bugün

come back... come back to me...
killswitch engage'in bayrağı tepeye diktiği albümdür. metal alemindeki sessizlikte ilaç gibi gelmiştir.

bahsedildiği gibi tüm parçalar oldukça iyidir. ayrıca sound, kompozisyon falan şahanedir.
baba metalcore grubu killswitch engage'in son albümü. tüm şarkılar mı güzel olur arkadaş!
ingiliz yazar Ian McEwan’ın Kefaret adlı romanından aynı adla sinemaya uyarlanmıştır.

(bkz: Joe Wright) ne çekse beğeniyorum filmlerinden biri. aşkın içerisindeki nafilik aşk ve gururda da vardı, tıpkı burada olduğu gibi.

--spoiler--

"Sence başkası olmak nasıl bir şey olurdu?"

--spoiler--
keira knightley ve james mcavoy başrollerindeki küçük bir yanlış anlaşılma üzerine kurulu 2007 yapımı film.

görsel
https://youtu.be/M8TdZfFprsE
dramatik bir hikayeyi konu alan filmdir. ancak sanatsallık katmak niyetiyle uzatılmış sahneleri olmayan ve seyirciyi sıkmayan üstüne üstlük bu filmdeki hikayeden daha orijinal ve ince düşünülmüş hikayelere sahip onlarca dram filmi varken izlenmese de olur diye düşünüyorum. bu filmin gerçek anlamda mükemmel diyebileceğimiz tek yönünün ise izleyiciye sinematografik anlamda başarılı görseller sunması olduğu görüşündeyim.

örnek olarak şu sahne; görsel
gerçekten unutulmaz filmlerden bir tanesidir. robbie'nin öldüğünü öğrendiğim sahnede tüylerim diken diken oldu. vay amk dedim.
zaman kaybı.
pek çok filmde savaş sahneleri muntazaman çekilir ve izleyiciden tam not alır. ama bu filmde bir bir dunkirk (dunkerque) ricatı vardır ki şu ana kadar izlediğim en vurucu sahnelerdendir. uzatmadan buyrun:
https://www.youtube.com/watch?v=UMDiKe07r1M
izlense de olur izlenmese de...ancak başrol oyuncusu Keira Knightley' e hayranım ben. gülmekten ziyade soğuk durmak yakışır kendisine ki genelde drama oynar zaten. filmde giyindiği yeşil elbise şahanedir. beyaz perdenin en güzel 3. elbisesi seçilmişti yanlış hatırlamıyorsam.
benden bir önceki entry'yi yazan yazarın yazdıklarının aynısını yazmak için gelmiştim fakat zaten yazmış yazıyı birisi.

çok sıkan fakat son sahneleriyle etkileyen bir film.

not : bence son 10 dk si güzel diye bir film izlenmez.

not 2 : kendim entryimi eksileyesim geldi tanımı okuyunca.
film boyunca sıkıntıdan geberdim, ancak son 10 dakikasında da ağlamaktan geberecektim.

--spoiler--
söz konusu final:
http://www.youtube.com/watch?v=YdeKx_vAXYQ
--spoiler--
hafızaya kazınan ve iç acıtan bir film. bu tarz filmlere hayran kalıyorum. sade ve etkileyici.

oyunculuğu, müziği, kurgusu.. tekrar tekrar izlenecek filmlerden. filmi izlerken o küçük kıza hem sinirleniyor hem de çocuktu aslında diyebiliyor insan. filmde küçük kızın kitabındaki gibi bir son olsaydı, affedebilirdim onu. efkarlandırdı beni. savaşın hangi durumlara durumlara sebep olduğu, tutku ve saf aşkı en sade şekliyle gösterirken, birine önyargıyla yaklaşıp ona zarar vermenin pişmanlığını hissettiriyor. bu filmden sonra sevgilisiyle kavgalı olan insan onunla konuşmak ister. çünkü hayat gerçekten umulmadık şeylerle mücadele etme zorunda bırakabiliyor insanı. emin olduklarımıza ise sıkıca sarılmak gerek.
Alıp götüren bir opeth klasiğidir.Gitarın eşsiz notaları bu parçalarında daha bir belirgindir.Sonlara doğru giren piyano ile eser akıl almaz bir armoniye dönüşür.
ingiliz oyuncu benedict cumberbatch'in paul marshall karakterini canlandırdığı filmdir.
Ian McEwan'ın muhteşem romanından film olarak uyarlanmıştır.insan psikolojisi ve ön yargının müthiş anlatımıdır.
---Film içeriği---

Bu film pek çok şey anlatıyor. Ama temel mesajının "önyargı" olduğunu söylemek yanlış olmaz kanımca. Yani temelde yanlış anlamaların nelere yol açabileceğini oldukça dramatik bir şekilde anlatıyor. Önyargıların önüne geçmek için iletişime önem ve öncelik vermek gerekir. Filmdeki "yanlış anlamış, edebiyata düşkün" kızımız Briony düştüğü önyargının ceremesini çekiyor ömrü boyunca. Hatasının boyutu katmerlenerek artıyor zamanın şartları çevresinde. Onun önyargısı tabii ki tetikleyici sebep. Ancak, insanların yargılama biçimi, asilzadelik tutumları içerisinde kendilerine suçu yakıştıramamaları ve hemen yanıbaşlarında olan Paul isimli fabrikatörün bu şekilde sıyrılabilmesi, hukukun işlevsizliği, savaşlar, siyasi kararlar.. bunlar durumu asıl vahimleştiren etkenler. Briony tüm bunların arasında en çok kızılan olmayı hak ediyor mu gerçekten? Onun dürüstlük çabası, ancak bir yanlış anlama üzerinden tamamen değersizleşebilir mi? Belki... Ya diğerlerinin çıkarcılığı? Bunları normal karşılamak, bence çok daha büyük bir zalimlik olur insanlık adına düşündüğümüzde. Briony'nin yanlış anlaması, art arda gerçekleşmiş üç olay neticesinde pekişiyor. ilki "Havuzbaşı sahnesi": Yönetmen bunu Briony'nin gördüğü ve aslında ne olduğu şeklinde iki bakıştan gösteriyor. ikincisi "Mektup olayı": Burada, Robbie'nin yaptığı küçük bir hata, aslında istemeyerek de olsa Cecilia ile aralarındaki aşkın yeşermesini sağlıyor; ancak Briony tabii ki gördüklerini böyle yorumlamıyor. Ve son olarak Cecilia ile Robbie'yi bir odada sevişirken gördüğünde artık kurguladığı gerçeğin doğruluğundan oldukça emin Briony. Sonrasında gelişen olaylarda Lola'ya tecavüz edenin Robbie'den başkası olamayacağını düşünüyor. Bunun neticesinde inandığı doğruları tanıklık etmede kullanıyor. Robbie hapishaneye yollanıyor. Savaş çıkıyor. Devlet suçluları savaşta kullanmak istiyor ve böyle bir seçenek sunuyor kendilerine. iletişim kurmamanın sonuçlarından dem vuruluyor film boyunca. Kanımca savaşlar da bunun apaçık sonuçlarından biri. insanların, devletlerin, büyük ailelerin, bilemiyorum artık, çıkarlar uğrunda en gelişmiş varlık niteliklerini kaybedip iletişim yolunu seçmeyerek, körleşmiş algılarıyla verdikleri kararlar sonucunda hem kendilerini hem de masum halkları böyle zulümlere karıştırmaları korkunç bir vaziyet. Pek çoğunu, tüm bu çirkinlikleri film boyunca görmemiz mümkün. Radyoda savaş sırasında "Askerlerin taktiksel nedenler dolayısıyla geri çekildiği" söylenirken, aslında ne denmek istediğinin, yani "askerlerin geri çekilmeye zorlandıklarının" radyoyu dinleyen kişi tarafından dillendirilmesi; medyanın yanıltıcılığına ve siyasetin dolambaçlı, yalancı diline yapılan bir göndermedir. Bunu günümüzde sürekli görüyoruz, çoğumuzun görmemesi ise ne kadar korkunç! Robbie'nin gözünden belki savaşın kendisini değil ama savaşın askerler üzerindeki etkisini seyrediyoruz. Nasıl çeşitli ruh hallerinde olduklarını görüyoruz. Kimisi tanrıdan ümidini kesmişken, kimisi kollarında silahlar olmasına rağmen koro halinde BARIŞ istediklerini söylüyor. Kimisi aç, kimisi susuz. Kimisi eğlence peşinde, kimisi delirmiş... Ama hepsi evine dönmek istiyor. Cecilia'nın ise kardeşi Briony'yi affetmeye niyeti yok. Yaşanılan haksızlık sonrasında ailesini, evi terk ediyor kendi başının çaresine bakmak için. Hemşireliğe başlıyor. Briony hatasını anladığında kendisini cefa yoluna vuruyor. Ablasının peşinden gidiyor. Cecilia ise Briony'den kaçıyor sürekli... Briony'nin hemşireliği sırasında savaştan askerler geri dönmeye başlıyor. Bu sırada, ölüm döşeğindeki bir askerle başbaşa yaptığı sohbet ise bence filmin en güzel sahnelerinden biri oluyor... Bundan sonrası ise, kitabın sonu ve filmin sonu olarak ikiye ayrılıyor. Kitap bitiyor ilk önce. Briony, Cecilia'nın evini bulmuş ve sonunda konuşmaya gelmiş. Cecilia kendisini kabul ediyor, yeterince acımasız.. affetmeye gönülsüzlüğünü dile getiriyor. Sonra Briony, Robbie'nin orada olduğunu fark ediyor. Robbie'nin Briony'ye olan sözleri bizim film boyunca içimizde biriktirdiklerimizin dışavurumu oluyor, biz de deşarj oluyoruz. Ardından ise bize son darbesini vuruyor film. Okuyucularına ümitsiz, mutsuz, acımasız bir son vermek istemediğini; ayrıca Cecilia ile Robbie'nin bu sonu hak ettiğini, bunu kendine bir borç olarak gördüğünü söylerken Briony, bizim yönetmenimiz tüm bunları söylettiği karakterin tam aksi yönde bir davranış sergiliyor. Bu ironi ile bitiyor film... Dahası Lola ile Paul'a hiçbir şey olmuyor... Lola'ya çikolata verdiği sahnede sapkınlığını gördüğümüz bu adam ve gram inandırıcılığı olmayan Lola, işte yaşadığımız bu dünyada ayakta kalabilecek iki insan profilinin anlatımıdır. Üstünde o kadar az durulmasına rağmen, sayın sinemasever arkadaşlarıma tekrar hatırlatmak istedim.



Şimdi filmin içinden çıkalım ve biraz da filmin yapısını konuşalım. Mesela Keira Knightley sevdiğim bir kadın figürdür. Görünüşü ve bundan ziyade aksanıyla kendisini seyretmekten zevk alıyorum. James Mcavoy var sonra. Daha kısa bir süre öncesinde X-Men'de izledim, kendisine o filmde özel bir ilgi besledim. Bunun üstüne bu filmde denk gelmem gerçekten hoş bir tesadüf oldu. James abinin de aksanını ve kendisini zevkle seyrettim. Bunun dışında Briony'nin küçüklüğü de gençliği de gayet iyi bir oyunculuk sergiledi. Bir de Trivia kapsamında değerlendirilebilir, Game of Thrones dizisinden Theon Greyjoy, bu filmde üç sahnede hatırladığım kadarıyla (evin hizmetçisi, uşağı) Danny karakteri olarak karşımıza çıktı. Ayrıyeten... Filmin müziklerinden söz eden olmuş; ben açıkçası pek fark etmedim, özellikle beğendiğim ve kulağımı cezbetmiş bir müzik ile karşılaşmadım. Belki de filmin atmosferine fazlasıyla kapıldığım için olabilir. Bu yönüyle ben de takdir etmeden geçmeyeyim. Yönetmeni, görüntü yönetmeni, sanat yönetmeni her birinin ellerine sağlık. Güzel bir çalışma olmuş. Bu arada film kitaptan uyarlama, Ian McEwan'ın kitabından. Üstte yönetmene atfettiğim ironik son, aslında McEwan'a ait sanırım. Ama yine de yönetmenin bu filmi çekmeye karar verdiğinde, aynı ironide hak sahibi olduğunu söyleyebiliriz.

---Film içeriği---
bana önceden hiç sevmediğim Keira Knightley'i sevdirmiş film.
özellikle ikinci kısmı iz bırakacak cinsten olan film. kurgu ve oyunculuklar da bi ayrı harika.

(bkz: kefaret)
--spoiler--
filmde en sinir olduğum karakter, her şeyin müsebbibi, bıyıklı sübyancı adamdı. sonrasında bir de savaş zengini olmasın mı askerler için ürettiği çikolatalarla; ölür müsün, öldürür müsün.
--spoiler--
come back to me cümlesini hafızalara kazıtır, hele o suya dokunma sahnesi yok mu, çekimler, oyunculuklar defalarca izlenilesi.

--spoiler--
sonuyla keşke böyle mutlu sonlar yazabilsek diye düşündürmüş filmdir.
--spoiler--
an itibariyle izleyip hayran kaldığım filmdir. oyunculukların ve sahnelerin harika olması dışında, replikleri ve sürpriz sonu filmi gerçekten anlamlı kılmaktadır. öncesinde nasıl bir ruh halinde olursanız olun film sonunda robbie ve cecilia adına deli gibi üzüleceğiniz kesindir.

--spoiler--

filmin sonundaki kitap röportajında ters köşeye yatırılmak ve olabilecek en mutsuz sonu öğrenmeye rağmen hala küçük kıza kızamamak oyuncuların yüzündeki gerçekçi pişmanlık ve acı ifadesinden olsa gerek.

--spoiler--

kesinlikle izleyin ve izlettirin, pişman olmazsınız.
işlediğimiz günahın kefareti yazarak ödenebilir belki.

çünkü edebiyat bizi de arıtabilir belki...
henüz bir hafta önce izleyebildiğim ve bunca zaman neden izlemedim diye kendimi azarladığım çarpıcı senaryosu ve kurgusuyla beğeni toplayan ödüllü film.
ingiltere'de baftaları toplamış başrolünde keira knıghtley'in oynadığı film.