Kitabı okuyunuz, etkileniniz * ; ama bokunu çıkartmayınız lütfen. hani saw filmini izleyip sevgilisini testereyle kestikten sonra parçaları buzdolabında saklayan bir adamın haberi çıkmıştı 2-3sene önce. heh işte, bizim toplum empati olayını götünden anlayan bir millet. kendine öyle yakın hissediyor ki kahramanları onun etkisi bir türlü geçmek bilmiyor. ilk zamanlar etrafınızdakilere çekici gelebilir bu cool tavırlarınız ama bir yerden sonra ciddi anlamda şu gözle bakılıyor size 'çakma selim ışık' hatta daha da abartanları için yer yer 'çakma oğuz atay'... Yapmayın demiyorum, hobi olarak yine yapın ama 25 yaşına gelip 'kimse beni anlayamaz böhüee' şeklindeki ağlak tavırlarınız gerçekten bıktırıyor insanı.
yeri gelmişken; (bkz: nasıl yaşadım on yıl bu evde) *
yıkıp geçer. başka kitapta bulamazsın o tadı. dolanırsın mal gibi. tekrar okunmalı. hayat o kadar basit değildir. acı vardır, içimize işleyen. berbat olursun okuduktan sonra ama unutamazsın nedense bu kitabı.
vakti zamanında okumuş olduğum, amma velakin bir sınav icabetiyle tekrar okuduğum oğuz atay eseridir. efendim böyle bi' acayiptir. "sen nasıl onca sayfa noktalama işareti kullanmazsın?" falan dedirtir ki en güzel bölümlerinden birisi de orasıdır. oğuz atay bildiği her şeye değinmiş, bir sürü tekniği kullanmış, bir o kadar da göndermeler yapmıştır. adeta beynini bu kitaba kusmuştur.. sonracığıma" kerhane" bölümü de baya güzeldir kanımca... gecenin şu vakti beni zar zor başından kaldırtarak entry girmeye zorlamıştır bu. kim mi? olric tabi ki de!
olric'i keşfeden arızalılar da tutunamıyo , olric'i kaybedip arayanlar da..
tek tutunanlar olric'i görmezden gelip , onu susturmaya hatta yok etmeye çalışanlar..
kitabı cidden okuyan herkes gibi , hayatımın kitabı..
gittiğim her yere taşıyorum tılsım gibi.. sonra kaybedip orda burda yeniden yana yakıla alıyorum.. en son almanyada hiç bi yerde bulamadım , taşınırken kaybettiğim için kütüphaneden çıktısını aldım..
evet tüm kitabın çıktısını , özetin değil..
bu kitaptan sonra kaybeden tripleri bi yüzeysel geliyo ki sormayın.. kitabın tek kötü yanı da bu..
"ben çok acılar çektim kızım" ( bi tekila shot yutup )
"hayatım boyunca hep kaybettim ben" ( markalı gömleğinin kollarını kıvırırken)
"sende kaybettiğim şeyleri yeniden buldum" (eli hatunun elini okşarken )
--spoiler--
selim olsa, sabaha kadar uyumaz, düşünür dururdu. ben olsam yatardım. üniversitede okurken de ben, gece yarısı olunca yatardım; o, çalışmasını sabaha kadar sürdürürdü. saçların dökülüyor, uykusuz çalışmaya dayanamıyorsun; oğlum turgut, ihtiyarlıyorsun. uykusuz kalabilmen sinir kuvvetinden. benimki adale kuvveti. kollarıyla selimi soluksuz bırakıncaya kadar sıkardı: sen birden çökeceksin selim. çünkü neden? çünkü için boş senin. birden, kollarımın arasında için boşalacak: birden, üçüncü boyutunu kaybedip bir düzlem olacaksın ve ben de seni duvarda bir çiviye asacağım. havaya kaldırdığı selimi duvara sürüklerdi. siyah saçlarından yakalayarak başını duvara dayar: dökülmeyen saçlarından asacağım seni, diye bağırırdı. erkeğin kılları göğsündedir, oğlum selim. hemen gömleğini çıkarır ve boynuna kadar bütün gövdesini kaplayan kıllarını gösterirdi selime. iğrençsin turgut. sen onları, üniversite kantinindeki kızlara göster. kapat şu ormanı. bir erkeğin yanında soyunmasından sıkılırdı selim. beni, aşağılara çekiyorsun turgut. senden kurtulmalıyım. turgut, pantalonunu da çıkarır, kollarını açarak bağırırdı: ben, senin bilinçaltı karanlıklarına ittiğin ve gerçekleşmesinden korktuğun kirli arzuların, ben senin bilinçaltı ormanlarının tarzanı! yemeye geldim seni. benden kurtulamazsın. ben, senin vicdan azabınım! bağırma, anladık. benim vicdan azabım bu kadar kıllı olamaz. ruhbilimci tarzan, lütfen giyin."
--spoiler--
zor kitaptır, ayakta durmaya çalışırken daha da zor gelir insana. bana göre tehlikeli oyunlara hazırlık kitabıdır. anlattığı çok şey vardır duymaya dayanabilenlere. diğerleri zaten bir şekilde tutunduklarını düşünmeye devam eder...
--spoiler--
içini tarifsiz bir korku kaplıyor, olduğu yerde ter içinde kalıyordu. selim`i düşünen turgut tan başka bütün turgutlar, birdenbire onu yalnız bırakıyordu. bir çocuk gibi çaresiz ve savunmasız kalıyordu. üzülme turgut, bunu karşındaki bilmiyor turgut, biraz gülümse turgut, anlıyormuş gibi bak turgut; kimse o kadar akıllı değildir, kimse seninle korktuğun kadar ilgili değildir turgut, diye kendine cesaret vermeye çalışıyordu. gerçekten de, çevresinin kendisiyle o kadar ilgili olmadığını anladı kısa zamanda. yarıda kalan bir sözün peşinden kimse gitmiyordu. yanlış anladığı bir sözü hemen tekrar ediyorlardı. demek, diyordu turgut, kendi kendine, bugüne kadar gereğinden fazla vermişim. almadıkları bir sürü turgut vermişim onlara.
--spoiler--
--spoiler--
-herkes geçer diyor, geçer mi olric? herkes ne bilir acımı, herkes ne bilsin acımızı! yaşar gibi yapmaktan, özlemez gibi yapmaktan, iyiymiş gibi yapmaktan, nefes alıp onu içimde tutmaktan, o nefeste boğulmaktan sıkıldım. ki nefessizlikten değil nefesten boğulmaktır marifetimiz olric...
+evet efendimiz.
-bana katıldığını bilmek güzel... arada ses vermen güzel; içimin sesi de olmasa ölürüm yalnızlıktan...
--spoiler--
"Herkes geçer diyor, geçer mi Olric? Herkes ne bilir acımı, herkes ne bilsin acımızı! Yaşar gibi yapmaktan, özlemez gibi yapmaktan, iyiymiş gibi yapmaktan, nefes alıp onu içimde tutmaktan, o nefeste boğulmaktan sıkıldım. Ki nefessizlikten değil nefesten boğulmaktır marifetimiz Olric.
-Evet efendimiz.
Bana katıldığını bilmek güzel. Arada ses vermen güzel. içimin sesi de olmasa ölürüm yalnızlıktan!"
derken bir gün okudum.
724 sayfayı okuduğumda -belki çok klişe ama- tokat yemiş gibi hissettim.
bu kitabın başarısı belki de herkese bir tokat atabilmesidir.
çünkü her okuyan kendini bulur.
çünkü bahsettiği şey başarısızlıktır; çok da yabancısı değiliz öyle değil mi?
okurken beğendiğim bazı kısımların altını çizmiştim.
hatta bazılarına yıldız da koymuştum.
benim için daha önemli olduklarından olsa gerek.
aylar sonra elime aldığımda altını çizdiğim kısımların bolluğu beni önce şaşırttı.
ama okumaya başladığımda yine kendimi buldum ve şaşkınlığım yerini yaşanmışlığa bıraktı.
şimdilerde ise masamın üzerinde, hep karşımda duruyor.
canım her sıkkın olduğunda biraz okurum.
doğrusu okuyunca canım iyice sıkılıyor ama en azından karşımda bana gerçekleri söyleyen birini buluyorum.
silkinip kendime geliyorum demek isterdim ama durum pek öyle değil.
ne de olsa yaşadıkça batıyor insan.
azar azar...
türk edebiyatın çıkan en güzel şeyler arasındadır. belki de en güzelidir.
oğuz atay'ın ilk eseri olması da ayrı bir güzellik yapmıştır.
tutunamayanlar hala okumayanlar için kitap raflarında sizi bekliyor olacaktır. ölmeden önce okunması gereken bir eserdir.
bir insanın götünün yiyip de başlayamayacağı türden bir kitap. yaklaşık altı ay önce bir arkadaşım tavsiye etmişti ve "mutlaka okumam" yönünde de çok ciddi baskı yapmıştı kitabı. 34 lira etiket fiyatı ve ele alındığı anda kendisini hissettiren bir ağırlığı vardı ki bu iki şey insanın gözünü korkutmak için yetebiliyordu(hele ki vakit bulmak konusunda sıkıntılı ve okurken düşünme payına ihtiyaç duyan bir adamsanız).
aradan aylar geçti, kitabın etiket fiyatı 36 lira oldu, arada birkaç tane kitap okundu ve onların da birçoğu için "vasatın altında" notu verildi ve tutunamayanlar, hala sırasını beklemeye devam ediyordu bu süre zarfında. geçen gün edebiyat aşığı bir kaç genç adamın, ulu-orta dağıttıkları fanzinleri tutuşturuldu elime içinde türlü ve çeşitli edebi parçalar, düz yazılar, şiirler ve zart-zurt vardı. kapağın hemen arkasında ve aşağılarda bir yerde "hiçbir yere epigraflar" başlığı ile bir metin yayınlamışlar:
"değil değil anlatmak istediğim bu değil susuyorum artık konuşamayacağım zaten kelime haline, cümle haline getirince olmuyor oysa bir bilseniz ben düşüncemde dünyayı nasıl idare ediyorum aslında. sizin dünyanız da fakir geliyor bana ancak bugünkü düzende birtakım imtiyazlar sağlayabilirsiniz bana. ya geçmiş yüzyıllar... onları nasıl yaşayacağım? hayır, bütün istediklerimi yaşamaya hayatım ve sizin imkânlarınız yetmez. oysa ne kadar iyi olacaktı tabii siz anlamadıktan sonra değeri yok. benim gibi olmalı herkes. o zaman da bana haklı muamele edilmez. elbette çok şey beklediğimi biliyorum. her zaman da bekledim. her yeni tanıştığım insandan tanışır tanışmaz neler bekledim. o daha adımı öğrenmeden ben onunla ilgili hayaller kurdum, ümit etmeye başladım hemen ve o insan yanımdan bir dakika bile ayrılınca ben öyle yerlere varmıştım ki hayalimde bu ayrılmayı bir ihanet saydım. gücendim ve hayır, benimle başa çıkılmaz. beni bırak günseli. herkes için öyle hayaller kurdum ki senin için de bir kurmaya başlarsam... bak günseli düşün, beni tanıdığın kadarıyla seviyorsun. bir bilsen bilmedikl"
yazı burada kesilmişti fanzinde ve hemen sağ alt köşesinde de bold yazı karakteri ile "oğuz atay" aradaki virgülün hemen ardından italik bir yazı karakteriyke de "tutunamayanlar" yazıyordu. şimdi cümle dahi yarım kalmış ve aklıma işlemiş bir hâlde kaç gündür. sanırım bir şekilde sonuçlarını göze alıp da başlamalıyım şu kitaba...
beklemedeyim hiç gelmeyecek olanı
uyan olric ... doğrul... ..........seni bekliyor.....
düş değil gerçek
..............seni bekliyor...
yanımdaymışsın yalanına kendimi kandırırken
derdin tam orta yerine düştüğümün farkında değildim elbet
kimseye arka bahçelerimden geçen katarların ağırlığını duyurmadım
duymayın da artık beni...
bir yerlerde hep yanlış yapmanın telaşlı kıpırtısını yaşıyorken...
o yanlışın artık sonsuza dek düzeltilemeyeceğini bilmenin
kıstırılmışlığı ile pusuyorum bazen....
uzun süre gecelere küsüyorum...
uzun süre kendime küsüyorum...
uzun süre kaleme...
kağıda küsüyorum...hayata küsüyorum
denizin en sığ yerinden başladık yol almaya olric
şimdi kara görünmüyor gerimizde
bugün mektuplarımı postalamak için çıktım sokağa olric
en iyi kendime yazarım ben... kış´ dedim,henüz gitmek için hazırlık yapmıyor´...
hala (d)üşüyorum...(mart)
sen acıyı biriktirmeyi seversin olric
sen biriktirmeyi seversin....
hadi devam et şimdi kuru yaprakları...
deniz taşlarını gözyaşını sorulamamış soruları
senden kalan sesleri yaşanamamış paylaşılmışlıkları
birlikte harcamak üzere kalbinde biriktirilmiş zamanları ve hüznü
ve özlemi biriktirmeye
siyah dedim en güzel taşıdığım renk...
ve herkesin üzerinden akan renk...
şimdi bunca karanlığın üstüne oturup bir mektup yazmalı ilkbahara
ve yaz´a
`hadi renklerini topla da gel´ demeli...
sen de sıcağı pek sevmezsin olric
güz´ü severdin sende son baharı severdin
bu yüzden mi hep sonbaharlarda sevdik biz
sonbahar gibi hep kaynayan bir neşeyle savrulurdun hayatın içinde
yaprak yaprak yön seçmeden
ben yüzüme kondurduğum hüzünle boyardım her şeyi
sen hazan yüzlüm olurdun olric
yağmur da başladı olric
rüzgarın en delisi beni buluyor yine
o an, `dünyayı karış karış dolaşsam´ diyorum kendime...
gülümsüyorsun...
ne de çok yakışıyor gözlerine tebessüm
ki gözlerin hep güler(di) senin
şimdi dünyayı karışlamayı unutuyorum gözlerinde...
martıları da seversin sen olric gülümsüyorsun yine..
ne de çok yakışıyor gözlerine tebessüm
oysa ben bugün kendime mektuplarımı postalamak için çıkmıştım
sokağa...
martılar dolan gözlerinde yitiverdim...
yağmur hızlandı rüzgar da... kış´ dedim,çok azimli.´
beni hırpalamak istiyor
az mı hırpalandım ben olric
kapıyı vurup çıkışlarımın kar´ı dondurmadı mı beni
daha bir buza kesmedi mi içim
dönüşlerimdeki mora kesmiş parmaklarımı hissetmeyişim
ve yüzümde donmuş gözyaşları mı ısıtmaya çalışırken sende hep
dondun ...
ama ellerimde ki mektupları göremedin olric
`onları şimdi adreslerine doğru fırlatıyorum´ dedim
rüzgarın yağmurun önüne savurdum bir bir... uçtular ıslanarak....
bugün kendime mektuplarımı postalamak için çıktım sokağa
ben de takıldım köşelerine
biliyorsun ya en güzeli senin hiç gitmeyeceğini bilmek (di) olric...
çekilip içimin kuytularına her ne varsa birikmiş içeride
dökmek var aklımda yeni mektup sayfalarına
tut beni olric beni her şeye rağmen tut
yoksa karanlıklarda yok olacağım
ki aşk; acıtan kanayan yaranın yanında gözlerinin özlemi
göz yaşlarımızın tuzlu tadı karanlığın gölgesinin ayak izi
belki sen belki ben belki biz olamayışımız
belki aşk´ın korkuya galip gelemediği meydan
ki aşk hep sahip olduğum da hiç fark edemediğim olric!...
belki ben etiketimi serseri mayın yapıştırmışlığımdan
belki korkusuzluğumdan bir o kadar adam gibi oluşumdan
belki de sivri topuk giyip salınamayışımdan böyleyim
içimde ki güç uzun zamandır beni havalandıramayacak kadar ışıksız
kanatlarımsa hiç olmadı melek değilim yada var
olsam olsam şeytan ama şeytanda bir melek di değil mi ...
kullanma kılavuzum yok sorun beklide bu olric
yanıldığım bir gerçek
önce bir şeyleri resmetmenin zorluğunu fark ettim...
sen ki resmedilemeyecek kadar gizlere bürünmüşsün..
ne kadar kazısam hep pentimento olric..!.
i̇çimin saklısına böyle bitimsiz bir acı yerleşmişken nasıl söylemeli
kime ne anlatmalı kimden ummalı bir çıkış...
ki yusuf çık o kuyudan çığlıklarıyla ürperirken ruhum
olmayacağını bile bile...
seni inadına kirletmeyen seni büyüten
seni allayan pullayan
seni bir başka raftan alıp bir başka rafa koyan
ve bir türlü en uygun mekanı bulamayan
sana ki hiçbir mekanı yakıştıramayan aşk´tı
ben aşk belki... diyerek çıktım yola
aşk belki her bitenle başlayandı
başlayamadım olric!...
aşk dediğim benden doğandı...
gidişimin en büyük nedeni uzaklarına çekilip uzaklarından bakmak
seni yeniden doğurmaktı
kim bilirdi ki gitmeye karar verenin
gitmek için hangi sözün ardına gizlendiğini?
dönmek için elbet gitmek gerekir ama sen fazla açıldın kıyından
çek kürekleri olric... çek kürekleri ...
biliyorsun ki ne kadar çeksen asla kıyılara ulaşamayacağız!
kış yüklenmişken beyaz dallarına ağaçların..
ocak´tı şubat´tı en son mart´tı
kış ağırlığını taşıtıyorken kalplere buza kestiriyorken yürekleri
bana dönük adımlarının yavaşlaması
havanın soğukluğundadır kandırmacasındayım
oysa ağırlığı veren
içimdeki hüznün çığlığında ellerimi sıkışımla avuçlarıma dolan kan
acısıyla burkulan yüzümdeki göz yaşları
ve hiç bitmeyeceğini düşündüğüm karanlığın orta yeri...
eğer yeniden gelseydim hayata deyip kalakalıyorum
"eğer yeniden gelme şansım olsaydı hayata...
tüm hatalarımı yeniden yaşardım" diyen şairin
dibe vurmuş umutsuzluğuyla karşı karşıyayım
bir daha dönemeyecek olmak... bir daha başlayamayacak olmak...
bir daha gelmeyecek olmak bir dahası olmayacak olric...
bir dahası hiç olmayacak ...
en keskin can alıcı virajlarını takipteyim şimdi dönülesi yolların...
kış hâlâ duruyor olduğu yerde... ben duruyorum
sen yanımdan hızla geçiyorsun uzaklara .
oysa bilmiyorsun ben uzaklara yollanacak bir mektubu taşıyorum içimde
yazılanlar çoktan yazıldı... yaşandı ve bitti olric...
yazılanlar çoktan yazıldı bitti...
asla yinelemeyeceğiz bir daha!
nereye gitsem yabancıyım
ve yabancı dediğim güz hep başka hazan başka
havada dolanan yağmur yüklü bulutun tadı başka
yeşiline aldandığım sonbaharda solan yaprağın izi başka
bilmiyorsun
kaç gece intihar sehpalarına kendim vurdum tekmeyi
kaç gece giyotin altında kesildim
kaç gece namludan baktım dolunaya
kaç gece senden bittim uçurumundan düştüm kaç kere bilmiyorsun olric
seni aramıyorum uzun zamandır seni bulmuyorum
seni yabancılaştığım kaybettiğim
bulamadığım kendimde bile aramıyorum
ki bulduğum yerde yitirme kesinliği karşımda apaçık duruyor
bile bile sokuyor kendini akrep
bile bile gizli ölümlere mezar kazıyorum
boğazıma dayalı bıçağın sancısı kanadıkça biraz daha ölüyorum
bundan sonrası hissizlik ötesi ise silikleşecek
sus olric
sus sonsuza kadar ne sesini duymak istiyorum ne sessizliğini...
hiç bilmedin içimde kanayan sancının derinliğini
artık hiçbir şeyine dönmeyeceğim gözlerimin ışıltısı sönmüş yüzümü
ki seni her sabah suskunluğumla bıraksaydım
bu kadar yok olmayacak bu kadar tiz´leşmeyecektin
yürek atışlarının "dursun artık" istemiyle bakakalacaksın
nafile... nafile...
bir kere başladın mı artık "bitmek" denen kayboluyor
sürekli başlıyorsun
sürekli ardı ardına bağlanmış ip gibi asılı kalıyorsun zamana
dursa ne çıkar başladı ve bitmeyecek sadece yön değiştirecek
görüntü değiştirecek isim değiştirecek renk... mekan... dil...
ama bitmeyecek hiç olric
ki her şeye bir sözleri var olric
ben ne kadar her şeye susuyorsam
onlar o kadar her şeye çok tanıdıkmış gibi görünüyorlar
kim olric kim .
kim sendeki senden ...başka bir sen oluşturmadan
seni kabul etmeyi ...ta baştan kendine söylemiş
ta baştan göze alabilmişti ki
kışın dondurucu soğuğu kadar dayanılmazdı zaman
kitap raflarına kafamı gömüp aradığım asıl bulmak istediğimdi
aradığım neydi olric
kış ki önümü kesmeyi sevdi hep
ama ben kış´a inat bir cümleyle açtım yolları bildin hep!...
ahh işte
"hep olmayacakları mı ister insan hep olmayacağa mı yönlendirir
yoksa olayları"
içimdekiler eylül dansından geri kalanlar ver elini olric
aşk´ın bizi bıraktığı sahilden başlayıp bırakalım içimizdeki
tüm gereksiz cam kırıklarını
ben elime bez bebeğimi alıp oturayım cam pervazlarında
ben uçurayım uçurtmamı sen bilyelerini yuvarla yokuş aşağı
ver elini olric..
"her şey güzel olacak buda geçecek
sen güçlüsün" diye diye yolu yarıladık bak!...
az´ım olric...azımsanıyorum...azım sanıyorum!...
gidip bir köşede biriktirme zamanım geldide geçti bile
ki az zamanda ne şiirler biriktirmiştim içimde
sen şiirleri bilir misin olric? ben bildiğini bilirim
yorgunluğumun kimsesizliğinde titrediğin her gece
olric bir tek sendin omzunda dinlendiğim...
sen ile ben olric
öğrenmeliydik yalnızlığın kaç bucak olduğunu...
ve bir ve iki ve üç olric dönüş yok
sen ve ben tükendiğinde yittiğinde her şey "yaşandı bitti"
diyebilecek gücü şimdiden toplamalıydık
geç mi kaldık? olric
geç kaldığımızı anlamak için bile mi çok geç kaldık yoksa
doğruya
ne varsa beklenen.. arası kapatılamayacak mesafelerce geç kaldık
bitmek varsa eğer geçmişi ak sayfalara kaydedecek
silmeyecek beyaza boyayacak zaman bitti olric...
bir an da hiç olmayacak bir zamanda
nedir bu kalabalık bu kurtlar sofrası? ellerinde pankartlar aşk bir ihtilâldir!´ aşk bir başkalaşımdır!´
`aşk bir yitiştir!´ aşk bir ihanettir!
semender ateşiyle etrafımı sarmışlar elini uzat olric
uzat elini... ben kendi ihtilâlimden endişeliyim ..
ben her dokunduğumu inciten
ben her uzandığımı yok edecek bir felaket kadar felaket!
aşk belki ağlamaktır...ağladıkça anlarsın anladıkça ağlarsın
nasıl da eritir göz yaşı insanı gel seninle bir daha ağlayalım
yaşanmışlara yaşanmamışlara bir de hiç yaşanamayacaklara
ağlamak güzeldir olric ağlamak ki yüreğin temizlik eylemi derler
ama bilmezmisin cam kırıkları temizlenmiyor olric!
her gün bir şeyler değişiyor
ardımda bıraktığım hiçbir şeyin bıraktığım gibi kalmadığını biliyorum
kendimin bile o küçük şehirdeki gibi olmadığını bilmek
her defasında içimi bir parça daha acıtıyor
kalan sadece benden ufak tefek parçalar
çocukluğumu gömmüşüm o şehre küçük mutluluklarımı...
zamansa inadına tepeleyip geçiyor her şeyi
beni seni anıların her anını...
zaman ilerledikçe silineceğine netleşiyor geçmiş
satır araları canlanıveriyor
isimler yüz hatlarına bürünüp çıkıyorlar karşıma
ne desem az ne desem çok
ne desem boş ne desem yersiz ve yetersiz
aşk´ına vurdum başımı iflah olmam ben adam olmam
ne kadar su verirsen ver artık susuzluğumu gideremezsin
ne kadar ışık tutarsan tut artık karanlığımı ışıtamazsın
içimde hiç dinmeyen bir fısıltı olarak kalacaksın
olric!... seni kaybetmek bir daha bulamamak demekti
geç anladım!
şimdi gölgemize gitmeleri yerleştirip `uzak´ dedikleri yeri
hedefleyelim gel seninle olric...
seninle konuşmalıydım olric
çok çok önceleri ilk karşılaştığımda kırılmamışken incinmemişken..
henüz bu kadar yorulmamışken
şimdi ne kadar konuşsam gözlerindeki o pus hiç gitmiyor...
hiç gitmeyecek... anlıyorum
neden bu kadar üzgün suskunluğuna anlatıyordun acını?
neden hep denizin karşısına aynı yalnızlığın içinde kayboluyordun?
neden hep susuyordun?
neden hep susuyorduk?
neden hep...
seninle konuşmalıydım olric
ne kadar da benden olduğunu anlatmalıydım .
kendini artık dinlemek zorunda olduğunu bir şekilde anlatmalıydım sana
boş boş baktığın kalabalıklardan değil kendinden medet...
o...benim evet... yani sen
ben olric, sen olric...
seninle konuşmalıydım olric
zaman aktı geçti yanından durdun hep bir şeyler geçip giderken
senden çok şey alıp götürdüğünü bile bile durdun
sevgililer hep gider olric...biz kalırız artakalan onlardan
ve bize bıraktıkları cam kırıkları...
bir gün yarın diye bir şey olmayacak olric
yarın´ımız bize varmadan ne mümkünse ya yapmalıyız beraberce
yada ölmeliyiz olric ya tut elimden..yada bırak ölelim
ki rüyalarım kabusa dönüşüp bizi kirletiyor olric
düşlerin en güzelinde çıktın karşıma olric...
düşlerin en güzelini en güzel yapan senin duruşun...
bakışın... ve suskunluğundu.
kendine "yüzünü dökme küçük kız" dedirtecek kadar hazandın..
söylesene olric bu defa susma ...bir dahası olur mu düşlerin?
şimdi al yalnızlığımı ört üzerine olric...
belki o vakit bırakıp her şeyi
gelirim bir yerlerden başlamak için yeniden
evet korkularla inançsızlıklarla kırılmışlıklarla karşı karşıyayız
ama bil ki korkular ille de sebepli olric...
"sevdiğini incitir insan" diyenleri haklı çıkaracak kadar acıyla
yanışım.
ne ekersen onu biçersin diyen rüzgarım sonrasındaki fırtınalarım
bir şiire vurulup da hiçbir şiir olamayışım...
ve nerede nasıl
ne zaman sonlanacağını artık pek de umursamadığım
bilemediğim hayatım
hepsi bir "yaşandı bitti" noktasının etrafında dolanıyor
nokta gelip koyuyor sonunu
hadi durma al yalnızlığımı ört üzerine olric...
duruyorum...susuyorum...
uzun zamandır... birgün´ü bekliyorum sanırım
bir gün her şey iyileşecek deyip
içimde öyle büyük fırtınalar biriktiriyorum ki
o fırtınaların her birinde "okkalı küfürler" çığlığıma kapılıp
kayboluyor...
yutuluyorum olric
doğru olanı yapmak her zaman mutlu etmiyor olric...
mutlu olmak adına tüm düşüncelerimi bir kenara bırakma arzusuyla
yırtarken yazılmışları... yaşanmışlıkları ki ben mutluydum olric..
mutluyduk..mutluymuşum biliyorum ki artık
kendi istemedi mi gelmeyecek mutluluğum
sahip olmayacak hayatımıza olric..
işte bu yüzden al yalnızlığımı ört üzerine
al yalnızlığımı olric.
giderken hiç gitmeyen kaçarken hep beni izleyen
her adreste karşıma çıkan sensin olric...
bak yağmur yağıyor yine üstelik gri .
bu aralar yağmurların rengi hep gri...
sen yağmur ve bir bardak demli çay...
birbirinize ne de çok yakışıyorsunuz
sen çayı çok seversin olric yağmuru da ben
sensiz çay ısıtmıyor içimi olric
bilmiyorsun ki
"koca bir ömrü harcamak" dedikleri gerçeğin altını seninle çizdim
ben...
seni özlüyorum yağmur içimde hep seni özlüyorum olric...
bul beni!
çek çıkar düştüğüm kuyudan
ki biliyorsun ben var halimle yok olma çabasındayım
nefes aldığın her anı hayata döndürememenin telaşındayım..
yazıyorum olric okuya okuya bul beni
ne imla..ne satır arası... ne paragraf..
boşluk yok olric...dopdoluyum...
buralarda kalakaldım olric...
bir o kadar durgun
öyle bir şey işte...
görüyorum ki
benimle birlikte hiçbir şey kalakalmıyor
zaman durmuyor insanlar durmuyor
rüzgar esiyor yine sular akıyor
saat inadına tik tak...akşam oluyor sabah oluyor
ağaçlar bir döküyor yapraklarını bir çiçek açıyor...
ben hariç hiçbir şey kalakalmıyor olric...
hüzne bulanmadan yaşanmıyor ki olric...
ilk açılan yaranın bir daha kapanmayacağını
ilk kopan fırtınanın ömür boyu dinmeyeceğini
hep ilk olanın ne varsa aniden değiştirivereceğini
nereden bilebilirdin ki olric...
şehirler değiştiriyorum olric
"içimden şehirler geçiyor sen her durakda duruyor inmiyorsun"lara
takılıp kalıyorum
şehirler değişiyor olric ben değişiyorum
değiştikçe kanıyorum
dünya da değişiyor ya...
bir yaşanmışlıklar olduğu gibi duruyor işte...
"sen yok desen de...ay dolunay işte..."
ve ben vazgeçip her şeyden
hayatlardan bir gölge gibi çekiliyorum uzaklara...
--spoiler--