zamanınız yirmi beş yirmi altı bin gün boyunca evde ve işte oyalanırken tükenecek, kalbiniz bir noktada duracak, beyni besleyen kan akışı kesilecek, vücudunuz ödemle şişecek, halihazırda bedeninizde bulunan trilyonlarca bakteri sizi içten içe tüketecek, etinizle beslenecekler.
yirmi beş yirmi altı bin gün, birkaç parça bez giyinecek, birkaç parça, ağaçtan imal edilme çamurumsu sayfaya göz atma fırsatı bulacak, bir okuldan mezun olup bir alan üzerine lisans alacak, bir alanda uzmanlaşacak, bir ya da birkaç dilde konuşma fırsatını yakalayacak, bir alanda gel git yaparken yitip kaybolacak.
her sabah altıda uyanıyor, dişlerinizi fırçalıyor (yapıyorsanız eğer ), saçlarınızı tarıyor, yüzünüzü yıkıyor, makyajınızı yapıyor, varsa taharet ihtiyacınızı gideriyor ve giyinip yola koyuluyorsunuz. iş ve ev arasında geçirdiğiniz vakit, oldukça durağan. hiç kımıldamadan otomobil ve otobüs içinde bekliyorsunuz, yolcu ya da şoför koltuğunda.
iş yerinde size tahsis edilen küçücük bir oda, sınıf, koridor oluyor hep. tıpkı akşamleyin uyuklarken yahut yatarken bakakaldığınız dört duvar gibi. ve evet, yeterince şanslıysanız bu döngü bir süre sizi oyalayacak. bu oyalanmada renkli birkaç bezle saracaksınız kendinizi, bu bezde ulviyet, özgürlük arayacak denli ahmaklaşacaksınız. beyhude ayrımcılığınız ve gafilliğiniz ölene dek sürecek, yediklerinizde, içtiklerinizde ve haricinde. yirmi altı, bilemediniz yirmi beş bin günün sonunda kalbiniz aniden duracak.
işaret parmağınızı yaşadığınız yerin üzerine koyun, diğer işaret parmağınızı da ev dışında en çok bulunduğunuz yerin. her gün, her hafta, her yıl geçtiğiniz yolları kalemle çizin. kabataslak olsun.
tahmin edin bakalım. hayatınız nerede, ne şekilde, nasıl tükeniyor?
evet, iş yeri ve ev arasında mekik dokurken.
hayatınız, birkaç kilometrelik çapta hareket halinde olmaktan ve durmaktan ibaret.
eylemsizliği ve hareketliliği icra ederken entropiye yenik düşüp dağılan küçücük siyah bir noktacık gibiyiz aslında.
beş on metrelik iş yeri,
birkaç metrekarelik oda,
bir iki simadan ibaret hayat.
ömür, bu uğurda heba edilmeye değer mi?
hele ki, vaktin çoğu istemsizce, niyet dışı biçimde, nefes alırken, gözleri açıp kaparken, uyurken, kendinizi bir masanın baş ucunda yemek yiyip su içerken bulduğunuz sırada, milli ve dini bayramlarda, ibadet ederken, taklide dayalı monoton ve rutin amellerle tükeniyorsa.
ücra bir semtte, alelade bir bankanın mahalli şubesinde görevini icra eden veznedar da olsanız, doktor, mühendis, kasiyer, garson da olsanız her gün karşılaşacağınız insan sayısı bini geçmediği gibi, hep aynı simalar karşınıza çıkacaktır.
pazarladığınız hizmete muhtaç olup ihtiyaç duyanlar!
ömrünüz evde, iş yerinde veyahut markette beş on metrelik bir alanda hareket ederken yitip gidecek.
bunun çok küçük bir bölümünde elli, atmış, yüz, bilemediniz iki yüz kilo metre çapındaki alanda hareket ediyor olacaksınız.
hayat bir köşe kapmaca,
köşeni bir kaptır da, gör.
düşene dost olur sanma
yolunu bir şaşır da, gör
ne dost kalır, ne sevgili
deli olur insan, deli
uzanmaz bir dostun eli
huzurunu kaçır da, gör.
(...)
ali tekintüre bestesiyle müslüm gürses'in seslendirdiği müthiş bir eski şarkıdır.
Bazıları için hayallerini de gerçekleştiremediğin intihar da edemediğin salak bir süreç. Öyle sonun gelmesini anlamsızca, gereksizce bekliyorsun işte. Her gün aynı saçmalığa uyanıyorsun, her gece aynı saçmalığa uyuyorsun ve saçmalık sana sahip oluyor.
Sona kadar Allah’a inanıyorum ama bana küstüğünü ya da benden sıkıldığını da reddedilemez biçimde düşünüyorum. Bana uygun gördüğü ceza buysa çekeceğim, yapacak bir şey yok. Uzun süredir yok.
kimisi vatanını ayağa kaldırır, gençlerini umutlandırır, şereflendirir, yolunu açar, onuruyla yaşar ve daima anılır arkasından "ruhu şad olsun" denir.
kimi bir alyansla yola çıkar, saraylarda oturur, gençlerine "çapulcu", milletine "bunlar iyi günleriniz, daha neler yaşatacağım sizlere" der onun bunun piçini "kardeşleriniz" diye vatana sinsice sokar, bir eli yağda bir eli balda umursuzca yaşar, milleti bu hayatı yaşayan, yaşatan zat için daha hayattayken "bu ne zaman ölecek" diye bekletir. uğruna kanlar dökülmüş, canlar verilmiş vatan toprağına gömüleceği düşüncesi bile insanı isyanlara sürükler.
ve bizlerde bu hayatlar karşısında şaşkın yaşamaya çalışırız ve akıllanmayız.
Bazı insanlar için başkalarının mutluluklarını ve hayallerinin gerçekleşmesini seyrederek ölene kadar zaman doldurma, oyalanma gerektiren bomboş ve anlamsız süreç.
Bazı şeylerin geri dönüşü ve çözümü olmuyor. Üzgün ve yıkılmış bir ruhu taşımakla görevlisin. Renksiz, tatsız, sıkıcı, depresif…
beklentiler ve düşüncelerden uzakta yaşayan herkesin tat alabileceği süreç. ama özellikle bu coğrafyada, hem hissedip hem düşünüyorsan ve bakmayıp görebiliyorsan depresyona girmeden, hayallerini gerçekleştirerek yaşayamıyorsun.
Bok gibi. Güzelleştirmek için süreki çabalıyoruz, her şey için bir efor.
Çok yoruldum. Çok yoruluyorum.
Bazen güçlü bir çığlık basıp telefonu kapatıp sapsakin bir yere gitmek, şıpıdık terliklerimle dolaşmak istiyorum.
Yarını düşünmemek, tüm dertleri kısa bir zaman da olsa unutmak istiyorum.
Keşke bazen gerçekten hayatın tüm akışı dursa ve bize mola verdirse. Tamaam dese şu an senin için her şey durdu bu senin zamanın ne istiyorsan onu yap. Ama olmuyor, olmayacak.
Sen tümm bu akışta kendine anlar yakalamak için var gücünlr çabalayacaksın.