vendetta
2147 (filozof)
beşinci nesil yazar 16 takipçi 142.71 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    evdeki sahipsiz eşyanın boşanmaya sebep olması

    1.
  1. ayağının serçe parmağını sehpaya vurmanın bir level üstüdür bu hacı. yani -ben aykut olarak söylüyorum, benim için o tarz bir acıydı işte.

    eskiler bilirler. buraların dutluk olduğu zamanlar, yıl 2009 falan. o zamanlar üniversitedeyim, boş zaman çok, sözlükte yardırıyorum. uzak mesafe ilişkisinin bir başka avantajı işte. o dönemlerde akşam 9 gibi msn açılır, gecelere kadar sevgiliyle muhabbet edilir, sonra sözlüğe sarılırdı tarafımca. bu dönemlerde atılan ilişkinin temeli bir gün kaçınılmaz son ile; evlilik ile noktalandı. hanım bursalı olunca, bir de üstüne öğretmen olunca yaz tatillerinde Kayseri'den bursa'ya ailesinin yanına gider mütemadiyen. gidince de insan gibi gitmez hani, minimum 1 ay.

    yine böyle bir eğitim öğretim yılının sonları. hanım son hazırlıklarını yapar, yıl sonu törenlerinden sonraki güne uçak biletini alır. günler hızla geçer, tören yapılır, ertesi gün hanım yolcu edilir ve büyük özlem duyulan bekar hayatına hızlı bir giriş yapılır. bekar arkadaşlar hafta sonları eve çağrılmakta, maç izlenmekte, rakılar içilmektedir. tabi bu süreçte eve onlarca insan girip çıktığı için evi 1 hafta sonra bok götürmeye başlar. bu süreç hanımın geliş süresine bağlı olarak değişmekle birlikte; genelde 40 gün civarı sürer. hanım geldikten sonra yaklaşık 1 hafta boyunca çamaşır suyu kokusu evden eksik olmaz. bir akşam işten eve dönülür, hanım yatak odasındadır:

    vendetta: ben geldim.
    hanım: hoşgeldin. delilleri seninde görmen için hiç yerinden oynatmadım.
    vendetta: ne delili ya? ne oldu, hayırdır?
    hanım: bak (bu sırada elinde siyah kırışık bir şey göstermektedir), yatak odasındaki makyaj masamın altında ne buldum?
    vendetta: çorabımı mı buldun? ne o?
    hanım: tayt.
    vendetta: eee. ne olmuş yani? çıkarıp atmasaydın oraya bir hışımla.
    hanım: heh. işte bende tam öyle düşündüm. bu kadar kırışmış durumda olması, bu taytın acele bir biçimde çıkarıldığını gösteriyor.
    vendetta: olabilir. her zamanki dağınıklığın işte.
    hanım: hmmmm... dağınıklığım? işte sorun tam olarak burada başlıyor. bu tayt bana ait değil.
    vendetta:....
    hanım:...

    uzun bir sessizlik ortama hakim olur. tuttuğun takımın formasını büyük bir hevesle alırsın da halı saha maçına gidersin ya, sonra 2. dakikada ilk golü kalende görüp o kıyamadığın formanın üstüne yeşil ayraçı giyersin ya, tam o ruh halini yaşıyordum işte o an. mutlu ama üzgün. mutluluğumun üstüne yeşil bir ayraç gibi çökmüştü o kara tayt.

    vendetta geçmiş 40 günü düşünmektedir. eve başka bir kız girmediğinden emindir. en azından kendisinin eve kız getirmediğinden emindir. ancak bu süreçte eve girip çıkan, alkollü gecelerin finalinde yer yokluğundan abazaya bağlamış arkadaşların bu ihaneti yapma ihtimali düşünülür. acaba alkollü gecelerin sabahında işe gidilmişken evde uyuyan arkadaşlardan birisi eve kız arkadaşını mı çağırmıştır diye düşünülmeye devam edilir. uzun bir süre düşünülür...

    vendetta: hayatım saçmalama, o tayt senindir.
    hanım: bu bana olmayacak kadar küçük. belli ki kısa boylu birinin. yine de senden hiç beklemediğim için giymeyi denedim. tabi ki bu kadar kısa bir şeyi giymeyi başaramadım.
    vendetta: (gluk)
    hanım: kim bu kadın?
    vendetta: valla bilmiyorum.
    hanım: evimize giren kadının kim olduğunu bilmiyor musun? hayat kadını mı getirdin bir de evimize?
    vendetta: ne hayat kadınısı ya... benim bu tayt ile hiç alakam yok hayatım. valla billa bak.
    hanım: tamam. açıkla o zaman evimizde bu taytın ne gezdiğini.
    vendetta: güzeeeelll.

    en azından bir açıklama sıçma şansını yakalamıştım. zaman kazanmak için aklıma gelen ilk kelimeyi uzatarak söylemiştim. ağzımı yaya yaya, gözlerimi yukarıya odaklayarak 'güzeeeelllll' diyebildim sadece. 'güzeeeellll' dediğim an eşim bana bakakaldı. o kadar bir bildiğim varmış tınısıyla söylemiştim ki bu kelimeyi, imkanım olsa ben bile bana bakakalırdım. Hatta bir ara gerçekten 'ulan bir bildiğim mi var acaba?' düşündüm. sonra baktım aklıma bir bok gelmiyor, ihtimaller üzerinden gitme seçeneğini seçtim.

    vendetta: valla biliyorsun, bekar arkadaşlar geldi gitti bir kaç kez, onlardan birisi kız arkadaşını getirmiştir belki.
    hanım: bana herşeyi düzgünce anlatana kadar seni görmek istemiyorum. lütfen bu odaya bu olayı anlatmaya karar vermeden girme bir daha.

    günler günleri kovalamaktadır. hanımın yokluğunda eve gelen bütün arkadaşlar aranır, kimse olayı üstlenmez. 'olum biriniz bu olayı üstlenin, yengeniz boşayacak beni' edebiyatına başlanır. emir isimli bir arkadaş ile olay üstüne planlar yapılır. yalanlar hazırlanır. gün içinde hanım aranır, akşam herşeyin açığa kavuşacağını, emir ile eve gelineceği belirtilir.

    emir isimli arkadaş hazırlanan yalanları sıralamaya başlar:

    emir: ya bak yenge, sen kayseri'de olmayınca bende şehir dışından kız arkadaşımı çağırdım.
    vendetta: tüh sana ibne herif. neden bana haber vermiyorsun?
    emir: haklısın vendetta, uzak mesafe ilişkisi yenge, en iyi siz bilirsiniz bunu.
    vendetta: ptüh sana hayvan herif. insan bir söylemez mi? senin yüzünden evliliğim bitiyordu.
    emir: işin buralara geleceğini tahmin etmedim. özür dilerim.
    vendetta: tüh sana öküz herif.
    emir: durum bu yani. vendetta durumu anlatınca çok üzüldüm. ben sizi daha fazla rahatsız etmeden gideyim.

    arkadaş yolcu edilirken hanım ile sarmaş dolaş kol kola daire kapısına kadar gidilir. tam arkadaş gidecekken:

    hanım: aaa, emir dur bir saniye. bari vereyim krize neden olan taytı. sen verirsin kız arkadaşına tekrar.
    vendetta: (kaş göz ederek) tabi tabi, al götür taytı emirciğim.

    tayt verilir. mutlu günler tekrar gelmiştir. formanın üstünden ayraç çıkmıştır. mutlu mesut geçen bir haftanın sonunda bir akşam yemek esnasında hanımın telefonu çalar. konuşma esnasında 'tabi tabi gelin.... kahve içeriz... vendetta yorgun değil bekliyoruz.' gibi kelimeler seçilir. hanımın öğretmen arkadaşlarından birisi kocasıyla birlikte kahve içmeye gelmek istemektedir. sofra beraberce toplanır. misafirler gelir. kahveler içilir. gecenin ilerleyen saatlerinde misafirler yolcu edilirken bir anda:

    hanımın arkadaşı: ya hocam, dönem sonunda törenlere gitmeden önce sizin eve gelmiştik ya. ben burada üstümü değiştirirken taytımı unutmuşum. onu verebilir misin?
    hanım: aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa!
    vendetta: (hanıma sinirli biçimde dönerek) neeeee?

    karı koca şaşırma tepkisinden sonra bir anda susulur.

    hanım: ehie. ehehe. ne taytı yaa? ben tayt görmedim evde.
    hanımın arkadaşı: ama o gün burada çıkardım ben onu. sonra almadım yanıma diye hatırlıyorum.
    hanım: ehheheh. ben yarın sabah bakayım. bulursam getiririm. aslında gitmeseniz mi? noldu hayatım? niye bana sinirli bakıyorsun? emir diye bir arkadaşın vardı senin, o ne yapıyor?
    6 ...
  2. mahalle maçında kavga çıkması

    1.
  3. ey dostlar, hangimiz yaşamadık ki bunu? kendi mahallendeki arkadaşlarınla yaptığın maçlardan çok daha farklıydı aslında. rakip mahallenin çok iyi tanımadığın oyuncuları ile rekabetin bir fenerbahçe galatasaray derbisini aratmadığı tarzda, kemik seslerinin eksik olmadığı maçlardı onlar. maç süresinin 7 de yarı 15 de maç biter şeklinde belirlendiği günlerdi. herkes hakemdi, dizilişin kaleci-orta saha (duruma göre hücuma veya defansa yönelik), forvet, forvet, forvet, ve yine forvetten oluştuğu kadrolarla yapılan maçlardı...

    işte böyle sıcak yaz günlerinden bir gün, karşı mahalleden akranlar mahallemize gelir. mahalle maçı teklifinde bulunurlar; ancak bizim mahallenin kadrosu gayet zayıftır. kemik kadroyu oluşturan elemanlar ya tatildedir, ya da köylerinde yaz tatilini geçirmektedirler. yinede düello reddedilmez, maç teklifi kabul edilir.

    kadrolar hakkında genel bilgi vermek gerekirse rakip 13-14 yaşlarında 6 kemik oyuncudan oluşmakta, mahallemiz ise kalede 8 yaşında bir kardeşimizden ve 5 forvetli sistemden oluşmaktadır. forvetler hakkında genel bilgi vermek gerekirse bir tanesi 90 kilo civarında yürürken bile zorlanan ayı alper lakaplı kardeşimizden, mahallede bütün annelerin ''o çocukla oynama'' dediği çocuk ünvanı ile benden, ve vasat seviyede futbol bilgisine sahip 3 arkadaşımızdan oluşmaktadır.

    maçtan önce tüm takım toplanır, rakibin boy avantajı olduğu için havadan değil ayağa pas şeklinde oynanması gerektiğinden, sert faullerden kaçınılmaması gerektiğinden, ev sahibi olmanın avantajını iyi değerlendirmemiz gerektiğinden ve olası bir kavga durumunda tüm takımca dalmamız gerektiğinden bahsedilir.

    ve maç başlar.. seri bir biçimde goller kalemizde belirir. ortalama olarak dakikada bir gol yemekte olan mahalle takımımızın bir an önce bu durumdan çıkması gerekmektedir. takımın mal gibi oynamasına karşın, bala göte bir gol atılır. ilk yarı 7-1 gibi bir hezimetle henüz 10 dakika dolmadan biter. devre arasında takım gazlanır. maç bir binanın arkasındaki otoparkta yapılmaktadır ve binanın balkonundan çayını içen seyircilerimiz bizleri izlemektedir. hatta zemin katta oturan, benden ölümüne nefret eden ama annemle kanka olan ve balkonuna sürekli tezek,torpil vs. attığımız nuran teyze bile bizi izlemektedir. rakip takımın ise 2 tane seyircisi vardır. bu seyirciler de emekli amca tipinde çocuklarının maçını izlemeye gelmiş bıyıklı dayılardan oluşmaktadır. bu maç mahallenin onuru, gururu hepsini sahaya gömmemiz gerekir, bu taraftara yazık değil mi gibi cümlelerle ikinci yarıya başlanır. ancak sonuç yine hüsrandır. maçta fark açılmaktadır ve bu sürece birinin dur demesinin zamanı gelmiştir.

    şahsımca yapılan fauller git gide sertleşmektedir rakipten kimse duruma isyan etmemektedir. kemik sesi volume miktarı git gide artmaktadır ve en sonunda biri isyan eder:

    rakip oyuncu: lan yeter kıracaksın bacağımızı. siktin kaval kemiğimi.
    vendetta: nasıl konuşuyorsun lan sen? bebe oyunu mu bu? sen süt çocuğu musun?
    rakip oyuncu: maçını yap, efendi gibi mağlubiyetin keyfini çıkar. yoksa seni paketlerim şurada.

    bu lafın sonuna rakip oyuncuya osmanlı tokadı sallanır, ve saha bir anda karışır ve kaçışmalar başlar. ancak kaçanlar rakip mahallenin oyuncuları değil, bizim mahallemizin elemanlarıdır. hatta o kargaşada ayı alperin bile hayatında ilk defa koştuğu görülür. ilginç bir karın ağrısı ve adrenalin ile neler olacağı beklenmeye başlanır. rakip takımın tamamı üzerime gelmektedir. ancak tokadı yiyen çocuk arkadaşlarını sakinleştirmektedir. çocuklarının maçını izlemeye gelen iki baba da elemanları tutmaktadır.

    tokadı yiyen çocuk: kimse bir şey yapmasın. adam tek başına hepimize kafa tuttu, helal olsun. bırakın uğraşmaya değmez.

    ulan tek başıma kafa tutacağımı bilsem ben hiç maçın amına koyar mıydım? her golden sonra sizinle sevinir, kendi kaleme asortik goller atardım. hiç senin o narin yüzüne o tokadı atar mıydım? benimkisi tamamen lüzumsuzluk, mahallenin götverenliğine geleceğimi bilememek... yine de alta girenin amına koysunlar.

    vendetta: ne demek lan uğraşmaya değmez? tek tek gelin hepinizi alırım oğlum!
    tokadı yiyen çocuk: seni dövmeyeceğiz.
    nuran teyze: sebep?

    bir anda gözler zemin kattaki balkona döner. aman allahım! ben yanlış mı duydum, yoksa gerçekten annemin kankası olan nuran teyze neden dayak yemeyeceğimi mi soruyordu? benden bu kadar mı nefret ediyordu?

    ba sırada kargaşa devam etmektedir. bir ara rakip takımdan bir iki kişinin tekmelerine maruz kalınır. o sırada rakip takım taraftarlarından ve tekme atanlardan birisinin babası olan kişi bana tekme atan çocuğu ensesinden yakalar. çok müthiş bir uyum içinde ensesinden yakaladığı oğlunu ileri doğru itmekte ve bir anda geri çekmekte, sonra elini yumruk haline getirmekte ve çekiş kuvveti ile kendisine gelen çocuğunun yumruk ile buluşmasını sağlamaktadır. aman allahım, bu nasıl sanatsal bir dayaktır böyle. yumruğunu sallamaya bile üşenen baba kendisine çektiği çocuğun yumruğa çarpmasını hafif bir tebessüm ile mütemadiyen devam ettirmektedir. en sonunda yorulmuş olsa gerek çocuğu ileri ittikten sonra geri çekmez ve yer çekimi ile yüzleşmesi için oğlunu boşluğa bırakır, ancak tam bu sırada dirseği ile sırtına vurarak finiş him yapar. evet, bu olsa olsa mortal kombat oyunundan çıkma dayak sahnesi; ancak böyle finale bağlanabilirdi. çocuk yer ile kavuştuğu an benim beyin de hakimiyete kavuştu...

    ben nasıl tiplere çatmıştım? babası tarafından böyle dayak yiyen çocuk olası bir kavgada beni boncuk boncuk sikerdi.

    yinede ileri yapılmıştı bir kere, artık geri vites yapılamazdı. rakip mahallenin elemanları yavaş yavaş dağılırken ayı alperin kaçarken unuttuğu topun üstüne oturdum. yiyeceğim dayağın hayali ile düşüncelere giderken aklıma tek bir şey geldi. acaba annem ve babamı karşı mahalleye taşınmaya ikna edebilir miydim?...
    2 ...
  4. bira çiş korelasyonu

    1.
  5. bira ve çiş arasındaki doğrusal ilşkinin gücü. daha açık bir dille momentini siktiğimin ızdırabı.

    bu öyle böyle bir durum değil beyler. oldum olası rakı içmekten büyük keyif duyan insanım. öyle kederli günde falan iyi gelmez bana rakı, daha çok ağzıma sıçmaktan başka bir boka yaramaz. o yüzden içeceğim zaman keyifli olmam lazım benim. mezem olması lazım en başta. daha önemlisi uzun marlboro kardeşliği ile bezenmiş bu sofraya adam gibi adam lazım. ancak harici zamanlar olur ki başka bir şeyler içmek gerekir. bu entry de öyle bir günde içilmiş olan sayısız biraya ve çiş ile oluşturduğu denkleme atfedilmiştir.

    yanlış hatırlamıyorsam 2007 yılının aralık ayı. kayseri'den iki otobüs Fenerbahçe taraftarı kadıköydeki galatasaray maçına gidiyoruz. otobüsü de kiralamaşız ki, sadece maça giden taraftarlar var. isteyen yakıyor sigarasını. arka taraflarda alkol alanlar mevcut. Akşam maçtan çıkılınca bir arkadaşla buluşulacak yemek yenilecek, ardından bursaya sevgilinin yanına gidilecektir. hatun kişisi ile görüşülmüş istanbul bursa güzergahı hakkında bilgi alınmıştır. sevgiliye göre yolculuk yaklaşık 6 saat sürecektir. otobüsler kadıköyde durur, mabedin etrafında tur atılmaya başlanır. saat daha 16.00 civarıdır ve maçın başlamasına 3 saat vardır. bir cafeye gidilir arkadaşlarla patates kızartması ve biralar söylenir. ilk bira yuvarlanır.

    cafede içilen üç biradan sonra stada doğru ufak adımlarla yola çıkılır. yol üstünde büfeden bir bira daha alınır. stadın çevresinde gezinirken bir bira daha içilir ve maça girilir. maçın ilk yarısının sonuna doğru ilk çiş belirtileri gelir. ancak staddan çıkınca yemeğe gidilecektir ve nezih bir ortamda rahatça işemek çiş sırası beklemekten daha cazip gelir. maçın ikinci yarısı iyiden iyiye rahatsız etmeye başlayan sıkışmışlık duygusu ile geçer. maçın bitiş düdüğü ile birlikte istanbullu arkadaşın beklediği alana doğru hızlı adımlarla gidilir. arkadaş ile selamlaştıktan sonra tuvalet ihtiyacının acil olduğu belirtilerek arabaya binilir. arkadaş bağırmaktan dilin damağın kurumuştur diyerek bira uzatır. bu bira da yolculuk esnasında boğulur. rakı balık ve tuvalet hayali ile kah istanbulu izleyerek kah muhabbet ederek geçen yolculuk acı bir telefon sesiyle kesilir. arkadaş telefonda aldığı haberden memnun görünmemektedir. sadece son cümleye odaklanılır.

    arkadaş: tamam hemen geliyorum.
    vendetta: nereye lan? beni tuvalete götürmeden hiç bir yere gidemezsin.
    arkadaş: hacı kusura bakma. seni hemen terminale atayım orada tuvalete girersin, bursaya devam edersin sen. benim acilen gitmem gerekiyor.

    satılmışlık duygusu ile kabaran anadolu damarı ile sessizliğe bürünülür. terminale girilir. tuvalete doğru hızlı hızlı gidilirken geri manevra yapan bir otobüsün altında kalmaktan son anda kurtulunur. otobüse gel gel diyen host ile göz göze gelinir:

    arkadaş: dikkat etsene kardeşim. eziyordunuz burada bizi.
    host: abi özür dilerim otobüsün o tarafını göremiyorum. nereye yolculuk abi?
    arkadaş: arkadaş bursaya gidecek.
    host: ooo tamam abi. hemen çabuk bin bin. bavul yok mu?
    vendetta: lan dur bavul yokta çişim var.
    host: gel gel.
    vendetta: lan! dur adamla vedalaşayım bari.
    host: abi gel. ben sana çişini yaptıracağım az sonra.

    az önce otobüse gel gel diyen host bu sefer bana gel gel diyerek koluma yapışır ve beni zorla otobüse tıkar. ne olduğu anlaşılamadan otobüs ile bursa istikametine doğru yolculuk başlar. sevgili kişisine haber verilir. uyku bastırmaktadır. ancak çiş daha çok bastırmaktadır. uyumaya cesaret edilemez. uykuya bünye teslim edilirse, çişe de her an teslim olabilir düşüncesi ile çoğu boş olan koltuklardan birine oturulur ve cam kenarından istanbul seyredilmeye başlanır. bir süre gittikten sonra otobüs yavaşlar ve sıraya girer. karasal iklimde yaşamanın getirdiği hüzün ile ne olduğu anlamlandırılmaya çalışılırken otobüs gemiye biner. beyin kan yerine çiş pompalamaya başladığı için beyinde ilginç paradokslar dönmektedir. ben otobüse bindim, otobüs gemiye bindi noluyor hamuğa goyyim derken otobüsün kapıları açılır. host, abi burada tuvalet var diyerek lokasyonu işaret eder.

    tuvaletin önüne gelen 3 litre çiş yüklü bünye kapının önünde kala kalır. çok hayati bir seçim yapmak durumunda kalınmıştır. ya çiş tutulmaya devam edilecek ve çiş içeriğindeki asitin böbrek ve idrar torbasını eritirken yaşattığı acı ile tanışılacaktır, ya da geminin tuvaletine girilerek hepatit ce başta olmak üzere dünya üzerindeki bütün mikroplara 15 ay askerliğini yapmış insanın karşısına çıplak çarliz teron * çıkarır gibi çıkılacaktır. çiş ile çalışan beyin çarliz teronda ki yüreğin kendisinde yer almadığına kanaat getirerek tuvaletin önünden çekilir. denizi seyrederek bir sigara yakmak için uzaklaşılır. sigara içilirken geminin iskele sancak gibi neresi olduğu bilinmeyen ama filmlerden duyulan yerlerine deniz suyu çarptıkça bünye daha bir gevşer.

    vücütta sıkılan kas sayısı azaldıkça çişin yer çekimine karşı direnci de azalır. sigara atılarak tekrar otobüse binilir. bacaklar şeytan çarpmış gibi bir pozisyona getirilerek vücüttaki kan akışı, pardon çiş akışı durdurulur ve bacaklar uyuşturulur. bu pozisyonda kalmaya özen gösterilerek yolculuk devam eder. otobüs gemiden indikten sonra host yanaşır.

    host: abi terminale girmeyeceğiz, senden başka bursa yolcusu yok.
    vendetta: ne demek girmeyeceğiz? benim çişim ne olacak?
    host: abi yapmadın mı vapurda?
    vendetta: oraya en son giren adam hala orada mikroplar tarafından kemiriliyordu yapmadım. terminale girmezseniz ne olacak?
    host: burada indireceğiz seni abi.
    vendetta: ya kardeşim 6 saat sürecekti hani yolculuk? ben gecenin 2 sinde ne yapacağım burada? mustafakemalpaşa otobüsüne bineceğim daha.
    host: abi mustafakemalpaşa otobüsleri sabah 6 da başlar. istersen sen hiç inme, bu otobüs balıkesire gidiyor seni mustafakemalpaşadan geçerken indirelim.
    vendetta: e iyi o zaman. yalnız ben orada sadece etipark diye bir yer var orayı biliyorum. orada inmem lazım. oradan başka yerde inersem bulamam gideceğim yeri. oraya gelirken uyar beni.
    host: abi sen orayı da bilmiyorsun sanırım. oranın adı etibank. merak etme. etibankın önünde indiririm seni ben.

    çiş ile yoğurulan bünye yolculuğa devam ederken bir anda ipler kopar. uyku moduna geçilir. ne kadar sürdüğü bilinmeyen uykudan irkilerek uyanılır. camdan dışarı bakıldığında etiparkın önünden hızla geçildiği görülür. beynin anatomisi sikilmiş olduğundan durum bir süre idrak edilemez. ardından gecenin üçünde otobüste höykürülmeye başlanır:

    vendetta: hoolleee. kaappteeenn. etiparkta inecek vardı. durdurun otobüsü. altıma edecem sizin yüzünüzden.

    otobüsteki yadırgayan bakışlarla kesişirken otobüs etiparkın bir kaç kilometre ilerisinde durur. orta kapıdan inerken güzel bir bayan sesinin ayı dediği duyulur. otobüs hareket ettiği gibi bomboş kaldırımın ortasında sinsi plan için harekete geçilir. pantolonun kemeri çözülürken kemerin tokasına mavi bir çakar ışık yansır. tam baksırdan içeri el atılırken voooiiii zaaaattttt diye bir ses duyulur, yavaş yavaş arkaya dönülür:

    polis: lan bebe? ne yapıyorsun bu saatte burada fener formasıyla?
    vendetta: hıııaaa. abi ben maçtan geldim de.
    polis: ortalık yere işemeye utanmıyor musun? pis herif. bin çabuk arabaya.

    polis arabasına binilir. başa gelecek her şeye razı olan bünye gemide girmediği tuvaleti şu an da kucaklamaya hazırdır. polisler ile mustafakemalpaşanın bilinmedik sokaklarında gezilmektedir. ancak çişin vücutta gezebileceği herhangi bir boşluk kalmamıştır. artık dışarı çıkmak için haykırmaktadır.

    vendetta: abi lütfen beni göz altına alın. nolur beni nezarete atın. yalvarırım beni tuvaleti olan bir yere götürün, çişimi yaptıktan sonra her cezaya razıyım.
    polis: niye yendiniz lan bizi?
    vendetta: abi allah bizim belamızı versin. gol vuruşu yapan deivid denen herifin bacağı kırılsın. yengeç dansı yapan kolları kopsun. ikinci devre samiyende 6 atın bize. beni tuvalete götürün de ne yaparsanız yapın abi.

    göz altına alınmak için ikna çabaları devam ederken polis telsizine bir ihbar gelir. polisler bilinmeyen bir sokakta in çabuk diyerek beni başlarından atarlar. kaldırıma işemeye cesaret edilemez. inilen yerden köprü yolu nasıl bulunacaktır diye düşünülürken sabaha karşı 4 civarları bir tane fırın bulunur, fırıncı tuvaletleri olmadığını söyler, ancak yolu tarif eder. yola çıkılınca bir otel bulunur. otelin kapısı kilitlidir ve resepsiyonda otelci uyumaktadır. bütün haykırışlara, cama vuruşlara rağmen otelci uyandırılamaz. artık çiş damla damla dışarı çıkmak için çılgın atmaktadır. konaklanması planlanan otele doğru kıçına zenci siki yemiş gibi şekilden şekile girilerek gidilir. otelin kapısı açıktır ama resepsiyondaki adam uyumaktadır. çığlıklarla adam uyandırılır:

    vendetta: tuvalet nerdeeğğğh?
    resepsiyonist: hehı. haa? sssağğda.

    takriben 10 saat civarında tutulan 6 biralık çiş pisivuara uzun süre rahatlama sesleriyle boşaltılır. otelci bir ara gelir ve ne olduğunu kontrol eder. ardından oda tutulur. tuvalete uzak lokasyonlu yerlerde bira içmeye tövbe edilerek 3 saat süren yolculuğu 6 saate olarak lanse eden sevgiliye yapılacak işkenceler düşünülerek uykuya teslim olunur.
    7 ...
  6. büyüdük ey küçüklük unutma bizi

    1.
  7. 1 yıl oldu ben büyüyeli.

    kardeşimi toprağın altına yatırdığım günler tam olarak geçen sene bugünlerdi. küçüktüm bir gün öncesine kadar.. bir günde büyüdüm.

    hep o filmlerde gördüğümüz, dizilerde izlediğimiz, çevremizdeki insanların "yazık, adamın gencecik kardeşi öldü" laflarının birebir muhattabıyım ben. çevrenizde böyle olaylar yaşayan insanlara söylenen "bu da geçer, alışılır" saçmalıklarının müptela dinleyicisiyim ben. herkes böğüre böğüre ağlarken kimsenin yanında gözyaşı dökemeyen, gözü dolsa "sen güçlü olmalısın, sen böyle yaparsan annen baban nasıl toparlayacak?" telkinleri ile içimde kopan fırtınalara paratoner saplanan adamım ben.

    Herkesin merak ettiği, kimsenin tecrübe etmesini istemediğim o anlamsız sorular ile; her şarkıda, her sigarada, her hüzünde, her hatırada kardeşini arayan adamım ben. Nasıl bir şey acaba diye geçiyor herkesin içinden. kimse cesaret edip soramıyor, hissediyorum bunu. yarım kalmışlığın en acısı bu. sanki vücudunuzdan gövdenizi almışlar, sadece baş ve ayaklar var gibi. sanki burun var ama burun delikleri yok gibi. gördüğün, tattığın ve yaşadığın her şey rutin ve anlamsız gibi.

    bir an önce bir şeyler yapmak istiyor insan. hayata dönmek, kendinle birlikte başkalarını da yıpratmamak... geçindirmek zorunda olduğu bir evi, mutlu etmek için çabalayıp duran bir eşi olduğu geliyor insanın aklına. mecburen dönüyorsun rutin işlerine ama kafanla değil. sadece fiziken dönüyorsun. ruhen sen hep o ilk gün duyduğun anne çığlığındasın. hep ambulansa binerken gözünün içine bakıp sana son kez el sallayışındasın sen. aslında sen son görüldüğünde sedye ile ambulansa binen kardeşinin "ben gidiyorum abi" cümlesindesin. ondan sonra gören olmadı aslında beni.

    tek bir teselli var sadece, tek teselli... Kardeşinizin adını verdiğiniz oğlunuz.

    eskisi gibi hayat enerjinizi bir türlü toplayamadığınız, çocuk ile çocuk olamadan, hep bir burukluk içinde yetiştirdiğiniz çocuğunuz. kimseye amca diyemeyecek olan oğlunuz.

    gecenin bu saatinde sizi arabaya bindirip mezara götürecek kadar acı bir şey bu...

    kimsenin tecrübe etmesini istemediğim...

    kimsenin beni anlamasını istemediğim...

    hayatımdaki en büyük acı...

    kimsenin bu şekilde büyüdüğünü, artık küçüklüğe veda etmesi gerektiğini anlamaması dileğiyle;

    sevgi, saygı ve diğerleri...
    10 ...
  8. anlamsız iddialar ile kandırılan bir nesil

    1.
  9. bak üstadım. iddia. adı üstünde iddia. yani bir kişi tarafından ileri sürülen yargı. anlamına iddia başlığından baktım. preghiera nickli yazar kardeşimiz yazmış 8 sene önce saolsun. 7 yıldır bir şey de yazmamış. kendim bir tanım bile yapmaya üşeniyorum. o derece miskinim emenike. bazen bu miskinliğim öyle boyutlara ulaşıyor ki mouse ile 2 tık yapmaya üşeniyorum. farz-ı misal rob dougan başganın clubbed to death https://www.youtube.com/watch?v=_YCGtT_FRYg isimli hayvani güzel şarkısını arka arkaya dinlemek yerine matrix soundtrackini https://www.youtube.com/watch?v=pFS4zYWxzNA açıyorum yutuptan. matrix soundtracki olarak 2 kez arka arkaya kendi çalıyor. yani orjinali 4 dakikaysa burada iki kez çalıyor 8 dakika ediyor.

    neyse mevzuyu yine çok dağıttım. halbuki iki kelam edip yatacağım. geçenlerde telefonuma bir mesaj geldi. mevzu buradan çıkma. mesajı okudukça gözlerim faltaşı gibi açıldı üstadım. yani bu nasıl bir iddiadır, bu nasıl bir kör tuttuğunu, sakar yakaladığını öperciliktir, anlam veremedim. dedim ki en iyisi sözlüğe ben bunu yazayım. belki anlam verebilen çıkar. mesajın içeriği şu şekilde. mesajı bana arada bir kah geceleri arayan, kah sabahları arayan, saatte sınır tanımaksızın mesaj atan, kendisi ile yaklaşık 14 yılı bulan bir hukukumuz olan çok sevgili cep telefonu operatörüm atıyor. "Paket dışı kullanımlarınızın durdurulması ve fatura süprizi yaşamamanız için evet diyerek cevaplayın, ayda 3 tl ye kota aşımınız tarafımızdan engellensin." yani diyor ki biz sizin kota aşımınızın farkına varıyoruz ama ayda 3 tl vermediğiniz için belinizi incitmeden değil, belinizi kırarcasına köklüyoruz. haberin olsun sayın abone. böyle de bir kuruluşuz biz. kotayı aşıyorsunuz diye arayıp bilgi verip daha uygun tarife veya ek paket önermek yerine düdüklemek bizim felsefemiz. ona göre yani diyor.

    ayrıca birde diyor ki bu mesajla: "güzel kardeşim biz hizmet veren bir firmayız. ama öyle bir hizmet veriyoruz ki sizlere o derece olur yani. bazen bizde şaşırıyoruz nereden ne soksak abonelerimize diye böyle süpersonik fikirler ortaya atan adamları işe alıyoruz. soruyoruz bunlara hizmet veren bir firma olarak nasıl daha çok para kazanırız diye? onlarda bize diyor ki vermediğimiz hizmetten para alalım diyor. internet kotaları dolunca kullanımı durduralım ve kullanım hizmetini vermeyi kestiğimiz için para alalım. nasıl fikir?" ulan dedim be, nasıl bir memlekette yaşıyoruz? sorsan herkes işini hakkıyla yapıyor. o yüzden kamyon kamyon para kazanıyor. işin aslı ama düdükleme felsefesiymiş. çok saf kalmışız bu konuda.

    yani ben öyle şeyler iddia eden insanlar gördüm ki, daha fazla şaşıramam diyordum, ama operatörümün hizmet vermeden hizmet parası alma iddiası çok acayibime geldi. yoksa ben neler gördüm neler? misal bir kız tanıdım zamanında. üniversite zamanı bir parkta çimlere oturmuşuz, bu kız arkadaş ayakkabısını çıkarmış elektriğini toprağa verirken, çakmağımı istedi. o sırada güzel kızlar hakkında dönüyor mevzu. benim iddialarım var, güzel kızlar hiç kötü kokmaz, onların ağızları falan da kokmaz. pembe sıçmak mı? bırak canım güzel kızlar sıçmaz. onlar içlerinde süblimleme falan yapıp derilerinden buhar halinde lavanta kokusuyla atarlar dışkılarını... gibi anlamsız iddialar. bu arkadaşımız da kendisinin çok güzel bir kız olduğunu iddia ediyor. o çok sevimli. o çok şirin. onu alacaksın böyle bağrına basacaksın sevgi vereceksin sürekli isteklerini yapacaksın falan. bunları da ayağından gelen çürük peynir kokusu eşliğinde ve benden aldığı tokai çakmak ile yanağında ki kılları üterken iddia ediyor. ulan biraz daha ütsen kılları çakmağın gazı bitecek, sen neler söylüyorsun?

    iddia dedik ya. iyice sıçalım içine. askerdeyken bir gün devriye attım akşam 7-9. geliyorum nöbeti bitmiş mehmetçiklerle. bataryaya döndüm ki nöbetçi subay batarya binasını inceliyor. gördü beni çağırdı. tüm askerleri topla gel çabuk dedi. emredersiniz dedim, topladım askerleri geldim. tekmili verdik, çavuş gel buraya dedi, seğirttim yanına:

    vendetta: emredin komutanım!
    komutan: lan bu batarya binası yamuk duruyor lan. sağ yana yatmış biraz.
    v: nasıl komutanım?
    k: lan baksana, bina sağa yatık duruyor, yıkılacak bu bina.
    v: haklısınız komutanım.
    k: askerlerin hepsini topla sağ tarafa, binayı itsinler sola doğru.
    v: emredersiniz komutanım!

    neyse. topladım askerleri. geçtik sağ tarafa. itiyoruz binayı. bildiğin herkes itiyor ama. o sırada kafamdan şunlar geçiyor. ulan diyorum şimdi amerika falan bizi uzaydan izliyorsa "bunlar yeni bir silah bulmuş falan mı diyordur? yoksa gülüp eğleniyorlar mıdır?" diyorum. komutanın sesi geldi, bende kendime geldim:

    komutan: lan fazla ittiniz bu seferde sola yattı bina. geçin biraz da soldan itin.

    birazda soldan iterek binayı dengeledik. yalnız kimse demiyor ki o sıra "abi biz ne yapıyoruz?" o derece rütin yani böyle şeyler. artık nasıl bir kafa yapısına geldiysek..

    saygı, sevgi ve diğerleri...
    3 ...
  10. koli bandı ile hastanelik olmak

    1.
  11. çok sağlam bir yapıştırma aracı olan koli bandı ile çığır açan bir olaya imza atmaktır.

    hazır atılmışı var o imzanın, hazır açılmışı var o çığırın, yaklaşık 3 saat önce başıma geldi. hemen aktarayım efendim.

    mesai bitmiş iş yerinden çıkmak için son hazırlıklar yapılmaktadır. müdür yardımcısı gelir:

    müdür yardımcısı: paşam çıkıyor musun?
    vendetta: çıkıyorum üstad.
    m.y: yarın göndereceğimiz atıl malzemeleri seninle saysak olur mu?
    v: tabi abi.

    aşağı inilir. gidecek koliler tek tek açılarak içindeki malzemeler kontrol edilir. sıkıntı olmadığı görülür. koliler tekrar kapatılırken müdür yardımcısı ile samimi bir muhabbete girilir. bu esnada müdür yardımcısı kolileri kapatmakta şahsım koli bandı ile bantlamaktadır.

    m.y: işte adamlar ondan sonra bir geldiler, 45 kişi. dedim boku yedik.
    v: abi adamların en çekirdek ailesi 45 kişiden oluşuyor normaldir.
    m.y: ondan sonra başladık tartışmaya. bu kolide tamam paşam, bantla.
    v: tamamdır abi.
    m.y: sonra beni müdür yapmadılar işte. zaten biliyorsun yağcılık konusunda çığır açmak lazım. bantla paşam.
    v: bu da tamam abi.
    m.y adama müdür olacan etek giy deseler, sırf yağcılık olsun diye giyerler lan. bantla.
    v: ahahahah. abi abarttın sende.
    m.y: lan ne abartması. ben zaten iskoçyalım diyerek gezerler ortalıkta. bantla.
    v:hauahaoahodsaohahha haaaaa, khhhıkkkkkk. haahhhkkkkk. ööhühhü öhühüh.
    m.y: ne oldu lan?
    v: öhüöh, öhöhöhh. hhıkkhhhhh. amına koyyum kaaahhhhhkkkk.
    m.y: lan ne oldu kıpkırmızı oldun?
    v: hhakakk, abi bant bademciğime hhıkkhhh yapıştı gülünce öhöhöhh.
    m.y: huahahahahah. ulan ne adamsın yaaa.
    v: abi hhıkkhhh. elimlede çıkaramıyorum. hhöööökkkk. ögghhh. valla ölecem nefessizlikten. ambulans hıhkkhhhh....

    ardından hastaneye gidilir. doktor tarafından bant çıkarılır. inanılmaz bir boğaz ağrısı ile eve gelinir. sözlük açılır...

    edit: makasla kesin lan şu bantları. hem dişlere yazık.
    7 ...
  12. facebook un ilişki bitirme potansiyeli

    1.
  13. facebook...15 dakika öncesinde belki de hayatımın en büyük yanlışını yapmış olmamı sağlayan site.

    daha önce sevgilimin babasından bahsetmiştim. bilmeyenler için:

    (bkz: #5929306)

    gelelim mevzuya...

    liseden bir arkadaşın profilinde geziniyordum. arkadaşın babası o zamanlar dolmuş şöförüydü. kendiside çok idealist birisiydi ve bir gün o dolmuşu sürmek için canla başla okuyordu. geçenlerde gördüm, arkadaş olarak ekledim. dün kabul etmiş. hayatında ne gibi değişiklikler olduğunu anlamak için profil fotoğraflarına bakıyordum.

    kardeşimiz level atlamış, travego otobüs şöförü olmuş. otobüsü ile birlikte bir çok fotoğraf barındıran bir profile sahip. pozlarda yakıyor hani. sanırsın kızlar için danger ibareli bir sikiş makinesine dönüşmüş. o derece pozlar verilmiş.

    kendisi her nasıl olduysa yurt dışına da çıkmış. ve buda heykeli ile fotoğraflar çektirmiş, bunları da facebook'a eklemekten uzak durmamış. ancak 1-2-5-10 değil yüzlerce buda heykeli ile fotoğraf. budaya kulak yapmalar, yanağından öpmeler, orta parmak kaldırmalar falan. bende sıkıldım hızlı hızlı geçiyordum fotoğrafları ki; o ana kadar...

    efendim facebook kullananlar bilirler, birinin fotoğraflarını gezerken sürekli bu fotoğrafı etiketlemek ister misin uyarısı verir. o kişinin yüzüne mouse denk gelirse aşağıdan da arkadaş listeniz açılıyor.

    hızlı hızlı geçerken kaşla göz arasında bir anda o pencere açıldı, beyin bunu algılayana kadar mouse ile 3-4 tık daha yapıldığından birinin etiketlendiği geçte olsa tarafımdan fark edildi. geri dönüp fotoğrafa baktığımda adeti gecikmiş orosbular gibi kalakaldım. 4 dakika uzatma verilmiş bir futbol maçına 90+4 de dahil olmuş yedek oyuncu gibiydi ruh halim. fotoğraf aynen şu şekildeydi:

    bu kardeşimiz dilini çıkarmış, omzunu çökertmiş yamuk yumuk dururken, buda abiye (işaret ve orta parmağının arasına baş parmağına sokmak suretiyle) nah işareti çekiyordu. buda abinin üstüne geldiğimde buda abinin, buda abi olmadığını, nişanlımın babası olduğunu gördüm.

    o hengamede kayın babam olarak etiketlemişim budayı. hani babamda eski osmanlı adamları gibi. 2 metre boy, 2 metre en var arkadaş. zevzekliğine yapsan bu işi cuk oturur o adamı seçmek.

    ulan o heyecanla denedim her şeyi ama kaldıramıyorum. hemen arkadaşa mesaj attım. cevap da gelmedi pezevekten. şimdilik durum stabil. babam da fark etmemiş gibi. nişanlım az önce aradı ve bu saygısızlığım ile ilgili olarak bilgi istedi benden. kendimi bürokrat gibi hissettim amına koyyum. gerekli mercilere açıklamalarda bulunmayı sürdürüyorum.
    13 ...
  14. hastaneye refakat etmeye gidip refakat edilmek

    1.
  15. Hayatımın milyonlarca utanç veren hadiselerinden sadece birisi daha.

    Çalışma arkadaşlarından en samimi olduğunuz bir anda görme konusunda sıkıntı çekmeye başlar. Anlık olarak belli bir yere odaklanarak bakamama, her tarafı buğulu görme gibi şikayetleri başlar. Müdür arkadaşın hastaneye gitmesini söyler. 13 personel içerisinden bana bakarak "sende yanında git." der.

    Müdür bu arkadaş, ne derse yapılan insan var ya, heh işte o bu. Ben öyle adamlar tanıyorum ki sırf müdür dedi diye neler neler yaptılar. Örneğin müdür personelden birisi ile cehenneme gitti diyelim. Burasıda iyiymiş sıcacık dese müdür, personel hemen "bir yerden soğuk geliyor kapatın camları" der. En maço erkeğe yarın gelirken etek giy dese, personel: "ben zaten iskoçyalıyım." der. Hatta bazı yalakalıkta sınır tanımayan personel var ki; müdür fuhuşu övse "ben zaten orosbu çocuğuyum" der ananı sikeyim dese "Belinize kuvvet müdürüm" der. Neyse mevzu dağıldı yine.

    vendetta: müdürüm ben gitmesem olmaz mı?
    müdür: neden?
    vendetta: müdürüm ben iğneden korkarım.
    müdür: ya iğne ile ne alakası var. göz muayenesi yaparlar sadece. böyle bir durumda arkadaşını nasıl yalnız bırakmayı düşünebilirsin?

    Haydiii. şimdi bu lafın üstüne de bir şey denmez ki birader.

    Arkadaşla birlikte arabaya atlanır, hastaneye gidilir. Giriş kaydı yapılır. Daha muayene olmadan arkadaşın görme duyusu eskisine dönmüştür. Yinede iş şansa bırakılmaz. Göz polikliniğine gidilir. Sıra yoktur. Arkadaş içeri girer. Şikayetini anlatır. Ölçümler yapılmaya başlanır. Bir aletten bir alete koşturulur. Yaklaşık bir saatin sonunda doktor göz ile ilgili bir sıkıntı olmadığını, ancak kalp ile ilgili bir sıkıntı olabileceğini söyler. Emboli şüphesi ile kardiyolojiye sevk eder.

    Bir iki oynama mıncıklamadan sonra kardiyolog: "kan tahlili yapmamız lazım." diyerek bitirici cümleyi kurar. Doğum sancıları benim için başlamıştır. Durumdan haberdar olan arkadaş gelmemi istemez, ancak delikanlılığa bok sürdürmemek adına yanında gidilir. Kan alacak hemşire gelir:

    arkadaş: Hanımefendi, beni kan tutar bilginiz olsun.
    hemşire: tamam arkadaşın da burada olsun, sen hiç bu tarafa bakma.
    arkadaş: onuda iğne tutar.
    hemşire: (bana bakarak) tutmaz tutmaz. iğne tutması diye bir şey yok tıp literatüründe.

    Hemşire kan almak için gerekli hazırlıkları yapmaya başlar. bir, iki, üç derken tam dokuz tane tüp çıkarır koyar:

    vendetta: abla o tüplerin hepsini bu kardeşimiz mi dolduracak? (arkadaş döner tüplere bakar)
    hemşire: ya sussana kardeşim. ne söylüyorsun.
    vendetta: insaniyet namına.
    hemşire: tamam kafanı çevir sen öbür tarafa. sende şu mendili al ben kan alırken arkadaşına koklat.

    Hemşire kan almaya başlar. O şırınga ile damardan sanki kan değilde, dizlerimden derman çekiyor gibidir. o şırıngayı çektikçe, benim dizler güç kaybetmeye başlar. Arkadaşı bırakmamak adına mümkün olduğunca dayanılmaya çalışılır. Tüm şırıngayı doldurup iğneyi çektikten sonra, kolonyalı mendil açılır arkadaşa verilir. Hemen yanda bulunan koltuğa büzüşülür.

    vendetta: abi ben gidiyorum.
    arkadaş: lan vendetta. sakin ol, iyi misiiinnyynnğğğğğ?

    --spoiler--
    flashback
    --spoiler--

    Görüşmeyeli çok uzun zaman olmuştu sevgilim. Ne kadar da özlemişim seni. Meğer sende beni... Koşarak mı geliyorsun bana? Hani hep benden hızlı koştuğunu iddia ederdin sevgilim. Sana kavuşma hayali bu tezini çürüttü görüyorsun. Ben senden hızlı koşuyorum sana doğru. Ne de sıkı sarıldın sevgilim. Gözlerinin yaşları tenime temas ettikçe içim titriyor bebeğim. Neden kafanı yanağıma vuruyorsun sevgilim? Böyle bir sevme tarzımız yoktu bizim. iyiyim sevgilim sorup durma, seni gördükten sonra iyi olmamak mümkün mü yeşil gözlüm? Aman Allahım, bu nasıl bir kokudur sevgilim? Mis gibi kokardın sen, bu ne kesif bir kokudur böyle? Ter desen ter değil, sen kokusu desen sen kokusu değğiiilllllyyyyyy....

    --spoiler--
    flashback
    --spoiler--

    Kendime bu düşüncelerle gelmeye başladım. Arkadaşım beni tokatlarken, hemşire bir şey koklatıp "iyi misin" diye soruyordu.

    vendetta: iyiyiimim sevgiliğğiğmimm, iyiyiyiimmm bebeeğiğiiimmmm.
    hemşire: gerçek dünyaya hoş geldin neo.
    vendetta: ha? ne? abi iyi misin?
    arkadaş: ulan ben iyiyim de sen iyimisin. Yüzünde renk kalmadı.
    hemşire: arkadaşın bukalemun gibiymiş, baksana kamufle oldu resmen. arkadaki duvarın rengide sarı, arkadaşın suratı da sarı. Hiç bir fark yok.

    Demem o ki; hastane bana iyi gelmiyor sevgilim.
    9 ...
  16. bir neslin leblebi tozu ile imtihanı

    1.
  17. geçenlerde bayağı yorucu bir günden sonra işten çıktım, bir iki bira içmeye gittik arkadaşlarla. soğuk biralarımızı söyledik, ortaya da karışık çerez, miss.

    yalnız gelen çerez pek karışık değildi. yoğunluk sarı leblebiye verilmiş, arada beyaz leblebiler, çok nadiren fıstığa rastlanan bir çerez tabağıydı. ilk sarı leblebiyi ağzıma attığımda çocukluğumda ki o tadı aldım. daldım gittim hemen. yaklaşık 1 dakika ortamdan koptum ve aklıma çocukluğum geldi...

    şimdi ki gibi her köşede mek danıltslar yoktu aga. olsa da cepte para yoktu. patates dediğin bizim için en güzel halini arkadaşlarla toplanıp, sağdan soldan bulunan çalı çırpıyla közlenince alırdı. hamburger dediğini biz zaten üniversitede gördük. salçalı ekmekti bizim en leziz ekmek arası yiyeceğimiz. ayrıca para kavramı bizim için 5-6 kişinin evden bozukluklar getirip kames top almasıydı. en büyük derbi, diğer mahallenin çocuklarını da alıp o topla haftalarca 7 de yarı 15 de biter maçlar yapmaktı. en sonunda top patlayınca, topu ikiye bölüp şapka yapmanın tadı da, ne sinema da patlayan mısırlarda, ne de patlayan havai fişeklerde, hiç birinde de bulunamazdı.

    sabahları evden çıktığımda öğrencileri görüyorum. hepsinin ayağında nike adidas ayakkabılar. markaları genç yaşta öğrenmek iyide kardeş, o ayakkabının sizin için markadan öte anlamı yok ki. sen o ayakkabının üstüne siftah deyip basmadıktan sonra neye yarar o ayakkabı?

    şimdi ki çocuklar için yaratıcı değil diyorlar. nasıl olsunlar baboli? adamlar bilgisayarla doğuyor lan. sonra da bilgisayar bağımlısı olup çıkıyorlar. biz küçükken bilgisayar ne gezer? commadore 64 ile tükettik biz kendimizi. onu da bulamadığımız da 2 kişiysek gider binanın asansörüne oturur birilerinin asansörü çağırmasını beklerdik. sonrada kapıyı açtıklarında deli gibi bağırarak korkuturduk. 3 kişi olunca alman kalesi, 4 kişi olunca simit, 5 kişi olunca kemer saklambacı oynardık.

    sınırsız internette how i met your mother izleyerek değil, 27. kez hababam sınıfını izleyerek gülerdik tüplü televizyonlarda. televizyonda yetenek yarışmalarını değil simoviç'in gol şov adlı yarışını izlerdik biz. gol olunca mehmet ali erbil dobrovski falan derdi amk. kanal 6 nın tedavülde olduğu zamanlar. düşün artık.

    ve bizim için en büyük zorluk ne bir oyunda geçilemeyen bir bölüm, ne konuşmayı başaramadığımız bir kızdı. bizim için en büyük zorluk, o silindir tüplerde satılan leblebi tozunu yerken yusuf demekti.

    bütün bunlar aklımdan geçtikten sonra tüm leblebileri tek tek topladım, attım ağzıma başladım çiğnemeye. kendimden geçmiş gibiydim. kafamı kaldırdığımda iki arkadaşımla göz göze geldim ve yusuf dedim. daha doğrusu demeye çalıştım. ffuugsff gibi şeyler çıktı ağzımdan. gülümsedim. arkadaşlarımın bakışları korku ile büyürken benimde gülümsemem büyüdü. kaldırdım arjantini diktim tepeye. mutluydum...
    6 ...
  18. askıda aşk bulunur

    1.
  19. yıllarca çabalanmış bir ilişkinin bitmiş olmasının hüznüyle, ellerim cebimde yürüyordum. başım önde, sağa sola bakmadan...

    ellerim cebimde, utançtan başım önde beklediğim başka bir gün geldi aklıma. heyecandan karnımın ağrıdığı o gün. alış veriş merkezinin hemen önünde... ilk buluştuğumuz gün dündü aslında. kot pantolon, kırmızı kazak, spor ayakkabı ve çok sevdiğin şapkan vardı üzerinde. sen gülümseyerek bana yaklaşırken artık emindim, bu sefer olacaktı. bu hayata beraber yürüyecektik. ilk günden biliyordum bir sürü üzücü şey yapacağımı, ama yürüyecektik ey sevgili. 8 yıl geçmemişti aradan, daha dün buluşmuştuk aslında...

    her şey ilk günlerde planladığımız gibi gitmiyor muydu? sınavlardan sen geçiyor, ben kalıyordum. sen sürekli derslere giderken ben kahvelerde batak oynuyordum. sen sağlıklı yaşam diyerek sabah kalktığında yürüyüş yaparken, ben uyandığım an sigara yakıyordum. sen meyve sebze yerken; ben rakı ile kırmızı et yiyordum.

    yemek demişken, öğrenci evimizdeki ilk yemeği hatırladın mı? makarnaydı hani. gerçi son yemeğimizde makarnaydı tesadüfe bak. makarnayı yedikten sonra müziği son ses açıp deli gibi oynamaya başlamıştım. sen bana "aşkım ben evde yokken makarnanın içine bir şey mi kattın? sende kafa yapmış" demiştin. o zaman kafa falan yapmamıştı. ama o günden beri ben ata yadigarının kafa yapısındayım. her güne 'yeni'den bakmaya çalışıyorum.

    mezun olduktan sonra ben hemen askere gitmedim mi? geldiğim gibi iş aramaya başladım, işverenlere beraber küfür etmedik mi? en sonunda çok iyi bir iş buldum, telefonda karşılıklı çığlıklar atmadık mı? yatırımlarımızı borsada çoğaltırken yükselen hisseye biraz daha yükselsin diye beraber üflemedik mi? hisse tavan yaptığında yengeç dansını, timsah yürüyüşünü beraber yapmadık mı?

    bana verdiğin ilk hediyeyi hatırlıyor musun? ben hiç unutmadım. ellerinin emeği kokan o hediyeyi hiç de unutamam. takımımızın renklerine sahip patikleri o minicik ayaklara kaç yıl sonra giydirecektik? Hani onlar çocuğumuzun ayağını hiç üşütmeyecekti ey asil insan? ben onları arabanın dikiz aynasına takmak için mi sakladım 8 yıl boyunca?

    yıllarca çabalanmış bir ilişkinin bitmiş olmasının hüznüyle, ellerim cebimde yürüyordum. başım önde, sağa sola bakmadan...hemen sağımdaki çay ocağı takıldı gözüme. babam çıktı içeriden. "nasılsın?" dedi, gözüm çay ocağının camındaki yazıya kaydı. "askıda çay bulunur." babam da bakışlarını yazıya çevirdi, elini omzuma attı, askıda aşk bulunur dedi, bir gün ihtiyacı olan birisi alır onu dedi.

    ihtiyacın olacak mı ey sevgili?
    20 ...
  20. sevgiliye gitme demek

    1.
  21. can çekişen birinin son çırpınışıdır, karanlığı aydınlatmak için çakılan çakmaktan sadece kıvılcım çıkmasıdır, yıllar süren aşkın yorgunluğunu taşıyan kalbin tüm gücüyle son kez haykırmasıdır.

    biz doğru değiliz dedin;

    sen ve ben zaten hiç doğru olmadık ki. hiç normal olmadık ki. hangi normal sevgililikte bizim ilişkimizdekiler vardı? birimiz rakı öbürümüz suysa önce su kondu kadehe sonra rakı. bir bayan olmana rağmen benim açılamayacağımı anladığında sen bana açılmadın mı? evliliği de senin teklif etmen gerek diyordum hep. en başından farklı değil miydi bir şeyler? tersten yakılmış sigara gibiydik, biraz anlamsız ve biraz tatsız. ama içmeye çalıştık.

    zevklerimiz aynı değil dedin;

    sana balığı iyi yapamadığını bağırarak söylemiştim. tam pişmemiş demiştim kopasıca dilimle. kokusuna bile tahammül edemediğin balığa demiştim ben bu lafı. bana gülerek bakmıştın. burnunu tıkadığın mandalla, gözünden akan bir damla yaşla "diğer sefere daha güzel yaparım" demiştin. evet balık yapmayı bilmiyordun, ama bir ilişkinin nasıl yüreyeceğini bildiğin muhakkaktı. erkeğini elinde tutmayı bildiğin şüphe götürmezdi... senin bu hareketinden sonra varsın zevklerimiz farklı olsun ne farkederdi?

    senin hayatta başarın yok dedin;

    beni arkadaşlarınla tanıştırdığın o günü hatırlıyor musun? hepside kendi başarılarıyla övünürken yüzümde "ne diyor lan bunlar?" ifadesi ile sana bakmıştım. sende ortaya vendetta'nın da tavla turnuvasında 2. olmuşluğu var demiştin. hepsi de şaşırmıştı. o turnuvaya sadece 4 kişinin katıldığını söylememiştin hani... ben şimdi bunu hatırladıkça kahrolmam mı? bu şekilde kıvrak zekaya sahip biriyle ilişki yaşamış olmam başarı değil mi? seninle tartıştığımız bir gün gecenin 4'ünde elimde çiçeklerle gelmiştim. hep merak ederdin ya o çiçekleri o saatte nereden bulduğumu... mezarlıktan almıştım. ölmüş birinin anısına hakaret ederek, şimdi ölmüş olan ilişkimizi canlı tutmak için... o saatte çiçek bulmak başarı değil miydi mesela?

    sadece mutlu olmak istiyorum dedin;

    mutluyduk lan aşkım. mutluydum ben. mutluluğun nirvanasındaydım hatta. seni de öyle sandım. caramio ilk çıktığında mutlaka denemeliyiz demiştin ya... o basık, küf kokulu kafedeydik. 2 tane almıştık, ikisinide ben yemiştim gizlice. bana dudaklarını büzüp oturduğunda sinirlenip wc'ye gitmiştim. geldiğimde bana su söylemiştin... su içeceğimi biliyordun. mutlu etmeyi biliyordun. ha ben caramionun birini sana vermem gerektiğini bilmiyordum, ama öğreniyordum be aşkım. öğretiyordun bana paylaşmayı...

    şimdi, bir anlamı varsa eğer, evlilik teklifini ben yapacaktım. nasıl teklif edeceğimi bile düşünmüştüm.

    bir daha ki sefere balığı daha iyi yapacaktın hani? o bir daha ki sefer ne zaman gelecek? valla önüme çiğ bile koysan eline sağlık diyeceğim aşkım.

    hayatta bir başarı elde ettiğimi görmedin. tavla turnuvasında dün birinci oldum. (2 kişi katılmış olsa da, birincilik başarı değil midir aşkım?) hem artık çiçek de alıyorum. şimdilik mezarlıkta tanımadığım kişilerin kabrine de koysam alıyorum...

    artık marketten caramio alırken 3-5 tane alıyorum. önüme çıkan ilk çocuklara dağıtıyorum. paylaşmayı da öğrendim.

    hep sen söyledin ben sustum. en sonunda arkandan seslendim:

    "lütfen gitme" dedim;

    cevap vermedin... sadece gülümsedin... gözden akan bir damla yaşla birleşen "hoşçakal" olmamalıydı bu aşkın sonu...

    şimdi rakının yanında balık istemiyorum artık. tavla da oynamıyorum. markette çikolata bölümüne uğramıyorum. ayaklarım içki bölümüne odaklanmış durumda zaten. ah evlilik teklifi mi? senden başka kimseye edemeyeceğimi anladım. anladım aşkım. geçte olsa anladım. artık bir faydası olmasa da anladım...
    29 ...
  22. ben bu yazıyı marlboro ya yazdım

    1.
  23. biricik dostum,

    her zaman yanımdaydın, keyiflendim yanımda sen vardın, kederlendim yanımda sen vardın. benden hiç bir beklentin olmadı, karşılıksız olarak bana hep istediğim keyfi verdin. hemde kendini feda ederek...

    seninle tanışmamızın ardından kim bilir bu kaçıncı virajımız, kaçıncı kez başkaları tarafından elimden alınmaya çalışıyorsun? günde 5-6 kez 5'er dakikalık periyotlarda birlikte olmamız, parmaklarımın arasında olman kimin zoruna gitti? ben sana hakettiğin değerin zaten fazlasını veriyorken, neden daha fazla değer isteniyor senin için?

    bir de seninle olmamın bana verdiği mutluluğu anlayamayan, ve buna saygı duymayan insanlarla uğraşmak zorundayım. senin için mücadele ediyorum. senin için çalışıyorum, kazanıyorum. senin bana verdiğin zararı başkalarına verme diye seninle hep kuytu da, köşe de bir araya geliyorum. ben o insanlara saygı gösteriyorum, ama onlar bana göstermiyor.

    birlikte eriyoruz dostum. sen her seferinde kendini feda ederken, bende kendimi yavaş yavaş feda ediyorum. yakınlarımda olman hoşuma gidiyor anlıyor musun? ben seni bırakmak istemedikçe, birilerinin seni benden ayırmaya çalışması zoruma gidiyor.

    halbuki o uzun boyuna, sert yapına, beyaz tenine, dudaklarımın seninle buluştuğunda verdiğin tadına bağlanmışım ben senin.

    sevgili dostum,

    marlborom,

    şimdi kaderimiz başkalarının elinde. seni yaptıkları zamla elimden almaya çalışacaklar. çok gördüler bize 5 dakikalık mutluluğu, huzuru, kafa dinlemeyi. halbuki ne güzel eşlik edersin sıcak sohbetlere, güzel bir kahveye, kahvaltıdan sonra ki çaya...

    sayısız virajdan biri daha marlborom... bunu da ağır yara almadan atlatmayı hayal ediyorum. sen her zaman benim gönlümde olacaksın, umarım her zaman yanımda da olabilirsin.

    şimdi ayrılmak zorunda kalsak bile, seninle kurduğu birlikteliği bir ömür boyu tebessümle hatırlayacak olan,

    vendetta.
    4 ...
  24. şehirlerarası yolculukta kakanın gelmesi

    1.
  25. bilmiyorum bu durumu yaşayan var mı, ancak aradım başlığı bulamadım. madem yok, ben açayım dedim aminiko.

    başlıktan da anlaşılacağı üzere, çölde kutup ayısı level 2 durumudur. otobüs yeni hareket etmiştir. arkadaşınızla hoş beş sohbet ederken, az sonra uyurum yolculuk hemen geçer hayalleri kurarken, ilk sancılar kendini gösterir:

    vendetta: erdem benim bokum geldi.
    erdem: harbi mi? hangi tür?
    vendetta: valla sanırım sıçık türü.

    olum böyle önemli bir olaydır işte sıçmak benim için. öyle ki türlere bile ayırmışım. hemen tanımlayayım:

    masum kaka türü: ben geldim der, istediğin zaman sıçılmaya hazırım mesajı gönderir. rahatsızlık vermez.

    bok türü: karında ağrı yapar, fazla dayanamazsınız. en yakın tuvalete depar at mesajını beyine iletir.

    sıçık türü: kalın bağırsağın beynin görevini üstlendiği söz konusu kakamızdır. karnınızın sancısından dudakları kemirirsiniz.

    ki benim sevgilimle aramda şu diyalog da yaşanmıştır:

    vendetta: aşkımmmm, gazete nerede yaaa? sigaramı da getirir misin?
    sevgili: offf, yine mi yaaa?
    vendetta: her gün düzenli olarak 2 defa. biraz çabuk olur musun?
    sevgili: beni bu konuda aldattığını düşünüyorum. ilişkimizin başında bilmeliydim. al, gazeten ve sigaran. söylemeyi unuttun ama bu da kibrit.
    vendetta: kontrol edelim. gazete, okunmamış şekilde, tam istediğim gibi. sigara, kibrit. telefonlarım çalarsa...
    sevgili: biliyorum, markete gittin.
    vendetta: ver o zaman bir öpücük, yarım saate görüşürüz.
    sevgili: sıçma işini şenliğe döndüren tek insan sensindir heralde.

    benim için sıçmak bu kadar önemli bir eylemken, yolculukta kakanın gelmesi... gazete ve sigaradan geçtim, zaten temiz olmayan bir ortamda böyle bir eylemi yapmak... normal bir sıçma süresi temiz ve klozetli tür tuvaletlerde bile yarım saatken, 25 dakika da sıçabilmek...

    otobüsün mola vermesine 3 saat olduğundan önlemler düşünülür. uyumak mümkün değildir. pişmanlıklar akla gelir:

    vendetta: erdem amk. bilmediğimiz yerden tavuk yedirdin bana. offf.
    erdem: kanka ben sana burdan yeme, börgır kink ye temizce dedim. sen inatla ordan yedin.
    vendetta: uçağa binelim dedim, ona niye zırtladın amk?
    erdem: olum sikerim, kakanı ben mi getirdim amk? uçağa binelim diye ben dedim, senin götün yemedi.
    vendetta: olum boyink firması düşmeyen uçak icat edene kadar ben uçağa binmem.

    dayanılacak güç kalmamıştır. muavin çağrılır, en yakın yerleşim yerinde otobüsten inilir. ibadete gelince yavaş yavaş yürüyen ayaklar, cami tuvaletine mümkün olan en hızlı deparı atar. ishal olmuş bünye rahatlatılır. bir daha yolculuk öncesi bilinmeyen yerlerden yemek yememeye and içilir, yolculuğa devam edilir.
    6 ...
  26. iğne fobisi

    7.
  27. normal arkadaş normal, hatta çok normal.

    sen benden 3 tüp kan alacağını söylerken simitinden rahatça bir lokma daha ısırırsan, korkma elim çok hafiftir dedikten sonra masadaki zeytine saplamak niyetinde olduğun çatalı diğer hemşirenin eline saplarsan benim iğneden korkmam normal arkadaş. hele ki senin yapacağın iğneden korkmam çok normal.

    yetmezmiş gibi sıramın gelmesini beklerken, gayet rahat muhabbet ederek hastadan kan alırsan, arkadaşın önüne çayı koyup şekerleri attıktan sonra, bıçakla cinayet işlemiş katilin bıçaktaki kanı yalaması misali, kan aldığın iğnenin kapağını kapatıp o çayının şekerini o şırıngayla karıştırırsan, iğneden korkmam çok normal hemşire hanım.

    e bütün bunları gördükten sonra sen kan almaya başladıktan sonrasını hatırlamıyor olmam da normal.

    o değil hemşire fobisine döndü amk, bi fantazimiz vardı onuda siktin attın.
    9 ...
  28. ekis oy troller için bir ödül müdür

    1.
  29. kuzenin sevgilisini dövmek

    1.
  30. ulan hala sinirden duvarları yumruklayasım var. iki tane daha vursam belki daha rahat yazardım şu entryi.

    bir iş görüşmesi için ankaraya gidilir. sevgili kişisi de gelmiştir. kuzende konaklanmaktadır. başlarda her şey iyi güzel gider. bir kaç gün sonra iş görüşmesi yapılır. iş görüşmesinden çıkılır, sevgili aranır:

    vendetta: nerdesin hayatım?
    sevgili: biz leman da oturuyoruz.
    vendetta: biz çoğul şahıs zımbırtısı kimleri içeriyor hayatım?
    sevgili: ben, kuzenin ve kuzeninin sevgilisini içeriyor hayatım.
    vendetta: nasıl bir bebe? öyle herkeşe kız yok bizde bilirsin.
    sevgili: iyi gibi hayatım.
    vendetta: ne demek gibi? geliyorum bekleyin.

    mekana gidilir. hal hatır muhabbeti sorulur. daha sonra arkadaş şöyle bir çıkış yapar:

    kuzenin sevgilisi: ben acıktım arkadaşlar. bir şeyler söyleyelim mi?
    kuzen: olur aşkım söyleyelim. ne söyleyelim vendetta?
    vendetta: (telefonunu aramaktadır)
    sevgili: vendettaaaa ne söyleyelim hayatım?
    vendetta: (telefonla uğraşmaktadır)
    sevgili: (diz darbesi eşliğinde) hayatımm! sen acıkmadın mı? ne yemek söyleyelim?
    vendetta: (telefonla uğraşarak) hönk! ya aşkım şimdi neden vurdun yaa? hiç bi kıza da bakmıyodum halbuki.
    sevgili: hayatım ahmet acıkmış. bir şeyler söyleyelim diyor. hem sen neden telefonla uğraşıyorsun? hiç yapmazsın normalde. aa bakiim, hemde mesaj yazıyosun. sen mesaj yazmayı bilir miydin hayatım? sen bana son mesaj attığında insanlar daha dumanla haberleşiyordu.
    vendetta: ben aç değilim hayatım.
    sevgili: siz o zaman söyleyin. ben de aç değilim.

    bu sırada yazılan mesaj kuzene gönderilir. mesajın içeriği "lan bana bak. ben bu bebeden hazzetmedim, benim olduğum masada bu sığır artığına aşkım falan deme, senin de kafanı kırarım..." şeklindedir.

    yemekler gelir. bu sırada çocukla ilgili olumlu şeyler görmek adına sorular sorulmaya başlanır:

    vendetta: ne işle meşgulsunuz?
    kuzenin sevgilisi: doktorum ben. sen?
    vendetta: (vaahhhyy sen falan, çabuk adapte olduk birbirimize) ben işsizim. uzmanlığınız hangi alanda?
    kuzenin sevgilisi: nöroloji. sen ne tarz iş arıyorsun bakayım?
    vendetta: (bakayım?) .... (kuzen hatrına susulur, cevap verilmez)
    kuzenin sevgilisi: hee bilader? nerelerde çalışabilirsin sen? iş bulamıyosan ben ayarlayım mı sana?
    vendetta: (uzun bi sessizlik) teşekkür ederim. benim prensiplerime ters bu tarz şeyler.
    kuzenin sevgilisi: kaç yaşındaydın sen?
    vendetta: lan bana senli menli konuşma, senin ağzını suratın...
    sevgili: (sevgili kişisi ilk kıvılcımları görmüştür, hemen araya girer) hayatım burası çok gürültülü, dışarı çıkıp telefon konuşması yapmam lazım. benimle gelir misin?

    dışarı çıkılır. ilk sinir krizi orada geçirilmeye başlanır.

    sevgili: hayatım bak sakin ol.
    vendetta: lan öldürürüm ben bu bebeyi. kafasını beynini patlatırım.
    sevgili: hayatım sonuçta kuzeninin sevgilisi. lütfen o kız için ses çıkarma.
    vendetta: lan 1.50 boyuyla senli menli konuştuğuna bak. vursam duvara yapışır, duvara da yapışmaz, seker tekrar bana gelir. ilk defa bir kavgada kendi kendime duvar pası yapmış olurum.
    sevgili: gel hayatım bi sigara iç sen şurada, sakinleş.
    vendetta: yok yok, bebeyi değil, bununla 3 yılını geçiren kuzenimi dövmem lazım benim.

    sigara içilir. biraz daha sakinleşilir. kendi kendine direktifler verilerek tekrar mekana girilir. masaya geçilir:

    sevgili: kusura bakmayın. burası çok gürültülüydü.
    kuzenin sevgilisi: evet yaa. kahve içmeye daha sakin bir yerlere gidelim. hadi kalkalım hatta.

    hesap istenir. hesap benim önüme koyulur. tam hesaba el atılırken (senin gibi garsonun da amk), kuzen hesabı alır ve öder. bu arada eleman hiç oralı değildir. mekandan çıkılır ve kahve içmeye doğru gidilir. bu esnada sevgili sessizce direktifler vermektedir:

    sevgili: bak hayatım, orda lütfen bir şey deme çocuğa. sakin olmaya çalış. altı üstü bir saat daha sabredeceksin.
    vendetta: lan ne çocuğu yaaa? hayvan gibi adam. tamam boyundan dolayı kedi gibi gözüküyo olabilir, ama sonuçta o da bir hayvandır. hakkını yememek lazım.
    sevgili: hayatım tamam bak bir saat kaldı. kuzenin için, benim için sabret.
    vendetta: ben öyle doktorun amk. o kadar maaş alıyo, hesabı kıza ödetiyo. karaktersiz puşt.
    sevgili: huop! hayatım! asker arkadaşınla konuşmuyorsun. benim yanımda artık küfür etmemeye özen gösterecektin unutma.

    kahve içmeye mekana gidilir. ortamda buz gibi bir hava esmektedir. bu arada kuzenden "vendetta, valla neden böyle oldu bende anlamadım. aslında çocuk çok utangaç ve saygılıdır. ama ilk defa benim akrabalarımdan biriyle tanışıyo, ondan heyecanlandı, korktu sanırım" içerikli bir mesaj gelir.

    kahveler gelir. yavaş yavaş muhabbet başlar. çocukla diyaloga girilmez. kuzenle ve sevgiliyle sohbet edilmektedir. arkadaş zoruna gitmiş olacak, atar yapar:

    kuzenin sevgilisi: yaa benimle neden hiç konuşmuyorsunuz? beni neden dışlıyorsunuz?
    kuzen: ahmetcim, ne alakası var? bak hepimiz konuşuyoruz işte.
    kuzenin sevgilisi: yaa yok, bu arkadaş beni hiç sevmedi. benle konuşmuyor.
    vendetta: evet, sizi hiç sevmedim, sizinle sizin sağlığınızı düşünerek konuşmuyorum. o yüzden şansınızı fazla zorlamayın. saygısızlık konusunda hassasımdır. ayrıca bebe gibi sağa sola ağlamanız da umarım kuzenimin gözünde olumsuz değerlendirilir.
    kuzenin sevgilisi: (kuzene dönerek) bak, ben sana tanışmayayım demiştim. aramızı bozacak bu herif.
    vendetta: arkadaşım! bak saygısızlık konusunda yeni bir çığır açıyorsun. benim sizin ilişkinize müdahele etmem gibi bir durum söz konusu olmayacak. seninle bir ilişki yaşama gibi aptalca bir fikir benim kuzenimindir ve ben yine saygı duyarım. bana herif falan diye de hitap etme (sadece çocuğun duyabileceği şekilde) senin dalağını sikerim.

    ortam gerildikçe gerilmektedir. sevgili kişisi hesabı ister. bu arada sevgilinin diz darbeleri ile ayak uyuşmuştur. hesap gelir. ibne garson hesabı yine benim önüme koyar. hiç oralı olunmaz ve bir umutla beklenir. iş güç sahibi koca doktorun işsiz ve ankaraya misafir olarak gelmiş birine hesap ödetmeyecek kadar görgülü biri olduğu düşünülür. ama beklenen olmaz, sevgili kişisi hesabı ödemek için hareketlenir. sinirle hesap alınır ve ödenir. mekan terk edilir.

    evin yolu sinirli bi şekilde tutulur. arkadaştan yeni bir atak gelir:

    kuzenin sevgilisi: hadi bira, cips alalım evde film izleyelim.
    vendetta: arkadaşım, filmi başka zaman izleyin lütfen. bugün daha fazla atraksiyona gerek yok.
    kuzenin sevgilisi: yok ben hem sana kendimi affettireyim. (bir anda samimi bir şekilde koluma girer ve beni markete sokar)
    vendetta: arkadaşım senin bana kendini affettirme gibi bir zorunluluğun yok.
    kuzenin sevgilisi: (sepete cips atmaktadır) yok olmaz ben ayıp ettim.

    cips ve biralar alınır. kasaya gelinir. kasiyer bayan miktarı söyler:

    kuzenin sevgilisi: (elini omzuma atarak) hadi sen öde, ben dışarda bekliyorum.

    sabrın son noktasında dışarı çıkılır. poşetler sinirden sıkılmaktadır. bu esnada eleman ile sevgili arasındaki diyalog duyulur:

    kuzenin sevgilisi: sende amma öküzmüşsün haaa. böyle bir adamla birliktesin.
    sevgili: fikirlerinizi kendinize saklayın. siz benim sevdiğim insan hakkında ve şahsım hakkında böyle konuşama...
    vendetta: (bir hışımla gelerek) ne dedin lan sen?
    kuzenin sevgilisi: çok çağdışı biri olduğundan bahsediyordum sevgiline, tam bi...

    bu esnada ilk yumruk atılır. tahmin edildiği gibi elemanın ayakları yerden kesilmiştir. ama yere düştükten sonra sekmemiştir. ayağa kaldırılır, ağzına, burnuna sağlı sollu yumruklar sallanmaya başlanır. ağızdan ve burundan gelen ilk kanlar içe çöken bir ferahlık gibidir. eleman hiç bir şekilde saldırmamakta, efendi efendi dayağını yemektedir. market ahalisi gürültüye çıkar, kavgayı ayırır.

    sevgili kişisi ile eve gidilir, bavullar toplanır. ilk otobüs ile bursa yolu tutulur.
    29 ...
  31. babanın evde yalnız kalması

    1.
  32. anne ve abi ile tatile gidilir. baba kişisi esnaf olduğu için dükkanı bırakıp gelmek istemez. bu bir hafta içersinde evde tek başına kalacaktır. anne kişisi bunun için uygun altyapı oluşturmaya başlar. çorba, pilav gibi ısıtıp yenilebilecek yemekler stoklanır. son taktikler verilmeye başlanır. ancak bu esnada görüntü şu şekildedir:

    baba kişisi beyaz pijamalarını giymiş, televizyon karşısında oturmaktadır. elinde bir adet bıçak ve portakal bulunmaktadır. anne kişisi yaptığı yemekleri, bu yemekleri nasıl ısıtacağını, bulaşıkları ne şekilde yıkayacağını anlatırken kendisi portakalını soymakta ve kabuklarını koltuğun üstüne koymaktadır.

    anne: yahu ben sana nasıl güvenip evi bırakayım?
    baba: neden?
    anne: portakal soyuyorsun, altına bir tabak alsan ne olur? hep pijamana damladı, kanepe yine leke oldu.

    bu sözlerin üstüne baba kişisi mutfağa gider. ancak tabak bulamaz. bir kaç tıngırtıdan sonra elinde bir tava ile gelir. portakalını tavanın üstünde yer. amaç damlatmamaksa bak bunda da damlamıyor telkinleri ile anneyi sakinleştirir.

    ardından baba kişisi evde bırakılarak tatile gidilir. tatilin son günü istanbulda yaşayan akrabalardan birinin vefat ettiği haberi gelir. anne ve abi kişisi istanbula gider, vendetta kayseriye döner. eve girer, baba kişisi uyumaktadır.

    mutfağa girilir. buzdolabını açılmaya çalışılır, ancak başarılamaz. buzdolabının kapağı çekildikçe sanki içerden de biri çekmektedir. içeride oluşan yeni yaşam formu her neyse bayağı güçlenmiştir, ve gün ışığına çıkmak istememektedir. daha fazla kuvvet uygulanarak buzdolabı açılır. görüntü şu şekildedir:

    buzdolabında bir sürü tava-tabak karışımı üste üste koyulmuş bir yığın bulunmaktadır. ancak her tavada veya tabakta bir karıncaya yetecek miktarda yemek bırakılmıştır. yoğurt kovasından başlayıp buzdolabının kapağına kadar uzanan bir küf yığını bulunmaktadır. evi berbat bir koku kaplar. sinirle baba kişisi uyandırılır:

    vendetta: baba!
    baba: ha? hı? kimsin lan?
    vendetta: baba benim.
    baba: ne zaman geldin oğlum?
    vendetta: baba onu bunu bırakta, çalışır durumdaki buzdolabında yoğurdu nasıl küflendirdin?
    baba: buzdolabı çalışmıyor ki. fişini çektim ben.
    vendetta: neden?
    baba: yoğurt dışında bir şey kalmamıştı içinde. boşa çalışmasın diye çektim bende fişini.
    vendetta: baba tavaları neden buzdolabına koydun?
    baba: hee, artan yemekler bozulmasın diye koydum.
    vendetta: baba ne artan yemeği? bütün tabaklardaki artığı toplasan bir kuş doymaz. koca tavada bir tane sucuk var.
    baba: bulaşık yıkamayayım diye yaptım lan. annene söyleme.
    vendetta: baba bulaşıktan yırtmışın ama yeni bir buzdolabı almaktan nasıl yırtacaksın bilmiyorum...

    velhasılı dostlar, yemekmiş, bulaşıkmış, temizlikmiş bu gibi işlerden hoşlanmayan bir babanız varsa siz siz olun, asla evde onu yalnız bırakmayın.
    6 ...
  33. cips almadan önce paketi kontrol etmek

    1.
  34. bugün bir çocuğun yaptığını gördüğüm ve beni yıllar öncesine götüren olay.

    çocukluk evresinde ebeveynlerden zar zor koparılan 3-5 kuruşla mahalle bakkalının yolu tutulur. bakkala gidene kadar görülen her arkadaş çağrılır. bakkalın önüne gidince cips paketleri ellenmeye başlanır. amaç içi en az hava dolu, en fazla cips dolu paketi tespit edip onu satın almaktır. bakkal sahibinin sinirli bakışları arasında en dolu olduğu düşünülen cips seçilir. afiyetle yenilir.

    bugün gazete almaya giderken bakkala bir çocuğun koştuğunu gördüm. elinde rulo yapılmış kağıt bir para vardı. muhtemelen 5 liraydı. öncelikle pringles rafına yeltendi. kutuları sıkmaya çalıştı, sıkamayınca vazgeçti çitoslara yöneldi. bir çitosu sıktıktan sonra kafasını olumlu anlamda sallayarak aldı. olay öyle önemliki daha lezzetli bir cips almaktansa paketini sıkabildiği cipse yöneldi çocuk. çocuklukta yaşanan bu olaylara bir diğer örnek ise:

    (bkz: topu havaya atip yamuk mu diye kontrol etmek)
    31 ...
  35. sevgilinin annesiyle telefonda konuşmak

    1.
  36. öncelikle: (bkz: sevgililikte level atlamak)

    bu aşamaya gelebilmek için uzun soluklu bir ilişkiniz olması gerekir. zira sevgilinin annesi ile konuşma etabında artık iş ciddiye binmiş demektir. artık ilişki sağlam temeller üzerinde, geleceğe dönük olarak yaşanmaktadır.

    kadınlarla konuşmak konusunda kendimi hep eksik hissederim. bir erkek günde maksimum 7000 kelime konuşabilirken; bir kadın minumum 24000 kelime konuşur diye bir yazı okumuştum. sözüm meclisten dışarı, bu teoriyi ise şu şekilde düşündüm ben: erkek sabah kalkar karısına günaydın der (1 kelime), duşunu alır, kahvaltısını yapar, görüşürüz diyerek çıkar (2 kelime). daha sonra arabasına biner, iş yerine gidene kadar trafikte hatalı araç kullananlara küfür eder (etti 1000 kelime). iş yerine gelir biraz patronu yağlar (2000 kelime), oturur bilgisayar başına, arada bir çay der; gün içinde 7 bardak çay içtiği varsayarsak (2007 kelime), öğle yemeği, iş arkadaşlarıyla maç tahminleri derken gün sonunda 3000 kelime. işten çıkarken patrona bir posta daha yağ çeker (3500 kelime, fazla mecali kalmamış), tekrar trafikte eve dönerken (4500 kelime). eve gelir gazeteyi içinden okumaz, dışından okur; bunuda kelime haznesinden düşer (eder 6500 kelime), derken yemekte ne var diye sorulur yemekten sonra kahve istenir ve heyecanla beklenen an gelir (6750 kelime). şimdi adamın 250 kelime limiti kalmış. karısı ise gün içinde bu limitin 15000 tanesini doldurmuştur. 10000 kota varken haklı olarak kadın kişisi konuşmak ister. erkek televizyonda kendi ayarında bir şey bulamazsa uykum geldi bahanesine yatar ve iyi geceler der (7000 kelime) günü bitirir.

    isviçreli bilim adamları bu konunun üzerine eğildiğinde gece sex isteyen erkeklerin ah, oh sesleri ile bazı zamanlarda 7031 kelimeye ulaştığını tespit etmiştir. neyse mevzular hiç bunlar değildi, nereden nereye geldik...

    doğruluk payını size bırakıyorum. biraz abartı rakamlar olsada, şahsen kadınların erkeklerden fazla konuştuğunu düşünenlerdenim.

    cep telefonu çalar. çantanın içinden (bakın çanta dediğimiz sadece kadınların kullandığı bir aksesuar değil, o yüzden lütfen beni kız sanıp özel mesaj yağdırmayın) o telefon bir türlü çıkmaz. sigara çıkar, ikinci telefon çıkar ama çalan telefona el bir türlü temas etmez. bu durumda zaten arayan kişinin önemli olduğu daha önceki deneyimlerden tahmin edilir. zira hiç aramasını istemediğiniz bir insan sizi aradığında, el çantaya atıldığı an yanlışlıkla yes tuşuna basar ve telefon açılır. siz de konuşmak zorunda kalırsınız.

    büyük bir kaostan sonra telefona ulaşılır. arayan kişi sevgilinin annesidir. boğaz temizlenir, son kontroller yapılır ve hata tuşuna basılır (evet, hata. o tuşa yes tuşu demeyi bende çok isterdim):

    vendetta: alo.
    sevgilinin annesi: merhaba oğlum nasılsın? umarım iyisindir, zamansız aramadım ya müsait misin?
    vendetta: müsaitim, iyiyim, siz nası...
    s.a: ay oğlum, bak sen askere gideceksin aralıkta, nasıl kaderin varmış benim güzel oğlum, askerliği uzatacak heralde bunlar.
    vendetta: yok ben öyle olacağını düşünmü..
    s.a: annem bak kendine dikkat et askerde. askere gitmeden önce mutlaka gel bursaya. bekliyoruz seni. o çok sevdiğin balıklardan yaparım yine sana annem.
    vendetta: çok teşekk...
    s.a: ama bak askere giderken bavulunu iyi hazırla oğlum. bak 12 ay gideceksin her mevsime uygun kıyafet götür evladım. oralarda gurbet ellerde hasta olma.
    vendetta: yok anneciğim siz merak etmey..
    s.a: ah be oğlum, merak etme olur mu? sen birde duramıyorsun ki canım oğlum. herkese dikleniyorsun. askerde sakın öyle şeyler yapma.
    vendetta: yok anne orda yapmam öyl...
    s.a: bak babana yolladığın fenerbahçe kravatı geldi. ah olum cami duvarına işiyorsun, galatasaraylı adama bu yapılır mı? valaha vermeyecek kızı sana.
    vendetta: evet aradı teşekkür etti. beğendi mi acab..
    s.a: beğendi. neyse oğlum ben sesini özlemiştim arayayım halini hatrını sorayım demiştim. daha fazla meşgul etmeyeyim seni annem. hadi kendine iyi bak. öpüyorum. herkese çok selamlar.
    vendetta: a.s efendim ellerinizden öperim.

    ulan madem uzun entry oldu, madem kimse okumayacak bari bir olay daha anlatayım, iyice boku çıksın. sevgilinin kız kardeşi ufak bir kaza geçirir. geçmiş olsun demek için aranır. konuşma şu şekilde geçer:

    baldız: alo. (kızım bi baksanaa!)
    vendetta: abisi merhaba.
    baldız: merhaba abi. nasılsın? (anne içeriden seslenmeye devam eder)
    vendetta: iyiyim canım. üzerine kaynar su dökmüşün geçmiş olsun. kendini yakma lütfen, zaten seni galatasaray yakıyor. okula gidebiliyor musun? (soru cümlesi bitince anneye cevap verilir)
    baldız: teşekkür ederim abi. okula gidemiyorum şimdilik. (bu kelimeler esnasında annenin dedikleri daha rahat duyulmaktadır)

    birader konuşma bu kadar. valla bak bu kadar konuşma. sadece sonunda kib, aeo, bye kısmı var oda sürse sürse 10 saniye sürer a kü. telefonu kapatınca gözüm süreye kayıyor, bir bakıyorum dört dakika dokuz saniye. hani en fazla 30 saniye konuşmuşuzdur. o konuşma esnasında anne ile baldız arasındaki iletişim 3 dakika 29 saniye. ve onların evinde yapılan bu konuşmanın parasını ben veriyorum.

    zorunlu tanım: sevgilinin annesinin ahize ile yaptığı konuşmadır. tek farklı yanı ahize ile yaptığı konuşma için para ödemektedir. tahminlerime göre nokya kendisine özel bir telefon üretmiş, sadece sesin gittiği delikler var. kulak tarafında olması gereken deliklere ihtiyaç duyulmamış.

    bu arada yazdığım entrydeki anlam bütünlüğünü skiyim..
    9 ...
  37. sevgiliyle tartışırken ailenin müdahele etmesi

    1.
  38. aha, valla başlık daha önce açılmamış. böyle bir olayı yaşamak kolay değildir dostlar. olayı yaşarken bir örneği var mıdır diye düşünüyordum zaten. yakın sigaraları dinleyin beni.

    telefonda sevgili ile konuşulurken ani bir sinir patlaması yaşanır. ses tonu yükselir, tartışma büyür. bir ara sevgili kişisine bağırılır. daha fazla üzmemek için telefon bir şekilde kapatılır. odadan çıkmak için kapı açılır, kapının hemen önünde anne, baba ve anneanne ile karşılaşılır. süreçler işlemeye başlar:

    1- Tespit Aşaması

    baba: kiminle konuşuyordun?
    vendetta: (boku yedik) hiiiç. bir arkadaşla.
    anne: hangi arkadaşla?
    vendetta: (ismini söyleyerek) nişanlımla konuşuyordum.
    anneanne: ptüh!

    bu ilk ptüh önemlidir işte. anneanne ilk kurşunu atan hasan tahsin, bayrağı diken ulubatlı hasan gibidir. arkasında ilk hamleyi bekleyen aile bireyleri anneanne ile birlikte taarruza geçer.

    anne: tüh! yazıklar olsun.
    baba: tüüüü! boyundan posundan utan.
    vendetta: noluyo yaa?!

    2- Giydirme Aşaması

    anneanne: eşşek herif.
    anne: ben senin gibi birini yetiştirmedim.
    baba: öküz! öyle bağırılır mı kıza?
    vendetta: ya sizene? bu bizim aramızdaki tartışma.
    anne: bu tartışma değil hayvanlık benim salak oğlum.
    vendetta: bu bizim aramızdaki bir sorun. yine biz çözeriz. siz neden karışıyorsunuz?

    3- aşağılama aşaması

    anneanne: karışırız tabi. ben gelinim olacak kızı ezdirmem. nasıl bağırdın öyle kıza? el memleketinde okuyor o kız. bir ailesi var bir sen varsın. senden medet umuyor, sen ise öküzlük konusunda çığır açıyorsun. şimdi o yeşil gözleri ile ağlıyordur. vay yavrum kıyamam onun gözlerine. halbuki bi de şu dananın gözlerine bak. görmeyi beceremiyor daha. gözlüğüne sıçtığım.
    vendetta: yavaş anneanne. ben x'e bağırdım. sen bana hem bağırıyor, hem küfür ediyorsun.

    anne: eder tabi. sen 6 yıllık ilişkine bu değeri veriyorsan eder. saygısız adama başka ne yapılır? şunun tipine bak. tipsiz. kısacık boyuyla (boyum 1,71, bunu söyleyen annemin boyu 1,64) böcek gibi ortalıkta geziyor. ay parçası gibi kız sende ne buluyor anlamıyorum ki.
    vendetta: ya bir saniy...

    4- Durum değerlendirmesi

    anne: bence hemen arayıp özür dilemeli.
    anneanne: arayıp özür dilemesi yetmez. özür hediyesi falan da almalı.
    baba: x nişanı atmadıysa alır.
    vendetta: ya ne nişan atması? ne özürü? ne tipi arkadaş! nerden nerelere geliyorsunuz be. biri gözlüğüme sövüyo, öbürü tipime giydiriyo, biri nişanı atıyo, bırakın da bu ilişkiyi ben yaşayayım beyler.
    anneanne: beyler falan diye konuştuğuna bak daha saygısızın. kalk çabuk ara özür dile.
    vendetta: anneanne ben özü...
    anneanne: sus! daha konuşma. o parmağınıza yüzüğü boşuna takmadınız. ileride eşin olacak o senin eşin!

    ardından sevgili kişisi aranır. haklı olunduğu halde özür dilenir. gönlü alınır. öyle ki sayın yazarlar, siz siz olun dinlenme ihtimaliniz varsa sevgilinize bağırmayın. hatta dinlenme ihtimaliniz yoksa da bağırmayın lan! hayvanlığın lüzumu yok.
    8 ...
  39. turist bir kız için kavga etmek

    1.
  40. türk insanının büyük bir yanılgısı olan "gavur kızlar hemen verir" mantalitesinin sonucunda meydana gelebilecek eylem. bu kadar kesin bir tanım yapabiliyorum, çünkü ben aykut. hemen girelim mevzuya.

    arkadaşla antalya'nın ünlü otellerinden birine tatile gidilir. odaya yerleştikten sonra hemen mayolar giyilir ve denize koşulur. iç anadolu'dan deniz kıyısına gelen bünyeler saatlerce yüzmenin tadını çıkarır. yüzme yorgunluğunun üstüne buz gibi biranın iyi gideceği düşünülür. bira almaya gidilir.

    o esnada bira almakta olan başka bir hatun görülür. muhteşem bir güzelliği ve süt gibi beyaz bir teni vardır. teninin beyazlığından dün veya bugün otele geldiği tahmin edilir. hemen barmene yavşanır:

    vendetta: hocam iki bira alabilir miyim? lütfen soğuk olsun.
    barmen: buyrun beyefendi.
    vendetta: off tam istediğim gibi biralar. sizin de işiniz çok zor. şu sıcakta yoruluyorsunuzdur.
    barmen: bizim işimiz sizin isteklerinizi yerine getirmek beyefendi. başka bir isteğiniz var mı?
    vendetta: biraz önce bira alan hatun kim?
    barmen: ehehehe. bugün ilk görüşüm. hiç bir şey bilmiyorum hakkında.

    hayal kırıklığı ile arkadaşın yanına gidilir. biralar içilir, hatundan bahsedilir. koca otelde bir daha karşılaşma ihtimaliniz trigonometrik olarak hesaplanır. %0 sonucu bulunur. akşam yemeği için giyinmeye gidilir. hemen bir şort giyinilir ve kapıdan dışarı çıkılır:

    arkadaş: lan nereye?
    vendetta: olum ben hatunu bulacağım.
    arkadaş: bulamazsın olum, koca otel. ayrıca neden kapıcının oğlu gibi gidiyorsun? terliklerine baksana, hatunu bulsan ne olacak?

    terliklere bakılır, arkadaş haklıdır. hatunu bulsak bile terlikten kaybettik. valide hanım müthiş yaratıcılığını kullanarak libero marka kahverengi tuvalet terliklerini 5 yıldızlı otele uygun görmüştür. sokakta görsen binadaki komşulardan birine ekmek almaya giden kapıcı çocukları tipi vardır. tatili bedavaya getirmemizin etkisi göz ardı edilemez elbette. ama otelde tuvalet terlikleriyle dolaşmak bünyeye ters gelir. hemen arkadaşın terlikleri giyilerek koşarak odadan çıkılır, küfürler duyulmamaya çalışılır.

    büyük bir azimle her yerde hatun aranır. gitmesi muhtemel yerlere bakılır, bulunamaz. o üzüntüyle belki moralim düzelir umuduyla diskoya gidilir. iç hesaplaşma anında arkadaştan terlikleri çalmanın kötü bir davranış olduğuna, terlikleri teslim edip arkadaşı fasıla rakı içmeye gitmeye ikna etmeye karar verilir. tam o esnada bir güneş gibi hatun diskodan içeri girer. tek başına bara oturur. bütün ingilizce bilgisi losttaki "hey" kelimesinden ibaret olan bünye alkolünde verdiği özgüvenle hemen hatuna yanaşır.

    vendetta: hey!
    hatun: ....
    vendetta: hey! hello! hi!
    hatun: (zoraki) hi.
    vendetta: where are you from?
    hatun: belasjkajd.
    vendetta: sorry?
    barmen: beyefendi beyaz rusyalıymış.
    vendetta: vaayyy. sen o zaman vodka ver bana.

    bu esnada film kopar. yüze bir gülümseme yerleşir. başka nereli olabilir aq? bembeyaz hatun işte. beyaz bir ülkeden olmalı. beyaz rusya işte. belarus. bütün içtenlikle hatuna gülümsenirken, diğer yanındaki sandalyeye bir zenci oturur. ve hatuna selam çakar. öyle bir zencidir ki sözlük yazarları o zencinin yanında stephen appiah da beyaz rus kalır. kömür rengini kendisinden alıyor gibidir. bomboş siyah bir odaya koysan bulamazsın, o derece kamufle olur. bu esnada arkadaşta gelir ve zorla terliklerini alır. libero terlikler ayağa takılmaz, çıplak ayakla durulmaktadır. hatun döner:

    hatun: lets dance.
    vendette: really? ok.

    bu esnada hatun kalkar. piste doğru gider, tam terlikler ele alınırken zenci bilekten yakalar ve aşırı hızlı olarak bir şeyler söyler. dediklerinden hiç bir şey anlaşılmaz. "ok" denir ve piste doğru hareketlenilir, zenci daha sıkı tutar ve yakadan toplar. bayağı uzun boylu ve kalıplı olması, ayrıca yakamı toplamış olması korkutucudur. zenci zaten öyle bir dudağa sahiptir ki, istese beni dudağıyla döver. iki parmak kalınlığında dudaklarından dökülen ve aralarından "fuck" kelimelerinin seçildiği bir düellonun içinde bulur bünye kendini.

    beyaz rus'a bakılır, ve karar verilir. bu beyaz hatun böyle kara birini bırakılamayacak kadar güzeldir. bütün cesaret toplanır, eldeki libero terliğe sımsıkı yapışılır ve büyük bir hızla libero terlikle zencinin dudağına vurulur. elleriyle yüzünü kapatan zencinin fos olduğu anlaşılır ve allah ne verdi dalınır. olayı gören arkadaşta hemen olaya dahil olur. iki kişi ile mücadele edemeyeceğini anlayan zenci yere kapaklanır ve kendini korumaya çalışır. bu esnada çıplak ayakla atılan tepik sonucu baş parmak burkulur. o acı ile zencinin üstüne çullanılır ve yumruk manyağı yapılmaya başlanır. otel görevlileri kavgayı ayırır. olaydan bir saat sonra otelden kovulmuş, hatun için kavga edip eli boş kalmış, arkadaştan bir yolculuk boyu küfür yiyerek kayseri'ye dönülür.

    beleşe bir haftalık tatil mundar edilir. adını bile öğrenemeden uğruna otelden atıldığım beyaz rus düşünülür. yaşanılan pişmanlığı biraz olsun hafifletmek adına arkadaşa rakı sofrası kurulur ve barışılır.
    5 ...
  41. erasmus evinde yaşananlar

    1.
  42. evin kokusu burnumda, nemli duvarları gözümün önünde, kahkaha sesleri kulağımda...

    basit tanım: erasmus dahilinde gidilen ülkede, tutulan evde yaşananlardır. şimdi hazırsanız başlayalım anlatmaya.

    uzun değil, sağlık sorunları için bir aylığına gidilir yurt dışına. gidilmişken erasmusa katılmış arkadaşa mail atılır. saat belirlenir ve buluşulur. ısrarları sonucu kendisi ile bir gün kalmaya karar verilir. kaldığı eve götürür sizi, tam 14 kişi kalmaktadır aynı evde. amerikan filmlerinden fırlama bir ev de kalmaktadırlar, aşağı kat kızlar için, yukarı kat erkekleri için tahsis edilmiştir. bir iki yerleşmeden sonra tanışma faslı başlar:

    birisi: hi!
    vendetta: hi! what is your name?
    birisi: modum.
    vendetta: nice to meet you odun.
    arkadaş: gel lan gel. odun değil modum. yahudi o arkadaş. benim hatun ile tanış.

    ardından arkadaş ile bir odaya gidilir. oda da bir çift ile bir kız oturmaktadır. çiftlerden kız olanı erkeğinin ayağına masaj yapmaktadır. türkiye de ayak yıkatma modeli olarak bilinen bu durum demek ki yabancılarda masaj olarak vuku bulmakta düşünceleri ile arkadaşın sevgilisine laf atılır:

    vendetta: hello. i am vendetta.
    kız: merhaba vendetta. ben selin. mahmut geleceğini söylemişti. hoşgeldin.
    vendetta: eki ki. merhaba. kusura bakma. ben türk olduğunu anlamadım. memnun oldum.
    selin: önemli değil. nasıldı yolculuğun, ameliyatın ne zaman?
    vendetta: iyiydi. ameliyat tarihi daha tam belli değil.
    selin: aç mısın? seni bekledik mahmutla yemek yemek için.
    vendetta: aslında çok açım.

    odadan çıkılır. çift ile yemek yemeye gidilir. menüde yazılanlardan bir bok anlaşılmaz. domuzsuz bir yemek sipariş edilir. gelen yemek hayvani boyutlarda ama çok lezzetlidir. yemekten sonra kimsenin ayağa kalkmaya mecali kalmamıştır.

    selin: çok yedik. ne yapalım?
    mahmut: bence acilen eve gidelim.
    selin: neden?
    mahmut: benim acilen tatlı yemem lazım, tatlım.

    eve gidilir. sevgililer bir odaya kapanır. onlar tatlı niyetini birbirlerini yerken vendetta evin içinde gezinmeye başlar. tipinden türk olduğu tahmin edilen birinin yanına yaklaşılır:

    vendetta: hello. where are you from?
    eleman: birader ben ankaralıyım. sen vendetta olmalısın.
    vendetta: evet. memnun oldum. sigaran var mı?
    eleman: birader burada sigara içmek için bil geytsin torunu olmak lazım. ama tütün var. al bakalım bununla idare et.

    verilen sarma sigara mecburen içilir. içinde ot namına bir şey olmaması için dua edilir. bir iki muhabbetten sonra sevgililer tekrar ortama dahil olurlar.

    vendetta: hayırdır? erken geldiniz.
    mahmut: erken geldim, erken geldik.
    vendetta: yuh ulan. bu kadar da açık sözlü olunmaz ki.

    bu sırada kulağında kulaklık ile biri önünüzden geçer. aşırı derecede zayıf birisidir.

    vendetta: bu nereli lan?
    mahmut: senegalli.
    vendetta: niye böyle zayıf lan bu?
    mahmut: ee türkiye'de seni beni kedi köpek kovalıyor, bunları senegal'de aslan kaplan kovalıyor.

    daha sonra içme faslı başlar. alkol su gibi akar. vendetta yatmak istediğini söyler. arkadaş kendi odasına çıkarır. oda buram buram bok kokmaktadır.

    mahmut: ortak beraber yatacaz bu odada.
    vendetta: yatacaz da, cam falan açsak, bu koku ne lan?
    mahmut: ortak sondaj attım bir kaç saat önce. doğal gaz çalışması ekikiki.
    vendetta: ne doğal gazı lan? zengin bir metan gazı kaynağı bulmuşsun sen. dikkat et grizü falan sakata gelmesin senin afacan.

    bir gün de yaşanan bu olaylardan sonra evden ayrılınır. o evde 6 ay kalmanın insan hayatında yaratacağı etkileri düşünmek bile korkutucudur. her şey için teşekkür edilerek, hastaneye dönülür.
    3 ...
  43. sağdıç olmak

    1.
  44. --sağdıç olmak isteyenlere ithaf edilmiştir--
    kına ve düğün törenlerinde bulunan esas adam olmak.

    evet esas adam diyorum çünkü damatla, gelinle zerre ilgilenen yok. hatta öyle ki damadın ayakkabıları damattan önemli lan. millet damattan çok damadın ayakkabıları ile ilgilendi. bir daha sağdıç olmak mı, uzak dursun.

    kına gecesinin yapılacağı gün saat 12 de uyanılır. damat bey aranır. yardım edilecek mevzu var mı diye sorulur. tabiki yardıma gerek vardır. saat 1 de damatla buluşulur. bir güzel yemekler yenilir. daha sonra gidilip açık havada nargile keyfi yapılır. böyle yardıma can kurban düşüncelerine dalarsınız ki, asıl mevzular dönmeye başlar.

    önce kınanın düzenleneceği salonlar (kız evi düğün salonu, erkek evi bildiğin binanın toplantı salonu) gözden geçirilir. eksiklikler tespit edilir ve soyguncular uyarılır. evet ilgililer demek yalan olur, resmen soyguncular uyarılır. şöyle ki:

    vendetta: hanım efendi, çelenk melenk gönderen olmadı mı?(söz konusu hanım efendi düğün salonunun sözde sorumlusudur)
    sorumlu: gönderdiler sağdıç. arka kapıya koyduk.
    vendetta: çiçekleri neden arka kapıya koydunuz?
    sorumlu: nereye koyacaktık ki?
    vendetta: hayır yani millet ön kapıdan girecek, çiçekleri görselerdi en azından iki dakika.
    sorumlu: ya çiçekler de orada tozlanır aslında. cadde üstü çünkü orası.
    vendetta: e tamam işte. neden oraya koydun?
    sorumlu: valla sağdıç, o kadar sağdıç olmuşun. ben burada hamal değil garson çalıştırıyorum. ama attırıver bir pembelik, taşıtayım ön kapıya.
    vendetta: (hasbinallah) iyi al.
    sorumlu: yapma sağdıç pembe dediysek 10 lira demedik. 200 lira at.
    vendetta: hanım efendi düğün başlamadan sağdıçlık olmaz. al şu 50 lirayı çiçekleri ön kapıya taşıyın bir zahmet.

    ardından masaların düzeni hakkında bilgi verilir. her şey ayarlanır, erkek evine doğru yola çıkılır. salon düzenlenir. yardım edecek kişilerle son kez daha konuşulur, bahşişleri verilir. damadın yakın arkadaşları ile birlikte kuaföre gidilir. kuaför sakal traşını yaparken sağ tarafı keser, sol tarafa gelince şahsıma döner:

    kuaför: sağdıç baba jilet kesmiyor.
    vendetta: yeni jilet tak kuaför baba.
    kuaför: ohoo, olmazki vendettacım. ilk defa buraya sağdıç olarak gelmişin. sık birşeyler.
    vendetta: tabi canım. ilk defa sağdıç olarak geldim, aman sikmeden gönderme, ayıp olur. al şu 100 lirayı, usturanı törpülersin.

    kuaförden sonra erkek evine gidilir. kınanın henüz başında damadı kaçırma girişiminde bulunulur. son anda fark edilerek önlenir. yarım saat sonra ikinci kaçırma girişimi olur. bu da önlenir. ama işin boyutu büyümektedir:

    vendetta: lan ahmet! gelsene a kü. yardım et biraz.
    ahmet: gün boyu korumalık yaparım, kaçırılmama garantisi veririm. ama 50 liranı alırım.
    vendetta: (...mını ..tünü sikeyim) iyi al.

    damadın kaçırılma girişimleri önlendikten sonra yukarıdan acı haber gelir. damadın ayakkabısı çalınmıştır. çalan kişi yanınıza gelir. samimi arkadaşlarınızdandır:

    vendetta: lan ayağında pabuçun yok mu olum? niye adamın ayakkabısını çalıyorsun?
    arkadaş: adettendir vendetta. 250 lira ver ayakkabı senin olsun.
    vendetta: (ortamdan uzaklaştırılarak) lan hepiniz bana mı kinlendiniz? olum yeminle gece gelirim arabanı cızarım. al şu 50 lirayı düğün boyunca bana gözükme.
    arkadaş: iyi bari 100 ver.

    hemen arkasından çerezlerin çalındığı haberi gelir. çerezler 20 liraya kurtarılır.

    damadın kolundan çıkılmaz. damat ile 2 saniyeden fazla tokalaşma eğiliminde olanlar uyarılır. damadın saati, cep telefonu, cüzdanı ve anahtarları herhangi bir hırsızlığa karşı cebe atılır. kız evine kına almaya gidilir. arabada damat, bodyguard ahmet ve şahsım vardır:

    vendetta: damat, istediğin bir şey var mı?
    damat: yok dayı saol.
    vendetta: ahmet, şu kınayı ben kız evinden satın aldıktan sonra koruyarak çıkar. gözünü seveyim çaldırma. millet kurt gibi, iflahımı söndürdüler.

    kız evine (düğün salonu) gidilir. salona girildiği gibi kameraman kolunuza yapışır:

    kameraman: hoşgeldin sağdıç abi. hayırlı olsun. kameralarda arıza var abi.
    vendetta: sağol da, ben sağdıç değilim. sağdıç biraz sonra gelecek.
    kameraman: abi yeme beni. koluna kırmızı kurdela bağlamışlar işte.
    vendetta: he amına koyyum. alnıma enayi yazsalar bundan iyiydi. ne istiyorsun?
    kameraman: abi gönlünden ne koparsa.
    vendetta: iyi lan. millet pazarlık ederek ağzıma sıçıyor. sana helalinden bir 100 kağıt. hadi kolay gelsin.

    ardından gelinle damat bir tur dans eder. bu sırada kına pazarlığı yapılmaktadır:

    gelinin sağdıcı: olmaz vendetta. en aşşağı 300 lira isteriz.
    vendetta: yahu şunun şurasında meslektaşız. sen halimi anlarsın. al şu 200'ü nolur, bitsin şu pazarlık.

    200 liraya kına alınır. resim çekilme törenine geçilir. resimler çekilirken bir göz kına tepsisindedir. ama korkulan olur:

    vendetta: lahhnnn! lan!! ahmet! kınayı çalıyorlar lan! tut!

    kına çalınır. erkek evine kös kös dönülür. arabanın içinde kendini kilitleyen iki soyguncu ile tırnak kadar boşluk bırakılmış camdan konuşulmaya başlanır:

    vendetta: arkadaşlar kınayı neden aldınız, versenize.
    kına hırsızları: abi 1000 lira vermeden bu arabadan kına çıkmaz.
    vendetta: tövbe de lan. dinden çıkarsın. sümme haşa, ne parasıymış bu?
    kına hırsızları: abi kına da adettir. din ve adetler birbirinden farklıdır. adetlerimizi yaşatmak için..
    vendetta: bilim adamı mısın lan sen?
    kına hırsızları: yok abi. orta okul terk.

    kına 400 liraya bağlanır. kına için dua okunduktan sonra damadın sırtına vurma faslında vücut siper edilir. sallanan yumruklardan biri çeneye isabet eder. soğuk meyve suyu tedavisi (buz bulamadığımızdan meyve suyu bastık) uygulanarak şişlik indirilmeye çalışılır. kınanın sonunda damat go-kart yapmak ister. 10 kişi gidilir, 200 lira verilir. son olarak yemek yenilerek 140 lira hesap ödenir. eve dönülür.
    --sağdıç olmak isteyenlere ithaf edilmiştir--
    36 ...
  45. çok güzel ofsayt guiza

    1.
  46. 19 aralık 2009 gayseri ıııh ıh zirvesi

    1.
  47. uludağ sözlük zirvelerinin kayserideki ikinci ayağıdır.

    19 aralık 2009 cumartesi günü kayseri'de düzenlenecek olan zirvedir. mekan olarak kayseri park'ın ilerisindeki özsüt kararlaştırılmıştır. saat 14:00'da kayseride ikamet etmekte olan bütün çaylak, okur, silik, yazar, moderatör arkadaşlar özsütte bulunsunlar efendim.

    zirveye katılmak isteyen arkadaşlar ortam butonuna tıklayarak zirvebox'tan kaydını yaptırabilir. ne kadar çabuk kaydınızı yaptırırsanız rezervasyon konusunda o kadar rahat ederiz. her hangi bir sorunda army14 ve vendetta nickli yazarlarla iletişim kurabilirsiniz.

    bir önceki zirvedeki tanınma problemine karşı army14 mor galatasaray forması ile katılacaktır. bendeniz ise fenerbahçe formamla orada olacağım. varsa bir beşiktaşlı arkadaşta forma giyip gelsin, ondan sonra orada bizi dışlamışınız muhabbeti dönmesin.
    3 ...
  48. talebi etkileyen faktörler

    1.
  49. + bir mal veya hizmetin fiyatı,

    + tüketicinin geliri ve talebin gelir elastikiyeti,

    + rakip malların veya ikame malların fiyatı ve talebin çapraz esnekliği,

    + zevk ve tercihler,

    + nüfus ve nüfus yapısı, (toplumun sosyal yapısı)

    + gelir dağılımı,

    + beklentiler,

    genel olarak bir mala oluşan talebi etkileyen faktörlerdir.
    2 ...
  50. nerede kalmıştık katip

    ?.
  51. atatürk'ün çalışmaları sırasında katibine sorduğu soru. eksik bilgi için özür dileyerek, geçen sene üniversitemizde gösterilen bir belgeselde bu olayı izlediğimin bilinmesini istiyorum. * işin kötü tarafı bu belgeseli kimin hazırladığını da hatırlayamıyorum. bu öküzlüğüm affola. şimdi gelelim olayın beni en etkileyen kısmına.

    atatürk çalışmalarını yaparken her zaman yanına katibinide alıyor. bir konuyu uzun süre araştırıyor, inceliyor ve sonunda kararını veriyor. katibine dönerek:

    + yaz katip, şapka kanunu çıkartılacak.

    katip not defterine atatürk'ün söylediğini yazıyor. uzun süren araştırmaların tek cümleye indirgenmesinden sonra çalışma bitiyor. başka bir konu için atatürk araştırmaya başlamadan önce katibine soruyor:

    atatürk: nerede kalmıştık katip?
    katip: şapka kanununun çıkarılacağını söylemiştik.

    yeni bir araştırma başlıyor. yine uzun süren araştırmanın sonucunda atatürk yanındaki katibine dönüyor:

    atatürk: yaz katip, latin alfabesine geçilecek.

    başka bir çalışma başlayacak aynı şekilde vuku buluyor her şey.

    atatürk: nerede kalmıştık katip?
    katip: şapka kanununun çıkarılacağını söylemiştik, latin alfabesine geçeceğiz demiştik.

    ....

    atatürk: yaz katip, kadınlara seçme ve seçilma hakkı verilecek.

    katip bu çalışmalar sırasında tabiki şaşkın. hiç olmayacak şeyler söylediğinden bahsediyor atatürk'ün. hatta bazen sadece dalga geçmek için söylediğini sandım diyor. çünkü dedikleri, içinde bulunduğumuz durumda gerçekleşmesi imkansız hedeflerdi, ve ütopyadan başka bir şey değildi diyor.

    atatürk: nerede kalmıştık katip?
    katip: şapka kanunu, latin alfabesi, kadınlara seçme ve seçilme hakkı, soyadı kanunu...

    yine çalışmalar ardından:

    atatürk: yaz katip, cumhuriyet ilan edilecek!

    bundan sonra her nasıl oluyorsa katibi ve atatürk bir şekilde ayrı düşüyor. kadınlara seçme seçilme hakkı veriliyor, soyadı kanunu, latin alfabesi, şapka kanunu ve bir çok reform kabul ediliyor. en önemlisi de cumhuriyet ilan ediliyor.

    atatürk bir baloya gidiyor. burada katibiyle karşılaşıyor. katibiyle konuşuyor sohbet ediyor. atatürk gitmek için yaverlerine talimat veriyor. artık baloyu terk edecek. davetlilerle vedalaşıyor. en sonunda katibi ile vedalaşmak için yanına gidiyor. sadece şunu söylüyor:

    atatürk: nerede kalmıştık katip?

    katibi bu cümle için ise şöyle yorum yapıyor: "işte ben o zaman anladım ki atatürk'ün kafasında daha çok şey vardı. ama gerçekleştirmeye ömrü yetmedi."
    2 ...
  52. ilkokul öğretmeni

    17.
  53. her insanın çocukluğunda annesinden, babadan ayrı tutmadığı yüce kişidir o. nasıl bir eğitim aldıysa bizleride öyle yetiştirir. hala bazı söyledikleri aklımdadır. telefonda nasıl konuşulacağını bir gün onu aradığımda öğrenmiştim mesela. yaş oldu 25 hala onun dediği gibi konuşurum.

    5 sene boyunca insanın temel fikirlerini oluşturacak olan öğretmenimin cenazesini hatırlıyorumda...

    mavi önlüğümle gitmiştim cenazesinede. kendisi benim karşıma önlüksüz gelmeyin derdi çünkü. benden başka önlükle giden yoktu. bir çocuk için büyük travma zaten öğretmeninin ölmesi. gelen bir kaç öğrencisinden biriydim. çoğu öğrencisi ailesi tarafından engellenmişti muhtemelen. 3. sınıfa kadar bizi yetiştiren adam şimdi o tabutun içindeydi. bize sürekli bir şeyler öğreten adam ölürken de bana bir şeyler öğretmişti...

    ağlıyordum. öğretmenimizin tabutunun yanında bir fotoğrafı vardı. çok gençken çekilmiş, büyütülmüş ve çerçevelenmiş bir fotoğrafı. mavi önlüğüm koyu laciverte dönüşüyordu göz yaşlarımla. ben o insanın hep 40'lı yaşlardaki halini biliyordum. sanki 40 yaşında dünyaya gelmiş, hiç büyümemiş, değişime uğramamış ve öyle ölüp gidecekmiş gibi. öyle olmadığını, onunda aynı bizim gibi bir zamanlar çocuk olduğunu, gençliğe adım attığını ve bir yetişkin olarak öldüğünü anladım o fotoğrafı görünce.

    başkasının cenazesi olsa anlar mıydım? bilemiyorum. belki mesleğinin kutsallığında, belki mesleğine aşık olduğundan... o adam ölürken bile bize bir şeyler öğretiyordu.
    10 ...
  54. nuh naci yazgan üniversitesi

    1.
  55. yapımına başlanmış olan kayserinin üçüncü üniversitesi.
    1 ...
  56. gammaz olmanın avantajları

    1.
  57. sözlükte ispiyonculuk yapmanın beraberinde getirdiği olumlu özelliklerdir.

    mesela az önce silik kısmında hata olduğunu farkettim ve tarafıma zall'dan mesaj gönderildi. kötü kalpli sözlük zincirleri sahibi bir an olsun kötü adam kahkasını ve elindeki viski bardağını bırakarak klavyenin tuşlarına dokundu ve bana özel mesaj attı. * *

    birde gammazlar için hazırlanan entry takip bölümü vardır ki biraz önce kendi entry'me şukela oyu verebileceğimi fark ettirmiştir. hemen bir hevesle kendi kendimin meleği olayım lan diye uyguladım ki, zall onunda çaresini bulmuş oylamanız kaydedildi yerine olmadı güzel kardeşim yazısını gösterdi. zall'ın baş parmağını, işaret parmağı ve orta parmağının arasına sokarak al sana şukela demesi gibi oldu lan.
    4 ...
  58. daha fazla entry yükleniyor...
    © 2025 uludağ sözlük