bugün

keira knightley ve james mcavoy başrollerindeki küçük bir yanlış anlaşılma üzerine kurulu 2007 yapımı film.

görsel
https://youtu.be/M8TdZfFprsE
isimlere takılmanın bir anlamı yok.

mektup var bu filmde. mek-tup. özlem var. hani şu hissedebilmek için sevdiğin kişiyi selpak fillerinin suyu içine hapsettiği gibi hapsetmen gereken. deniz var. bir gidip bir gelmemek var. kavuşma ümidiyle gidip, ölmek var.

--spoiler--
hikaye kaldığı yerden devam edebilir. seni bulacak, sevecek, seninle evlenecek ve başımı önüme eğmeden yaşayacağım. denizin kokusunu alıyorum.
--spoiler--
* * *
gösterime girmiş, keira knightley nin başrolünde oynadığı film.

--divxplanet'ten alıntı--

Konu: 1935 yazının en sıcak gününde, on üç yaşındaki Briony Tallis, ablası Cecilia'nın soyunup yazlık evlerinin bahçesindeki küçük havuza girdiğini görür. Tıpkı Cecilia gibi Cambridge'den yeni dönmüş olan çocukluk arkadaşı Robbie Turner de kızı gözlemektedir. O gün sona ermeden bu üç gencin hayatı bir daha düzelmemek üzere değişmiş olacaktır.

Robbie ile Cecilia başlangıçta hayal bile etmedikleri bir sınırı aşacak ve küçük kızın hayal gücünün kurbanı olacaklardı. Başkalarına ait sırlara tanık olan Briony, bir suç işleyecek ve bu suçun kefaretini ödemek için ölene kadar çabalayacaktır...

Booker Ödüllü yazar Ian McEwan'ın en yetkin kitabı olan Kefaret, edebiyat çevrelerinin alkışladığı bir başyapıt. Çocukluğu, aşkı, savaşı, ingiliz toplumunu ve sınıf ayrımını akıcı, etkileyici bir anlatımla sunarken utanç ve bağışlama, kefaret ve günahları hoşgörmenin güçlüğü üzerinde düşünmeye yöneltiyor.

--alıntı--

http://www.imdb.com/title/tt0783233/
savaş dönemi portrelerini ve mekanı pek de güzel yansıtan, ritmlerle görüntüleri çok güzel eşleştiren, kurgudaki ikilemelerle farklı bakış açılarından olaya farklı kameralardan kişilere baktıran sezgi ve dizgi harikası.

filmdeki mantıksız ya da özensiz kısım ise, robbie nin hapse atılması. detaylı bir araştırma yapılmadan 13 yaşındaki bir kızın, el feneriyle gece karanlığında şahit olduğu bir olay masal tadında sonuca bağlanmış. Kitap tabanlı bir film olduğu için, suç kimde emin olmak zor. Zaman sıkıntısı yüzünden filmde bu soruşturma kısmı es mi geçilmiştir, ya da filmdeki gibi o dönemde suçlular savaşa gönderildiği için hapse atmak bu kadar kolay mıdır, beynime bir soru işareti kıvrımı eklenmesine neden olmuştur. Anlayan ya da kitabı okuyan beri gelsin.
en iyi film oscar'ını kesinlikle hak eden , son saniyesine kadar mükemmel bir film.
(ing.) günah çıkarma, özür dileme, gönül alma anlam üçgeninin ağırlık merkezine yakın bir yerdedir efendim.

yabancıların olmadık abidik gubidik hikayelerden güzel* filmler çıkarabilme becerilerinin bir ispatı daha. alakasız gelebilir ama cold mountain'i anımsatan bir film.

ayrıca filmi izlerken ister istemez gelen bir çağrışım da şu: (bkz: indim havuz başına)
---Film içeriği---

Bu film pek çok şey anlatıyor. Ama temel mesajının "önyargı" olduğunu söylemek yanlış olmaz kanımca. Yani temelde yanlış anlamaların nelere yol açabileceğini oldukça dramatik bir şekilde anlatıyor. Önyargıların önüne geçmek için iletişime önem ve öncelik vermek gerekir. Filmdeki "yanlış anlamış, edebiyata düşkün" kızımız Briony düştüğü önyargının ceremesini çekiyor ömrü boyunca. Hatasının boyutu katmerlenerek artıyor zamanın şartları çevresinde. Onun önyargısı tabii ki tetikleyici sebep. Ancak, insanların yargılama biçimi, asilzadelik tutumları içerisinde kendilerine suçu yakıştıramamaları ve hemen yanıbaşlarında olan Paul isimli fabrikatörün bu şekilde sıyrılabilmesi, hukukun işlevsizliği, savaşlar, siyasi kararlar.. bunlar durumu asıl vahimleştiren etkenler. Briony tüm bunların arasında en çok kızılan olmayı hak ediyor mu gerçekten? Onun dürüstlük çabası, ancak bir yanlış anlama üzerinden tamamen değersizleşebilir mi? Belki... Ya diğerlerinin çıkarcılığı? Bunları normal karşılamak, bence çok daha büyük bir zalimlik olur insanlık adına düşündüğümüzde. Briony'nin yanlış anlaması, art arda gerçekleşmiş üç olay neticesinde pekişiyor. ilki "Havuzbaşı sahnesi": Yönetmen bunu Briony'nin gördüğü ve aslında ne olduğu şeklinde iki bakıştan gösteriyor. ikincisi "Mektup olayı": Burada, Robbie'nin yaptığı küçük bir hata, aslında istemeyerek de olsa Cecilia ile aralarındaki aşkın yeşermesini sağlıyor; ancak Briony tabii ki gördüklerini böyle yorumlamıyor. Ve son olarak Cecilia ile Robbie'yi bir odada sevişirken gördüğünde artık kurguladığı gerçeğin doğruluğundan oldukça emin Briony. Sonrasında gelişen olaylarda Lola'ya tecavüz edenin Robbie'den başkası olamayacağını düşünüyor. Bunun neticesinde inandığı doğruları tanıklık etmede kullanıyor. Robbie hapishaneye yollanıyor. Savaş çıkıyor. Devlet suçluları savaşta kullanmak istiyor ve böyle bir seçenek sunuyor kendilerine. iletişim kurmamanın sonuçlarından dem vuruluyor film boyunca. Kanımca savaşlar da bunun apaçık sonuçlarından biri. insanların, devletlerin, büyük ailelerin, bilemiyorum artık, çıkarlar uğrunda en gelişmiş varlık niteliklerini kaybedip iletişim yolunu seçmeyerek, körleşmiş algılarıyla verdikleri kararlar sonucunda hem kendilerini hem de masum halkları böyle zulümlere karıştırmaları korkunç bir vaziyet. Pek çoğunu, tüm bu çirkinlikleri film boyunca görmemiz mümkün. Radyoda savaş sırasında "Askerlerin taktiksel nedenler dolayısıyla geri çekildiği" söylenirken, aslında ne denmek istediğinin, yani "askerlerin geri çekilmeye zorlandıklarının" radyoyu dinleyen kişi tarafından dillendirilmesi; medyanın yanıltıcılığına ve siyasetin dolambaçlı, yalancı diline yapılan bir göndermedir. Bunu günümüzde sürekli görüyoruz, çoğumuzun görmemesi ise ne kadar korkunç! Robbie'nin gözünden belki savaşın kendisini değil ama savaşın askerler üzerindeki etkisini seyrediyoruz. Nasıl çeşitli ruh hallerinde olduklarını görüyoruz. Kimisi tanrıdan ümidini kesmişken, kimisi kollarında silahlar olmasına rağmen koro halinde BARIŞ istediklerini söylüyor. Kimisi aç, kimisi susuz. Kimisi eğlence peşinde, kimisi delirmiş... Ama hepsi evine dönmek istiyor. Cecilia'nın ise kardeşi Briony'yi affetmeye niyeti yok. Yaşanılan haksızlık sonrasında ailesini, evi terk ediyor kendi başının çaresine bakmak için. Hemşireliğe başlıyor. Briony hatasını anladığında kendisini cefa yoluna vuruyor. Ablasının peşinden gidiyor. Cecilia ise Briony'den kaçıyor sürekli... Briony'nin hemşireliği sırasında savaştan askerler geri dönmeye başlıyor. Bu sırada, ölüm döşeğindeki bir askerle başbaşa yaptığı sohbet ise bence filmin en güzel sahnelerinden biri oluyor... Bundan sonrası ise, kitabın sonu ve filmin sonu olarak ikiye ayrılıyor. Kitap bitiyor ilk önce. Briony, Cecilia'nın evini bulmuş ve sonunda konuşmaya gelmiş. Cecilia kendisini kabul ediyor, yeterince acımasız.. affetmeye gönülsüzlüğünü dile getiriyor. Sonra Briony, Robbie'nin orada olduğunu fark ediyor. Robbie'nin Briony'ye olan sözleri bizim film boyunca içimizde biriktirdiklerimizin dışavurumu oluyor, biz de deşarj oluyoruz. Ardından ise bize son darbesini vuruyor film. Okuyucularına ümitsiz, mutsuz, acımasız bir son vermek istemediğini; ayrıca Cecilia ile Robbie'nin bu sonu hak ettiğini, bunu kendine bir borç olarak gördüğünü söylerken Briony, bizim yönetmenimiz tüm bunları söylettiği karakterin tam aksi yönde bir davranış sergiliyor. Bu ironi ile bitiyor film... Dahası Lola ile Paul'a hiçbir şey olmuyor... Lola'ya çikolata verdiği sahnede sapkınlığını gördüğümüz bu adam ve gram inandırıcılığı olmayan Lola, işte yaşadığımız bu dünyada ayakta kalabilecek iki insan profilinin anlatımıdır. Üstünde o kadar az durulmasına rağmen, sayın sinemasever arkadaşlarıma tekrar hatırlatmak istedim.



Şimdi filmin içinden çıkalım ve biraz da filmin yapısını konuşalım. Mesela Keira Knightley sevdiğim bir kadın figürdür. Görünüşü ve bundan ziyade aksanıyla kendisini seyretmekten zevk alıyorum. James Mcavoy var sonra. Daha kısa bir süre öncesinde X-Men'de izledim, kendisine o filmde özel bir ilgi besledim. Bunun üstüne bu filmde denk gelmem gerçekten hoş bir tesadüf oldu. James abinin de aksanını ve kendisini zevkle seyrettim. Bunun dışında Briony'nin küçüklüğü de gençliği de gayet iyi bir oyunculuk sergiledi. Bir de Trivia kapsamında değerlendirilebilir, Game of Thrones dizisinden Theon Greyjoy, bu filmde üç sahnede hatırladığım kadarıyla (evin hizmetçisi, uşağı) Danny karakteri olarak karşımıza çıktı. Ayrıyeten... Filmin müziklerinden söz eden olmuş; ben açıkçası pek fark etmedim, özellikle beğendiğim ve kulağımı cezbetmiş bir müzik ile karşılaşmadım. Belki de filmin atmosferine fazlasıyla kapıldığım için olabilir. Bu yönüyle ben de takdir etmeden geçmeyeyim. Yönetmeni, görüntü yönetmeni, sanat yönetmeni her birinin ellerine sağlık. Güzel bir çalışma olmuş. Bu arada film kitaptan uyarlama, Ian McEwan'ın kitabından. Üstte yönetmene atfettiğim ironik son, aslında McEwan'a ait sanırım. Ama yine de yönetmenin bu filmi çekmeye karar verdiğinde, aynı ironide hak sahibi olduğunu söyleyebiliriz.

---Film içeriği---
küçük kızın buruşana kadar aynı saç modeliyle dolaştığı, aynı zamanda keira knigtley'in yer aldığı her sahnede ağzından eksik etmediği sigarasıyla kansere doğru adım adım yaklaştığı filmdir.
an itibariyle vizyonda olan, pek bir gidilesi, güzel film. tavsiye bizden takdir siz okurlardan. *
--spoiler--
filmde en sinir olduğum karakter, her şeyin müsebbibi, bıyıklı sübyancı adamdı. sonrasında bir de savaş zengini olmasın mı askerler için ürettiği çikolatalarla; ölür müsün, öldürür müsün.
--spoiler--
altın küre ödüllerinde 5 dalda aday gösterilip en iyi film ödülü de dahil 2 dalda ödülü almış, şahsi fikrimce daha nice ödülleri sonuna kadar hak etmiş, her iyi film gibi eksikleri de olan( süresi gerekenden kısa ve bu yüzden bazı hikaye arası geçişlerin yetersiz ve anlaşılmaz olması mesela), ancak genel olarak yılın en iyilerinden olduğu bence ve herkesçe kabul edilmiş film.
cok guzel bir film, kim ne derse desin. işlenişi harika, görüntülerde biraz sıkıntı var ama bazı açılar o kadar güzel ki, diğer eksiklikler unutuluveriyor bir anda. konu geçişleri de çok başarılı. kısacası izleyin. 10 üzerinden 8,5.
plaj sahnesi bile bu filmi izlenir kılabilir. 2. dünya savaşının batı dünyası anlayışı üzerinde açtığı yarayı anlatabilen nadir filmlerden biridir.

--spoiler--

--spoiler--

yenilmiş askerler, mahşer meydanı, karaya oturmuş gemi üzerinde evine geri döneceğini haykıran asker, incil yakan rahipler, sarhoş kişilikler, tanrıya sığınan insanlar, katrana bulunıp nereye gideceğini bilemeyenler, bir arabanın kenarında oturup eski mektubunu okuyan ve bütün bu savaşın nedenini sorgulamaya çalışan genç, harabeye dönmüş sahil kasabası, atlı karıncya binip zaman ve mekan bütünlüğünü kaybedenler, toz toprak ve yıkıntılar arasında dönmeye devam eden dönme dolap, siperlerini bekleyen ve aidiyetlerini kaybedenler.

--spoiler--

--spoiler--

bu film acı bir aşk hikayesinden çok daha öte bir yapım. bu filmi anlamak isteyenler bizlere öğretilmeyen ve sadece üstün körü öğretilen 2. dünya savaşını ve onun etkilerini araştırıp izlemesi gereken bir filmdir. dünyadaki anlamın savaş yüzünden kaybolması ve hayatın tamamen absürd bir dram haline gelmesi çok ince bir dille anlatılır. pek çok filme göre eksik yanları mutlaka var. ama mutlaka roman okuma gayreti ile seyredilmesi gereken realist bir sinema örneğini atlamak olmaz.
zaman kaybı.
oncelikle senaryoda belli bir yeri begenmeyen arkadaslar icin belirtmekte fayda var; bu film bir kitap uyarlamasidir, yani sirf beyaz perde icin senaryoda bir degisiklik yapilmasi soz konusu degildir.

kitap bakimindan ele alirsak insani gercekten de soke eden bir dram. kendine ozgu bir tarzda yazilmis turunden farkli bir ornek. stephen king kitaplari gibi filmi anlatilmak istenileni tam anlamiyla veremiyor. ilk olarak kitabi okuyun derim ben yine de.

filmin bazi yerlerinde insan beyaz perdeye asik oluyor. kucuk kizimizin icini kemiren pismanlik daktilo sesi ile sunuluyor, filmin sonunda biraz dusununce anlayabiliyorsunuz bazi ince detaylari. ingiliz askerlerinin sahildeki sahnesi ise tam anlami ile yonetmenin kalitesini gosteriyor. yuzlerce insani tek bir seferde bir kareye sigdirabiliyor, helal dogrusu. kurgu cok guzel islenmis, filmin sonunda bunu cok daha iyi anlayabiliyorsunuz.

unutulmaz replikleri de barindirir;
"i will return, find you, love you, marry you and live without shame"
"come back, come back to me"

son olarak bu hikayenin turk versiyonunu da sizinle paylasmak isterim;

osmanli zamaninda hirsizin biri is uzerinde yakalanir ve kadinin karsisina cikarilir. kadi elinin kesilmesine karar verir ancak hirsizin parasini caldigi adam bu duruma uzulur ve hirsiza kendisine kolelik yapmayi kabul ederse affedecegini soyler, hirsiz da bu durumu kabul eder ve hakim hirsizi serbest birakir.

gunler ilerledikce hirsizin sahibi hirsizi asagilamaya ve hor gormeye baslar, her firsatta da elini kesimekten kurtardigini soyleyip ezmeye devam eder. sahibinin bu eziyetine dayanamayan hirsiz yeter ulan deyip adamin karsisinda elini kesip adama firlatmis ; al sana kefaletin...