canını kurtarmak için değil öfkesinden öldüren çocuktur. thank you captain obvious derseniz yeridir çünkü çocuk bunu kendi söylüyor benim anlamadığım nokta ise çocuğun yaptığını öven canlıların beyninin işleyişi. tamam çocuk ağır yara aldı, yüzünde hep bir iz kalacak ama bir canlının hayatına son vermekten daha büyük bir yara olabilir mi? bir çocuğunun öfkelenip bir canlı öldürmesinde bilgisayar oyunları, televizyondaki saçmalıklar, çevresi önemli bir rol oynayabilir ama en çokta bunu haklı görüp bu hatalı davranışını destekleyenlerde suç, bizi öldüren zihniyet bu.bir çocuk nasıl öfkesinden bir canlı öldürecek kıvama gelebilir ve bu nasıl alkışlarla karşılanabilir? tekrar ediyorum çocuk canını kurtarmak için boğmak zorunda kalmamış, çocuğu da suçlamıyorum onu bu hale biz getirdik, umarım çocuk iyileşir, umarım biz iyileşiriz.
ait olduğum yıllar. çocuğun çocuk, insanın insan olduğu zamanlar, çocuklarda insandı tabii hatta köpekler, kediler, civcivler, kuşlar, köstebekler, lastik toplar, magnum bile insandı o zamanlar işte öyle zamanlardı. internete düşme omadan rahatça düşüp kalktığımız aptallıklar yaptığımız yıllardı. cep telefonsuz, internetsiz güvenin sağlandığı yıllardı, diz kapaklarının düşmekten sürekli yara bere içinde olduğu, ayakkabıların, kıyafetlerin kirlenmesinden rahatsız olunmayan yıllardı. şimdiki çocuklara baktığımda üzülmeme sebep olan yıllardı. arkadaşlığın facebook'ta kişi sayısını artırmaktan daha kutsal bir ilişki olduğunun farkında olunan yıllardı. mistik bir havası olan yıllardı. yalnız olmamanın zor olduğu yıllardı. insanların gülebilmek için komik videolar izlemesine gerek kalmayan yıllardı. iyiliğin enayilik sayılmadığı yıllardı. kötü esprilerinin bile hala gülümsettiği yıllardı. çikolataların altın değerinde olduğu yıllardı. dünyanın daha büyük hayallerin daha sınırsız olduğu yıllardı. şimdilerin yapaylığından uzak samimiyetle örülüydü, mahalle teyzelerinin dedikoduları bile daha düzeyliydi, çizgi filmlerin en güzel olduğu yıllardı, parkların insanların hayatındaki yerinin büyük olduğu yıllardı. 99'dan sonra tekrar başa sarması gereken yıllardı, bitmeyeydi iyiydi.
insana özlemeyi özleten durum. ilk başlarda bilinçli olarak seçtiğim unutma yolu gittikçe alışkanlığım oldu. önceleri canımı sıkan olayları, kişileri unuttum aslında gayette fil hafızalı bir insandım ama çabuk unuttum sonraları istesem de hatırlayamadım. sorun etmiyordum şimdilerde ise okuduğum kitabın sonlarına doğru kitabı daha önceden okuduğumu hatırlıyorum, bin beş yüz doksan altı milyon kere izlediğim filmleri ilk kez izliyormuş gibi izliyorum, filmin yarısında filmi tekrar unutuyorum. gelen mesaja cevap yazmak için yedi yüz elli dört kere mesaja geri dönüyorum ne yazacağımı unutup. yarım saat önce yediğim yemeği unutuyorum, su içmeyi unutuyorum ama asıl koyan insanları unutuyorum. sevdiğim insanları unutuyorum hemde öyle unutuyorum ki sanki hiç olmamışlar gibi tek bir anı bile kalmıyor onlarla ilgili bu yüzden özleyemiyorum kimseyi. özlemek istiyorum ama onuda unutuyorum içimi boşaltıyor sanki. uzun süre görüşmediğim insanlar:' çok özlemişim, özledin mi sende?' diye sorarlarken susuyorum sonra acıkıyorum da ama en çok utanıyorum birazda kıskanıyorum, yalan söylemek yerine sessiz kalıyorum alınanda oluyor, alınan olursa aldığı karpuz iyi çıkan bir insan kadar seviniyorum, karpuzu severim, çünkü artık insanlar alınmayı bile çok görüyor bense alınmaya unutuyorum. ama iyide oluyor unutkanlık kaygı ve hırsı çıkarıyor insandan o değilde karpuz cidden iyidir.
eski sevgili: ne var?
hasta: umarım yataklara düşersin de beni ararsın demiştin ya.
eski sevgili: düştün mü?
hasta: hayır sadece grip oldu ufak bir şey.
eski sevgili: ne diye aradın o zaman?
hasta: itin duası kabul olsa gökten kemik yağardı demek iç... alo... oldu o zaman.
aralarında olduğum yazarlardır. gündüz vakti iki ay arayla iki kez görmüşlüğüm de şahitlerim de vardır, uçaktır o diyenlere acımam, sağlı sollu tokatlarım bir o kadarda haşinimdir. o değilde kendinizi özel hissetmek için daha ne kadar görmezden geleceksiniz dünya dışı canlıları anlamış değilim.
kız1: ne haber şişko?
kız2: şişko değil aşırı kilolu.
kız1: saçmalamaaaaa sadece 5 kilo fazlan var. ay benim de, pazartesi başlıyoruz diyete tamam mı?
kız2: o zaman bugün iyice doyuralım karnımızı acıkmasın bir daha.
kız1: evet çok zekiyiz biz var ya 5 kiloyu da versek oldu bu iş.
kız2: evet hem yürürken sakız da çiğneyebiliyoruz ki biz.
neden hayatımıza girmeye çalıştığını anlayamadığım jüri canlısı. seda sayan ve serdar ortaç'la birlikte sonsuza kadar tatile çıkmalarını arz ederim. ölün demedim hadi yine iyisiniz, iyisiniz derken laf gelişi.
- o değil de çok kısaldı ben biliyordum gerçi kısalacağını of ya kim bilir ne zor uzar.
+ bu kadar da koşullanılmaz ki fön çektirdin lan saçına makas değmedi.
gibi diyaloglara neden olan ruh halidir.
sanatçı unvanını hak edenlerden, idol bir nevi. king robbo'yla arasındaki grafiti savaşı ise göz dolduran, yaşama umuduyla doldurandır. ailecek seviyoruz kendisi buradan köln deki dayıma da selamlar.
birçok insan gibi birol güven'e rağmen izlenebilen dizi. özellikle ergün plak karakteri çok iyi de olmuş çok güzel de olmuş, almancı tiplemesi de gayet iyi şoray'ı zaten kültigin karakteriyle sevmiştik bu rolü de fena değil sonuç olarak izlenebilirliği olan dizi. gayette kahkaha falan attığım oldu yani.
geçen gün zaplarken rast geldiğim dizi. dizi de feriha'yı babası evlatlıktan reddediyordu bu demek oluyor ki feriha artık kapıcı kızı değil yani dizinin dramı bitti falan. o değilde ülkemizde hala böyle diziler izleniyor ya çekilmesine bir şey bile diyemiyorum.
aşmış dizi. çoğunluğun aksine david tennant dan çok matt smith'i doktorla daha çok özleştiriyorum, david tennant'in mimiklerine falan diyecek yok benim gönlümdeki doktor matt smith'tir. hatta sherlock'u canlandıran benedict cumberbatch da fena olmazdı doktor olarak hani diye düşünüyorum daha fazla devam edersem ferhat göçer bile diyebilirim o sebepten burada bitsin neyse izleyiniz, izletiniz.
birkaç ay önce yeniden izlemeye başladığım dizi. her bir bölümü aynı kafalara sürükleyen yaratıcılığın sınırlarını zorlayan tüm zamanların en iyi dizilerinden biri hatta doctor who'yla birinciliği paylaştırdım bile ben. battlestar galactica'yı da es geçmemek gerek. neyse dizinin en güzel yanı ise fox ve scully'nin arasındaki ilişkiydi. scully'e ilk başlarda sinir olsam da özellikle 6. sezonda iyici ısındım. bir de 6. sezonun yamulmuyorsam 7. bölümünde iblislerin garbage sevdiğini öğrenmiş olduk.
güzel yılların güzel şarkısı. klibini yıllar sonra bugün tekrar izlediğimde kayıpların bulunup bulunmadığını merak ettim. içlerinden bir tek curtis anthony huntzinger'in cesedi bulunmuş diğerleri hala kayıp. umarım mutlulardır her nerdelerse.
az önce (bkz: yadigar ejder)'in 92 yılında soğuktan donarak öldüğünü öğrendim. aklım almıyor bu acımasızlığı, bu hırsı bu anlamsız kargaşayı. soğuktan, açlıktan ölen binlerce insanın olmasını, yakında ete kemiğe bürünecek hale gelen bu bencilliği ve vurdumduymazlığı. binlerce boş ev dururken sokakta kalmayı aklım da midem de kabullenemiyor. ne için yaşıyoruz? evimiz varken daha büyük bir ev almak için mi? ya da yeni model bir otomobil, otobüse binecek parası olmadığı için yürüyen yüzlerce insana hakaret gibi. neden yetinemiyoruz, aldıkça daha mutsuz olduğumuzun farkında değiliz. eskiden insanlar kar yağarken telaşlanırlarmış, yakacak odunu olmayanları, üşüyecek olanları düşünürlermiş. hani ağzımızdan düşmüyor ya:' eskiler ne güzel ya.' lafları hah acaba içimizi kurutan teknoloji mi yoksa dünden mi hazırdık başkalarını unutmaya. yoksa çok mu nariniz, onları görünce çok mu üzülüyoruz ondan mı gitmiyoruz hiç çocuk esirgeme kurumlarına, huzur evlerine? kime sorsan aynı yavan cümle:' ben onları görünce dayanamıyorum.' haklısın tabi üzme kendini gözünü kapatman en iyisi. hiç mi düşünmüyoruz bunların hiç bir anlamı olmadığını, kıyafetlerin, evlerin, arabaların. ne ara dönüştük zombiye. ne ara aynılaştık bu kadar? sınavlar falan derken iyice uyutulduk. halbuki kafanı sokacağın bir yer, karnını doyuracak bir yemek insanın temel ihtiyaçlarını yeterince karşılardı ama başkalarının topraklarını çalarak genişlettiğimiz evler, her öğün artırdığımız yemekler midemizde ki boşluğu doldurmaya yetmeyecek. hırs ne kadar da aksi naalet bir şey, insanı ne kadar da zavallı gösteriyor ne kadar da ölüyoruz her geçen dakika ve hiç bir şeye değmiyoruz.