“Yarın 6-7 gibi uyanıp büyükçe bir parka gitmek istiyorum. Çimlerin üzerine yatayım böyle hava essin hafiften, ben dinleyeyim; içime çekeyim o havayı, ciğerlerime dolsun iyice. Tüm düşüncelerim evde kalsın, hiçbiri gelmesin benimle. Seyirci olayım 3-4 saat. Keyifçi seyirci. Ee yap o zaman. Ama Sonucu söyleyeyim, yapmadı.”
Bunu yazmışım, muhtemelen epeyce zaman geçmiştir üzerinden, güzel de olmuş, sonuç cidden “yapmadı” ama Pazartesi yaparım, dert değil.
Neyse bugün buraya şey demeye gelmiştim,
“insanların güvenilmez ve bencil olduğunu kafama vura vura öğrettiğiniz yaştayım.”
Uykum kaçtı yine, atarımı yapmaya gelmiştim, yaptım, çıkıyım artık. iyi geceler.
yazıyorum yerine ulaşmayacığını bilerek belkide en içten duygularımı ifade etmek istiyorum sana dönmeyeceğini bilerek eskisi gibi olmak hayalden uzak olabilir şu an bize yeni başlangıç çokta gereksiz dönüp bakınca yaşanan kırgınlıklara geçmiyor ki hatırımdan söylenen sözler anılar varya işte nereye soksan dindirmiyor acılarımı hani bir günde seni düşünmeden geçse diyorum lakin yastığa başımı koysam yinede seni düşünüyorum umutsuzca gönlüme söz geçmiyor kalbimdeki boşluk hiç dolmuyor dolmayacak yerine geçemez hiç kimse gerçi tek biz kalsak dünyada yinede oluru yok ya işte benimkide kendimce mutlu olmaya çalışmaktan başka biryere gidememek gittin ya öldüm belki şu an küllerimden doğuyorum sonuçta hayat devam ediyor sen mutlu ol bana yeter sevdiğini alamadıysan aldığını seveceksin demişler ya işte nasip son sözlerimde sana değil o her bakıştığında parlayan gözlerinde yansıyan simaya sevdiğim kadının sevdiği adam ona çok iyi bak olur mu? ...
Çenesi düşük kalbimin harf harf, hece hece, kelime kelime döktüğü alelade hisleri dinletebileceğim, angarya meşkalesini düstur edinmiş bir gönüldün belki de.
Belki yalan katranına boğulmuş, belki hakkı olmayan muameleye maruz kalıp kırılmış, kim bilir belki de fırtınalı günlerinde sığındığı yürekten (ki bir yürek, bu denli alçalabilir) kovulmuş olabilirsin.
Hor ellerde kırılan körpe kalbini, eskisinden daha mutlu hale getirebilirdim, ya da fırtına kar boranla boğuşurken, sığınmak şöyle dursun, sahibi olabilirdin gönül limanımın.
Ama, yalan katranına boğulmuş bir gönüle derman olacak deva, benim şifa dağlarımda bitmedi bu güne değin.
Sen bu derdine dermanı, kendi vicdan dehlizlerinde ara.
~ lisan-ı arabi; malami/malamati
~ [nsb.] 9. yy'da horasan'da doğan bir sufi hareketi ve bunun mensubu olan
~ ayıplama, azarlama, takbih
ne imiş: nefsi, ayıplama, horluğa sürme, hakir kılınacak vaziyetler ile terbiye ve terakki edebilme yoluymuş. bu haseb ile tarikat-marifet imiş diyelim, ama ötesi demeyelim.
zira ötesi, kurbanlık ister. ötesi, mülkten tümüyle feragat ve feda ister. ötesi ne varlığı kabul eder, ne yokluğu. lakin melamet, nefsi mütemadiyen kınama yolu ile daimi levm sürecidir. bu vecheden bakarsak, nefse varlık tanıması hasebiyle, tevhîde ikilik getirir. iltifatı ve makamı tanımaması, onlardan kaçınması hasebiyle, 'etrafa' mahal tanıyarak, ikiyi de üç kılar. üç, çoktan eftaldir. iki, üçten eftaldir. bu sağlama ile şu söylenebilir, melamet, tevhîdi yolun mahsulüdür lakin tevhîdin kendisi değildir.
o tevhîd ki, mülkün sadece allah'ın olduğunun nazari değil, ilme'l yakîn değil; hakka'l yakîn, yani hâl ile tatbik ederek; mülkü tümden terk etmeyi ve ardından terk etmeyi de terk edebilmeyi lüzumlu kılar.
mülk ise sadece yiyip içtiklerimiz, biriktirip harcayabildiklerimiz değildir. beden, duyular ve latifeler dahi mülktür. evlat, dost, aile dahi mülktür. akıl, hatıra, düş dahi; isim, suret dahi mülktür. sâlik, her birini terk edip kendisini kurban etmeden, aşkın hakikatine varamaz.
ibrahim aleyhisselam'ın kuran'da anlatılan hikâyesine bu idrak ile baktığımızda, yol ve yordam kendisini açık eder. o yol ki, nemrut'un (sosyal ve siyasal erk) terkini, aile ve evladın terkini, allah dışındaki tüm rabların terkini, açık yol ile anlatılmamakla beraber cebrail aleyhisselam dahil melekûtun dahi terkini içerir. işte o vakit, ateş hükümsüz kalır. çünkü can, madde ve zaman mefhumu dahil olmak üzere tüm kayıtlardan azade kılınır. hür olur. artık orada ne varlık kalır, ne de yokluk. can, hakk olur.
melamet, varmak yolunda bir adımlama biçimidir. tekrar edelim, varış değildir. zaruri de değildir. kimi bu meşrep üzere hâlk edilmiştir, öylesi dervişin sülûkunda kendisini açık etmesi zararlı, hatta haramdır. kimine ise melamet hırkası haramdır, çünkü riyâkarlık demek olur.
"men arefe nefsehu, fekad arefe rabbehu."
nefsini bilen, rabbini bildi.
bu nedenle tasavvuf yolcusunun evvela kendisine dönüp bir bakması lazım. bu kimdir, nedir, nicedir, nereye gitmektedir demesi lazım. hele bir sormaya başlasın, melamîmeşrep mi, üveysîmeşrep mi; ne kadarı islam, ne kadarı mümin, ne kadarı yahudi, ne kadarı kafir, ne kadarı fasık; görmesi, dökülebilmesi lazım.
görmek için de elbette bir gösteren olması lazım. demem o ki, insan melameti değil, o aynayı istemeli.
o ayna bir tarikatın postunda da oturur, melamet hırkasının altında da gizlenir. o ayna ziynetler içinde de olur, pas ve çamurdan bir örtünün içinde de. ama ayna aynadır. maksadı bellidir. sana sen lazımdır. ayna, senlikle benliği güzelce ayırır. sana seni bırakır.
bir kişi bunu görecek. bu ona cevaptır. doğrusunu allah bilir.
Gelecek hakkında endişeliyim bakma sana yapacağım uğraşacağım işleri anlattığıma. Benim hiç şansım yok ki. Hayatta faydama olacak bişeyle daha karşılaşmadım. En kolay faydalı bişeye bile hep kıçımı yırtarak sahip olan şansız, sakar biriyim.
"Sadece sevilsem yeter" kalenderliğinden cebren istifa ediyorum.
Biliyorum ki bu mütevazı ve mazbut beklenti, geri dönüşsüz bir nankörlükle piç ediliyor göz yaşına bakılmadan.
Ben artık güzel sevdiğim, güzel konuştuğum, sabahları hoş günaydınlar, geceleri dizeler boyu yazılar, gösterilen ilgiler ve duyulan alakalar karşılığı sevilmek istemiyorum. Ben, karşılık verdiğim şeyler için ücreti mukabil sevgiler istemiyorum.
Ben artık, sadece ben olabilme yeteneğini haiz olabildiğim için sevilmek istiyorum.
Ben artık "tekme tokat dövsen, ana avrat sövsen, itin götüyle ara sıra yüz göz etsen de seni seviyorum ve bunları seni istediğim için sineye çekiyorum" diyecek eşiğe gelenlere harcamak istiyorum gönül bakiyemi.
Senin iyi bir kalbin olduğuna
inandım, bekledim sabırla,
Ama kabul yanıldım,
Sen yalandın...
Ne kadar uğraştıysam olmadı,
Aşk sana bir türlü yakışmadı.
Kimsin, kimsin?
Kalpsizsin, kalpsizsin...
"Gidene mi zor, kalana mı?" avamlığından çok daha fazlasını düşünmek zorundayım, beğenip beğenmediğimi düşünme fırsatım olmayan kabuğumu terkederken.
Yaprak döken yanım, "dur gitme, başına gelecekler en fazla bu kadar olabilir, zaten sürünme konusunda yeterli tecrübeyi edindin" derken; bahar bahçe yanım "burada durulmaz artık, ne seni bağlayan, ne de haline ağlayan yok, yeni başlangıçlar, yeni hayat, yeni umutlar" diyor.
Ve benim arafta kalacak sabrım, dermanım ve zamanım ne yazık ki yok.
Dereyi dahi geçemeyen biri olarak okyanusa göz atmak, akıl sahibi birinin yapacağı iş değil.
öylesine bir yere geldim, ama öylesine geldim. öylesine bir yere öylesine gelmenin hiçbir şeyi var biraz üstümde. pek ağır değil bu hiçbir şey. mutlu değilim mutsuz da değilim. çok duramam yanınızda. yaşantınıza fazla bulaşamam, adımımı yolunuza atamam. çünkü istesem de, biraz durmayı bıraksam, hareket etsem de içim duruyor benim. öylesine bir yerde duruyor, ama öylesine duruyor. öylesine bir yerde öylesine durma koş biraz demiyorum. kimseye dur da diyemiyorum. geçip gitsinler "nehir gerçeği gibi". ben biraz kalacağım burada. biraz ne bilmiyorum. iyiyim biraz.
Kabul etsek de etmesek de, kimimiz kader, kimimiz şans, kimimiz enerji, kimimiz rastlantı hatta kimimiz "yok" dese de, hepimiz ne yaparsak yapalım içinden çıkamayacağımız ve koridorlarında ilerlemekten başka çare bulamayacağımız bir labirentin içindeyiz.
Labirentinden memnunlar gidişatını sorgulama gereği duymazken, labirentini beğenmeyenler attıkları her adımda gidişatını sorgular, düşünür hatta bu sorgulama "idrak-ı meal" aşamasına gelir ve çoğu zaman "o terazi o sıkleti çekmez".
Sorgulamaktan vazgeçip, labirentinden memnunlar gibi yaşadığınız bir gün, bir halk otobüsünün camındaki ironik bir yazıyla, tekrar kendi labirentinize döndürülürsünüz;
Kendi kendime konuşurken dahi takılmadan adam boyu cümleler kurabilen zihnim, şimdi saatlerce düşünsem dahi en basit iki kelimeye vuslatı çok görüyor.
Bu güne değin bir "yazdıranın" olması mıydı kelimeleri yedi iklim gezdirip bir kağıda hapseden, yoksa menbaı aktıkça tükenen bir nehir miydi boşa akıp giden?
Beklentiler yoruyor işte küçüğü büyüğü fark etmiyor olmayınca hepsi üzüyor, neden insan olmak bu kadar zor bir ot olsam da hiç üzülmesem diyorum bazen. Mutlu olmak güzel mutlu zamanlarım var ama üzüntümü o kadar uçlarda yaşıyorum ki tüm mutluluğum yok oluyor. Anne ben nasıl umursamaz olucam?