gerçek ve bir o kadar da bir başına durumdur. hayatımız boyunca tek başıma bunu yaparım şunu yaparım der dururuz ama hep bi şekilde kıyısında köşesinde birileri olur. asıl toprağa konduğumuzda; bizim için sürekli çabalayan ailemize orada elimizi uzatsak tutabileceğimiz yerdeyken ulaşamadığımızda; sevdiğimiz, uğruna büyük kavgalar verdiğimiz, ömrümüzü harcadığımız değerler her şey, herkes ordayken üstümüze toprak atılmaya başlandığında işte o zaman bir başınayız ve ölüyüz.
Uğruna yaşadığımız, varmak için uğraştığımız bitiş noktası. Ya da bir boyut kapısı. Boyut değiştireceğimiz, yeni bir hayata başlayacağımız an.
insanların çoğu (nerdeyse tamamı) ölümden korkmuştur. Ölümü garipseyenler de çoktur. Zaten ölüm hakkında -sadece fiziksel düşünüldüğünde- başka hangi sonuçlara varılabilir ki?
insanın dünyadaki varlığının sonudur ölüm. Akıl almaz bir kavram. Geride kalan herkes varlığına devam edecek. Ama ben olmayacağım. Beni toprağın altında bırakıp gidecekler. Beni ya beni. Düşünebiliyor musunuz? Beni diğer herkese yaptıkları -bazı topluluklar için diyelim, başka versiyonları da var: yakmak, yemek...- gibi böceklerin, yılanların, çıyanların ve bilumum haşeratın ortasında; karanlık ve soğuk toprağın altında yalnız bırakıp evlerine işlerine dönecekler. Hadi diğerleri neyse. Ama bana bu yapılır mı? Tarih sahnesinden kimler geçmedi ki şu ana kadar? Adem, Havva, Musa, Firavun, isa, Muhammed, Sezar, iskender, Fatih, Hitler, Stalin, Marks, Mevlana, Einstein, Atatürk... Ve daha yüzlercesi... Ama şu an hangisi var? Hiçbiri. Öldüler. Ömürlerini ve/veya görevlerini tamamlayıp gittiler. Yine de söz dinlemiyor divane gönül. ''Hadi onlar neyse de ben de mi öleceğim?'' düşüncesi yiyip bitiriyor insanı. Ölüm esnasında çekilebilecek acılar olamaz herhalde bu şaşkınlığın ve umarsızlığın sebebi. Yok olma korkusu. Silinip gitme, unutulma korkusu. Yaptıklarından ve yapmadıklarından ya da yapamadıkların duyulan pişmanlık, üzüntü, korku. Bilinmeyen bir yere gidişin korkusu. Bunlar büküyor insanın belini. Bunlar kemiriyor insanın beynini. Aslına bakılırsa ne kadar kolay bir olay. Şu an; kalksam, balkonun kapısını açsam ve aşağı atlasam. Yüzde doksan giderim. Altı üstü beş altı adıma ve bir sıçrama hareketine bakar. Gerisi yerçekiminin işi. Ama ya sonrası. Ölüm bu mu gerçekte? Ölümü anlayamamak. Ölüme hazırlanamamak. Ölümden sonra yaşam vaat ettiği için dine sarılmıyor mu insanoğlu? Reenkarnasyon gibi tezler üretmiyor mu? Yaşam bu dünyayla sınırlı olsa çok anlamsız ve saçma olmaz mı? Ortalama yetmiş yıl yaşıyorsun. Ne için? Ölmek için. işte din kavramını sonsuza kadar var edecek noktalardan biri. Bir amaç. Hayata anlam katan bir amaç. inanmak içinse bir araç. Dünyadaki hayatın sonu ve vaat edilen kutsal topraklar. işte budur ölüm.
dünyadaki uykudan uyanmanın aslıdır ölüm. başka bir hayatın başladığı başka ufukların göründüğü andır o an. ölmek yok olmak değil yeniden varolmaktır aslında. ve her ne olursa olsun ölmek üzülünecek değil sevinilecek bir hadisedir. mevlana'nın deyimiyle şeb-i aruz'dur yani düğün günüdür.
felsefede bir problem vardır. sanırım gemi problemi adında. bir gemi çin'den amerika kıtasına yola çıkar pasifik okyanusunda. yol boyunca okyanustaki bütün adalarda durur ve her adada geminin bir parçası değişir. gemi amerika kıtasına vardığında çin'de kendisini oluşturan hiçbir orijinal parçaya sahip değildir. çin'den kalkan gemi, amerika kıtasına varan gemi ile aynı mıdır?
işte bu probleme verilen cevap ölüm algısını değiştirir. bana göre amerika'ya varan gemi, çin'den kalkan gemi ile aynı değildir. insan da aynı şekilde. doğumundan itibaren sürekli doğar ve ölür. sürekli değişir. bazı kısımları aynı kalır belli bir süreç içinde ama sonunda bambaşka bir insan olur. böyle bir dünyada ölümden korkmanın bir anlamı yoktur. yaşanılan her anın tadını çıkarmak gerekir. zaten değişim olmasaydı, zaman da olmazdı. yaşam da olmazdı.
ölümden korkmanın tek nedeni çin'den kalkan geminin aynı şekilde amerika'ya vardığını ve orada da sonsuza kadar demirleyeceğini zannetmekten kaynaklanır. ölüm sonsuz bir uyku değildir, sadece doğanın bir değişimidir. ruha inanmıyorum ama reenkarnasyona inanıyorum. maddesel bir reenkarnasyona. sonuç olarak bu evrende varolan hiçbir şey yok olmaz, herşey değişir. o yüzden rahat olun.
eğer sevdiğiniz biriyse ölen, hayata daha katı yaklasırsınız, artık ne okulda aldıgınız kötü not, ne insanların karmaşası, ne sevgilisinden ayrılan insanlarin üzüntüleri, ne arkadaslarınızla geçirdiginiz problemler, ne ailevi meseleler size zor gelir. daha sahte gülersiniz dünyaya. mecbursunuzdur gülmeye, mecbursunuzdur nefes almaya devam etmeye. nasılsa bir gün sizin de gerçekten, içten güleceginiz bir an ve bir yer olacaktır.Belki ebedi saadet kim bilir...
Ne yani artık ben sizin eve geldiğimde sen olmayacak mısın? Sana sarılmak istediğimde sarılamayacak mıyım?
Annemle konuştum.Artık yayla çorbasını senin yaptığın gibi yapmayacak. O zaman çocukluğumu hatırlıyorum çünkü.Sen,ben,dedem oturmuşuz yemek yiyoruz.Ben yine o meşhur pembe sandalyemdeyim.Anneanne diyorum aşure yok mu? Sen daha zamanı gelmedi Ayşam diyorsun.içimi sevgin,sevginiz kaplıyor dalga dalga.Hafta sonları eve gitmeye can atsamda eve gidince özlüyorum sizi.Sizin eve gidince Tokatlı eve gelince karışık birşeyler oluyorum.Çocukluğumu yaşıyorum Nurtepe'nin devrim kokulu sokaklarında.işte bir çorba bunları anımsattı bana.Çorbanın yanık nane kokusu.
Artık size geldiğimde elini öpmek için aldığımda sende benim elimi öpmek için yakalamaya çalışmayacaksın muzipçe.Ya da babam elini öptüğünde dede ellim diyemeyeceksin ona.Senin ellerin kalem tutmuş ondan böyle yumuşak da demeyeceksin.
Parkta her zaman oturduğun yere baktım.Yerinde yaşlı bir teyze vardı.Öpmek istedim onu.Onun yerinde senin olduğunu hayal ederek.Anneanne nasılsın demek istedim.Ama olmadı.Gözyaşlarım yine yerlerinde duramadılar.Ve ben ilk defa Nurtepe'nin o meşhur caddesini ağlayarak yürüdüm.
Kendinizi herşeye hazırlayın demişti doktorlar.Hazır değilmişim hiç birşeye.Daha 2 ay önce bana sarılışını,gülüşünü hatırlayınca ağlıyorum yine.Babam ağlama ağlarsan ninemiz de ağlar.Gözyaşları yağmur olur demişti.Ağlamak istemiyorum ama olmuyor işte.
Bayram olmasın artık diyorum içten içe.Çünkü bayramlar senin bize emekli maaşşından zorlukla artırdığın 1 tl olmadan anlamsız.Yaptığın dolmalar,hele o yayla çorban olmasa daha da anlamsız.
Annem geçen gün papatyalarım dedi idille bana.Bize hiç böyle seslenmemişti.Sordum nerden aklına geldi diye.Sen bize prenseslerin derdin dedim.Oysa sen de onunla teyzeme öyle seslenirmişsin "Papatyalarım".Sen bana hiç papatyam demedin belki ama... Her Ayşe Gülenim dediğinde Dünyanın mutlu insanlarından olurdum.idilin tedavisi nasıl gidiyor diye sorduğunda sana idilimiz iyileşti diyebilmeyi öyle isterdim ki.Ama hiç diyemedim.En son hastanede teyzem söylemiş sana idil iyileşti diye.Ağzında hortumlar varmış.Anne sevindiysen elimi sık demiş öyle bir sıkmışsın ki elini,hasta bir insandan beklenmeyecek bir kuvvetle.
Ne desem bilmiyorum öyle çok şey var ki yazacak.En iyisi şöyle diyeyim.
ölüm her aklına geldiğinde
ah edip vah edip inleme
bu halinle tanrıyı incitmiş olacaksın
ecel kapını çaldığı zaman
evi telaşa verme
o geldiği zaman
sen gitmiş olacaksın
(bkz: ölüm dörtlüğü)