Odasına girdim, bu gün nasılsın aşkım dedim. Hiç oralı olmadı. E bak sana yemek getirdim, atıştır bir şeyler, hep açlık olur mu dedim. Defol git hayvan herif dedi. Sanırım beni bırakmasın diye ona arabayla çarpıp, iki bacağının birden kırılmasına sebep olmama hala kızgındı.
Sokuldum yanına, kafasını çevirdi. Uzaklaşmak ister gibi bir hali vardı, ama bacakları kırık olduğundan kaçamıyordu gülparem. Ona getirdiğim çorbadan bi kaşık alıp ağzına uzattım, içmedi. Suratını sağ kolumun dirseğiyle sabitleyip, bir de öyle uzattım çorbayı, yok açmıyor ağzını. Ben de yüzüne dayalı olan sağ kolumun eliyle bir yandan da burnunu sıktım. E mecbur açılacak o ağız, nefes alması lazım ama çok inatçı çıktı. Mosmor olana kadar açmadı ağzını. Açtı tabi sonunda, ben de tıkıştırdım ağzına çorbayı. Herhalde sıcak geldi ağzını büzerek ve proooofpt gibisinden bir ses çıkararak üstüme püskürttü çorbayı.
Çok kızdım tabi yoldum saçını başını, sonra efendi gibi içti çorbayı. Ben çıkarken de, bir bardak su alabilir miyim aşkım dedi üstelik.
Hayatımda şu an her şey ortada, bunun adı denge desem denge değil, muallak demek istiyorum evet tam kelime bu. içimden bir ses, her şeyi bok etmek üzere olduğumu.. Neyse aman!
iş yerinde fasıl şarkıları dinliyoruz. Canım acayip yaz akşamı fasıl sofrası istiyor şu an. Püfür püfür hava, tam tekmil masa, bir de mehtap varsa off.
Bir kaç gün önce arkadaşımın kardeşi vefat etti. Herhangi bir hastalığı yokken, aniden bir kaza sonucu... Ölümün olduğu yerde her şeyi fazla mı kafaya takıyorum diye düşüncelere dalmaya başladım. Ama beynim yarattığı mağduriyetlerle hemen ele geçirmeye başladı beni.
Çok eksik hissediyorum sözlük. Debelenip duruyorum o eksikliği giderebilmek için, yorulduğumla kalıyorum. Sonra kimsenin göremeyeceği bir yere sinip ağlıyorum öylece. Ağlandığında geçse keşke, kalbimi daha da yoruyorum.
Kalp demişken, iyi değilim epeydir. Kalbim yıllardır ona yaşattırdıklarının hesabını bana soruyor. Müthiş bir ağrı, ee ailede de kalp sorunu olunca insan korkuyor tabi. Korkuyorum da, ölmekten değil. Bu yüzden kılımı kıpırdatmıyorum. Öyle bi acı ki bu, bana yaşadığımı hissettiriyor ortaya çıktığında. Kendimi canlı cenaze olduğuma ikna edip duygularımı da kendimle beraber gömdüğüme o kadar inandırmışım ki, bünyem kaldıramıyor bunu.
Ah, öyle işte. Haykırmak istediğim, insanların kulaklarına bağırarak sağır edercesine söylemek istediğim çok şey var ama susuyorum, en güzel yaptığım şeydir bu.
Biliyoruz diymi buraya yazılanların öylesine yazılmadığını. Ben de tüm ketumluğumla ama yine de kırılmışlığımı da koltuğumun altına alarak şöyle bir uzatmak istedim başımı. Toplaşabilir miyiz rica etsem, söyleyeceklerim var.
Bir süredir kıyamet alametleri yaşıyordum. Kalbim kaç sel baskını, kaç göktaşı yağmuru, kaç zelzele gördü de hiçbirinde bu kadar afallamadı. Sızılara ve iğne batmalarına alışık olan kalbimin kanat takıp özgürlüğe uçacağını bilemezdim hiç. Güneş batıdan doğup doğudan batıyor, akrep ve yelkovan tersten hareket ediyor, yerçekimi teorisi ayaklarımı yerden kesen anlarda yalanlanıyordu benim için. Aşk oğlum bu, kıyamet alameti işte.
Benim için beş element gözleri, dudakları, gülüşü, sesi ve teniydi. Tahta mı? Tahta kafatasının içindeymiş meğerse, burayı geçelim lütfen.
Neyse işte, sabah dünya onun yüzü suyu hürmetine dönerken akşamın bu vaktinde onunla alakalı hatıraları toplayıp ateşe vermeye çalışan nöronlarımın Direnişine destek veriyorken buldum kendimi. Ne garip diymi her şey? Soğuyup kabuk bağlamış bir dünyanın mikroorganizmasıyken bugünlere geliyoruz ve hayalkırıklığının ne olduğunu öğreniyoruz. Müthiş.
Bitmedi henüz söyleyeceklerim, şarkı yazmamı istemiştin bugün iliştireyim madem şuraya.
-
Ağlıyor orada bak bir kadın
Üç ilmek ip boynunda yaşanmışlıkların
Sevseydin bırakmazdın ellerini
Ellerinde sarı papatyaların
Devamını getirirsin diymi? Ne yaptığına dön bak, oynar belki kalemin tüm pişmanlığınla. Hadi, hoşça kal.
Bazen geçmişi özleyesim geliyor. Portakal kokulu anılara uğrayıp şöyle bi gelesim…
Sonra çok geçmeden farkediyorum portakal, arkadaşlarımın anılarından burnuma gelen tanıdık bir koku sadece. Benim anılarımda kavgalar gürültüler, küfürden cehennem kokan ağızlar ve sevgisizlik vardı.
Sezen’nin dediği kulağıma çalınıyor, içimdeki çocuğa sarılıyorum. Beraber oturup ağlıyoruz.
Küçücük elleriyle saçlarımdaki beyazları sayıyor; 1,2,3,5,9… 100’e kadar saydığını düşünüp mutlu oluyor, oluyor da bu kadar beyaz varsa hayal ettiklerini de gerçekleştirdiğimi düşünüyordur herhalde. Yıllarca olduğum yerde durarak yaşlandım.
Yaşlandım fakat hiçbir şey öğrenemeden, kendime değer vermeden geçip gitti seneler. En büyük lanetimi hiç aşamadım.
Hatırlıyorum, 5’li yaşlarda gece uyumadan önce hep dua ederdim tanrı’ya. Otobüste bilerek en ön koltuğa oturup kaza olması durumunda aileye verilecek nafakayı düşünen işsiz bir babanın küçük kızı dualarına ne sığdırabilirse, babasının üzülmemesi için ya da yük olduğunu düşündüğünden büyük bir mahcubiyetle diline ne gelirse binlerce kez tekrarlayarak edilen dualar… o yaşlarda dahi uykuya hemen dalamaz saatlerce tavanı izlerdim. Tavan bembeyaz bir görüntüden ibaret değildi, beynimin kurguladığı bir çok sahnenin projeksiyon görevini görüyordu. Benim yaşlılığım sevdiğim insanların yaşları toplamıdır bu yüzden. Hep düşündüm onları. Benim hissettiklerim diğerlerinin hissettiklerinden bir kaç adım geride oldu.
Ve bugüne döndüğümde düşünmekten hiçbir şey kaybetmemiş ama müthiş öfkeli, ani gelen sinirlere dur diyemeyen bir letthe görüyorum karşımda. Beynimin adeta dalga geçtiği bir ruh halinin can hıraş çöpte karıştırıp bulmaya çabaladığı mutluluk artığı anıları gün yüzüne çıkartmasıyla anca tebessüm ettirilen bir letthe.
Letthe bazen dökecek içini böyle. Çünkü yazmak konuşmaktan hep daha iyi hissettirdi onu. Hele okuyupta kendinden bir şeyler bulan insanları da gördükçe yalnız olmayışına daha da şükreder hale geliyor. Lanetin başkalarına da sıçradığını düşünmek kötü fakat itiraf etmeliyim ki sadece ben deliriyor olsaydım çok sıkılırdım.
Ben insanlara yabancıyım. Korkuyorum onlardan. Bunu hiç belli etmiyorum ama bana yaşatacakları şeylerden çok korkuyorum. Çünkü yine hiç belli etmesem de fazla hassas bir kalbe sahibim. Dışarıdan bakıldığında etim kırk kat kabuk bağlamıştır belki ama kendimi korumak için büründüğüm çehre bana ait değil, çok eskiden tanıdığım birinin emaneti.
Bu emanet ağır geliyor artık. Kimin olacağı hiç farketmez, bir dize başımı koyup saçlarımın okşanmasını bekliyorum. Merhamet istiyorum, kendimden esirgediğim ne kadar merhamet varsa hepsini istiyorum o parmaklardan. Korktuğum şeyi sevmek istiyorum.
Ben deliriyorum.
Gülüşlerim jokerin kahkahalarına dönüyor.
eskiden hasan a gidiyorduk. hasan hiç beni görmek istemiyordu. beni görünce hemen başka tarafa bakıyordu. hatta bir kere beni görmesin diye elimi öpmüştü. bizim için sadece bir kaç şeyi yanlış yazmamızın nedenidir. bir önemi yoktur.
çandarlı ya tabi ki yılmazlar a zarar vermek için gitmiştim. mujo yakında doğançay mezarlığındaki çukuruna siktir olup gidecek. bir hayli de para kalacak.
ingilizce hocam bu aralar ilişkimin kötü gittiğini biliyor. konusurken kalbimin bir parçası hala kırık ama bugünlerde daha iyi hissediyorum dedim. Bir süre ilişkiler üstünden konuştuk daha sonra bu durumumun artık umrumda olmadığını söyledim. O da eğer umrumda olmasaydı kalbimin bir parçası hala kırık demezdin dedi. Bu Amerikalı beni her derste yerle bir ediyor. :D