universal pictures kendi evinde filmi sinema salonlarında vizyona girdikten ortalama 30 gün sonra, 5 ağustos 2026'dan itibaren dijital ortamda, çevrimiçi izlemeye açacak. bizde de aynı tarihte hd ve standart 4k olarak malum ortamlarda demek bu. (4k hdr+dolby vision ve dolby atmos destekli resmi olarak yayınlanması ise bizim için biraz daha uzun sürer)
jurassic world rebirth'ün universal için maliyetini çıkardığı söyleniyor. filmin resmi olarak duyurulan bütçesi 180 milyon dolar. bence 250 milyon dolara yakındı. ve buna pazarlama/reklam bütçesi dahil değil. o da neredeyse 100 milyon dolar vardır. halihazırda filmin dünya çapında hasılatı 350 milyon dolar sayılır. yani şimdilik ucu ucuna, en azından universal koyduğu parayı almış görünüyor. 5 ağustos'a kadar hasılatı da kâr.
universal pictures daha önce de gişede başarılı olmuş wicked ve twisters filmleri için benzer bir gösterim politikası izlemişti. covid sonrası aldıkları bir karar. ilk 3 gün yurtiçi hasılatı 50 milyon doların altında kalan universal'ın dağıtımcısı ve/veya üretimi olduğu diğer filmler ise daha erken, vizyona girdikten kabaca 17 gün sonra abd'de çevrimiçi yayınlanıyor, örneğin the bikeriders, m3gan. elbette bu önümüzdeki yıl gösterime girecek christopher nolan'ın filmi the odyssey için söz konusu bile değil. çünkü nolan 30 gün şöyle dursun, en az 100 günlük yalnızca sinema gösterimi istiyor. warner bros. ile tam da bu sebeple yolları ayırmıştı malum.
universal tarafından desteklenen, vizyon takvimi aynı şekilde önümüzdeki yıla ayarlı bir başka film, steven spielberg'ün bizzat kendisinin yönetmenliğini yaptığı ve kendi orijinal hikayesine dayanan, çekimleri çoktan bitmiş, detayları ve adı şimdilik belirsiz, ufo'ları içerecek, dramatik bir bilim-kurgu/gizem filmi için bu süre belki biraz daha kısa olur. spielberg'de başından beri özellikle kendisinin yönettiği filmlerin sinema salonlarında 30 günden biraz daha uzun süre gösterimde kalmasını istiyor ve universal onun evi.
32 yıl önce başlayan maceranın yedinci halkası olan rebirth yeni bir üçlemenin ilk filmi olmayı amaçlıyor. birçokları bunu, klasik bir jurassic filminden çok uzakta, adeta farklı bir dino-macerası, bu görkemli tarih öncesi hayvanlara dair başka bir canavar filmi olarak görecektir. ve böyle düşünmekte de haksız sayılmazlar. tam da bu sebeple film nazarımda geçerli not alıyor.
senaryo yeterince taze bir kan sunamayabilir, orijinal ilk iki jurassic park (uyarlama) filminin senaristi david koepp'in senaryosunun revize edilmesi şartmış. bazı diyaloglarda/repliklerde ciddi sıkıntı var.
Rebirth'te insan karakterleri ne yazık ki sevebilmek zor. paleontolog henry karakteri jonathan bailey dışında. orijinal jurassic park'ın büyük bir hayranı olan scarlett johansson seyircinin onunla özdeşleşebilmesi için pek bir şey yapamıyor. finale kadar mahershala ali de öyle. ve en önemlisi karakterler olan bitenlere tepki vermekte ya çok geç kalıyorlar ya da vermeleri gereken asıl tepkileri, duyguları veremiyorlar. oyuncu yönetiminde bir şeyler yanlış gitmiş. etobur yırtıcılara yem olan karakterler ana kahramanlarımızın senaryo gereği pek de umurlarında değildir, izleyicinin ise zaten hiç umurunda olmuyorlar.
senaryo ve oyuncu yönetimindeki problemlerin aksine rebirth şüphesiz harika görselleri olan bir film. işin cgi kısmı çok iyi. ama görsel efektlerde mekanik kuklalar (animatronic) ile cgi'ın bir melezi olmasını umanlar hayal kırıklığı yaşayacak.pratik efektler inanılmaz minimumda tutulmuş (2015'teki reboot ilk jurassic world'den bile çok daha sınırlı), çoğu dinozor sahnesi tamamen dijital.
michael crichton'ın orijinal jurassic park romanında yer alan t-rex'in nehirdeki sal saldırısı olay örgüsü teknik nedenlerden ötürü steven spielberg'ün 1993 tarihli başlangıç filminde yapılamamıştı. gareth edwards bot saldırısıyla filmin en unutulmaz anını veriyor rebirth'te. diğer yandan bu, şimdiye kadar ki en iri t-rex'in filmin genel süresi içinde ilk ve tek görünüşü oluyor.
koepp'in, rebirth senaryosu genel olarak spielberg sinemasına referanslarla dolu. mosasaurus saldırısı ve ondan dna örneği almaya çalışılan anlar jaws. steven spielberg bir keresinde jurassic park'ın hiç yapmadığı asıl jaws 2 filmi olduğunu söylemiş ve onu “karadaki jaws“ olarak adlandırmıştı. ilaveten küçük ve sevimli, otçul dinozor aquilops'ın şekerlemelerle çocuğa yakınlaşması e.t.'yi hatırlatıyor (bkz: e.t. the Extra-Terrestrial). ayrıca Rebirth'te indiana jones göndermesi de vardır. herşeye rağmen david koepp, hollywood'un yetenekli bir gişe rekorları kıran senaristi. burada en verimli halinde olmasa da, öyle.
bir Steven Spielberg hayranı olan yönetmen edwards, orijinal jurassic park'ta olduğu gibi 35mm panavision film kameraları, 35mm film stoğu ile panavision spherical lensler (anamorfik değil) kullandı ve film 1.85:1 görüntü en-boy oranında çekildi. titanosaurusların ortaya çıkışları orijinal jurassic park'taki o ikonik brachiosaurus anıyla kıyaslanamaz. fakat jurassic devamlarının hepsinden daha iyi taklit ettiği kesindir.
bu yeni filmde öğreniriz ki klonlama ve gen ekleme kombinasyonunun ürünü olan dinozorlar şehirlerde hayatta kalamazlar. çünkü dünya artık 65 milyon yıl öncesinin dünyası değildir. hava değişti, güneşin radyosunu değişti, iklim farklı, bitki örtüsü farklı. ancak ekvatoral bölgenin, tropikal iklimin onlar için en ideal yer olduğu ortaya çıkar. meğerse üçüncü bir adada daha dinozorlar varmış. bu kez hem en tehlikelileri hem de mutant olanları gibi ticari bir tema parkı için fazla çirkin bulunan dinozorlardan oluşuyor bu adadakiler. ve bir grup insanın böylesi bir adaya gitme gerekçeleri- bir de hikayenin göbeğinde parçalanmış bir aile ve 'erkek arkadaş' vardır- dahiyane olmasa da devam hikayesi için işe yarar bir fikirdir.bu defa kötü(ler) ilaç şirketleri. (ve snickers)
biri deniz, biri hava, biri de kara canlısı üç büyük dinozor türünden dna örneği almaya çalışan ve çoğunlukla paralı askerlerden oluşan ana ekibimizin yeterince silahı yoktur. mantık sınırlarını zorlayan bir durum. üstelik film, izleyeni buna ikna etmeye uğraşıyor; ama nafile. rebirth'teki karakterler cep telefonunun icadından da habersiz görünüyorlar, özellikle filmin bir önceki jurassic world dominion'daki olayların 5 yıl sonrasında geçtiğini düşünürsek.
velociraptorların ya da genel olarak raptorların arka planda silüet olarak göründükleri güzel bir an bulunuyor. aslında fragmandan anladığımız kadarıyla finale yakın, raptorlar'ın odakta olduğu başka bir sahne çekilse de kurguda atılmış. rebirth filmi, kendi de bir yarı-raptor olmasına karşın diğer raptorlar'ı bile avlayan, aynı zamanda pek bir çirkin, mutant/melez, tamamen kurgusal, yırtıcı dinozor türü mutadonlar ile gerilim yaratmada pekala başarılı.
spinosauruslar bu filmde jurassic park 3'tekinden çok daha gerçeğe yakındır. ayrıca dev bir mutant olan distortus rex'e sahibiz. ister king kong referansı deyin -ki bu jurassic filmlerinde hep vardı- ister alien filmlerine benzetilmek istenmiş deyin rebirth onu oldukça ekonomik ölçüde kullanıyor. yine de açılış sekansında bu yaratığın serbest kalma sebebi (snickers ambalajı) pek bir aptalca. neyse ki artık bıkkınlık veren tyrannosaurus rex'in başka etobur dinozor(lar)la yaptığı kapışmalardan bu filmde yok.
son tahlilde; jurassic world rebirth eleştirmenlerden aldığı nefreti hak etmeyen, elbette sorunları çok olan, bazen alışkın olduğumuz bir jurassic filmi gibi hissetirmese de bu durumun onu çekici kıldığı (çünkü jurassic world dominion bunu denemiş ama eline yüzüne bulaştırmıştı), orta düzeyde bir tatmin sunuyor.
çoğunlukla reald 3d gösterim ısrarının günümüzde manasız olması bir yana, para tuzağıdır, bunu söylemeden geçmemeliyim.
b movie dna'sına sahip büyük bütçeli/büyük ölçekli a kalite ve aile-dostu bir canavar filmi serisinden, tarih öncesi-nesli tükenmiş hayvanlardan, (kurmaca bir yorum getirilmiş) dinozorlardan artık insanlar sıkıldı mı?! filmde böyle söyleniyor. sanırım bunun cevabını önümüzdeki günlerde çok geçmeden alacağız!
Ergenliğinde geleceği için hayal ettiği ne var ise birer birer gerçekleştiren film yönetmeni. Blade Runner devamı, Dune uyarlaması ve şimdi de bir sonraki, yeni James Bond filmi
Seride bir gerileme. Danny Boyle, ilkindeki MiniDV format (digital video) kameralardan (Canon XL-1, son sekans hariç), 23 yıl sonra büyük ölçüde 8000 dolarlık lenslerle desteklenen iPhone'lara (15 Pro Max) geçmiş durumda. Aksiyon ve şiddet sahnelerinde daha dinamik görüntüler elde etmek için 8, 10 ve hatta 20 iPhone'dan oluşan özel rig sistemleri kullanarak çekim yapmış. 28 Years Later'ın duygusal (sözde) derinliği bana geçmiyor. Tansiyonun ve gerilimin yükseldiği anlar öncekiler gibi yine koltuğun ucunda izlemeye sebep oluyor. Ancak film kesinlikle kendi süresinden daha önce bitti.
Bugün itibariyle 50. yılıdır. Tam 50 yıl önce bugün (kendi evinde) izleyici ile buluştu. Küresel çapta bir fobi yarattı. Ve aynı zamanda da ilk 'yaz blockbusterı' oldu. Öyle ki JAWS öncesi yaz ayları, sinema salonları için ölü sezon anlamına geliyordu. Başlangıçta filmin yaz ayında vizyona girmesi planlanmamıştı bile. Ama yapım sırasında yaşanan türlü zorluklar çekim takvimini uzattığından vizyon tarihi 1975 yazı'na sarktı. Yönetmeni Steven Spielberg, film vizyona girdiğinde daha 28 yaşındaydı.
Jaws çok büyük ölçüde gerçek mekanda çekilmeseydi eğer, şüphesiz bu çapta aksiliklerin hiçbiri olmayacak (örneğin köpekbalığı saldırısı sahneleri stüdyoda,havuzlarda çekilir diye prodüksiyonun başında tatlı suya göre yapılmış maketlerin tuzlu suda sıklıkla arızalanması gibi), haliyle yapım süreci de uzamayacak, bütçesi şişmeyecek; ama yarım asırdır kendinden söz ettiren böylesi bir klasiğe de kesinlikle dönüşemeyecekti. Gerçek mekanda yapma ısrarı, yönetmen genç Spielberg ve yapım tasarımcısı Joe Alves sayesindedir. Zaten Steven Spielberg'ün profesyonel kariyerindeki ilk uzun metraj yönetmenlik denemesi olan, 1971 tarihli, yol gerilimi türündeki, televizyon filmi Duel'da gerçek mekanlarda ve gerçek araçlarla çekilmişti. özellikle araba içi ve araba takip sahnelerinde arka projeksiyon ya da ön projeksiyon teknikleriyle stüdyo içinde çekim yapmak o yıllarda oldukça yaygın olmasına karşın Spielberg, o filminde de kasıtlı olarak bundan uzak durmuştu.
Tekrar Jaws filmine dönersek, eklemeden olmaz, John Williams score, bunu unutmak mümkün mü?!
Listesinin başında özellikle 1993 tarihli Jurassic Park filminden beri hiç değişmeyen Steven Spielberg var. Spielberg bugüne dek yönetmenliğini yaptığı 30'dan fazla filmiyle (birçoğunun da aynı zamanda yapımcıları arasındadır) toplamda, dünya çapında 10.8 milyar dolarlık bir hasılat elde etti. Buna başkaları tarafından yönetilen ama prodüktörlüğünde yer aldığı diğer filmler de eklenecek olursa, o zaman rakam 26 milyar doları bulur. Ancak liste, yalnızca yönetmeni olduğu filmlerin hasılatına göredir. Sanılmasın ki gişede başarısızlığa uğradığı hiç filmi yok. Elbette var. Gel gelelim bu, onu tahtından edebilmiş değil.
Steven Spielberg'ü, yönetmen olarak 9 film ve toplamda 8.76 milyar dolarlık hasılatla James Cameron takip etmekte. Avatar Fire and Ash (2025) zirvenin değişip değişmeyeceği konusunda esas belirleyici olacak.
1921 anayasası'nda en büyük idari birim yine bugün olduğu gibi vilayetti. Deniyor ki; Türkiye, coğrafi durum ve ekonomik ilişkiler açısından vilayetlere ayrılmıştır. Vilayetler kazalara, kazalar da nahiyelere bölünmüştür. Ancak bugünkü pek çok il, henüz 1923'ten önce il statüsünü kazanmamıştı, en eski tarihi şehirlere bağlı, kaza ve/veya sancaklardı çoğu. Özerklik ise vilayetlere ve nahiyelere idi. Yani ülkedeki tüm vilayetlerin yerel işlerde özerk olduğu kabul ediliyordu 1921 anayasası ile. Kendilerine devredilen yerel işlerin de neler olduğu tek tek sıralanmış. Yoksa 1921 anayasası'nda bir kesime, misal Kürdler'e, ayrı-özel bir statü ve imtiyaz yok.Otonom Kürdistan/Kürd otonomisi ile self determinasyon Sevr (Sevres)'de vardı.
Zaten 1921 anayasası kabul edildikten 1.5 ay sonra Koçgiri ayaklanması çıktı ve isyancılar Ankara'dan Sevr (Sevres) gereği Kürd çoğunluklu bölgelerde özerklik ilan etmesini talep ettiler.Ankara reddetti ve isyan çok sert bir şekilde bastırıldı. Bakın bu, millî mücadele döneminde, 1921'de oluyor. 1921 anayasasında Kürdler'e otonomi vardıysa, neden Koçgiri ayaklanması çıktı 1.5 ay sonra ve ayrılıkçılar, Ankara'dan, otonom Kürdistan talep ettiler?!!!
Bu kadarla da değil. 1921 anayasasında yerel yönetimler (vilayet ve nahiye) yerel işlerde özerkliğe sahip deniliyor; ama bu, yasama (kanun yapma) yetkisini kapsamıyor. Çünkü kanun yapma yetkisi sadece ulusal meclise, yani Büyük Millet Meclisi'ne/Ankara hükümetine ait 1921 anayasasına göre. Yerel yönetimlere tanınan özerklik kendilerine bırakılan yerel konulardaki idari bir özerkliktir. Kanun yapamıyorlar. Düzenleyici karar alma yetkisiyle sınırlı. Bu hiçbir şekilde federalizm ya da otonom Kürdistan değil o yüzden.
1924 anayasasına geldiğimizde ise yerel yönetimlerin özerk olduğu yazmaz artık. Çünkü 1921 bir Millî Mücadele anayasasıydı, yerel güce ihtiyaç vardı. Ama 1924'te sınırlar tamamen olmasa da çok büyük ölçüde çizilmiş, kesinleşmişti. Ve misal Konya vilayetinin yüzölçümü küçülüyor. Neden?! Çünkü ülkenin yüzölçümü imparatorluk dönemiyle aynı değil. Haliyle o zamana kadar Konya'nın kazası ve/veya sancağı (ilçesi) olan Isparta, Burdur, Niğde ve Antalya gibi yerler Cumhuriyet ile başlı başına il (vilayet) oluyor. (Karaman ise çok daha yakın bir tarihte il oldu.) Yeni kentler, yeni illerle eski vilayetlerin yüzölçümleri küçülmeye başladığı için 1921 anayasası'ndaki idari özerklik gereklilikleri yavaş yavaş ortadan kalkmış oluyor. 1924 anayasasında böylece yerel yönetimler daha çok merkeze bağlı hale geliyorlar. Diğer yandan da Fransa (dönemin Üçüncü Cumhuriyet Fransa'sı) ve Polonya gibi ülkelerden ilham alınıldı, güçlü bir merkezi yönetim kurma yoluna gidildi. Bunun da sebebi Cumhuriyet'e ve onun reformlarına karşı yerelde meydana gelebilecek isyanların önüne geçebilmek, merkezden atanan Valilerin yetkileri arttırılıyor.
Olması gereken şu, bu anayasadaki anlamıyla Türk; 1. "Etnik Türk": Ülke içinde ve dışında ana dili Türkçe olan/Türkî (kökenli), 2. "Vatandaşlık bakımından Türk": Hangi dilden, dinden, mezhepten, ırktan ve etnik kökenden olursa olsun ayrım gözetmeksizin Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlığına sahip bulunan, 3. "Türk milleti": Cumhuriyeti kuran Türkiye'nin bütün halkı/Türkiye Cumhuriyeti toplumu.
Olabilecek; "Cumhuriyetin dili Türkçe'dir. Tüm vatandaşların bu dili bilme yükümlülüğü ve kullanma hakkı vardır. Ayrıca anayasa yerel-bölgesel dilleri de özel önlemlerle korur ve destekler..." Bundan fazlası olanaksızdır
1921 Kars Antlaşması, 1923 Lozan Barış Antlaşması, 1926 Ankara Antlaşması, 1936 Montrö Boğazlar Sözleşmesi ve 1939 Hatay plebisitisi ile çizilen ulusal sınırlar, egemenlik ve yaşam alanlarından geri adım atıldığı takdirde vay ki vay...
Bu filmin sorunu yukarıdaki yorumlardan da anlaşıldığı üzere eş ve baba Jack Torrence'ın oğlu ile karısını sonunda neden öldürmeye çalıştığını yeterince iyi gerekçelendirememesi.
Yaşananlar kabin humması/şiddetli kış yüzünden dış dünyadan izole olmanın getirdiği bunalımdan kaynaklanmıyordu, bu sadece buz dağının görünen kısmıydı. Görünmeyen kısmı ise şuydu; yerlileri zorla çıkartarak eski bir Kızılderili mezarlığı üzerine inşaa edilmiş overlook hotel, aslında lanetli, şeytani/perili bir yer. Otelin tarihinde filmde anlatılandan daha fazla ölüm, cinayet vardı. Jack ve Danny, en sonunda da wendy'nin gördükleri halüsinasyon değil, doğa-üstü şeylerdi.
Geçmişinde alkol sorunu ve içtiğinde de şiddet sergileyen biri olan, bu yüzden öğretmenlik diploması iptal edilmiş, aynı zamanda da "yazar tıkanıklığı" sorunu yaşayan Jack, geçmişte Overlook otel'inde ölmüş ve/veya otelle güçlü bağları olmuş kimselerin huzura kavuşmamış, ölü kalmaya alışamamış ruhları tarafından yavaş yavaş ele geçirilir. Otel, kötücül enerjisinin bir yansıması olarak kendi hayaletimsi varlıklarını da yaratır. Danny'nin doğuştan gelen psişik yeteneği, elinde olmadan bu şeytani mekanı daha da güçlendirir, hayaletleri ve hayaletimsi şeyleri giderek daha görünür/hissedilir, gerçek kılmaya başlar. Danny otelden asla ayrılmamalı ve acı içinde öldürülmeli ki çocuktaki "parıltı" oteli beslesin, oteldeki ruhları ölü olmanın sonsuz ızdıraplarından kurtarabilsin. Bu Stephen King romanının aksine Stanley Kubrick'in uyarlama filminde bir türlü tam olarak aydınlatılamıyor. Hele son karedeki fotoğrafla, Jack'in "yeniden doğuş" iması hikaye ile daha da alakasız.
Filmde Jack, Overlook hotel'de değil de, başka bir mekanda kışın kapalı kalsa yine cinnet geçirecek gibi duruyor. Oysa Overlook hotel'in kendisi ve buradaki "varlıklar" yüzünden deliliğin eşiğine geldi.
Yönetmenliğini yaptığı, herkes tarafından erişilebilir durumdaki (uzun-metraj) filmlerini en kötüden en iyiye doğru sıralamaya kalktığımda ortaya şu sonuç çıkıyor;