bugün

atonement

---Film içeriği---

Bu film pek çok şey anlatıyor. Ama temel mesajının "önyargı" olduğunu söylemek yanlış olmaz kanımca. Yani temelde yanlış anlamaların nelere yol açabileceğini oldukça dramatik bir şekilde anlatıyor. Önyargıların önüne geçmek için iletişime önem ve öncelik vermek gerekir. Filmdeki "yanlış anlamış, edebiyata düşkün" kızımız Briony düştüğü önyargının ceremesini çekiyor ömrü boyunca. Hatasının boyutu katmerlenerek artıyor zamanın şartları çevresinde. Onun önyargısı tabii ki tetikleyici sebep. Ancak, insanların yargılama biçimi, asilzadelik tutumları içerisinde kendilerine suçu yakıştıramamaları ve hemen yanıbaşlarında olan Paul isimli fabrikatörün bu şekilde sıyrılabilmesi, hukukun işlevsizliği, savaşlar, siyasi kararlar.. bunlar durumu asıl vahimleştiren etkenler. Briony tüm bunların arasında en çok kızılan olmayı hak ediyor mu gerçekten? Onun dürüstlük çabası, ancak bir yanlış anlama üzerinden tamamen değersizleşebilir mi? Belki... Ya diğerlerinin çıkarcılığı? Bunları normal karşılamak, bence çok daha büyük bir zalimlik olur insanlık adına düşündüğümüzde. Briony'nin yanlış anlaması, art arda gerçekleşmiş üç olay neticesinde pekişiyor. ilki "Havuzbaşı sahnesi": Yönetmen bunu Briony'nin gördüğü ve aslında ne olduğu şeklinde iki bakıştan gösteriyor. ikincisi "Mektup olayı": Burada, Robbie'nin yaptığı küçük bir hata, aslında istemeyerek de olsa Cecilia ile aralarındaki aşkın yeşermesini sağlıyor; ancak Briony tabii ki gördüklerini böyle yorumlamıyor. Ve son olarak Cecilia ile Robbie'yi bir odada sevişirken gördüğünde artık kurguladığı gerçeğin doğruluğundan oldukça emin Briony. Sonrasında gelişen olaylarda Lola'ya tecavüz edenin Robbie'den başkası olamayacağını düşünüyor. Bunun neticesinde inandığı doğruları tanıklık etmede kullanıyor. Robbie hapishaneye yollanıyor. Savaş çıkıyor. Devlet suçluları savaşta kullanmak istiyor ve böyle bir seçenek sunuyor kendilerine. iletişim kurmamanın sonuçlarından dem vuruluyor film boyunca. Kanımca savaşlar da bunun apaçık sonuçlarından biri. insanların, devletlerin, büyük ailelerin, bilemiyorum artık, çıkarlar uğrunda en gelişmiş varlık niteliklerini kaybedip iletişim yolunu seçmeyerek, körleşmiş algılarıyla verdikleri kararlar sonucunda hem kendilerini hem de masum halkları böyle zulümlere karıştırmaları korkunç bir vaziyet. Pek çoğunu, tüm bu çirkinlikleri film boyunca görmemiz mümkün. Radyoda savaş sırasında "Askerlerin taktiksel nedenler dolayısıyla geri çekildiği" söylenirken, aslında ne denmek istediğinin, yani "askerlerin geri çekilmeye zorlandıklarının" radyoyu dinleyen kişi tarafından dillendirilmesi; medyanın yanıltıcılığına ve siyasetin dolambaçlı, yalancı diline yapılan bir göndermedir. Bunu günümüzde sürekli görüyoruz, çoğumuzun görmemesi ise ne kadar korkunç! Robbie'nin gözünden belki savaşın kendisini değil ama savaşın askerler üzerindeki etkisini seyrediyoruz. Nasıl çeşitli ruh hallerinde olduklarını görüyoruz. Kimisi tanrıdan ümidini kesmişken, kimisi kollarında silahlar olmasına rağmen koro halinde BARIŞ istediklerini söylüyor. Kimisi aç, kimisi susuz. Kimisi eğlence peşinde, kimisi delirmiş... Ama hepsi evine dönmek istiyor. Cecilia'nın ise kardeşi Briony'yi affetmeye niyeti yok. Yaşanılan haksızlık sonrasında ailesini, evi terk ediyor kendi başının çaresine bakmak için. Hemşireliğe başlıyor. Briony hatasını anladığında kendisini cefa yoluna vuruyor. Ablasının peşinden gidiyor. Cecilia ise Briony'den kaçıyor sürekli... Briony'nin hemşireliği sırasında savaştan askerler geri dönmeye başlıyor. Bu sırada, ölüm döşeğindeki bir askerle başbaşa yaptığı sohbet ise bence filmin en güzel sahnelerinden biri oluyor... Bundan sonrası ise, kitabın sonu ve filmin sonu olarak ikiye ayrılıyor. Kitap bitiyor ilk önce. Briony, Cecilia'nın evini bulmuş ve sonunda konuşmaya gelmiş. Cecilia kendisini kabul ediyor, yeterince acımasız.. affetmeye gönülsüzlüğünü dile getiriyor. Sonra Briony, Robbie'nin orada olduğunu fark ediyor. Robbie'nin Briony'ye olan sözleri bizim film boyunca içimizde biriktirdiklerimizin dışavurumu oluyor, biz de deşarj oluyoruz. Ardından ise bize son darbesini vuruyor film. Okuyucularına ümitsiz, mutsuz, acımasız bir son vermek istemediğini; ayrıca Cecilia ile Robbie'nin bu sonu hak ettiğini, bunu kendine bir borç olarak gördüğünü söylerken Briony, bizim yönetmenimiz tüm bunları söylettiği karakterin tam aksi yönde bir davranış sergiliyor. Bu ironi ile bitiyor film... Dahası Lola ile Paul'a hiçbir şey olmuyor... Lola'ya çikolata verdiği sahnede sapkınlığını gördüğümüz bu adam ve gram inandırıcılığı olmayan Lola, işte yaşadığımız bu dünyada ayakta kalabilecek iki insan profilinin anlatımıdır. Üstünde o kadar az durulmasına rağmen, sayın sinemasever arkadaşlarıma tekrar hatırlatmak istedim.



Şimdi filmin içinden çıkalım ve biraz da filmin yapısını konuşalım. Mesela Keira Knightley sevdiğim bir kadın figürdür. Görünüşü ve bundan ziyade aksanıyla kendisini seyretmekten zevk alıyorum. James Mcavoy var sonra. Daha kısa bir süre öncesinde X-Men'de izledim, kendisine o filmde özel bir ilgi besledim. Bunun üstüne bu filmde denk gelmem gerçekten hoş bir tesadüf oldu. James abinin de aksanını ve kendisini zevkle seyrettim. Bunun dışında Briony'nin küçüklüğü de gençliği de gayet iyi bir oyunculuk sergiledi. Bir de Trivia kapsamında değerlendirilebilir, Game of Thrones dizisinden Theon Greyjoy, bu filmde üç sahnede hatırladığım kadarıyla (evin hizmetçisi, uşağı) Danny karakteri olarak karşımıza çıktı. Ayrıyeten... Filmin müziklerinden söz eden olmuş; ben açıkçası pek fark etmedim, özellikle beğendiğim ve kulağımı cezbetmiş bir müzik ile karşılaşmadım. Belki de filmin atmosferine fazlasıyla kapıldığım için olabilir. Bu yönüyle ben de takdir etmeden geçmeyeyim. Yönetmeni, görüntü yönetmeni, sanat yönetmeni her birinin ellerine sağlık. Güzel bir çalışma olmuş. Bu arada film kitaptan uyarlama, Ian McEwan'ın kitabından. Üstte yönetmene atfettiğim ironik son, aslında McEwan'a ait sanırım. Ama yine de yönetmenin bu filmi çekmeye karar verdiğinde, aynı ironide hak sahibi olduğunu söyleyebiliriz.

---Film içeriği---