bugün

büyük birikimine rağmen, özellikle 80 sonrasında bolca sapıtan, hatta globalizmi modern komünizm olarak gösterme abukluğuna kadar gidebilen bir adam olmasına karşın, geçenlerde bir yazısında okuduğum, ya da bir tv söyleşisinde duyduğum* şu güzel sözleri sarfetmiş olan kişi: "mutlu insan; yaptığı işi icra ederken duyduğu hazzı, o işten kazandığı parayı harcarken duyduğu hazdan daha yoğun hisseden insandır."
daha bir hafta önce mina urganın kitabında adını duyup ön yargıya kapıldığım adam. mina urganın eskiden bizdendi şimdi döndü dediği adam hatta şöyle bir entry girmiştim

(bkz: bir dinozorun anıları/#29796213)

kitapta geçen bölüm şöyle

--spoiler--
Çetin Altan’ı Kanal 7’de programa çağırırlar; şiir okuması meşhurdur ya, programın sonunda şiir okuması istenir. Çetin Altan’da kurt tabii, madem öyle Necip Fazıl’dan birşeyler okuyayım bari der; programdaki tipler de “Çetin abi jest yaptı” diye keyiflenirler.
Gelgelelim, Çetin Altan, kadın bacakları şiirini okur!
Şiir de şöyledir;
Her kadının bastığı yerde sanki kalbim var
Kalbim ki vahşi bir zevk alır ezilişinden

Bir kadının içinden ağlayışı, gülüşü,

Gözlerinden ziyade bacaklarına yakın.

Bir lisandır onların duruşu, bükülüşü

Kadınlar!Onlar varken konuşmayınız sakın.

ince sütunlardaki ilahi güzelliğe

Bacakların ruhudur şekil veren diyorum

Bacakları bir kalın örtüde saklı diye

Mermerde kalbi çarpan Venüs’ü sevmiyorum

Ömrümüzün geçtiği yolda, bana sorsalar

Gidiyorum bir kadın bacağının peşinden.

Boynuma doladığım güzel putu görseler.

insanlar öğrenirdi neye tapacağını

Kör olsam da açılır gözüm, ona sürseler

isa’nın eli diye bir kadın bacağını

Tabi ilk dizeleri duyunca suratlar morun tonları arasında gidip gelir, araya hemen müzik kapaklar, Altan okudukça sesi de dibe dayarlar. Lakin, rakı ve sigara ile pişmiş Çetin Altan’ın ses telleriyle sidik yarıştırmak kolay değildir; Çetin Altan’da yükseltir sesini.
--spoiler--
orhan pamuk'un kara kitap romanındaki gazeteci celal salik karakterine ilham kaynağı olmuş gazeteciydi. allah rahmet eylesin.
nasil da guzellesir bazi insanlar yasadikca, yaslandikca. ve de bazilari nasil da iz birakir geride onun deyisiyle, salyangozlar gibi ve insan utanir kendi luzumsuz varligindan o salyangozlari gordukce.

hep konussun, oyle durmaksizin, bir konuyu bitirmeden bir baskasina baslayarak. ben de agzim acik, hic yerimden kipirdamadan hep dinleyeyim.

aydin, aydinlik yuzlu bir yazar omru uzun olsun. enseyi karartmiyorsak hala, sayesindedir.
bir tılsımı vardır hayatın başlıklı yazısı;

--spoiler--
bir tılsımı olmalıdır hayatın. Genç kızların telefonda bekleyişlerinde vardır o tılsım. birbirleriyle fısıl fısıl konuşmalarında:
- Önce elimi tuttu, sonra yavaşça kendisine doğru çekti...
O sırdaşlık. O iki sırdaş arasındaki onaltı, on yedi yaş konuşmaları... Hayatın tılsımı tıp tıp attırır yüreklerini, kahkahaları başka türlü, saç taramaları başka türlü; anneyle ortak, babaya söyledikleri yalan başka türlüdür.

ya delikanlıların henüz bir yıllık tiyakiyken efkarlı içtikleri ilk paket. Bir şey oturmaz içlerinde. Bir kız seviyorlardır. Gerçi kız da seviyordur kendilerini. Ama... Hayatın bir tılsımı vardır o 'ama'da... Yüzde yüz kendilerinden geçerek bakarlar gerçekten sevdiklerinin yüzlerine...Öylesine bakarlar ki bir daha hiç öyle bakamayacaklardır.

genç kadınlar hep o tılsımı ararlar, kimseye göstermedikleri bir kor yanar içinde. ve bir kere o tılsım kayboldu mu, ipi kopmuş bayraklara döner bütün günler. gün pörsür, güneş pörsür, gece pörsür. buruşuk bir can sıkıntısı kaplar da kaplar saatleri...

ya erkekler...kaybetmeye görsünler o tılsımı. rakı şişeleri biter de, dolduramaz o tılsımın boş bıraktığı yeri...Kumar bir tılsım dopingidir. birikmiş ihtiraslarla, çözülmeyen tuhaf bıkkınlıkların kendisini vurmasıdır deste deste kartlara...

bir tarihte Monte Carlo'daydım. Pırlantalar içindeki ihtiyar kadınlar, sarkık gerdanlarıyla hayatlarının son tılsımını arıyorlardı yeşil çuhalarda...

bir tılsımı olmalıdır hayatın, vazgeçilmez bir öfke gibi, zaptedilemeyen bir aşk aranışı gibi, kaptırıp kendini şiirler yazmak gibi, bir kadehi fırlatıp aynalara, gecenin büyüsünde çıldırmak gibi...

böyle bir tılsım yoksa...isteksiz isteksiz oluyorsan tıraşı, bir küf bağlamışsa bütün heyecanlarını, bir şey demiyorsa sana Güney Amerika'nın gerillosları, bir çıplak kadın vücudu düşünmüyorsan en ciddi konferansta ve bir anda çalıştığın yerden istifayı basıp çekip gitmek gelmiyorsa içinden...bir kapı önünde tozlu bir paspas bile olamazsın.

bu tılsımın alevlerinde çıkılır tepesine Everest'in...Bu tılsımda yanar söner kandilleri ilk defa baş başa kalınmış gecelerin. bu tılsımda koklarsın ayaklarını kucağına aldığın ilk çocuğunun... bu tılsımda:
'Gel, gidip çekelim be,' vardır.

bu tılsımda sevdiğin evin duvarına bir resim asma vardır.
bu tılsımda bir kadının kendi göğüslerini yalnızken seyretmesi, bir erkeğin merdiven çıkan kızın bacaklarına hafiften bakması vardır...

cenaze törenlerinde bir ütü geçer bu tılsımın üstünden...bir sarı, çenesi bağlı, ince vücut uzanır, tabutun içine...Ve o dostun değil, yaşarken gördüğün kendi ölündür. Biraz da kendi ölünün peşinden gidersin tanıdık cenazelerine... Ve çekersin içini:
-Hayat - dersin.
-Sıra yavaş yavaş hepimize gelecek - dersin.
-Daha geçen hafta bizdeydi - dersin.
Hele tabut inerken mezara... ne de zor gelir oraya inmesi!... hele son kürek topraklar atılırken...
bir ütü geçer tılsımın üzerinden...
derken daha hızlı yaşamanın motorları çalışır birden, elenir pişmanlıklar, toplumun baskıları, ödenmeyen borç, gizli çapkınlığın vicdan azabı, küçülür de küçülür gözlerinde...
yeniden daha güçlü başlar yaşamanın tılsımı...
çoraplarını yavaş yavaş çıkaran bir çift beyaz bacak oynaşır gözlerinde.
sinemada yumruğu en hızlı vuran kovboy sen olursun.
kanunsuz bir grev barikatında ilk kurşun senin alnına çarpar.
sonra dans edersin kumsallarda...deniz gecenin içinde, gece denizin içindedir. bir şeyler süzülür ve erir kıyılarda...
yaşantının özündedir bu tılsım.

bir defa kayboldu mu sahipsiz kalmış yırtık terliklere döner saatler. bir gizli kırgınlık dolaşır çevrendeki gözlerde:
-Mıymıntı herif sen de...
Sönen tılsımlar başka tılsımları da söndürmeye dönüktür. yanan tılsımlar başka tılsımları da parlatmaya...
ve bilemedikleri bu hain oyun içine düşünce kadınlar nasıl başlarlar şikayet etmeye...
-ömrümü çürüttün...
-eskiden böyle miydim ben...
-of aman ağırlığın çöküyor üstüme...
bir kıvrak giriş beklerler kapıdan. bir el tutuşta şıraklayan bir şehvet kamçısı. bir içten gelen övgü. ve ılık ılık çözülürken nazlanarak gerinmek isterler:
-Hişt olmaz şimdi...

Böyle bir tılsımı vardır hayatın. bu tılsımla çekilir tetiği mavzerlerin. bu tılsımla çıkılır dağlara. bu tılsımla haydi yürüyelim artık dersin, on binlere...

bunları tatmamışsan, ayda hiç değilse üç defa dünyanın anasını bir pula satmamışsan, kızıp vurmuyorsan yumruğunu masaya ve bir zindan parmaklıklarına dokunmuyorsa ellerinin gölgesi ve bir de sevdiğin kadının çıplak omuzlarına...Ulan o zaman niçin geldin hayata.

Ay başını düşünüp bayramda tebrik kartı yazmak için mi? yoksa benim gibi bir akşamın karanlığında bir koltuğa oturup bu tılsımların yandığı ışıklara bakarak kendi kendine ağlar gibi gülümsemek için mi?
--spoiler--
Dünyada tek bir çeyrek sayfalı en ince 3 kitap şunlarmış:

1- ingiliz mutfağı.
2- Alman mizahı.
3- Arjantin demokrasisi.

Buna 4'üncüyü de biz ekleyelim:
4- Türkiye'de gerçek.

demiş olan aynı şehirde yaşamaktan gurur duyulan kelimenin tam manasıyla yazar.
(bkz: mülayim)*
siyasetci , gazeteci , dusunur kimliginin yaninda kadin-erkek hakkindaki deyisleriyle beni benden alan yazar kimligiyle daha cok sevdigim guzide insan.

iste cetin altan"dan kadin-erkek tasviri:

iyi erkek nedir bilir misin evlat?

bilmiyorum nedir?

karisinin harcadigindan daha cok kazanan erkege iyi erkek denir.

peki iyi kadin nedir bilir misin evlat?

onuda bilmiyorum!

boyle bir erkek bulan kadina iyi kadin denir...
--spoiler--
Gazeteye herhangi bir Çetin Altan söyleşisi teslim etmem için vakit çok erken. O bakımdan okuyacağınız metin bir tür skeçten ibaret. Çetin Altan, gözlemleyebildiğim kadarıyla çok zor bir adam. Hatta kadınca bakışımı da ilave edeyim; başa bela bir adam... 78 yaşında, gözleri kısık ve keskin bakıyor, dünyaya. 'Eski bayramları konuşalım şekerim seninle' diyor bana. Eski bayramlarmış... Bayram öncesi panik içinde gitmişim yanına... Paniğimin sebebi Serdar Turgut'un 3M projesinin bende yarattığı derin travma. Kafamda modern, milliyetçi ve de muhafazakar bir insanı tanımlamaya çalışıyorum sürekli. Akşam gazetesinin anarşisti ben olacak değilim, ama ben bu işi kafamda oturtmak yolunda basın şehidi olabilirim yakında...

Ayrıca: Çetin Altan röportajının gerçekleştiği saatten itibaren meslek yaşamım kesintiye uğramıştır. Sebebi Çetin Altan'ın boğuk sesidir. Kayıt cihazım yenidir, fevkaladedir. Kendisinin sesi bahanem de olabilir. Hiçbir şey anlaşılmamasına rağmen belki bir gün varacağımız ileri teknoloji sayesinde çözülebilirliği söz konusu olabilir gibilerden kayıt olduğu kadarıyla bekletilmektedir. Bu durum benim yeni bir cihaz almama neden olmuştur. Yeni cihazı kullanırken taze pil takmayı ihmal etmemin sebebi de Çetin Altan'ın kayıt dışı sözünü ettiği tembel beyinlere bir örnektir. Tembeller değişimi isteseler bile muhafazakar kalanlardır. 'Tembel adam muhafazakar olur' lafı, Çetin Altan'ındır.

Özdemir ince'nin ekmeğine yağ sürmek, cahil başıma habis bir numuneyi daha belirgin bir biçimde teşhis etme imkanını bana sunacağı için heyecan vericidir.

Ne demişti Çetin Altan...

Muhafazakarlık nedir?

Değişime karşı çıkmaktır çocuğum.

Koruma anlamında kullanılamaz mı, muhafaza etmek kötü bir şey mi?

Yahu, yeryüzünde değişim diye bir şey var, öyle değil mi? Muhafaza etmek demek, değişime hayır demektir diyorum sana. Elektrik gelmiş, ben mum yakacağım demektir muhafazakarlık! Bazı kelimeleri dışarıdan alıyorlar ama anlamlarını bilmiyorlar. Şimdi aristokrasinin olmadığı yerde halk olur mu? Köylüler istiyor fabrikaya gelmeyi, adam işçi sınıfının enerjisini kullanırken değişim ister de, yeni yatırım yapar mı? Yeni enerji kaynağı arar mı?

Bu neden olur?

Sen şimdi bunların somut tanımlamasını yapamazsan, enstrümanına hakim değilsin demektir. Sen kemanına hakim değilsin, bana Chopin sonat çalacaksın. Hayır. Olmaz. Kozmos sürekli değişim içinde, insan da onun bir parçası. Evrendeki her şey değişiyor. Sen durmak istiyorsun burada... O zaman silinirsin. Yahut değişime karşı dövüşürsün. Her şekilde değişirsin... Kan dökülür, gene değişirsin. 100 sene önceye gidelim hadi. Sene 1905. Abdülhamit biliyor muydu, üç sene sonra devrileceğini. Gel hadi bugünden 100 sene sonraya gidelim, görebilir misin 2105'i. E, neyi muhafaza ediyorsun o zaman?

Peki, milliyetçilik ne demektir?

Her alçağın son sığındığı yer milliyetçiliktir. Öyle demiştir Oscar Wilde. Ermeni'ydi, Arap'tı, Kürt'tü, Arnavut'tu, Rus'tu, ingiliz'di, Fransız'dı; aynı kuşakta doğuyorsun, mezarlık oluyorsun. Siyasi plak bu. Siyasi coğrafya ile doğal coğrafyayı al şimdi, bir bak. Alp dağları her zaman duruyor, Alman bayrağı kaç sefer değişti be, yalnız benim yaşamım içinde. Sınırlar içindeki insanlar önemli değil, Hazine'den geçinen adamlar var.

Mesela?

Generaller... Bir marifet filan yapmıyorlar, üretime dönüşmüyor enerjileri. Leonardo Da Vinci'nin kendisi geçip gitmiştir, ama müzeler tablolarıyla doludur, kaybolmaya karşı direnir. Birikimden yoksun olduğun vakit 'Herkesin kafasını keserim' kompleksiyle eksiklerini telafi etmeye çalışırsın. Kıbrıs'a 400 milyon dolar ödüyorlar, karlı mı şimdi bu durum? Enerjileri somuta dönüşmüyor adamların. insanı zorla askere alıyorlar, Afganistan'a yolluyorlar. 'Vatanını seviyorsan' diyorlar. 'Sevmiyorum' derse ne olacak?

Siz vatanı seviyor musunuz?

Ben yaptığım işi seviyorum. insan yaptığı işi seviyorsa, bir de 'vatanı sevmek' diye ayrıca bir meslek çıkmaz ortaya. Vatan sevmek bir meslek midir Allah aşkına? Bir de 'Vatan seni seviyor mu?' diye sorarlar adama.

Gazetecilik meslek midir?

Gazetecilik eğlenceli bir hayat biçimidir, kahkahadan geberirsin, ama bir meslek değildir. 80 kelimeyi geçmiyor başlıklar. Meslek, insanın enerjisinin belirli bir donanım yahut öğrenim sonucu somuta dönüştürmesidir. Herkesin içinde bir ölüm tümörü vardır, seni öldürürüm, gebertirim diye çocuğa da söylersin. Yeryüzünden geçerken enerjinin somuta dönüşmesi bir iz bırakır. Her şeye rağmen bir telafi mekanizması oluşturur. Birikimden yoksun olduğun vakit ben herkesin kafasını keserim kompleksiyle telafi etmeye çalışırsın.

Niye burada var peki?

Gazete sahipleri para kazanıyor mu, yazarlar para kazanıyor mu? Altı kişiye bir kitap düşüyor Türkiye'de. Peki bunlar nereden para kazanıyor? Nereden geçiniyor bunlar; bunu merak etmek lazım. Yazının burada piyasası yok. Kaç kitabını okudun Aziz Nesin'in? Nereden kazandı peki? iki tane okumuşsundur, gerisini kapıcı mı okuyor? Herifin 80 cilt kitabı var! Kaldı ki bunu perakende satan adamlar yüzde 75'ini alırlar, yüzde 25'ini yazarına ya gönderirler ya göndermezler. 300 bin çocuk var fakülteyi bitiren, iş arayan. Halbuki fakülteyi bitiren adam aranır. Ben Harvard mezunu olsam nereden para kazanacağım? Bunları da konuşalım desem, 30 defa yazdım ben bunları. Yazı anlayanlar için yazılır.

Sağın içindeki sol fikrinden söz ediliyor.

Bu senin randevuevine düşmüş sorun. Yeni bir şey sorsana yavrum! Sen solun kökenini biliyor musun? 1789'da Fransa Kralı XVI Louis bir toplantı yapar, aristokratlar sağında oturmaktadır, kilise karşısında, halkın temsilcileri de solda. itibarsız yerde. Solda oturanlar bu toplantıda bu statüye karşı çıktılar, değişim istediler. Ondan sonra da her değişim sol olarak değerlendirildi. Mevcudun değişimini istemek soldan gelir. Muhafazakarlıksa mevcudu muhafaza etmek istemektir. Kökenleri budur!

Son zamanlarda modern-milliyetçi-muhafazakar bir kesim oluşturulmaya çalışılıyor, benim paniğim o...

Sen şimdi benden hiçbir Avrupa gazetesinde çıkmayacak bir konuşmayı istiyorsun. Kızıyorum bak. Şimdi biz burada, Türkiye'de doğduk diye 21. Yüzyılın dışında mı olalım? Benimle Türkiye konuşamazsın yavrum, istersen AB konuşalım, Kopenhag kriterlerini... Bir de dünya var be birader!

Peki dünyada gazeteye her gün yazı yazmak diye bir şey var mı?

Türkler'in eşekliği çıkıyor ortaya... 1400 tane köşe yazarı mı olur bir ülkede? Köşe yazarı diye bir müessese yoktur dünyada.

Niye burada var peki?

Bunların hepsini yazıyorum yahu ben. Bizimkiler Kur'an'ı okuyup anlamadıkları için, bunları yazan adam bir daha anlatsın istiyorsunuz. Bu da beni kızdırıyor. Çünkü yazını bana yazdırmak istiyorsun. Senin için söylemiyorum, buraya kimler kimler gelir. Ne kullanabilirim diye gelir. Bakan'ı da, Başbakan'ı da, şairi de, politikacısı da... Ama bir yanıyla da görmezlikten gelmek hoşuna gider. Biri birden telefon eder, kitabı çıkmıştır, belki bahsederim diyedir. Sen madem bu adamı yararlanacak düzeyde buluyorsun, sen niye görmezlikten geliyorsun? O da bir insan. Prostatı mı vardır, ayağındaki ayakkabı ayağını mı vurmuştur? Empati derler buna, fakat Türkler'de yoktur. Türkler kullanmak bakımından son derece kurnazdır. Sen bu adamı niye kullanmak ihtiyacı duyuyorsun ki o zaman?

Günde kaç saat okuyorsunuz?

Okumam ben. Sokrates'in bir karikatürü vardı. ilk karikatürü kim yaptı, hiç merak ettin mi sen?

Hayır, hiç etmedim...

Et o zaman. Merak ettiğin zaman kanatların büyür. Sen kazara Sokrates'in karikatürünü kim yaptı diye sorsan internet'te, sana Peru'dan, Sydney'den cevap gelir.

Nedir 21. Yüzyıl?

Akla gelmeyeni düşünmek. Aklına ne gelmiyorsa onu kurcala sen. Akla gelenler bitmiştir. Ta Bursa'dan kalkmış gelmiş bir kız bana CHP'yi soruyor. 'Peki CHP'yi nasıl buluyorsunuz?' diyor. Ben bir kitabın yazarını merak ederim, onun aklına gelen benim aklıma neden gelmedi diye düşünürüm. Onlar büyük adamlardır. Peki onlar neden büyük adamdır yahu? Benim merak ettiğimi bir başka adam merak etmiyorsa, ben onun yazısını anlayabilir miyim? Okursun, anlamazdın. Anlamak nedir? Onun yazdığı kitabı özetleyebiliyor musun yazılı olarak... Eski bayramları sor bana. Merak etmiyorsun ki! Düşün ki 78 yaşındayım artık. Sabah 5:30'da kalkarım, yazmışım yazımı... Sık sık Köyceğiz'e gidiyoruz mesela, bu bayram da gideceğiz. Orası sakin yer. Orada da insanlar gelir sorar bana, 'Bu niye böyledir' diye. Bunun da kökeninde siyaset var. Neden Kuban Bayramı var Müslümanlar'da?

Neden?

Dünyanın en pahalı etini yiyor Müslümanlar da ondan. Koyun kaç yavru yapar? inek kaç yavru yapar? En fazla iki. Domuz kaç yavru yapar? 25 yavrusu olur. Fakir-fukara bayramıdır Kurban Bayramı. Koyun keseceksin de hayatında et yemeyenlere dağıtacaksın.

Bazen ne dediğiniz anlaşılmıyor ve de sohbeti domine etmekte üstünüze yok. Bu neden kaynaklanıyor?

Clinton, Walesa, Gorbaçov. Evet, üçü olsa beni daha iyi anlar. Herkesin anlayacağı konuşmayı yapmak politikacıların işi. Mesela politikacılarda bir hava vardır, yeryüzünü yönettiklerini zannederler. Kendi yazı adamını, yazı dünyalarını takip etmeden yaşarlar. Başbakan'ın da merak ettiği yok. ikinci sınıf adamlardır politikacılar. Yeryüzünü enerji kaynakları yönetir.

Kadınlar Çetin Altan, ya kadınlar?

Hem sevip, hem beğendiğin kadını bulmak zordur. iki olasılığın bir arada olması çok zordur. 24 saatte kadın erkek çiftleşmesi kaç yüz milyondur ve bunun ne kadarı bebek olur? Kimsenin sorduğunu görmedim.
--spoiler--
http://www.aksam.com.tr/a...2/roportaj/roportaj1.html
turk yazar. turkiye isci partisi'nden milletvekili secilmis ve mecliste dovulmustur. halen milliyet gazetesinde kose yazarlıgı yapmaktadır. enternasyonalizm yanlısıdır. ama sanırım ekonomik anlamda liberal kola şimdilerde daha yakın.
çoğu meşhur köşe yazarı gibi(engin ardıç, yılmaz özdil, bekir coşkun, mine kırıkkanat) düşüncelerini tane tane anlatmak yerine yalnızca kendisini anlayabileceklere ince ince edebiyatla beraber anlatmayı seçen, köşe kadılığı yapıp da sanatçı olabilen tek adamdır.

çetin altan'ın herhangi bir konudaki görüşlerini anlamak için on yazısını üst üste okumak bile yetmez. bu üstadın fikirlerinin bulanıklığından değil kalemine hakimiyetinden kaynaklanır. asla bir çetin altan yazısı okurken gaza gelmezsiniz. "kahrolsun xxx bak ne güzel yazmış adam" demezsiniz. "ne güzel yazmış" dersiniz ama asla kimseye "kahrolsun" demezsiniz.
hıyarlarin hiç birzaman anlayamacaği ammavelakin anlayisi kuvvetli olanlarin bir ummanla karşilacaği sahsimin babam gibi sevdiği ve anladiği insan gibi insandir.

evet ömrü hayati boyunca sapa oturmustur ama yaşamayi bir mesele gibi görmemiş severek yasamiştir. ihtiyar bunak olarak görür bazi sapsallar onu. ama nebileyim o şapsallardan daha cok huzurlu yasamamiştir. sordugu sorlulara cevap buldugu için bazi masuklar onu kiskanir ama bildiği yolda devam eder. ve enseyi karatmayin der.
ilkokuldan başlayarak galatasaray'ı okumuş,ankara üniversitesi hukuk fakültesi mezunu * ayaklı kütüphanedir.şeytanın gör dediği isimli köşesi vadır(ulus,milliyet,sabah,vs. gazeleri).incili çavuş ve Nasreddin Hoca'yı gündelik konular hakkında çok iyi konuşturabilen aynı zamanda ahmet altan,mehmet altan ın babası sanem altan ve ömer altanın dedesidir.birçok kitabı bulunan yazardır.
Picasso'nun okulda 4 sayısını bir buruna benzettiğini ve yüzün geri kalan kısmını tamamlamak için güçlü bir arzu duyduğunu yazmıştım.

Balzac da ilk okulda hocasına bir soru sormuş ve "Eğer dediğiniz gibi her davranışımızı Tanrı yönetiyorsa o zaman işlediğimiz günahlardan sorumlu olan da Tanrı değil mi?" demişti.

Ünlü orkestra şefi Arturo Toscanini ise kendisine çarptıktan sonra kaçan arabayı bir türlü tarif edememişti. Hastanede kendisine sorular soran polisleri şaşırtacak biçimde ne aracın cinsini-kamyon, kamyonet, taksi; her şey olabilirdi-, ne de rengini hatırlayabiliyordu.

Ama polisler umutsuzluk içinde odadan çıkarken son anda bir şey hatırlamış ve arkalarından bağırmıştı. "Durun durun hatırladım. Kornası fa'ydı."

Çünkü Chomsky'nin Çetin Altan'dan dünya ve insan üzerine öğreneceği çok şey vardı.

***
Bunları niye anlattım. Dünyayı farklı bir boyutta ve derinlikte kavrayan insanların varlığını ve bu dahilerin ortalama insan zekâsıyla kavranamayacak kadar büyük ölçeklerde gezindiğini anlatmak için.
Gündelik kurnazlıklarla ve para/iktidar ihtiraslarıyla açıklanamayacak bir boyuttur bu.

Çetin Altan da böyle farklı bir boyutun ve namusun adamıdır.

Dünyaya düşünmek ve yazı yazmak için gelmiş insanlardan birisidir o.

20'nci yüzyılda Türkiye ve dünya üzerine en çarpıcı gözlemleri ve soruları geliştirmiş olan ender düşünürler arasındadır.

Keşke Noam Chomsky, tanışmak onuruna eriştiği Çetin Altan derinliğinin daha çok farkına varma fırsatı bulsaydı; ya da toplantıyı düzenleyenler i'lerin noktalarını koymayı bilselerdi.

Çünkü Chomsky'nin Çetin Altan'dan dünya ve insan üzerine öğreneceği çok şey vardı.

***
ispanyollar'ın ünlü filozofu Ortega y Gasset, düşüncelerini gazete yazıları aracılığıyla aktarırdı.
Aynen Çetin Altan'ın yarım yüzyılı aşan bir süredir yaptığı gibi.

Bu ülkede orta yaş kuşağından olup da Çetin Altan'ın yazılarından etkilenmemiş, onun sorduğu soruları sormamış bir tek ciddiye alınacak adam yoktur.

Bugünün gazetecileri ve köşe yazarları da dahil olmak üzere herkes, Çetin Altan Üniversitesi'nden geçmiştir/geçmektedir.

Ortega y Gasset'in felsefeye yaptığı en özlü katkı şu cümleyle özetlenir: Ben, kendim ve çevremin toplamıyım. Bu, önemli ve üzerinde çok durulmuş, araştırmalar yapılmış, kitaplar yazılmış bir sözdür.

Çetin Altan da elbette salt kendisi değil; kendisinin ve çevresinin; yani medyanın, politikanın, ekonominin, kültürün kısacası Türkiye'nin toplamıdır.

Çetin Altan artı Türkiye!

işte maceranın en can alıcı bölümü bu noktada başlıyor.

Çünkü Çetin Altan, Türkiye'nin nasıl yağmalandığını gördü.

Çürümenin, yozlaşmanın, yolsuzluğun, beyinsel fukaralığın, kabalığın, negatif seleksiyonun, dünyadan dışlanmanın, evrensel değerler sistemine sırtını dönmenin, kurnazlığı zeka ile karıştırmanın çetelesini tutmak zorunda kaldı.

Ve hep "Böyle olmayabilirdi!" diye düşündü.

Türkiye'nin önündeki arazide gömülü mayınlara tek tek dikkat çekmeye çalıştı.

Hani Nazım'ın bir şiirinde kaleyi bekleyen nöbetçi bir okla vurulur; Nazım "Ve ben yaklaşan düşmanı haber veremeden öldürülmenin acısını düşündüm." der ya; Çetin Altan'ın "Dertleşme" yazısın okurken ben de o okun temrenindeki zehiri etimde kemiğimde duydum.

Çünkü giderek yalnızlaşan Türkiye'dir; Çetin Altan değil!

zülfü livaneli
2008 Yılı Kültür Sanat Büyük Ödülü'nü Aya irini'de düzenlenen bir törenle almış çok değerli düşünür, gazeteci yazar. şu son zamanlarda moda olan iade-i itibar hadisesinin bir şekilde ölmeden evvel gerçekleşmesi sevindirici olmuştur.
güncel Önemli Başlıklar