kelimelerle tarif etsem hayatı "yenilgi", "uzak" ve "huzur" olurdu sanırım geride kalanın özeti .. huzur üstüne saatlerce tarif yapmam da mümkün; lâkin ben sükûtu tercih ediyorum. Tanpınar'ın Mümtaz ve Nuran'ı ile huzur;
mümtaz'a "neden ya hep mazî'desin yada istikbalde şuan da var" diyen Nuran tıpkı Lamia, Muazzez, Eylül, Monna, müjgan gibi bizi anlamadı. Biz kim miyiz? Yenilenler demiştim ya daha kaç defa tekerrür etmeliyim! Yenilenler.
yenilenler birbirinden habersiz şöyle yaşıyor, "ne içindeyim zamanın, ne de büsbütün dışında" ... saatler, zaman, bursa, gidenler; nuran, nuranlar, müjganlar, eylül'ler, gidenler; ah o hep gidenler... yitip giden. yitik. ve bitmeyen sayıklamalar ...
tebessüm provaları yaparken
ben seni meydanlardan kitaplara çağırdım
antenler telefonlar zincirler biterken
toplu sesler çıkardım içimden
dağlar yankılandı
meydanlar uğuldadı da
sen duymadın
sanki biz göçebeydik
o insan bu insan
hepsinin içinden geçtik
duymadılar
--spoiler--
her sabah
hayatın alışkanlıklarına karşı durarak
en yakın ve en uzak mesafeleri
birlikte tarayarak
başlarız
aşk ve ölüm iki yanımızda durur
birlikte ve içiçe yürürler hayatın yokuşlarında
biri sonsuza kadar alıngan
diğeri cesur
sen meydanlarda büyümüş çocuk
caddelerde ve sokaklarda
her söze açık
bir yapraktın belki
esen rüzgarlarca kımıldayan
hava kararır ve gökyüzü
bütün yükünü boşaltırken üstümüze
unutulmuş bir zamandan
sesler ve sözler hatırlatan ellerinle
dikkatli ve tedirgin basıyorsun hayatın tuşlsrına
sen hangi aşkları içinde taşıdın da
şimdi ölümün
yorgun tayını gözlüyorsun
kalabalıklardaydın sen
dudaklarınla başkaları için
sana ait olmayan
tebessüm provaları yaparken
ben seni meydanlardan kitaplara çağırdım
antenler telefonlar zincirler biterken
toplu sesler çıkardım içimden
dağlar yankılandı
meydanlar uğuldadı da
sen duymadın
sanki biz göçebeydik
o insan bu insan
hepsinin içinden geçtik
duymadılar
şimdi bize sunulan yırtık resimler
ve parçalanmış binlerce hayat
çok alıngan oluyor gökyüzü
dokunsan ağlayacak
kadınların bir mendilde kalıyor göz yaşları
sokaklar
bizden daha özgür ve telaşlı
bense
herşeye
rağmen
ve herkese aykırı
ellerimde bir demet karanfil
yine sana geliyorum..
--spoiler--
Onca imtihandan sonra, onca güzel, dik tavırlarından sonra, Yusuf'un ben nefsimi temize çıkarma sözleriyle gel Yusuf
Peygamberin başı önünde istiğfarlı fethi ile gel
Gel Yusuf
Gel ki, gömleği önünden yırtılan dünyaya, arkadan yırtılan gömlekleri gösterebilelim. Gel ki, utancını kaybeden dünyaya, hayâsını yitiren insanlara, en güzel ahlak dersini verebilelim. Ve gel ki, yıllardır bitmeyen şu kuraklığa bir çare sunabilelim.
Bir adam belki de en çok bir rüzgardır şimdi
Sisli yabancı gölge gibi gezgin bir rüzgar
Şehri bir yabancı gibi dolaşıyor
Şehrin mabetleri bir bir tükeniyor
Başlıyor içinde sonsuz susuzluk
Avuçlarının içi terliyor.
gidenin ardından söylenenler; "mutsuz olmanı istemem ama mutlu olman için de dua etmem" *
ne dinlesem ne söylesem nafile, giden gittiği ile kalıyor da kalan napsın, nereye gitse beyhude...her nota, her ses, her renk, her bakış hatırlamak an meselesi.
kaçarcasına geride bırakmak isterdim her şeyi; şehri, hatırayı, anıları... ama biliyor-d-um ki insan nereye giderse gitsin kendini de yanında götürüyor. kendiyle başbaşalık hiç bırakmıyor. zihin dopdolu taruzu ile o kadar yoruyor ki ruhu, kimden, neyden kaçıyorsun ki?
sonra başucu kitabım dediğin bir kitaba elin uzanır, içine sıkıştırılmış bir not-oysa ki kaybettim diye içten içe sevinilen bir nottur o ve bugüne kadar nasıl görülmemiştir bilinmez- ondan, giden'den kalma minik minik yazılmış bir not; "05.03.2009 kavacık" tarihli... biliyorum nereye gidersem gideyim kendimden kaçamayacağım da bu notlar, hiç gitmeyen heyulalı hatıralardan daha kanlı canlı, daha vurucu.
seven birinin asla hak etmediği bir itham. aşığın hükmü bencil olmak değil mağdur olmaktır; halbuki o mağduriyetinden de şekva etmiyordur sadece içindeki volkana söz geçiremiyordur... giden umarsızca giderken kalanın göz yaşları mı bencillik, yoksa gidenin mutlu mesut yeni hayatı ile "huzur"u araması mı bencillik? ne çok bencil var!
"Kilitli durur yirmi yaşım
Kuyulara bağırırım adını.
Durup durup bir akşamı seyrederim"
demek mi bencillik gidip başka mutlulular aramak mı?
(...)
güneşin
koskoca beldeye suskunluk yaygısını serdiği
yazlar yok
yok artık altında suskun yolları saklı tutan
karla örtülmüş kırların kışı
gitti giden yerine gelmedi başka biri ...
evimiz, yuvamız olur, ışığımız yanar, fakir soframız kurulur gibi geldi.
sahil bahçesinde gazoz içerekten, gizli gizli mal-ü hülya kurardık.
sonrada çarşılara giderdik.
eşya beğenirdik, elden düşme.
-meğerse ne saf insanlarmışız .. küçük ama bağlılık dolu bir hayata razı olmayanın ardından sarfedilen haykırış. hayır hayır haykırış falan değil, bu bir sayıklama!
haram edip
uykuları bölmeseydin
ihaneti hoşgörürdüm bilmeseydin
hain değil
zalim değil, vicdansızsın
taş yürekli olduğunu bilemedim
vurgun yedim
bu sevdadan vurgun yedim
-daha ne desinler ki .."türkçe sözlü hafif batı müziği" ile dağılmak bu olsa gerek!
"düş sokağı sakinleri" nin unutulmaz parçası "seni tanımayan yok bu şehirde" de geçen, şarkının en acıtan kısmı. mekanın aklı, zaman ve zemin, şehir ve sen.. tüm kuşatıcılığı ile şarkıda.
şehir ve sen... ne çok şey söylenir üstüne.
(...)
güneşin
koskoca beldeye suskunluk yaygısını serdiği
yazlar yok
yok artık altında suskun yolları saklı tutan
karla örtülmüş kırların kışı
gitti giden yerine gelmedi başka biri ...
"yusuf, dedi, kelamım artık sende hükümsüz. ama kelamımın hükümsüz kaldığı bu yerde beni küçümseme. bil ki kelamdan da ötede sadece ah var, ah ki dünya onun üzerinde durur, gökkubbe onun hararetiyle döner.."
yıkılıp yerine "otoyol ve köprü bakım ve işletme kontrol şefliği" yapılacakmış. orası geçtiğimiz "aralık"ta yıkılmamış mıydı? yada ben mi öyle hatırlıyorum!
"ve de her ne hikmetse o da bana gönüllüydü.
öyle bir sevdim ki müjganı, dünyamı şaşırdım,
haddimi bilemedim, evleniriz gibi geldi bana.
evimiz, yuvamız olur, ışığımız yanar"
ilk okuduğumdan beri içimi acıtan bir "leyla ipekçi" yazısı. yıllar geçti, gidenler ve kalanlarla dah da manidar oldu... sahi gitmek mi zor yoksa kalmak mı? elbette umutsuzca beklemek zor!
"kalanlar
kalmanın hayatı kavramaya iten bir başka yanı daha vardır. sabretmek. ayrılık kalan kişi için iki kere zordur. gidenin hüznünü de paylaşır, özlemini de. öte yandan kalmanın sorumluluğu giderek terbiye eder kişiyi. zamana ve mekana bakışını kökünden dönüştürebilir bazen. gitmek evet hüzünlüdür. ama kalanın sabır eşiğinin genişlemesinde gidenin hüzün, özlem, kavuşma arzusu gibi tüm 'haller'ini üstlenmesinin rolü büyüktür. kalan, biraz da tüm zamanları kuşatandır aynı zamanda."
ismet bey kusura bakmayın, şiirin aksine "yaşamak umrumda değil" ..
Sana bir karşılık vereceğim
toprağı deşen boğuk sesimle
sana bir karşılık vereceğim
amansız kum fırtınası altında
sana bir karşılık vereceğim
birbiri üstüne yığılırken günler
ey taşan suların imkânı
ey taşan suların bekâreti sana
bir karşılık vereceğim.
tek şarkı, tek cümle, tek film, tek kitap ...ve saire. hayatı özetlemeye yarayan enstürmanlardan biri de karikatürler olacaksa benimkisi şu sert ve acıtan çizgiler olur. detay ve tespitleri ile kırıp geçen umut sarıkaya' nın burun kemiklerimi sızlatan karikatürü.
nikah resimlerimizi de çektirdik.
sonra karpuzcu raşit ağabeyinin kayınbiraderine borç ederekten nişan yüzüklerimizi de yaptırmıştık.
ama müjgan takmadı bunu takamadı uçuverdi elimden.
meğer gizlice altın bir kafes bulmuş kendine.
müjganın gelinliğini hususi diktirmişler,
benim gibi kiralık tel duvak almaya kalkışmamışlar.
öyle sevindim ki. mesut ve bahtiyar olsun diye dualar ettim.
müjgan gibi bende birbirimize ettiğimiz sözleri ettiğimiz yeminleri unuttum.
bir daha mahalleye gelmedi müjgan, gelemedi.
bizim dar ve eski sokaklara otomobili sığmıyormuş dediler.
senede birkaç ay zaten avrupa'daymış dediler.
zaman şifalı bir ilaçtır unutursun dediler,
unuttum bende. hiç aklıma gelmedi.
hatırlamıyorum bile müjganı. hatırlamıyorum