bir zamanlar anadolu da

    195.
  1. Bir filmin yerel olduğu kadar evrensel olduğu fikri Nuri Bilge Ceylan’ın Bir Zamanlar Anadolu’da filmi ile desteklenmeyeceğine kanaat getirdim. Ahmet Mümtaz Taylan’ın, Taner Birsel’in, Yılmaz Erdoğan’ın, Ercan Kesal’ın oynadığı bir film zaten yalnızca yerel olmalıymış. Çoğu sahnesini tekrar izleme gereği duyup 4-5 saatte bitirebildiğim filmin zihnimdeki kapağında Muhammet Uzuner’in / doktor Cemal’in durgunluğunun resmi var. Her hali beni derin düşüncelere gark ettiğinden eli masada otursa öylece, saatlerce sıkılmadan izleyebilirdim. Filmde hiyerarşi çok iyi işlenmiş ve karakterler o kadar iyi aktarılmış ki her birinin varlığına yemin edebilirim. Komiser Naci’nin “Nerede bir karışıklık görürsen, kadına bakacaksın”demesi ve doktorun kadını süzerken topuklu ayakkabılarına bakıp kadının kötü olduğuna kanaat getirmesi ile üzerine “kan sıçraması” Ağaçtan düşen elmanın yuvarlanışı, bagaja kavun koymaları. Arap’ın doktora yaprak hışırtıları arasında söylediği “Bir zamanlar Anadolu’da dersin ücra bir yerde görev yaparken işte böyle böyle bir gece yaşamıştık dersin” repliği ile badem ağacındaki salıncağımızda sallandığım, karınca yuvalarını bozduğum günlere gittim.

    https://galeri.uludagsozluk.com/r/1616111/+
    14 ...
  2. 232.
  3. bir zamanlar anadolu'da, trabzon'da opera binası vardı.
    https://galeri.uludagsozluk.com/r/2110788/+

    hatta trabzon kentinde filarmoni orkestrası vardı;
    https://galeri.uludagsozluk.com/r/2110789/+

    trabzon'daki sümer opera binası, 1958 yılında yol yapmak için yıkıldı.
    (bkz: yol yabdı)

    #tarih
    9 ...
  4. 41.
  5. --spoiler--
    ismi itici gelen yapım.

    niçin "anadolu"da, türkiye değil ?
    --spoiler--

    bize milliyetçiliğin ne kadar zararlı bir şey olduğunun da görülmesine vesile olmuş film.

    herkes filmi, hikayeyi konuşur. bizim faşo ismine takar!
    9 ...
  6. 77.
  7. oscar'a aday olabilmesi için, bu yıl seçilen nuri bilge ceylan filmi. aday olabilse bile ödülü alacağını sanmam. neden mi? aslında nedeninden önce biraz nuri bilge ceylan'dan bahsedelim. allah için adam iyi yönetmen. işin kamera kısmından çok iyi anlıyor. kartpostal gibi görüntüler izliyoruz. yani filmi durdur, al bir capture, masaüstü için arka plan resmi falan yap. adam öylesine iyi görüntüler yaratıyor filmlerinde. zaten cannes'da falan, şurada burada aldığı "en iyi yönetmen" ödüllerinden de belli oluyor. ama konumuz oscar olunca işler değişiyor. adamlar yabancı film kategorisinde, sadece en iyi film ödülü veriyor. en iyi yönetmenmiş, şuymuş buymuş diye ayırmamışlar. en iyi film için de sadece iyi bir yönetmenlik yetmiyor. iyi bir de hikayenizin olması lazım. oyunculukların iyi olması lazım. insanın facebook ya da twitter iletisi yapabileceği cümleler, diyaloglar olması lazım. işte bu noktada nuri bilge ceylan filmleri malesef zayıf kalıyor.

    özetle filmimiz, bir buçuk saatlik araba yolculuğu, yarım saatlik otopsi ve karakterlerin, hayatlarını öğrenmemiz için çabaladığı yarım saatlik zorlama diyaloglardan oluşuyor. nuri bilge ceylan iyi bir yönetmen ama bir zamanlar anadolu'da iyi bir film değil.
    9 ...
  8. 220.
  9. Sırf Yılmaz Erdoğan oynuyor diye izlemeyi hep ertelediğim ancak nihayetinde bugün izlediğim film.

    Yılmaz Erdoğan bir komser olmuş ki abboooovvv, al gerçek komseri filme koy bu derece gerçek durmaz.

    —spoiler—
    film fazla gerçek, adliyede keşfe çıkan şoförlerin iş kapmak için birbirini kötülemesi, jandarmanın olayın vehametinden öte kendi sorumluluk bölgesinde mi(mücavir alan) diye bakması, polis kadar savcıyla muhabbeti olmayan jandarmanın savcıya bisküvi ikram ederek prim toplamaya çalışması ama yine küsküyü yemesi, komserin dışarda esip gürlemesi ama karısından zılgıtı yemesi, muhtarın köyün işini sofrada halletmeye çalışması, savcının kendi karısının intiharını “bi arkadaş” diye anlatması, doktorun nedense hep böyle bi devlet ciddiyeti altındaki acınası hali. Hepsi fazla gerçek. Bu gerçek insanı o kadar geriyor ki doktorun otopsi raporunu dallandırıp budaklandırmaması rahatlatıyor bile insanı.

    Edit:peki ya filmde tüm karakterlerin kadınlarla sorunlar yaşaması, doktorun fotoğraflarına baktığı meçhul kadın, maktul, savcı, komser, hatta şoförün bile karısının köyü olduğu için çay içmeye o köye gitmek istememesi.
    —spoiler—
    6 ...
  10. 231.
  11. 215.
  12. sakin kafayla izlenecek filmlerden biri.

    ağır bir tempoya ve dolu bir içeriğe sahip filmdir.
    5 ...
  13. 196.
  14. 36.
  15. sinematik zevki olanlar için tam bir ziyafet niteliğinde ki nbc* filmi. film daha başlangıç sahnesinde vuruyor, o muazzam görsellik...camda ki kire takılıp, içerisini görememek neden sonra içeride birşeyler olduğunu fark edip oraya odaklanmak. taşra sıkıntısı bu film, çocukken tüm yaz tatillerini taşrada geçirmiş birisi olarak, anadolu'da hep bu hikayeler dinlenir gerçektende ve hep bu karakterler başrollerdedir. hayatın o akıp giden saatleri arasında sadece 12 saat bile ben bir zamanlar anadolu'dayken dedirtir. hele o muhtarın* evine de bir kere bile misafir olsanız filmi bir anınızın canlanması olarak görürsünüz artık. çünkü muhtar sizin köyün muhtarıdır ve teknolojik bir aletle film ekibi sanki muhtarın boyutuna ışınlanmıştır. muhtarınki öyle bir oyunculuktur ki tarifi yoktur başka türlüsünün. muhtar, muhtarın köyü, muhtarın evi ve pek tabi ki muhtarın kızı gerçektir, film ekibi oraya monte edilmiştir hayattan bir enstantane alabilmek için. yuvarlanıp giden hayatlar, derenin akışında diğerlerinin gidebildiği yere kadar giden elmalar gibidir.

    --spoiler--
    belki filmin anlatımından dolayı anlamayanlar olmuş olabilir diye kısa bir özet geçiyorum: katil* ve kardeşi, maktulun taşra sakinlerine has çapkınlık hikayelerini dinlerken, katil belli ki alkolün de etkisi ile sözün şehvetine kapılıp maktul'e, karısı ile ilişkiye girdiğini ve çocuğun kendinden olduğunu söylüyor. katil, yasak elmayı hem yiyor hem de bunu yıllar sonra deklare ediyor. çocuk kendinden çünkü maktul'ün başka çocuğu olmamış. çocuk kendinden çünkü tüm hikaye boyunca ağlamayan katil, çocuktan taşı yiyince arabada ağlıyor hep. çocuk kendinden çünkü komsere çocuğunu emanet ediyor.
    katil ve kardeşi maktulü yıkıyorlar yere ama öldürmüyorlar, belki öldüremiyorlar ama domuz bağı ile bağlayıp canlı canlı gömüyorlar, mücavir alanın dışına. kadın belli ki adamı kocası bellemiş ama morgda ne bir baygınlık ne bir canhıraş ağıt durumu var. belli ki sevmemiş ama yine de kocası, yine de çocuğuna bakıyordu ve önlerinde bir büyük belirsizlik: dul kalıyor, çocuğu ile başbaşa. gözlerinden süzülen bir damla yaş belki de kendisi ve çocuğu için. ve doktor*...bütün sihiri, sinir bozucu rasyonelliği ile bozan doktor, savcının* karısının intiharını ortalığa umarsızca seren doktor, iş maktülün canlı canlı gömülmüş olması gerçeğine gelince saklıyor bunu. rasyonellik bazen çok can sıkıcı olabiliyor çünkü. bazen bazı gerçekleri görmemek gerekiyor. olan kadın ve çocuğa oluyor, daha fazla gerçek kadın ve çocuktan daha fazlasını götürecek çünkü. katil de çocuğuna bakmaya meyilli ve acınası bir halde olduğu halde gururlu. komserin* arkadaşı hiç yanılmıyor, nerede bir olay varsa içinde kadın oluyor ve hikayemizin tüm kahramanları kadınlarla sorunlu...
    --spoiler--
    6 ...
  16. 23.
  17. bu film türkiye'de az izlenmiş diye; türk insanını "sanattan anlamıyor" diye yargılamak çok yanlış olur. filmler kişisel beğenilerin yanı sıra toplumsal beğeni olarak da değer görür. hem topluma hitap eden, hem sanatsal filmler yapılabilir. (bkz: afred hitchcock) ama topluma hitap etme konusunda; örneğin; fransızların genel olarak toplumunun beğenisini kazanmış bir sanat filmi, türk toplumu tarafından beğenilmeyebilir, sıkıcı bulunabilir ki bence asıl problem burda, nuri bilge ceylan türk halkına, kültürüne uygun film yapmıyor. nuri bilge filmleri; türk toplumunun sıcak, hareketli,ılımlı yapısına, teknik olarak ders düşüyor. daha çok uzun çekimleriyle, durgun görüntülerle daha kuzey, soğuk ülkelerde,"özellikle rus filmleri gibi" çekilebilecek ,sevilebilcek filmler yapıyor. örn: bir kustrica filmi birebir balkan kültürünü yanısıtyor, eminim orda da sevilerek izleniyordur. bir fransız filmini, rus filmini, iran filmini seversin/sevmezsin ama görür görmez tanırsın. ama nuri bilge filmleri daha çok rus filmi gibi , türk filmi olmasını benimseyemiyorum.

    kişisel birikim gerektirecek/sanat filmleri de bence toplum tarafından sevilebilir. çünkü insanların, bulunduğu toplumun kültürüyle doğru orantılı; tam anlamıyla ifade edemedikleri, bazı detayları kaçırdıkları halde ; içgüdüsel bir göz zevki, kalitenin farkındalığı vardır. elbette daha birikimli bir insan daha fazla zevk alır, daha detaylara dikkat eder. ama sanat filmi yaptım, çoğu insan zaten beğenmez/anlamaz demek topluma haksızlıktır,bencilliktir .

    bu filme gelicek olursak filmde bütünüyle en çok beğendiğim şey kesinlikle oyunculuklardı. bir tane bile sakil duran, sırıtan oyunculuk yoktu. oyuncu seçimi, rol dağılımı mükemmeldi. tabi bunda yönetmenin de başarısını inkar etmemek gerekir. filmin genelinde konu olarak basit ama içerik olarak doyurucuydu. çekimler genel olarak mükemmeldi zaten çekimlerin profosyonelliğinden, kalitesinden ziyade çok uzun olması insanı rahatsız eden. yani "bence" nuri bilge, gereğinden fazla uzun çekimler ve filmin süresiyle gene türk izleyicisini sıkmayı başarmış. kim bilir belki biraz daha montajla daha çok kişiye hitap edebilir...

    neticede, sadece ödülü yalnız ülkeye armağan etmek, ülkeyi bir daha yalnız bırakmaktır. amacın birşey armağan etmekse, ülkeye armağan edebileceğin filmler yapıcaksın. nitekim yılmaz güney, şerif gören; teknik ve içerik olarak, hem halk tarafından benimsenmiş, beğeni görmüş, hem de ülke dışında ödüllendirilmiştir...
    5 ...
© 2025 uludağ sözlük