Nietzsche’ye göre kişinin değersiz bir hayatı varsa ne kadar uzun yaşadığının hiçbir önemi yoktur. Önemli olan soylu bir yaşam sürmektir. Değerli ve anlamlı bir yaşamı sona erdiren her ölüm zamanında gerçekleşmiş
bir ölümdür. Yaşamına bir değer ve anlam katamamış insanın ölümü ise ne kadar geç olursa olsun zamansız bir ölümdür.
Ansızın gelip beni bulmasını dilediğim. dünya denen bu handa sadece zaman öldürüyorum. Pek mutlu olduğum söylenemez. inancım gereği intihar da etmem ama isviçre'de ötenazi hakkını kullanan insanlara imreniyorum.
Kimine gore Sonsuz bir yaşama gidiş biletidir kimine göre ise bir sondur. insanın ruhsal ve duygusal olarak kolay kolay kaldırabileceği kabullenebileceği bir şey değil.
ölüm,
her ne kadar aşsam da bu konuyu
her ne kadar iyi olduğumu zannetsem de
hüzün çekiyor beni birden
dalıyorum tekrardan bu düşüncelere
engel olamıyorum
kendimi bir rüzgara karşı yürüyor gibi hissediyorum
yoruluyorum bazen rüzgara karşı gelmekten
dinlenmek istiyorum
başladığım gibi de geriye doğru savruluyorum
geçemiyorum bir türlü rüzgarlı yolu
yetmiyor gücüm
yolumu taşlar çıkıyor
ayağım takılıyor zaman zaman
hemen toparlıyorum bazen
ama bazen de düşüyorum ve kalkamıyorum yerimden
geriye savruluyorum rüzgarın esintisiyle
ne yapacağımı bilmiyorum
ne kadar dayanabileceğimi bilmiyorum
dayanmak isteyip istemeyeceğimi bile bilmiyorum
sıkıldım ben artık bu yolu yürümekten
belki de kendimi rüzgara bırakıp savrulmanın vakti gelmiştir
ne dersin?
Bugün tanıdığım gencecik bir kadın hayattan koptu. Ne kadar ani! ne kadar bilinmez! Klasik olacak ama sevdiklerinizin kıymetini bilin. Ne zaman geleceği hiç belli değil.
Ölüm güzellemesi yapanlar gözlerinin önünde çırpınan bir adam görmüşler mi gerçekten merak ediyorum. Hayatın gerçeklerini su katarak içmek insanın o sarsılmaz güven içinde yaşama isteğinden başka bir şey değil. Hayat her zaman size güven vermeyecek. O gerçekler Geldiğinde bodoslamamak, hazır bulunmak için bazen gerçekleri sek içmek gerekir.
Bugün babamı kaybettiğimizin tam birinci ayı (oysa tam bir yıl gibi...).
insan ölümün ne olduğunu bu yaşına kadar öğrendiğini sanıyor ama en yakınından birisini kaybetmediyse ölümün ne demek olduğunu anlamıyormuş.
Taziyelerde en çok benim içimi okşayan, "yattığı yer incitmesin", "ışıklar içinde uyusun" dilekleri oldu.
Gerçekten de, babamı koydukları o küçük derin kuyuda babam incinmesin, üstüne attıkları o toprak, yattığı beton içini karartmasın...
insan sadece bunları mı öğreniyor? Neden evi doldurduklarını, acınızla sizi yalnız bırakmadıklarının anlamını öğreniyor: siz misafirlerle ilgilenirken, acınızda boğulmayın diye... inanmadığınız dini simgeler, dualar, sizin sığındığınız en anlamlı yeriniz oluveriyor. Artık babasını, annesini kaybetmiş kişiler sizin duygu ortağınız, kaybetmemişler konuyu geçiştirdikleriniz oluyor. Çünkü siz de onlardan biriydiniz ve sizin konuştuklarınız boşunaymış, ölümü yakınında hissetmeyenlerin empati yapması mümkün değilmiş, öğreniyorsunuz...