tek kaçar yolu. bir olayım olmuştu ölümle ilgili. 12 kasım 1999. tarih önemli. düzce depremi. düzcede idim 6 yaşında idim. saat depreme 40 dakika kala idi. bir yataktaydım. yatağın karşısında camdan bir dolap vardı. zorla annem uyandırdı ve benimle misafirliğe gel dedi. ben usluydum birazda anneciydim. gittim annemin peşinden bende. deprem oldu. o cam dolap yatağa çivi gibi işlemişti. eğer yatıyor olsaydım oraya vücuduma saplanacaktı hepsi. ölecektim. ölüm buydu.
birde istemek var ölümü.
16 yaşındaydım. sevgilimi ailem ile tanıştırmıştım, ilerliyorduk ciddi ilişki yönünde. sorun yoktu hiç kavga etmemiştik o güne kadar. bir gün kadıköy iskelesinde sis, hava soğuk el eleydik, omzuma yatmış kahve yudumluyorduk. mesajlarımı okumak, karıştırmak istedi. o güne kadar hiç kıskançlık yapmamıştık. bana tatlı kıskançlık oyunları yapmak için mesajlarımı okuyup bu kim bu kim diye soruyordu. bende aldım telefonunu. tersten okumaya başlamıştım. "bir daha istiyorum bedenini", "3 gün bende kaldın ama doyamadım bedenine", "yarında gel mutlaka"... aldatılmışım. 16 yaşındaydım. ilk defa aşık olmuştum. ilişkimiz 7 ayı aşmıştı. aileler birbirlerini tanımış ve sıkı dost olmuşlardı. dövemezdim. sövemezdim. sustum. aklıma ilk gelen şey 12 kasım 1999, camlar saplanmış yatakta yatıyor olmaktı.
içkiye başladım ve daha o yaşta sarhoşluğu tattım.
2 yıl geçti.
18. yaş günüme 15, 20 gün kalmıştı. biri ile tanıştım. o güne kadar hiç bir kıza yakınlık göstermemiş, hiç bir kızın gözlerine bakmamıştım. kimse ile birlikte olmamıştım. geçmişini anlatarak başladı sohbete samimiyet kurduk. o anlattıkça ben büyülendim, o anlattıkça ona doyamadım. ilk görüşte aşk gibi, ilk tanıyışta vuruluyordum ona. her gece 12de uyuduğumu söyleyip sabaha kadar içmeye devam ediyordum yine. sevgili olmuştuk. 3 günde. en azından ben öyle görüyordum birbirimizi. bir pazartesi sabahı saat 13:59da aklıma gelen şu oldu: "ek kontenjan". tanıştığımız gün başvurmuştum ve o pazartesi öğleninden sonra ben artık üniversiteliydim. kazanmıştım. sevinmişti oda elbet. ama uzak olan bir yerden daha da uzak bir yere gidecektim. düzceden, konyaya. vazgeçmeyeceğim dedim ona. vazgeçmedim de. kıskançlığı bol olan güzel bir ilişki kurmuştuk kısa sürede. ben yine içiyor ve ona söylemiyordum. bir sabah uyandığımda kafamı hala toparlayamamıştım ve ona ben başkasını seviyorum git dedim. ayıldım, ne olduğunun farkına varamadım. ilk üç gün beyinsiz bir kuş gibi gezindim. ondan sonraki 9 gün kabus başladı. olmadığım kadar sarhoş olmuştum. çünkü aldatan varlıktan daha çok sevebilmişim onu. cana yakınlığını, ilgisini, güzelliğini... yerde süründüğüm oldu, telefona uzanamayışlarım oldu. gün geçtikçe eriyordum. dayanamadım ve konuştum. arkadaş kalalım dedi. acıdı. bende sokaktaki köpeklere acırım. o da bana acıdı işte. içmeye ara vermeden devam ediyordum. cana yakınlığı kaldığı yerden arkadaşça devam etti. 1 hafta sürdü. sıkıldı. bıktı. ilgisini çekti ilk önce. sonra bana o 12 kasım 1999 gecesini hatırlatan lafını söyledi. ben senin bana baktığın gözle bakamıyorum.
insana nasıl bi acı verdiğini zaman zaman düşündüğüm ama bi sonuca ulaşmanın yaşarken mümkün olmadığı eylem . Tam olarak nasıl bir histir ölmek . ne kadar acı çeker ölmekte olan bi beyin , veya acı çeker mi ? başına mermi isabet eden bi insan tam olarak nasıl bi his duyar . o an acıyı hissedebilecek kadar yaşayabilir mi ? Veya ilaç alarak uyuyanlar hiç acı çekmeden mi ölür ? Ölüceğini anlayan bi insan ne düşünür son anlarında ? üzerene akan kanın sıcaklığını hissedebilir mi bilinci kapanmadan ? Tüm bu soruların cevabını ancak onunla yüzleştiğimiz gün bulabiliriz ve ancak o zaman anlayabiliriz ölümün mahiyetini .