mevlana uzmanı biri olarak kesinlikle homoseksüel olduğunu düşünmüyorum. Fakat o uyuşturucu bağımlısı biriydi. Uyuşturucuya alıştıran da şems denilen sapık. şems hem homoseksüel, hem ayyaş hem de uyuşturucu mübtelası idi. Mevlana onu homoseksüel alışkanlıklardan kurtarmak için üvey kızı kimya ile evlendirmiştir. Bunu yapan biri homoseksüel olabilir mi ? Karakterine ters. her zaman aile yaşantısı olmuş, çoluk çocuk sahibi bir adam. moğollarla işbirliği yaptı mı peki? bakış açısına göre değişir. Kayseri'de katliam yapan moğollar aynı şeyi konya için düşünüyordu. o da daha fazla katliam olmasın diye moğollarla, hıristiyanlarla ve mevcut bizans yönetimiyle işbirliği yapmış ve bu gruplara direnen müslümanları arkadan bıçaklamıştır. islam'ın temel öğretilerini kökten değiştirmiş ve Kur'an yerine kendi yazdığı şiir kitabı Mesnevi'nin kutsal kitap kabul edilmesini istemiştir. islam alimlerine küfür etmiş onları 'orospu karılı köpek, kız kardeşi fahişe, eşek, sırtlan"... ve bunun gibi birçok ağıza alınmayacak sözler ve hikayelerle aşağılamıştır. kendisini ve ailesini tanrılık makamına yükselterek 'allahlık şarabından küplerle varilllerle içtim' diyerek tanrı olduğunu iddia etmiştir.
Tasaffuvçulara göre, bizim anlamaktan aciz olduğumuz, kerameti kendinden menkul zat-ı muhterem zat. Tasaffuv denen mikrop, islam dinine sokulmuş büyük bir fitnedir.
"Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol."
"Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol."
Bu iki cümleyi çok severim, her ne kadar öfkesini kontrol edemeyen sinirli biri olsam da. *
mevlâna, şems ile olan dostluğuyla benim merakıma mazhar olmuş kişidir, yüce bir zâttır, vesaire...
tasavvufu önemserim, okurum, bazı bazı kendimi de kaptırırım.
ancak sorgulamak gerek, her şeyi olduğu gibi bunu da. neticede rabbim beyni bize vermiş, al kulum bunu kullan deyu deyu.
bir adam, bir adama neden şiir yazar ve neden " gümüş tenli" diye bir sıfat kullanır. biz aralarında ilahi bir dostluk var derken, işin iç yüzü biraz daha çirkin olabilir mi?
neticede gerçekten gerçeği öğrenmemiz mümkün değil, o yüzden çok da hazreti falan dememek lazım. iyi bilirdik, tamam, bitti.
Pişman olmayı kendine adet edinirsen boyuna pişman olur durursun! Nihayet bu pişmanlığa da daha ziyade pişman olursun! Ömrünün yarısı da pişmanlıkla heder olur gider! Bu fikri, bu pişmanlığı terket de, daha iyi bir hali daha iyi bir dost ve daha iyi bir iş ara!
bir ömre bu kadar mecazı, tasviri nasıl sığdırdığını merak ettiğim büyük şair. yazdıklarının bir kısmı çok yavan. onu gözü kapalı okuyanlardan değilim. mesnevi neredeyse bir derleme eser zaten. ama nasıl ki shakespeare, başka oyunları tekrar yorumladı ve yer yer tekrara düştü diye shakespeare'liğinden bir şey kaybetmiyorsa, mevlana da kaybetmiyor. neredeyse hepimiz biliyoruz şu sözünü: ''cahil kimsenin yanında kitap gibi sessiz ol.'' yalnız defalarca tekrarlasak da bu sözün büyüsü bozulmuyor arkadaşlar. bir yazar için romandır, şiirdir çok makbul işler ama böyle bir sözü söylemek de herkese nasip olmuyor. ben bu kadar satır yazdım da ne oldu?
konya da vefat eden tasavvuf ve din adamı konya halkı zamanında bu mübarek insana ne yanlış yaptıysa allah konya halkının belasını vermiş o zamandan beri konyadan adam çıkmaz alayı çomar geri zekalı.
Moğol zulmünün temelinde harzem türklerinin moğal tüccarlarına kötü muamelesi ve zulmü yatar. Tıpkı hz mevlananın ailesini de suçsuz günahsız yere harizm ilinden kovmaları, çıkarıp sürmeleri gibi. Buna rağmen hazret hep türkmenleri sevmiş övmüş ve onların lehine tavır koymuş, hayır dua etmiş selçuklunun gözbebeği olmuştur. Türkmenleri aslana benzetir hz mevlana. Buna karşın moğol tehlikesine karşı türkmenlerin daima uyanık olmasını öğütler, onların esaretinin altına girilmesini reddeder, moğollara karşı gizliden gizliye halkı örgütlü mücadeleye sevk ederdi.
--spoiler--
“Mesnevi’deki Türkmen köpekleriyle ilgili ikinci örneğe dönebiliriz. Adı geçen eserin 5. cildinde Rahman kapısındaki Şeytan’ın halini anlatırken Mevlana şöyle buyurur:
“Mülk O’nun mülküdür, ferman O’nun fermanı. O’nun yarattığı Şeytan, O’nun kapısında en bayağı bir köpek.”
Türkmen’in kapısında bir köpek olsa, o kapıya yüz tutar, baş koyar.
Evdeki çocuklar kuyruğunu çekerler, onların ellerinde horlanıp durur.
Ama kapıdan bir yabancı geçse, erkek arslan gibi saldırır ona.
Türkmen tutmaç suyundan verir ona, o da o suyu yeter bulur bekçilik eder.”
Mevlana daha sonra benzetmelerine başlar, Tanrı’nın yaratıp yüzlerce düşünce ve düzen bellettiği Şeytan’ın da bir köpek olduğunu, halkın döktüğü yüz suyunu Şeytan’ın içip geçindiği tutmaç suyuna benzettiğini söyler. Köpek Şeytan’ın kızıp saldırmasına karşı “Allah’a sığınırım.” denildiğini bu sözün ise “Ey Hıta Türk’ü köpeğe bağır da yolu aç.” demek olduğuna işaret eder. Bu işaretle yine Türk’ün bir yüceltilmesi yapılmış, parçadan bütüne gidilmiştir. Yine Tanrı katına çıkarılıp sanki bir Tanrı kudreti verilecek:
“Hâşâ, vallahi Türk, bir bağırdı mı köpek de kim oluyor? Erkek arslan bile kan kaşanır, kan kusar.”[14] denilmiştir.
Mevlana eserlerinde ufak ufak ayrıntılarıyla yer alan çadırlarıyla, torunlarına tutmaç pişiren Türkmen ninelerinden, Herise adlı keşkek yemekleriyle, az kızarmış etleriyle, badem helvalarıyla Türkmen mutfağına, koyun sürüleri, deve katarları ile yayla göçlerine kadar uzanan bir hayat biçimi, Türkmenlerin hayatıdır.
Mevlana Türkmenlerden başka geniş Türklük âleminin diğer parçalarını Oğuzları, Yağma, Bulgar, Hıta, Kutu, Çiğil, Taraz Türklerini Kıpçakları diğerlerini ve sıkça da Türk adını anar. Bu anışlar çoğunca mecazî değildir. Mevlana Türkmenler gibi Türk milletini de millet olarak, millet bilincine varmış olarak anar.
___________
___________
Biri Mevlana’ya Moğolların gelişlerinde çırılçıplakken binekleri öküzken, silahları odundan yapılmış sonradan karınlarının doyup en iyi at ve silahlarla donanıp haşmet ve azamet içinde bulunmalarının sebebini sorar. Mevlana, onların gönülleri kırık, güçleri yokken Tanrı’nın dualarını kabul ve yardım ettiğini, ancak bugün yani bu kadar ihtişam ve güçlüyken yaptıkları zulüm yüzünden Tanrı’nın onları halkın zayıflığı ve fakirliği vasıtasıyla yok edeceğini, cezalandırıldıkları zaman dünyayı zapt edişlerinin Tanrı’nın yardımıyla olduğunu anlayacaklarını söyler. Mevlana’nın bu cevabının sonunda Harezm Şahının Moğol tüccarlarına yaptığı kötü muameleden, bu muamele karşısında Moğol hükümdarının tam bir vecit içinde bir mağarada Tanrı’ya yalvardığından, Tanrı’nın da bu yalvarışı kabul edişinden söz etmesi dikkati çeker.[7]
Birisinin “Tatarlar da kıyamete inanıyorlar.” demesi üzerine Mevlana “Yalan söylüyorlar, kendilerini Müslümanlarla bir göstermek istiyorlar.” diyerek Moğollara inanılmaması gerektiği üzerinde durur.[8]
“Moğollar mallarımızı alıyorlar, ara sıra onlar da bize mallarını bağışlıyorlar. Acaba bunun hükmü nasıl olur” sorusunu ise “Moğol’un aldığı her şey tıpkı Tanrı’nın hazinesine girmiş gibidir. Meselâ denizden bir testi veya küpü doldurup su alsan, o senin malın olur. Testi veya küpteki suya kimse karışamaz, senin iznin olmadan su alan herkes gasıp olur. Fakat testideki su denize dökülürse, o herkese helâldir. Bu bakımdan bizim malımız onlara haram, onların malı bize helâl olur cümleleriyle cevaplandırır.[9]
“Gidip Moğollara saygı gösteriyor, sonra da kendimizi Müslüman biliyoruz.” diye dertlenen birisini teselli eden Mevlana, onda bu yaptığı işin çirkin olduğunu gösteren kalp gözü bulunduğu için adeta tebrik eder.[10]
“Gece gündüz kalbim canım sizin yanınızda, hizmetinizde; fakat Moğolların işinden ve meşgalesinden dolayı ziyaretinize gelemiyorum.” diye özürlerini bildiren bir Selçuklu devlet adamının sözlerini ise “Bu işler de Hak işidir. Çünkü bunlar, Müslümanlığın güvenini temin ediyor. Siz onların gönüllerini rahat ettirmek ve birkaç Müslüman’ın huzur ve güven içinde ibadetle meşgul olabilmeleri için, kendinizi malınızla, canınızla feda ettiniz. Bu da hayırlı bir iştir. Ulu Tanrı size böyle hayırlı bir iş yapmak arzusunu vermiştir. Bu işe ilginizin artması, Tanrı’nın size olan inayetinin delilidir. Eğer bu arzunuz zayıflayacak veya eksilecek olursa, bu da Tanrı’nın inayetinden mahrum kalacağınıza işaret demektir. Zira Yüce Tanrı büyük ve hayırlı bir işin, onun vasıtasıyla yapılmasını, o kimsenin sevap kazanmasını ve derecesinin yükselmesini istemiyor, demektir.” Cevabıyla karşılar.[11] Bu da bir tesellidir. Halkın huzurunun sağlanması için kötü olduğu kabul edilen bir işin yapılmasının sevap sayılması da bir bakıma teselli olabilir.
Bütün bu örnekler Mevlana’nın Moğollara karşı daima temkinli olduğunu, uyanık bulunduğunu, çevresindekilere de sabırla direnmelerini tavsiye ettiğini göstermektedir. Moğolları hiçbir yerde Türkmenler gibi övmemiştir