bir hastanın iyileşmesi gerekiyor. ve yapılacak ilk şey hastaya, hasta olduğunu kabul ettirmektir. çok basit bir tıbbi prensip gibi gelse de, sartreye ilham kaynağı olan formül budur işte. önce hasta kendi teşhisini yapsın tedaviyi veya reçeteyi biz veririz.
ağır bir hastalığın cisimleşmiş halidir insan. var olmak dayanılmaz bir hastalıktır. helede düşünme gücü kendisinin farkına varacak kadar gelişmiş olan insan adı verilen hayvan türüne mensupsanız. bir kedi olmak insan olmaya kıyasla çok güzeldir oysa. tek yapacağınız fareleri yakalamak ve olabildiğince satanist nüfusu az yerlerde gezinmek. işte bu kadar hepsi. varlığınızın sırtınıza yüklediği basit yükler bunlar.
insan olmak bunun dışına çıkmayı, dışını içine, iç dünyasını gerçek dünyaya uyarlamayı gerektirir. hangi hayvan kendine ''ben neden varım ki?'' sorusunu sorar insandan başka?
yanıldık biraz, bazı insanlar o sorunun muhatabıdır. insanda bir hayvandır dedi darwin. yemek, içmek, üremek ve uyumak dışında farklı bir şey yapan kaç insan var dünyada? yüz kişinin parmak sayısını geçer mi sizce? bence değil.
ayrıntılar bir yana ben neden varım sorusunu sormaması gerekir insanın. cevabı olmayan sorular deliliğe verilen ilk selamdır. neden varım ben? anne baban seks yaptığı için. tamam teşekkürler. keşke bu kadar basit olsa. neden ve nasılı karıştırmanın muazzam güzelliği...
hayat anlamsızdır. doğumundan ölümüne milyarlarca şans faktörünün yanında olmasıyla insan varlığını idame ettirir. balkonda otururken bir maganda kurşunu yemediği için, banyoda yere düşüp beyin kanaması geçirmediği için, seks yaparken kalp krizi geçirmediği için... üç noktayı koydum, siz biraz daha devam edin benim midem olasılıksal varoluşa dayanmıyor daha fazla.
yine çok saptım ben. ama sapmakta varoluşsal bir eylemdir. böylece oyalanıp hayata saçmalamak bazında anlam katıyorum. hayat anlamsızdır dedi sartre. ve insan kendi anlamını kendi yaratmak zorundadır. bir seri katilin anlamı cinayet işlemektir, bir fahişenin anlamı tanımadığı insanlarla kağıt parçaları karşılığında seks yapmak ve bir filozofun anlamı kuramlar üretmektir. ve elbette insan özgürdür. kendi kendisini köleleştirecek kadar hemde.
varoluşçuluk yüzme bilmeyen insanın, hayat denizinde tutunduğu tek kütük parçasıdır. o kütük çürüyecek ve parçalanacak elbet. işte o zaman nihilist çırpınışlar dalgalara karşı koyamayacak. iyi boğulmalar sevgili insan.
yaşam çığlığını notaya almaya çalışan insanın vaveylasıdır. çaba daha güzel bir ölüm içindir. malum olan şey, madem doğmuşuz bari güzel ölelim demektir. basit tanımlamalar gibi görünse de derinlerde birikmiş, varlığı bilinen ama tadı bilinmeyen su gibidir varoluşçuluk.
Felsefe tarihinin belki de en fazla sağa sola çekiştirilen genresidir egzistansiyalizm. Kalıplaşmış tanımlardan kendimizi sıyırdığımızda ise, insanın ufkunu 75 katına çıkartan düşünce sistemi bütünüdür diyelim... (tüh gider ayak kalıplaştım)
Hz.google kullanmayı bilen her insan evladı, bu akımın babasının kierkegaard olduğunu bilir. Benim kambur, artist, yakışıklı manevi abim, tam bir sokrates hayranlığı ile ironi kavramını şekillendirip, tarih yazmıştır. Felsefi bilgime güvenen ve kendi düşünsel felsefe sistemini geliştirmiş biri olarak (evet biraz hak edilmiş narsisizm her zaman iyidir) soren abimin toplu eserlerini okurken kafamın yandığını doruklarıma kadar hissettim.
Şimdi abim, varoluşculuğu basite indirgediğimizde aşağıdakileri özetler; hayatta 4 çeşit varoluşun olduğunu söyler.
1-) Yığın yaşamı (psikolojik) varoluş: "Ayşe bak, elelamin oğlu şunu bunu yapmış tü tü tü, veya bu mekan kalabalık, kesin kalitelidir bak bütün millet burda ayin yapıyor" tarzında çıkarımlarla karar verdiğimiz anlar vardır ya hani, sürü psikolojisi olarak adlandırdığımız; işte bu durumsallık kierkegaard'ın ilk varoluş biçimidir. Bu yaşam biçiminde kişi toplumla özdeşleşmiştir.Bir birey olarak kendi varlığından habersiz olan kişi, sosyal norm ve standartları, iyi ve kötünün belirleyicisi olarak kabul eder.
2-) Estet varoluş: Estet kelime anlamı olarak, kendi götünden uydurduğu bir kavramdır. Günümüzde bunu, elitist ve hedonist combosu olarak düşünebilirsiniz. insanın hazzın peşinden koşan, kendisini iyi hissettirren hemen hemen bütün eylemleri yapmasını öğütler. Bunun içerisinde mutlak anlamda cinselliği koyabilirsiniz zira, kendisi dünya tarihinin en efsanevi baştan çıkarıcılarından biridir, belki de en iyisi... Bu alan en geniş anlamda "kendin için yaşama" veya dolaysız yaşam alanıdır. Toplum zerre kadar umrunda değildir.
3-) Ahlaksal varoluş: Estet yaşam biçiminin: yorucu, doyuma asla ulaşılamayan ve bir süre sonra tatminkar bir sergileme oluşturmadığından ötürü, kişinin estet varoluşu terketmesi anlamına gelir. Ahlaksal varoluş akıl, kendini adama ve denge ile karakterize edilir. Bu varoluş aşamasında; birey yanlızca kendisi için değil, her için en iyisini düşünerek eyleme geçer.
4-) Tanrısal Varoluş: Bu alan bütün eserlerinde dinsel varoluş diye geçer fakat bunu tanrısal olarak yorumlamak, kierkegaard'ı anlamaktır. ilahiyatçı olarak lanse edilse de, soren katıksız bir deisttir. Ahlaksal varoluşun bir süre sonra ahmaklarla uğraşmaktan başka bir işe yaramadığını düşünür ve dünyevi hayattan mümkün mertebe elini eteğini çekerek, tanrıya ulaşmayı amaçlar. Şu bir gerçektir ki; kierkegaard kadar tanrıyı arayan, içselleştirmeye çalışan başka bir düşünür bulamazsınız.imanın olanaklı olması için nesnel olarak kesinlik bulunmadığı halde, kişinin bu belirsizliğe rağmen tanrıya tutkuyla bağlanılması gerektiğine inanır.
Kısacası varoluş sistemi ilk olarak psikolojik olarak başlar ve kronolojik olarak tanrısal varoluşla son bulur. Kierkegaard inatla bu sıralamaya bağlı kalınmasını ve bireyin bu varoluş aşamalarının birer birer tecrübe etmesi gerektiğine inanır. "Hakikat özneldir, öznel hakikattir." deyişini çoğu zaman yineler. Onun için hayat bir anlam bulmak ve o anlam için var gücüyle mücadele etmektir.
Bana kattıklarının anlamı sonsuzdur manevi abim... Her neredeysen (muhtemelen hiçliğin uçsuz bucaksız boşluğunda huzur bulmuş.) bana mektup yazmayı sakın unutma, sonra sana trip atarım ona göre!
Kültür mantarlarının popüler toplanma mekânıdır. Birine girip bakmak için bile girmeyiniz. Bunun dışında tarihsel kökleri itibari ile başta Nietzsche ve Kierkegard gibi sağlam filozoflara dayanır.
Düşünce tarzını anlamak için nietzche yi ,varoluşçuluğun tadını almak için franz kafka yı okumak gerekir.
temsilcileri insanı duygudan arındırmaya çalışmaktadır.
19 yüzyıldaki temsilcilerinden Patrick süskind koku romanındaki,albert camus un yabancı romanındaki* ,tolstoy univan ilyiç in ölümü romanındaki karakterlerde bunu açıkça görebiliriz.
1. Varoluş her zaman tek ve bireyseldir. Bu görüş bilinç, tin, us ve düşünceye öncelik veren idealizm biçimlerinin karşıtıdır.
2. Varoluş, öncelikle varoluş sorununu içinde taşır ve dolayısıyla varlıkın anlamının araştırılmasını da içerir.
3. Varoluş insanın içinden bir tanesini seçebileceği bir olanaklar bütünüdür. Bu görüş her türlü gerekirciliğin karşıtıdır.
4. insanın önündeki olanaklar bütünü öteki insanlarla ve nesnelerle ilişkilerinden oluştuğundan varoluş her zaman bir dünyada var olmadır. Bir başka deyişle insan her zaman seçimini sınırlayan ve koşullandıran somut tarihsel bir durum içindedir.
Saçma, belirsizlik, korku ve kaygı gibi terimlerin sık kullanılması, Nietzsche gibi tanrıtanımaz varoluşçuların nihilistik (hiççi) duruşu de dikkate alındığında varoluşçuluğun yıkıcı bir felsefe olduğunu düşündürmüş ve kimilerince neredeyse bir intihar felsefesi olarak addedilmiştir. Bu tezi çürütmek üzere Sartre yazdığı Varoluşçuluk Bir Humanizmadır(insancılıktır) isimli denemesinde, karamsar gibi görünen tüm sözcüklere rağmen insan ve onun deneyimlediği dünyanın varoluşçu çözümlemesinin yalnızca hümanist (insancıl) amaçlarla yapıldığının altını çizmeye çalışmıştır.
Varoluş insana kendini nasıl yapmayı istiyorsa öyle yapması için bir davet sunar. insan koşulsuz bir özgürlükle işe koyulurken yaptıklarının tüm sorumluluğunu da üzerine alır.
Evren akıl ile bağdaşmayan saçma bir dizgedir, insanın önünde nihai bir hedef de bulunmaz ancak her şeye rağmen yaşamak durumunda olan insan eylemleri ile sürekli seçer. Bu seçimler ister istemez ile insan denen varlığın özünü yaratacaktır. işte varoluşçuluk Sartreye göre , karamsar gibi görünse de insanın karşı karşıya bulunduğu durumu ve varoluşun her tarafına yayılan saçmanın içinde barındırdığı yaratıcı hareket noktasını göstermekle hümanist bir yaklaşım sergilemektedir. Fransız yazar Albert Camus (1913-1960) ise Sartre ile pek çok konuda anlaşır görünür. Anlaşamadığı nokta ise Sartrenin tersine böylesine saçma (absurd) bir dünyada başlangıçta bir anlama sahip olmayan insanın sonradan da kendisine özgü bir anlam yaratmasının mümkün olmayacağına ilişkin fikridir.
19. Yüzyılın ikinci yarısında temelleri atılan ve 20.yüzyıl içersinde önemli ölçüde taraftar bulan bir felsefe akımıdır. Bireysel varoluş, özgürlük ve seçim yapabilme kudreti gibi temel varoluşçu esaslar çerçevesinde eser vermiş pek çok yazarın ortak çabalarının bir ürünü gibi görülebilir. Bununla birlikte bu kategoriye dahil edilen pek çok düşünürün, Heidegger örneğinde görüldüğü üzere varoluşçu oldukları şeklindeki düşüncelere açıkça karşı çıktıkları da görülmüştür. Varoluşçu yazarlar düşüncelerini açıklarken sistematik bir yöntem takip etmezler. Felsefelerini aforizmalar, meseller, manzum eserler, roman veya tiyatro oyunları gibi sanat eserleri aracılığıyla ortaya koymuşlardır.
Klasik felsefe bireyi unuttu diyerek felsefe'nin dizgeleştirilmesine karşı çıkar.
Sadece felsefe'de değil aynı zamanda edebiyat ve tiyatro'da da öne çıkmıştır.