kadını nesne olarak görüp,kadına hastalıklı ve aşağılık bir bakış açısıyla bakan zavallıların garipseyecekleri durumdur. cinsiyetçi ve ırkçı aşağılamarınızla egonuz tatmin oluyor mu bari?
taraflardan en az biri yaşamın tamamını siyasi alan olarak görüyorsa ortaya çıkabilecek durumdur. kötüdür. tartışırsın, kırarsın, kırılırsın. olmaz yani.
''bir insan dünyayı komodinin üzerine koyabilir mi sevişirken? öyle olmuyor insan nasıl yaşıyorsa öyle sevişiyor. halkların kaderlerine omletle balık arasında karar veriyorsan öyle öpüşüyorsun, öyle tutuyorsun diğerini. insan vicdansızlarla nasıl sevişir çok güzel olsa bile ağzının tadı.''
başka semtin çocukları tadında oldukça başarılı filmdir. mehmet bahadır er ve maryna gorbach'ın yönetmenliğini yaptığı film günümüzde sosyal yaşam alanı haline gelmiş avm'lerin 'güvenlik' meselesi üzerinden, düzen içi it dalaşlarına gönderme yapıyor. iki gencin 'yırtma' çabaları tam bir toplumcu gerçekçi yaklaşımla anlatılmış. filmde asker uğurlamaları, köpek dövüştürme vb. ritüellerinin kullanılması bu yaklaşımı sağlamlaştırmış.
müzikleri de çok başarılı bulduğumu söyleyebilirim. erkan can, volga sorgu ve cemal toktaş'ın oyunculukları zaten mükemmel. volga sorgu ismi bile bu filmin izlenmesi için tek başına bir sebep.
ayrıca volga sorgu bu filmdeki performansıyla, 46. altın portakal film festivalinde aldığı en iyi yardımcı erkek oyuncu ödülünü ceylan önkol'a adayarak çok onurlu bir tavır sergilemiştir.
her şey düzenliyken aradığını bulamayan insandır. en iyi ihtimalle bulduğunda ise zaten düzenli olan şey dağılmıştır. dokunmayın, toplarsanız ölebilirler.
tabanca yöntemi ile takıldığında hiç acıtmayan, yalnızca bir anlık sızı yaratan takı. acımadığı halde gözleri yaşartıyor o ayrı. kendisine ani bir karar ile bugün sahip oldum. birlikteliğimiz saatlerle sınırlı ancak şu ana kadar bir sorun yaşamadık kendisiyle. eczaneden antibakteriyel krem de aldım ama umarım enfeksiyon gibi tatsız bir durum ile karşılaşmam. mutluyuz.
henüz 10 yaşındayken resmi, zırhlı, lanet bir aracın çarpması sonucu ölen kürt kızı. güzel gözleri zalimlerin demir yığınlarına direnemedi, kapanıverdi. güzel kardeşim ışığın bol olsun.
bu ülke bu kadar çok çocuğun vebaliyle nasıl yüzleşecek? bu ülke daha ne kadar çocuk katledecek? devlet terörünü israil'de arayanlar, fazla uzağa bakmayın. devlet terörü her yerde. israil'e 'öldürmeyeceksin' diye kafa tutar gibi yapanların aslında israil'den hiç bir farkı yoktur. bu böyle bilinsin.
panzer ve çocuk... bu ikisi her coğrafyada birbirinden uzak olsun artık, ne olur?
ölümüne sebep olan 4 gardiyan müebbet hapis cezasına çarptılmıştır. caydırıcılık açısından önemini küçümsemiyorum bu kararın ancak işkence ve insan hakları ihlali konularındaki sorunların aşılabildiğini söylemenin mümkün olmadığı ortada.
demem o ki;
işkence yapanlar cezalandırıldı, peki ya yaptıranlar?
polis kurşunuyla ölen gençleri, işkenceci polisleri düşündükçe, yanı başımda biber gazı yüzünden kalp krizinin eşiğine gelen yaşlı işçi amcayı gözümün önüne getirdikçe neden olmasın diyebileceğim öneridir.
işkenceci devlet terörünün katlettiği gencecik insanlardan sadece bir tanesi.
ağırıma gidiyor. insanların birbirini bu denli kolay harcayabilmeleri. işkence yahu... bariz işkence. görüntüleri var. öldüresiye dövmüşler. nasıl ya? nasıl görüntülere rağmen işkence değil der bir insan? nasıl bir vicdansızlık? nasıl bir vebal bu?
işkenceciler cezasız kalacak değil mi yine? ama burası hala çok demokratik, pek sosyal, âlâ bir hukuk devleti. hı hı evet.
anadili kürtçe olan çocuklardır. bu dilde eğitim en doğal haklarıdır. ülkemi sınıfta bırakan çocuklardır ayrıca. paylarına daha bu çocuk yaşta panzerler, biber gazları düşürülmüş çocuklardır. ötekileştirme, şeytanlaştırma ne kadar lanet kavram varsa, medya tarafından maruz bırakılan çocuklardır. gözleri önünde annesi, babası polis dayağından dermansız kalan çocuklardır.
bir yasmin levy şarkısıdır. dinledikçe daha bir hayran oluyor insan bu kadına.
el amor contigo
es dificil es casi imposible
tú eres de todos ahora
finalmente nadie
si pudiera yo vivir
de nuevo esta vida
sin sufrir por amarte
preferiría no morir
nunca pedi que tú me amaras
que me descubras tus secretos
que me esperes impaciente
que me desees por las noches
que me seques lagrimas
que me hagas reir
solo pedi poder amarte
nasıl bu kadar kolay yalanlandığını anlamadığım haberdir. sanki hiç yaşanmadı benzerleri. (bkz: ceylan önkol)
tamam sizin dediğiniz olsun, haberin yalan olduğunu düşünelim. peki. olan nedir? o patlayıcı doğanın kendi kendine ürettiği bir çeşit mineral midir? ya da bir çeşit mantar mıdır? kendi kendine mi bitmiştir topraktan? o patlayıcı ordaysa, tsk'ya mensup bir asker tarafından fırlatılmamışsa bile sorumluluk kimdedir? o patlayıcı tsk'nın değil midir? ortalık yere domates kasası bırakır gibi patlayıcı bırakan ordu, sırf o çocuklara bomba fırlatmadığı için ak mıdır?
demem o ki;
o mühimmatı orda bırakmanın, çocuklara bombayı kasten atmaktan ne farkı var? bu ülke çocuklarına ne yapıyor böyle? kendinize gelin, çocuklarınızı ne uğruna harcıyorsunuz siz?
toplumsal çözümlemelerde estetiği gözardı eden marksist yaklaşımı bu yönüyle eleştiren, frankfurt okulu'nun kuruluşuna katkıda bulunmuş düşünür. sanatı tek boyutlu toplumda insan için son sığınak olarak niteler ve sanat etkinliklerindeki özgür alana vurgu yapar.
sanki kadın mecliste, medyada yeterince temsil ediliyor hatta sosyal hayatın her alanında yer alabiliyor... üstüne üstlük kadının ev içi köleliğini ortadan kaldırmışız da yine de kız çocukları bu şekilde bir sömürüye mağruz kalıyor. Öyle mi?
anlamıyorum şaşırdığınız ne?
bu ülkenin sokakları güvenli mi kadınlar için yeterince? kadını toplumda hakettiği yere taşıdınız da mı şaşırdınız bu kadar? eğitim sorununu da çözdünüz, herkes eğitimden eşit pay alabiliyor. eğitim de pek bir bilimsel işliyor zaten. dimi?
kadını medyada ancak cinsel obje olarak barındıracaksın, meclisindeki kadın oranı gözle görülmeyecek, o da yetmeyecek birileri başörtülü kadınlar üzerinden siyaset yapmaya kalkacak, bir diğeriniz çıkacak başörtülü kadınlarını üniversitelerden soyutlayacaklar... sayayım mı daha? bunlar oluyor, bu topraklarda tek o baba değil, kızını mal yerine koyan. siz de yapıyorsunuz o babanın yaptığını, kendi eşinize, sevgilinize, evladınıza, kardeşinize, arkadaşınıza... şaşırmayın bu kadar.
ece temelkuran'ın ilk romanı. ortadoğu, aşk, savaş, kadın olmak üzerine her zamanki ece temelkuran duruluğuyla yazılmış, ortadoğu'lu bir kitap...
kitapta yer alan mektuplar nedense yüzyıllık yalnızlık tadı bıraktı damağımda. bir üslup benzerliğinden söz etmiyorum ya da esinlenme olduğunu da düşünmüyorum, tam anlamıyla bir his, bir tat benzerliği... mesela filipina'nın annesi sanki aslında yüzyıllık yalnızlık'ta yaşasaymış da olurmuş gibi...
anlatabilmeliyiz öncelikle... bir insanın anadilini konuşurken, bir ülkeyi bölmek dahil hiç bir amaca hizmet etmediğini... çoğu kürt çocuğun, okula gidene kadar konuştuğu anadilden birilerinin korktuğunu bilmediğini... bir dile ait olmanın su içmek gibi, soluk almak gibi olduğunu...
anadilde 'anne' demek, anadilde 'su' demek...
bu kadar saf ve basittir aslında her şey... niyet okuyan, okudukları niyette binbir türlü fesatlık gören insanlara her şeyin aslında bu kadar basit olduğunu, korkulacak hiç bir şeyin olmadığını anlatmak lazım. bize asıl zarar verenin bu korkudan başka bir şey olmadığı söylemek lazım...
bunları anlatamadıktan, insanlar buna kulak tıkadıktan sonra tc anayasasının tepesine yaldızlı olarak ''kürtçe resmi dildir.'' yazsalar bile ne fayda?