimli bir ilişkisi var. mustafa kemal, ali şükrü'nün öldürülmesinden sonra ailesine maaş bağlanmasına engel oluyor. trabzonlular hiç affetmiyor bunu. trabzon müdafaai hukuk cemiyeti'nin önde gelenleri mustafa kemal'e savaş açıyorlar, gazetelerde ağır eleştiri yazıları çıkmaya başlıyor, bunlar 1923'te oluyor. sonra bunlar merkezden yola getiriliyorlar, artık nasıl oluyorsa. örgütün üst yöneticileri değiştiriliyor, trabzon'a yeni yöneticiler atanıyor ve yola getiriliyorlar. yani trabzon, kendilerini tarif ettikleri gibi, millî mücadelenin başından itibaren kurucu, yapıcı bir unsur olarak yer almış bir bölge değil. onların da belli bir ajandaları var. ama bu bir anlamda doğal bir durum. yani şimdi bunlara bakıp da galeyana gelmeye gerek yok. tarihsel olaylar vardır, tarihsel aktörler vardır. yoksa 'hainler', 'vatanseverler' olarak ikiye ayırmaya kalkarsak, bazıları bu lafların altında kalabilirler.

bu karmaşık geçmiş, bu sancılı ilişkiler yumağı, bir de dönme olmak, ihtida etmiş olmak ihtimali, kökeninden emin olamamakla birleşiyor olabilir. hemşinli için ermeni, bir başkası için rum dönmesi, öteki için Gürcüden bozma deniyorsa bir yerde, kuşkun da varsa, milliyetçiliğin yeniden moda olduğu bir dönemde, kendini ispat etme endişesine düşersin. bu, trabzon yöresinde çok rastlanan bir şey. bunu günlük dilde de görmek mümkün, hemen 'aslında pontus diye bir şey olmadığını', veya 'o mezar taşlarında yazılan şeyin aslında yanlışlıkla öyle yazıldığım' anlatıyorlar. sürekli bir şeyin 'aslında ne olduğunu' anlatmaya çalışıyorsan 'asim' konusunda bir endişen var demektir. bir de o yörede bu korkuları günlük dile taşıyan, bunları stratejik planlara bağlayan bir ekip varsa, sokak milliyetçiliği için çok uygun bir ortam bulunmuş demektir. bunun altında tabii silah kaçakçılığından uyuşturucu kaçakçılığına, fuhuş sektörüne kadar birçok olumsuz faktör var.

trabzon'un bu hale gelmesinde, hrant dink suikastinde en az payı olanlar herhalde yabancı ajanlardır. bugün pontus rum devletini canlandırmak mümkün mü? kaç rum kalmış ki zaten? trabzon'da 150 kadar rum ya var ya yok. samsun'da veya giresun'da hiç kalmadı. yunanistan istihbaratının yıllar önce trabzon'daki rum kökenli gençleri alıp yunanistan'da eğittikleri doğru, ama hepsini eğitse ne olur, topu topu birkaç yüz kişiden söz ediyoruz. 1900'lerin başında hem 1 milyon 200 bin kişilik bir halk varken, hem silahlı örgütleri varken, hem uluslararası politik ortam buna müsaitken, hem yunan olduları ankara önlerine kadar yürümüşken, orada bir türlü bağımsız devletini kuramamış bir hareketin, bugün antropologların inceleme yapmasına bile değmeyecek kadar küçülmüş bir grubun, üç-beş -haydi Özdağ gibi 25 diyelim- istihbaratçının kışkırtmasıyla bir devlet kuracağını düşünmek hakikaten ciddi bir patolojik duruma işaret ediyor. üstelik bunları iddia edenler, günümüzde devlet denilen kurumu adeta kutsal ve her şeye kadir olarak tanımladıkları halde. onların lafına kulak asacak olursak, ülkenin 600 bin askeri, 100 bini aşkın emniyetçisi, binlerce istihbaratçısının eli armut topluyor.

aslında trabzon'u bir rum ülkesi olarak tarif etmiş görünüyoruz, ama konuyu buraya getirmemin nedeni, ümit özdağ ya da benzerlerinin sürekli bu ülkenin türklerin vatanı olduğunu söylemelerinden. yani birileri sürekli kendini etnik kimlikle tarif edince, onlara bu tarihi hatırlatmak farz oluyor. yoksa bunun hiç önemi yok. bir bölge m.ö. bilmem kaç tarihinde x halkının ülkesidir, sonra y halkına geçmiştir, ama son bilmem kaç yüzyıldır da z halkı oturuyordur. şimdi kalkıp da, buranın tapusu yahudilerdedir demeye kimsenin hakta yoktur. aksine, o bölgede nasıl çokkültürlü bir ilişki geliştirilir ona kafa yormak gerekir. trabzon'a gelince, evet, tarihin bir döneminde rumlara aitmiş, ama sonra türkleşmiş. zaten nüfus kayıtları da bunu gösteriyor. muhtemelen iii. murad devrinde, yani 1580'lerde türkmenlerin iskân ettirildiğini sanıyorum. gen haritası olarak bakarsanız ırkçılar için üzücü şeyler çıkabilir belki ama, kültür olarak bakarsanız, bugün orada türk kültürü egemendir. neredeyse hiç başka bir kültür yok, sadece sünni türk kültürü var. alevilik de yok, kürt de yok trabzon'da. sanıyorum, bu yüzden kendilerini çok özel, bozulmaması gereken bir yapı gibi algılıyorlar. 'pkk'ya 150 şehit verdik' diyorlar ve bu sayı bir anda trabzon için korkunç bir rakam oluyor.

1923 mübadelesiyle hem nüfus saflaştırılıyor, hem de bir servet dönüşümü sağlanıyor. ama trabzon hiçbir zaman o eski şaşaalı günlerine kavuşamıyor. bu, türkiye'nin her yöresinde yaşanan bir olay. gayrimüslim unsurların zanaatkar olması, ticarette uzman olması, dış ilişkilerinin güçlü olması gibi bazı avantajları vardı. bu beceriler, türk müslüman burjuvazisine otomatikman aktarılamıyor. bu da ekonomide sürekli geriye çekilme, küçülme anlamına geliyor."

(bkz: ayşe hür)