tutunamayanlar

entry781 galeri20 ses1
    256.
  1. oğuz atay' ın sözü fazlasıyla edilen büyük eseri. hakan günday' ın " az" kitabı okunduktan sonra daha da büyük merak uyandıran yapıt.
    0 ...
  2. 255.
  3. bu kitabın incelemesini ve çözümlemesini arıyorum, bulan bilen beri gelsin.
    0 ...
  4. 254.
  5. çiçeklerden papatyayı, insanlardan Selim'i severim.
    1 ...
  6. 253.
  7. Kitabı okuyunuz, etkileniniz * ; ama bokunu çıkartmayınız lütfen. hani saw filmini izleyip sevgilisini testereyle kestikten sonra parçaları buzdolabında saklayan bir adamın haberi çıkmıştı 2-3sene önce. heh işte, bizim toplum empati olayını götünden anlayan bir millet. kendine öyle yakın hissediyor ki kahramanları onun etkisi bir türlü geçmek bilmiyor. ilk zamanlar etrafınızdakilere çekici gelebilir bu cool tavırlarınız ama bir yerden sonra ciddi anlamda şu gözle bakılıyor size 'çakma selim ışık' hatta daha da abartanları için yer yer 'çakma oğuz atay'... Yapmayın demiyorum, hobi olarak yine yapın ama 25 yaşına gelip 'kimse beni anlayamaz böhüee' şeklindeki ağlak tavırlarınız gerçekten bıktırıyor insanı.
    yeri gelmişken; (bkz: nasıl yaşadım on yıl bu evde) *
    4 ...
  8. 252.
  9. yıkıp geçer. başka kitapta bulamazsın o tadı. dolanırsın mal gibi. tekrar okunmalı. hayat o kadar basit değildir. acı vardır, içimize işleyen. berbat olursun okuduktan sonra ama unutamazsın nedense bu kitabı.

    olrich, sözlüğe içimi döksem anlarlae mı beni?
    2 ...
  10. 251.
  11. Zor bir kitap. Zorluğu karmaşıklığından ve kurulan ağır cümlelerden kaynaklanıyor. Kitabı Anlamak için biraz zaman ayırmak gerek.
    1 ...
  12. 250.
  13. açık konuşayım ben bu kitaptan bi halt anlamadım. sırf inada bitirdim. okuma için okudum yani.

    öyle bahsedildiği gibi yok bi hafta etkisinden çıkılmıyomuş falan filan.

    yalan hemde kuyruklu yalan. takrinbi bi saat önce bitti kitap, harcadığım zamana üzüldüm.
    0 ...
  14. 249.
  15. türk edebiyatının baş yapıtlarındandır.okuma alışkanlığı olmayan kişilerin bitiremeyecekleri kadar kalındır.
    2 ...
  16. 248.
  17. vakti zamanında okumuş olduğum, amma velakin bir sınav icabetiyle tekrar okuduğum oğuz atay eseridir. efendim böyle bi' acayiptir. "sen nasıl onca sayfa noktalama işareti kullanmazsın?" falan dedirtir ki en güzel bölümlerinden birisi de orasıdır. oğuz atay bildiği her şeye değinmiş, bir sürü tekniği kullanmış, bir o kadar da göndermeler yapmıştır. adeta beynini bu kitaba kusmuştur.. sonracığıma" kerhane" bölümü de baya güzeldir kanımca... gecenin şu vakti beni zar zor başından kaldırtarak entry girmeye zorlamıştır bu. kim mi? olric tabi ki de!
    3 ...
  18. 247.
  19. --spoiler--
    Delilerle alay edilmeyecektir. Mahalle çocukları böylelerinin

    peşine takılmayacaktır.

    Para kazanamayanlara serseri denilmeyecektir.

    Babalar, kızlarını her çeşit insana vereceklerdir.

    Sokak köpeklerinin durumu düzeltilecektir.

    Çocuklar, masallarla ve Allah'ın vereceği cezalarla korkutulmayacaktır.

    Taşradan gelenler, şehirde doğmaktan başka meziyetleri

    olmayanlar tarafından hor görülmeyecektir.

    Kurnazlık ortadan kalkacaktır. Bu konuda sıkı tedbirler

    alınacaktır.

    Yüreğimizi ezen bu sıkıntı, başımızdaki bu ağırlık kalkacaktır.

    O zaman, bin yıllık saltanat başlayacaktır. Bin yıl daha

    sürecektir. Bin yıl daha sürecektir. Bin yıl daha sürecektir.

    Bin yıl daha sürecektir. Bin yıl daha, bin yıl daha...
    --spoiler--
    4 ...
  20. 246.
  21. olric'i keşfeden arızalılar da tutunamıyo , olric'i kaybedip arayanlar da..

    tek tutunanlar olric'i görmezden gelip , onu susturmaya hatta yok etmeye çalışanlar..

    kitabı cidden okuyan herkes gibi , hayatımın kitabı..

    gittiğim her yere taşıyorum tılsım gibi.. sonra kaybedip orda burda yeniden yana yakıla alıyorum.. en son almanyada hiç bi yerde bulamadım , taşınırken kaybettiğim için kütüphaneden çıktısını aldım..

    evet tüm kitabın çıktısını , özetin değil..

    bu kitaptan sonra kaybeden tripleri bi yüzeysel geliyo ki sormayın.. kitabın tek kötü yanı da bu..

    "ben çok acılar çektim kızım" ( bi tekila shot yutup )

    "hayatım boyunca hep kaybettim ben" ( markalı gömleğinin kollarını kıvırırken)

    "sende kaybettiğim şeyleri yeniden buldum" (eli hatunun elini okşarken )

    bir am uğruna ya rab , ne eserler ayağa düşüyor!
    7 ...
  22. 245.
  23. --spoiler--
    selim olsa, sabaha kadar uyumaz, düşünür dururdu. ben olsam yatardım. üniversitede okurken de ben, gece yarısı olunca yatardım; o, çalışmasını sabaha kadar sürdürürdü. “saçların dökülüyor, uykusuz çalışmaya dayanamıyorsun; oğlum turgut, ihtiyarlıyorsun.” “uykusuz kalabilmen sinir kuvvetinden. benimki adale kuvveti.” kollarıyla selim’i soluksuz bırakıncaya kadar sıkardı: “sen birden çökeceksin selim. çünkü neden? çünkü için boş senin. birden, kollarımın arasında için boşalacak: birden, üçüncü boyutunu kaybedip bir düzlem olacaksın ve ben de seni duvarda bir çiviye asacağım.” havaya kaldırdığı selim’i duvara sürüklerdi. siyah saçlarından yakalayarak başını duvara dayar: “dökülmeyen saçlarından asacağım seni,” diye bağırırdı. “erkeğin kılları göğsündedir, oğlum selim.” hemen gömleğini çıkarır ve boynuna kadar bütün gövdesini kaplayan kıllarını gösterirdi selim’e. “iğrençsin turgut. sen onları, üniversite kantinindeki kızlara göster. kapat şu ormanı.” bir erkeğin yanında soyunmasından sıkılırdı selim. “beni, aşağılara çekiyorsun turgut. senden kurtulmalıyım.” turgut, pantalonunu da çıkarır, kollarını açarak bağırırdı: “ben, senin bilinçaltı karanlıklarına ittiğin ve gerçekleşmesinden korktuğun kirli arzuların, ben senin bilinçaltı ormanlarının tarzan’ı! yemeye geldim seni. benden kurtulamazsın. ben, senin vicdan azabınım!” “bağırma, anladık. benim vicdan azabım bu kadar kıllı olamaz. ruhbilimci tarzan, lütfen giyin."
    --spoiler--
    2 ...
  24. 244.
  25. Yazılan hiçbir kitabın yanına bile yaklaşamadığı eser.
    1 ...
  26. 243.
  27. zor kitaptır, ayakta durmaya çalışırken daha da zor gelir insana. bana göre tehlikeli oyunlara hazırlık kitabıdır. anlattığı çok şey vardır duymaya dayanabilenlere. diğerleri zaten bir şekilde tutunduklarını düşünmeye devam eder...
    1 ...
  28. 242.
  29. sonunda uygun bir fiyata bulup okumaya başladığım ,okumaya başlar başlamaz etkisi altına alan şahaser.
    1 ...
  30. 241.
  31. --spoiler--
    içini tarifsiz bir korku kaplıyor, olduğu yerde ter içinde kalıyordu. selim`i düşünen turgut tan başka bütün turgutlar, birdenbire onu yalnız bırakıyordu. bir çocuk gibi çaresiz ve savunmasız kalıyordu. üzülme turgut, bunu karşındaki bilmiyor turgut, biraz gülümse turgut, anlıyormuş gibi bak turgut; kimse o kadar akıllı değildir, kimse seninle korktuğun kadar ilgili değildir turgut, diye kendine cesaret vermeye çalışıyordu. gerçekten de, çevresinin kendisiyle o kadar ilgili olmadığını anladı kısa zamanda. yarıda kalan bir sözün peşinden kimse gitmiyordu. yanlış anladığı bir sözü hemen tekrar ediyorlardı. demek, diyordu turgut, kendi kendine, bugüne kadar gereğinden fazla vermişim. almadıkları bir sürü turgut vermişim onlara.
    --spoiler--
    0 ...
  32. 240.
  33. --spoiler--
    -herkes geçer diyor, geçer mi olric? herkes ne bilir acımı, herkes ne bilsin acımızı! yaşar gibi yapmaktan, özlemez gibi yapmaktan, iyiymiş gibi yapmaktan, nefes alıp onu içimde tutmaktan, o nefeste boğulmaktan sıkıldım. ki nefessizlikten değil nefesten boğulmaktır marifetimiz olric...

    +evet efendimiz.

    -bana katıldığını bilmek güzel... arada ses vermen güzel; içimin sesi de olmasa ölürüm yalnızlıktan...
    --spoiler--
    2 ...
  34. 239.
  35. "Herkes geçer diyor, geçer mi Olric? Herkes ne bilir acımı, herkes ne bilsin acımızı! Yaşar gibi yapmaktan, özlemez gibi yapmaktan, iyiymiş gibi yapmaktan, nefes alıp onu içimde tutmaktan, o nefeste boğulmaktan sıkıldım. Ki nefessizlikten değil nefesten boğulmaktır marifetimiz Olric.
    -Evet efendimiz.
    Bana katıldığını bilmek güzel. Arada ses vermen güzel. içimin sesi de olmasa ölürüm yalnızlıktan!"
    4 ...
  36. 238.
  37. binlerce izafiyet teoresi üretilecek bir kelime
    0 ...
  38. 237.
  39. an itibariyle 36 tl gibi astronomik bir rakama satılan oğuz atay romanıdır.
    1 ...
  40. 236.
  41. çok etkileyici yerleri olan ama yer yer güldürebilen oğuz atay şaheseri.

    --spoiler--
    turgut selim' e göğsünü açar ve kıllarını gösterir;

    turgut : bu senin vicdan azabın olum selim.

    selim : bağırma anladık, benim vicdan azabım bu kadar kıllı olamaz. ruhbilimci tarzan, lütfen giyin!
    --spoiler--
    4 ...
  42. 235.
  43. okumadan önce "işte bir popüler kültür balonu daha" diye geçiriyordum içimden.
    tıpkı nutella, eti browni intense ya da eternal sunshine of the spotless mind gibi...

    derken bir gün okudum.
    724 sayfayı okuduğumda -belki çok klişe ama- tokat yemiş gibi hissettim.
    bu kitabın başarısı belki de herkese bir tokat atabilmesidir.
    çünkü her okuyan kendini bulur.
    çünkü bahsettiği şey başarısızlıktır; çok da yabancısı değiliz öyle değil mi?
    okurken beğendiğim bazı kısımların altını çizmiştim.
    hatta bazılarına yıldız da koymuştum.
    benim için daha önemli olduklarından olsa gerek.

    aylar sonra elime aldığımda altını çizdiğim kısımların bolluğu beni önce şaşırttı.
    ama okumaya başladığımda yine kendimi buldum ve şaşkınlığım yerini yaşanmışlığa bıraktı.

    şimdilerde ise masamın üzerinde, hep karşımda duruyor.
    canım her sıkkın olduğunda biraz okurum.
    doğrusu okuyunca canım iyice sıkılıyor ama en azından karşımda bana gerçekleri söyleyen birini buluyorum.

    silkinip kendime geliyorum demek isterdim ama durum pek öyle değil.
    ne de olsa yaşadıkça batıyor insan.
    azar azar...
    3 ...
  44. 234.
  45. türk edebiyatın çıkan en güzel şeyler arasındadır. belki de en güzelidir.
    oğuz atay'ın ilk eseri olması da ayrı bir güzellik yapmıştır.
    tutunamayanlar hala okumayanlar için kitap raflarında sizi bekliyor olacaktır. ölmeden önce okunması gereken bir eserdir.
    0 ...
  46. 233.
  47. bir insanın götünün yiyip de başlayamayacağı türden bir kitap. yaklaşık altı ay önce bir arkadaşım tavsiye etmişti ve "mutlaka okumam" yönünde de çok ciddi baskı yapmıştı kitabı. 34 lira etiket fiyatı ve ele alındığı anda kendisini hissettiren bir ağırlığı vardı ki bu iki şey insanın gözünü korkutmak için yetebiliyordu(hele ki vakit bulmak konusunda sıkıntılı ve okurken düşünme payına ihtiyaç duyan bir adamsanız).

    aradan aylar geçti, kitabın etiket fiyatı 36 lira oldu, arada birkaç tane kitap okundu ve onların da birçoğu için "vasatın altında" notu verildi ve tutunamayanlar, hala sırasını beklemeye devam ediyordu bu süre zarfında. geçen gün edebiyat aşığı bir kaç genç adamın, ulu-orta dağıttıkları fanzinleri tutuşturuldu elime içinde türlü ve çeşitli edebi parçalar, düz yazılar, şiirler ve zart-zurt vardı. kapağın hemen arkasında ve aşağılarda bir yerde "hiçbir yere epigraflar" başlığı ile bir metin yayınlamışlar:

    "değil değil anlatmak istediğim bu değil susuyorum artık konuşamayacağım zaten kelime haline, cümle haline getirince olmuyor oysa bir bilseniz ben düşüncemde dünyayı nasıl idare ediyorum aslında. sizin dünyanız da fakir geliyor bana ancak bugünkü düzende birtakım imtiyazlar sağlayabilirsiniz bana. ya geçmiş yüzyıllar... onları nasıl yaşayacağım? hayır, bütün istediklerimi yaşamaya hayatım ve sizin imkânlarınız yetmez. oysa ne kadar iyi olacaktı tabii siz anlamadıktan sonra değeri yok. benim gibi olmalı herkes. o zaman da bana haklı muamele edilmez. elbette çok şey beklediğimi biliyorum. her zaman da bekledim. her yeni tanıştığım insandan tanışır tanışmaz neler bekledim. o daha adımı öğrenmeden ben onunla ilgili hayaller kurdum, ümit etmeye başladım hemen ve o insan yanımdan bir dakika bile ayrılınca ben öyle yerlere varmıştım ki hayalimde bu ayrılmayı bir ihanet saydım. gücendim ve hayır, benimle başa çıkılmaz. beni bırak günseli. herkes için öyle hayaller kurdum ki senin için de bir kurmaya başlarsam... bak günseli düşün, beni tanıdığın kadarıyla seviyorsun. bir bilsen bilmedikl"

    yazı burada kesilmişti fanzinde ve hemen sağ alt köşesinde de bold yazı karakteri ile "oğuz atay" aradaki virgülün hemen ardından italik bir yazı karakteriyke de "tutunamayanlar" yazıyordu. şimdi cümle dahi yarım kalmış ve aklıma işlemiş bir hâlde kaç gündür. sanırım bir şekilde sonuçlarını göze alıp da başlamalıyım şu kitaba...
    2 ...
  48. 232.
  49. --spoiler--

    beklemedeyim hiç gelmeyecek olanı
    uyan olric ... doğrul... ..........seni bekliyor.....

    düş değil gerçek
    ..............seni bekliyor...
    yanımdaymışsın yalanına kendimi kandırırken

    derdin tam orta yerine düştüğümün farkında değildim elbet
    kimseye arka bahçelerimden geçen katarların ağırlığını duyurmadım
    duymayın da artık beni...
    bir yerlerde hep yanlış yapmanın telaşlı kıpırtısını yaşıyorken...

    o yanlışın artık sonsuza dek düzeltilemeyeceğini bilmenin
    kıstırılmışlığı ile pusuyorum bazen....
    uzun süre gecelere küsüyorum...
    uzun süre kendime küsüyorum...
    uzun süre kaleme...
    kağıda küsüyorum...hayata küsüyorum
    denizin en sığ yerinden başladık yol almaya olric
    şimdi kara görünmüyor gerimizde…
    bugün mektuplarımı postalamak için çıktım sokağa olric

    en iyi kendime yazarım ben...
    kış´ dedim,henüz gitmek için hazırlık yapmıyor´...
    hala (d)üşüyorum...(mart)
    sen acıyı biriktirmeyi seversin olric…

    sen biriktirmeyi seversin....
    hadi devam et şimdi …kuru yaprakları...
    deniz taşlarını… gözyaşını… sorulamamış soruları …
    senden kalan sesleri… yaşanamamış paylaşılmışlıkları…
    birlikte harcamak üzere kalbinde biriktirilmiş zamanları ve hüznü…
    ve özlemi biriktirmeye…
    siyah dedim en güzel taşıdığım renk...

    ve herkesin üzerinden akan renk...
    şimdi bunca karanlığın üstüne oturup bir mektup yazmalı ilkbahara
    ve yaz´a
    `hadi renklerini topla da gel´ demeli...
    sen de sıcağı pek sevmezsin olric…
    güz´ü severdin sende…son baharı severdin
    bu yüzden mi hep sonbaharlarda sevdik biz…
    sonbahar gibi hep kaynayan bir neşeyle savrulurdun hayatın içinde

    yaprak yaprak… yön seçmeden…
    ben yüzüme kondurduğum hüzünle boyardım her şeyi…
    sen hazan yüzlüm olurdun olric…
    yağmur da başladı olric…

    rüzgarın en delisi beni buluyor yine…
    o an, `dünyayı karış karış dolaşsam´ diyorum kendime...
    gülümsüyorsun...
    ne de çok yakışıyor gözlerine tebessüm…
    ki gözlerin hep güler(di) senin…
    şimdi dünyayı karışlamayı unutuyorum gözlerinde...
    martıları da seversin sen olric…gülümsüyorsun yine..

    ne de çok yakışıyor gözlerine tebessüm…
    oysa ben bugün kendime mektuplarımı postalamak için çıkmıştım
    sokağa...
    martılar dolan gözlerinde yitiverdim...
    yağmur hızlandı…rüzgar da... kış´ dedim,çok azimli.´

    beni hırpalamak istiyor…
    az mı hırpalandım ben olric…
    kapıyı vurup çıkışlarımın kar´ı dondurmadı mı beni…
    daha bir buza kesmedi mi içim…
    dönüşlerimdeki mora kesmiş parmaklarımı hissetmeyişim
    ve yüzümde donmuş gözyaşları mı ısıtmaya çalışırken sende hep
    dondun ...
    ama ellerimde ki mektupları göremedin olric…
    `onları şimdi adreslerine doğru fırlatıyorum´ dedim…
    rüzgarın yağmurun önüne savurdum bir bir... uçtular ıslanarak....
    bugün kendime mektuplarımı postalamak için çıktım sokağa…
    ben de takıldım köşelerine…
    biliyorsun ya en güzeli senin hiç gitmeyeceğini bilmek (di) olric...
    çekilip içimin kuytularına her ne varsa birikmiş içeride

    dökmek var aklımda yeni mektup sayfalarına…
    tut beni olric… beni her şeye rağmen tut…
    yoksa karanlıklarda yok olacağım…
    ki aşk; acıtan… kanayan yaranın yanında gözlerinin özlemi…

    göz yaşlarımızın tuzlu tadı…karanlığın gölgesinin ayak izi …
    belki sen… belki ben…belki biz olamayışımız…
    belki aşk´ın korkuya galip gelemediği meydan…
    ki aşk hep sahip olduğum da hiç fark edemediğim olric!...
    belki ben etiketimi serseri mayın yapıştırmışlığımdan…

    belki korkusuzluğumdan bir o kadar adam gibi oluşumdan…
    belki de sivri topuk giyip salınamayışımdan böyleyim…
    içimde ki güç uzun zamandır beni havalandıramayacak kadar ışıksız…
    kanatlarımsa hiç olmadı melek değilim…yada var…
    olsam olsam şeytan…ama şeytanda bir melek di değil mi ...
    kullanma kılavuzum yok sorun beklide bu olric…
    yanıldığım bir gerçek
    önce bir şeyleri resmetmenin zorluğunu fark ettim...

    sen ki resmedilemeyecek kadar gizlere bürünmüşsün..
    ne kadar kazısam hep pentimento olric..!.
    i̇çimin saklısına böyle bitimsiz bir acı yerleşmişken nasıl söylemeli…
    kime ne anlatmalı… kimden ummalı bir çıkış...
    ki yusuf çık o kuyudan çığlıklarıyla ürperirken ruhum…
    olmayacağını bile bile...
    seni inadına kirletmeyen…seni büyüten…
    seni allayan pullayan…
    seni bir başka raftan alıp bir başka rafa koyan
    ve bir türlü en uygun mekanı bulamayan…
    sana ki hiçbir mekanı yakıştıramayan aşk´tı
    ben…aşk belki... diyerek çıktım yola…

    aşk belki… her bitenle başlayandı…
    başlayamadım olric!...
    aşk dediğim benden doğandı...

    gidişimin en büyük nedeni uzaklarına çekilip… uzaklarından bakmak…
    seni yeniden doğurmaktı…
    kim bilirdi ki gitmeye karar verenin…
    gitmek için hangi sözün ardına gizlendiğini?
    dönmek için elbet gitmek gerekir ama sen fazla açıldın kıyından…
    çek kürekleri olric... çek kürekleri ...
    biliyorsun ki ne kadar çeksen asla kıyılara ulaşamayacağız!
    kış yüklenmişken beyaz dallarına ağaçların..

    ocak´tı şubat´tı en son mart´tı…
    kış ağırlığını taşıtıyorken kalplere… buza kestiriyorken yürekleri…
    bana dönük adımlarının yavaşlaması
    havanın soğukluğundadır kandırmacasındayım…
    oysa ağırlığı veren…
    içimdeki hüznün çığlığında ellerimi sıkışımla avuçlarıma dolan kan…
    acısıyla burkulan yüzümdeki göz yaşları…
    ve hiç bitmeyeceğini düşündüğüm karanlığın orta yeri...
    eğer yeniden gelseydim hayata deyip kalakalıyorum…

    "eğer yeniden gelme şansım olsaydı hayata...
    tüm hatalarımı yeniden yaşardım" diyen şairin
    dibe vurmuş umutsuzluğuyla karşı karşıyayım…
    bir daha dönemeyecek olmak... bir daha başlayamayacak olmak...
    bir daha gelmeyecek olmak…bir dahası olmayacak olric...
    bir dahası hiç olmayacak ...
    en keskin can alıcı virajlarını takipteyim şimdi dönülesi yolların...

    kış hâlâ duruyor olduğu yerde... ben duruyorum…
    sen yanımdan hızla geçiyorsun uzaklara ….
    oysa bilmiyorsun ben uzaklara yollanacak bir mektubu taşıyorum içimde…
    yazılanlar çoktan yazıldı... yaşandı ve bitti olric...
    yazılanlar çoktan yazıldı bitti...
    asla yinelemeyeceğiz bir daha!
    nereye gitsem yabancıyım…

    ve yabancı dediğim güz hep başka…hazan başka…
    havada dolanan yağmur yüklü bulutun tadı başka…
    yeşiline aldandığım sonbaharda solan yaprağın izi başka…
    bilmiyorsun…
    kaç gece intihar sehpalarına kendim vurdum tekmeyi
    kaç gece giyotin altında kesildim
    kaç gece namludan baktım dolunaya…
    kaç gece senden bittim…uçurumundan düştüm kaç kere bilmiyorsun olric…
    seni aramıyorum uzun zamandır…seni bulmuyorum…

    seni yabancılaştığım… kaybettiğim …
    bulamadığım kendimde bile aramıyorum …
    ki bulduğum yerde yitirme kesinliği karşımda apaçık duruyor…
    bile bile sokuyor kendini akrep…
    bile bile gizli ölümlere mezar kazıyorum…
    boğazıma dayalı bıçağın sancısı kanadıkça biraz daha ölüyorum…
    bundan sonrası hissizlik… ötesi ise silikleşecek…
    sus olric…
    sus sonsuza kadar… ne sesini duymak istiyorum ne sessizliğini...
    hiç bilmedin içimde kanayan sancının derinliğini
    artık hiçbir şeyine dönmeyeceğim gözlerimin ışıltısı sönmüş yüzümü

    ki seni her sabah suskunluğumla bıraksaydım
    bu kadar yok olmayacak bu kadar tiz´leşmeyecektin…
    yürek atışlarının "dursun artık" istemiyle bakakalacaksın…
    nafile... nafile...
    bir kere başladın mı artık "bitmek" denen kayboluyor…
    sürekli başlıyorsun…
    sürekli ardı ardına bağlanmış ip gibi asılı kalıyorsun zamana…
    dursa ne çıkar… başladı ve bitmeyecek…sadece yön değiştirecek…
    görüntü değiştirecek…isim değiştirecek…renk... mekan... dil...
    ama bitmeyecek hiç olric…
    ki her şeye bir sözleri var olric…
    ben ne kadar her şeye susuyorsam
    onlar o kadar her şeye çok tanıdıkmış gibi görünüyorlar…
    kim olric kim ….

    kim sendeki senden ...başka bir sen oluşturmadan
    seni kabul etmeyi ...ta baştan kendine söylemiş
    ta baştan göze alabilmişti ki…
    kışın dondurucu soğuğu kadar dayanılmazdı zaman…

    kitap raflarına kafamı gömüp aradığım asıl bulmak istediğimdi…
    aradığım neydi olric…
    kış ki önümü kesmeyi sevdi hep…

    ama ben kış´a inat bir cümleyle açtım yolları bildin hep!...
    ahh işte…
    "hep olmayacakları mı ister insan… hep olmayacağa mı yönlendirir
    yoksa olayları"
    içimdekiler eylül dansından geri kalanlar ver elini olric…
    aşk´ın bizi bıraktığı sahilden başlayıp bırakalım içimizdeki
    tüm gereksiz cam kırıklarını…
    ben elime bez bebeğimi alıp oturayım cam pervazlarında…

    ben uçurayım uçurtmamı…sen bilyelerini yuvarla yokuş aşağı
    ver elini olric..
    "her şey güzel olacak …buda geçecek…
    sen güçlüsün" diye diye yolu yarıladık bak!...
    az´ım olric...azımsanıyorum...azım sanıyorum!...

    gidip bir köşede biriktirme zamanım geldide geçti bile…
    ki az zamanda ne şiirler biriktirmiştim içimde…
    sen şiirleri bilir misin olric? ben bildiğini bilirim…
    yorgunluğumun kimsesizliğinde titrediğin her gece …
    olric bir tek sendin omzunda dinlendiğim...
    sen ile ben olric…
    öğrenmeliydik yalnızlığın kaç bucak olduğunu...
    ve bir ve iki ve üç olric…dönüş yok…
    sen ve ben…tükendiğinde yittiğinde her şey "yaşandı bitti"
    diyebilecek gücü şimdiden toplamalıydık…
    geç mi kaldık? olric…
    geç kaldığımızı anlamak için bile mi çok geç kaldık yoksa
    doğruya…
    ne varsa beklenen.. arası kapatılamayacak mesafelerce geç kaldık…
    bitmek varsa eğer… geçmişi ak sayfalara kaydedecek …
    silmeyecek beyaza boyayacak zaman bitti olric...
    bir an da… hiç olmayacak bir zamanda…

    nedir bu kalabalık bu kurtlar sofrası? ellerinde pankartlar…
    aşk bir ihtilâldir!´ –aşk bir başkalaşımdır!´ –
    `aşk bir yitiştir!´ – aşk bir ihanettir!

    semender ateşiyle etrafımı sarmışlar elini uzat olric…
    uzat elini... ben kendi ihtilâlimden endişeliyim…..
    ben her dokunduğumu inciten…
    ben her uzandığımı yok edecek bir felaket kadar felaket!
    aşk belki… ağlamaktır...ağladıkça anlarsın…anladıkça ağlarsın…

    nasıl da eritir göz yaşı insanı…gel seninle bir daha ağlayalım …
    yaşanmışlara… yaşanmamışlara… bir de hiç yaşanamayacaklara
    ağlamak güzeldir olric… ağlamak ki yüreğin temizlik eylemi derler…
    ama bilmezmisin cam kırıkları temizlenmiyor olric!
    her gün bir şeyler değişiyor…

    ardımda bıraktığım hiçbir şeyin bıraktığım gibi kalmadığını biliyorum…
    kendimin bile o küçük şehirdeki gibi olmadığını bilmek
    her defasında içimi bir parça daha acıtıyor…
    kalan sadece benden ufak tefek parçalar…
    çocukluğumu gömmüşüm o şehre…küçük mutluluklarımı...
    zamansa inadına tepeleyip geçiyor her şeyi…
    beni… seni… anıların her anını...
    zaman ilerledikçe silineceğine netleşiyor geçmiş…
    satır araları canlanıveriyor
    isimler yüz hatlarına bürünüp çıkıyorlar karşıma…
    ne desem az… ne desem çok…
    ne desem boş…ne desem yersiz ve yetersiz
    aşk´ına vurdum başımı… iflah olmam…ben adam olmam…
    ne kadar su verirsen ver…artık susuzluğumu gideremezsin
    ne kadar ışık tutarsan tut… artık karanlığımı ışıtamazsın
    içimde hiç dinmeyen bir fısıltı olarak kalacaksın
    olric!... seni kaybetmek bir daha bulamamak demekti…
    geç anladım!
    şimdi gölgemize gitmeleri yerleştirip `uzak´ dedikleri yeri
    hedefleyelim gel seninle olric...
    seninle konuşmalıydım olric

    çok çok önceleri ilk karşılaştığımda…kırılmamışken…incinmemişken..
    henüz bu kadar yorulmamışken…
    şimdi ne kadar konuşsam gözlerindeki o pus hiç gitmiyor...
    hiç gitmeyecek... anlıyorum…
    neden bu kadar üzgün suskunluğuna anlatıyordun acını?
    neden hep denizin karşısına … aynı yalnızlığın içinde kayboluyordun?
    neden hep susuyordun?
    neden hep susuyorduk?
    neden hep...
    seninle konuşmalıydım olric
    ne kadar da benden olduğunu anlatmalıydım….
    kendini artık dinlemek zorunda olduğunu bir şekilde anlatmalıydım sana
    boş boş baktığın kalabalıklardan değil… kendinden medet...
    o...benim evet... yani sen
    ben olric, sen olric...
    seninle konuşmalıydım olric

    zaman aktı geçti yanından… durdun hep…bir şeyler geçip giderken
    senden çok şey alıp götürdüğünü bile bile durdun…
    sevgililer hep gider olric...biz kalırız artakalan onlardan
    ve bize bıraktıkları cam kırıkları...
    bir gün yarın diye bir şey olmayacak olric…

    yarın´ımız bize varmadan ne mümkünse ya yapmalıyız beraberce
    yada ölmeliyiz olric…ya tut elimden..yada bırak ölelim…
    ki rüyalarım kabusa dönüşüp bizi kirletiyor olric…
    düşlerin en güzelinde çıktın karşıma olric...

    düşlerin en güzelini en güzel yapan… senin duruşun...
    bakışın... ve suskunluğundu.
    kendine "yüzünü dökme küçük kız" dedirtecek kadar hazandın..
    söylesene olric bu defa susma ...bir dahası olur mu düşlerin?
    şimdi al yalnızlığımı ört üzerine olric...
    belki o vakit bırakıp her şeyi…
    gelirim bir yerlerden başlamak için yeniden…
    evet korkularla inançsızlıklarla…kırılmışlıklarla…karşı karşıyayız…
    ama bil ki korkular ille de sebepli olric...
    "sevdiğini incitir insan" diyenleri haklı çıkaracak kadar acıyla
    yanışım.
    ne ekersen onu biçersin diyen rüzgarım sonrasındaki fırtınalarım…
    bir şiire vurulup da hiçbir şiir olamayışım...
    ve nerede… nasıl…
    ne zaman sonlanacağını artık pek de umursamadığım…
    bilemediğim hayatım…
    hepsi bir "yaşandı bitti" noktasının etrafında dolanıyor…
    nokta gelip koyuyor sonunu…
    hadi durma al yalnızlığımı ört üzerine olric...
    duruyorum...susuyorum...

    uzun zamandır... birgün´ü bekliyorum sanırım…
    bir gün her şey iyileşecek deyip
    içimde öyle büyük fırtınalar biriktiriyorum ki…
    o fırtınaların her birinde "okkalı küfürler" çığlığıma kapılıp
    kayboluyor...
    yutuluyorum olric…
    doğru olanı yapmak her zaman mutlu etmiyor olric...
    mutlu olmak adına tüm düşüncelerimi bir kenara bırakma arzusuyla
    yırtarken yazılmışları... yaşanmışlıkları ki ben mutluydum olric..
    mutluyduk..mutluymuşum…biliyorum ki artık…
    kendi istemedi mi gelmeyecek mutluluğum…

    sahip olmayacak hayatımıza olric..
    işte bu yüzden al yalnızlığımı ört üzerine…
    al yalnızlığımı olric.
    giderken hiç gitmeyen… kaçarken hep beni izleyen…

    her adreste karşıma çıkan sensin olric...
    bak yağmur yağıyor yine… üstelik gri….
    bu aralar yağmurların rengi hep gri...
    sen… yağmur ve bir bardak demli çay...
    birbirinize ne de çok yakışıyorsunuz…
    sen çayı çok seversin olric…yağmuru da ben…
    sensiz çay ısıtmıyor içimi olric…
    bilmiyorsun ki
    "koca bir ömrü harcamak" dedikleri gerçeğin altını seninle çizdim
    ben...
    seni özlüyorum…yağmur içimde …hep seni özlüyorum olric...

    bul beni!
    çek çıkar düştüğüm kuyudan…
    ki biliyorsun ben var halimle yok olma çabasındayım…
    nefes aldığın her anı hayata döndürememenin telaşındayım..
    yazıyorum olric…okuya okuya bul beni…
    ne imla..ne satır arası... ne paragraf..
    boşluk yok olric...dopdoluyum...
    buralarda kalakaldım olric...
    bir o kadar durgun…
    öyle bir şey işte...
    görüyorum ki
    benimle birlikte hiçbir şey kalakalmıyor…
    zaman durmuyor insanlar durmuyor
    rüzgar esiyor yine…sular akıyor…
    saat inadına tik tak...akşam oluyor… sabah oluyor…
    ağaçlar bir döküyor yapraklarını bir çiçek açıyor...
    ben hariç hiçbir şey kalakalmıyor olric...
    hüzne bulanmadan yaşanmıyor ki olric...

    ilk açılan yaranın bir daha kapanmayacağını…
    ilk kopan fırtınanın ömür boyu dinmeyeceğini…
    hep ilk olanın ne varsa aniden değiştirivereceğini
    nereden bilebilirdin ki olric...
    şehirler değiştiriyorum…olric…
    "içimden şehirler geçiyor sen her durakda duruyor inmiyorsun"lara
    takılıp kalıyorum…
    şehirler değişiyor olric… ben değişiyorum…
    değiştikçe kanıyorum…
    dünya da değişiyor ya...
    bir… yaşanmışlıklar olduğu gibi duruyor işte...
    "sen yok desen de...ay dolunay işte..."
    ve ben vazgeçip her şeyden
    hayatlardan bir gölge gibi çekiliyorum uzaklara...
    --spoiler--
    6 ...
© 2025 uludağ sözlük