Kuran'a göre kadın çalışmak zorunda değildir, erkeğin ona bakması gerekir. eşi, babası, kardeşi olabilir. allah bize böyle bir kolaylık vermişken "work bitch" diyen feminizmin peşinden koşan aptal kadınlarımıza ne demeli?
kaçınılmazdır aslında. kur'an'ın gerçek anlamını ancak allah bilebilir. objektif bir okuma yapılamaz. ancak bu demek değildir ki geleneği, sünneti reddedip kafamıza göre din uyduralım.
her şey sepya olur bunu dinlerken. ve balkanların en köhne, en uğursuz topraklarına basarsın yalınayak. yangının sisi gözlerini yakar, ve yanmaya başlar cebindeki tüm vesikalıklar. zira fotoğraflar anılar değil ölümdür artık.
21 temmuz 2017 çıkışlı lana del rey albümü. aka lizzy grant, born to die, paradise, ultraviolence, honeymoon diye sayarsak lana'nın 6.albümüdür.
del rey hayranları olarak genel olarak ultraviolence'a (hâşa) tapıyoruz da, prodüktörler bunu yanlış anlamış bence. tamam, albümün karanlık havası çok hoşumuza gidiyor, ama ultraviolence'a bu kadar deli olmamızın sebebi bizim 10'luk skala üzerinden 2'lik acımız varsa, ultraviolence dinlediğimizde bunun 8'e falan çıkması. ve loser queen'liğin dibine vurarak biz ergen tumblrcı kızların kalbini tam 12'den vurmuştu lana. honeymoon'da bu hava kendisini korumayı bir nebze olsun başarmıştı, lust for life'ta ise tamamen yok oldu. lust for life'ta aldığım his şu "tamam, ben istediğim her şeyi elde ettim, artık elde ettiğim şeylerin sahte mutluluğunu da inkar ediyorum ve bunlarla hakikaten yetinebiliyorum. ama çok yoruldum, bu kadar şöhret yeter. daha da bir şey üretemiyorum işte."
şahsen LFL dinlediğimde uykum geliyor. love ve summer bummer hariç bana çekici gelen şarkı da yok.
bence Honeymoon çok çok daha iyiydi. çünkü ilk dinlediğimizde bile direkt gönlümüzü çalan şarkılara sahipti. Salvatore, Freak gibi. ki şahsen Art Deco her zaman favorim olmuştur.
LFL'da Ultraviolence etkisi gözlemlediğim tek şarkı Cherry. onun dışında hep olgun ve yorgun bir kadının sıkıcı şarkılarını görüyorum.
fark ettiyseniz born to die'dan bahsetmedim bile. çünkü del rey'in born to die'la en ufak alakası bile kalmadı artık.born to die, ldr'in piyasaya çıkıp kendini göstermesi ve tamamen farklı bir tarz yaratıp geniş bir kitleyi kendine hayran etmesi için tasarlanmış, ve lazım olan da bir şeydi. ultraviolence ise bir ayıklama süreciydi, çünkü ldr artık rihanna gibi bir şeydi. bütün dünya onu dinliyordu. born to die bütün insanlara hitap etmişti. ultraviolence ise duygusal insanlara. honeymoon ve lust for life ise sadece hayranlar içindi.
ultraviolence karanlık ve iç bunaltıcıydı, ama ona tapmamızı sağlayan ögeler bolca bulunuyordu. örnek veriyorum, money power glory'deki "dope and diamonds" sayıklamasına hepimiz ölmüş bitmiştik. shades of blue'daki gitar solosu içimizi dağlıyordu. brooklyn baby'deki "yeah my boyfriend's pretty cool, but he's not as cool as me" egomuzu okşuyordu. pretty when i cry'ın sonundaki çığlıklar ise jiletlenmelikti. the other woman küvette sigara yaktıran cinstendi.
love yayınlandığında çok heyecanlanmıştım. dedim herhalde lana'nın en iyi albümü olacak. meğer love albümün en iyi şarkısıymış. nereden bilebilirsin ki.
bir eylemden ziyade bir ihtiyaçtır. kimi geceler vardır ki kendi duygularıma kendim tercüman olamam ve uykulu uykulu kalkıp raflarda şiir kitabı ararım.
kafan boşken masaya oturup kalemi eline aldığında yapamayacağın eylem. zira ancak hislerinin taşkınlığı mürekkep olur damlar ellerinden. ve bunun bir biçime kavuşması da ilhamla olur.
Duvarları çatlak
Tavanı dökülmeye hazır
Temelinde bitlerin karıncaların ince bacaklı böceklerin
gezindiği
ihtiyar evlerde
Zamanı çekip üstümüze
Örtüyoruz kirli ve açık yerlerimizi.
Bir şey mi var
Sandık diplerinde saklanan merdiven altlarında
unutulan
Ahır köşelerine atılmış paslı çivilerine asılmış duvarların
Nedir bizi bağlayan bütün bunlara ve geçen zamana.
Siz oturdunuz mu hiç kıldan ince uçurumlarda
Biz yatıyoruz her gün beli bükülmüş duvar diplerinde
Uykumuz ürkek ceylanlara benziyor
Bazan yorgun taylara.
Biz sessiz ve kaygan zaman üstünde
Unutmuş ve aldırmaz görünüyoruz
Gıcırtılı merdivenlerden çıkan ölümü.
Biliyoruz işliyor saat tıkır tıkır
Her yerde ve her şeyde
Sesini çizerek sonsuzluğa
Tıkırtıların kımıltıların ve uzayan ağaçların.
hani uydu açıkken yanlışlıkla televizyonun kumandasında bir tuşa basarsın, noise ekranı gelir, 5 dakikadan geriye doğru sayar ve sen de ne olacağını beklersin ya salakça
öyle bir şey seni beklemek.
bi sikim olmuyo.
biraz önce noredeemingqualities'i yayınlayan deli rapper.
her 3 ayda bir albüm yayınlıyor, durduramıyoruz efendim.
23 yaşında olmasına rağmen 30dan fazla albümü var. abi dur bi Allahını seversen bi hazmedelim.
her neyse, sesh.
dark tranquility'nin efsanelerindendir. müthiş bir şey bu. introsu kadar etkileyici çok az şarkı vardır dünyada.
ayrıca türk metal grubu soul sacrifice bu şarkının sözlerini sarcastic existence isimli parçalarında kullanmıştır.
ne bulursam tadına bakmak. kolonya, sabun, kalemtraş çöpü vs.
makyaj yapmaya çalışmak.
yüzümü suluboyayla boyamak.
puzzle yapmak.
sakızlardan çıkan falı ve gazetelerdeki burç yorumlarını okumaya çalışırken okuma yazma öğrenmek.
her sabah erkenden kalkıp teletabiler izlemek.
evde bulduğum garip malzemelerle deney yapmak.
anneannemle köpük banyosu yapmak.
vapura binmek.
bir sürü sure ezberleyip akrabaların önünde gururla okumak.
her ay bilim çocuk dergisi alıp oradan çıkan kartları özenle kategorize edip saklamak.
beyonce, partition şarkısında bu konuya açıklık getirmiştir.
[French:]
Est-ce que tu aimes le sexe?
Le sexe. Je veux dire, l'activité physique.
Le coït. Tu aimes ça?
Tu ne t'intéresses pas au sexe?
Les hommes pensent que les féministes détestent le sexe,
Mais c'est une activité très stimulante et naturelle que les femmes adorent.
[English translation:]
Do you like sex?
Sex. I mean, the physical activity.
Coitus. Do you like it?
You're not interested in sex?
Men think that feminists hate sex,
But it's a very stimulating and natural activity that women love.