bugün

mümtaz sosyalın ilk e$i olan bu parlak kadın, turk edebiyatina bir cok eser kazandirmistir.pek bir aydın yazardır.arkeoloji ve tiyatro altyapisi mevcuttur.bunlarin egitimini de almistir.
öykücü ve romancı kişi. tutkulu perçem, tante rosa kitaplarındaki öyküleriyle bunalımı, yabancılaşmayı, kadın özgürlüğünü konu edinirken anlatımına ince bir alay eşlik ediyordu. 40 yaşında, çok genç bir yaşta hayata veda etti.
Kitapları şunlardır:

Bakmak
Barış Adlı Çocuk
Radyo Konuşmaları-Hoş Geldin Ölüm
Şafak
Tante Rosa
Tutkulu Perçem
Yenişehir´de Bir Öğle Vakti
Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu
Yürümek

Kitapları, iletişim yayınları tarafından basılmaktadır.
göğüs kanserinden ölmüştür. yenişehir'de bir öğle vakti mutlaka okunmalıdır.
tante rosa ile alışagelmiş ilişkilerden, insanlardan uzaklaşıp, yürümekle-yürümek kitabı yasaklanmıştır zamanında - ve devamında gelen kitaplarla kadının ve erkeğin toplumda benimsenen rolünü, aslında bireysel isteklerde ve tercihlerde toplumun bi etkisinin olmaması gerektiğini görüyoruz.bu kadar duyarlı bir yazarın tüm kitaplarının okunması , anlaşılması gerek.
anneciğim, biriciğim, dünyadaki cennetim!
toplumsal ve siyasal olayları kendine özgü eleştirel üslubuyla başarılı bir şekilde ele almış öykücü, romancı, arkeolog aydın bir kişidir. eserlerinde özellikle kadın sorununa bakış açısı türkiye edebiyatında çığır açmıştır. aramızdan erken ayrılması büyük bir kayıptır.

(bkz: barış adlı çocuk)
(bkz: yıldırım bölge kadınlar koğuşu)
(bkz: tante rosa)
darbeleri, işkenceleri, zulmü, oligarşiyi eleştirdiği için görmediği işkence kalmamış, cezaevlerinde yatmış aydın yazar.
"ben kadının biriysem, sevilmeliyim" demiş, çok da sevilmiş yazar.

emre dursun'un kapsamlı olarak kaleme aldığı biyografisi: http://drempro.wordpress....evilmeliyim-sevgi-soysal/
kendisinden hiç hoşlanmadığım refik durbaş bugünkü cumhuriyet gazetesi'nde en sevdiğim yazarlardan biri olan sevgi soysal hakkında bir yazı kaleme almıştır.
gerçek anlamda bir edebiyatçıdır. müthiş bir dili vardır. tante rosa kitabı muazzamdır.
hani derler ya, bazen bir fotoğraf sayfalarca yazıyla anlatamayacağını anlatabilir diye, idda ediyorum yenişehir de bir öğle vakti kitabında öğle bir gözlem yapmış ve yazmıştır ki sevgi soysal , 70'li yılların ankarasına dönün romandaki her mekanı, her karakter, her olayı fotoğraflayın yine anlatamazsınız.
Sadece 40 yaşında bu dünyadan göçmüş kadın yazarımızdır. Hiç bir kitabını henüz okumadım ama okuyacağım. Mutlaka Tante Rosa'dan başlayacağım. Kısa hayatında müthiş şeyler yaşamış. Kimisi iki kocasını da askerleydeyken terk ettiği için sevmez. Kimisi de "Onun devrinde yaşasaydım kesin ben de aşık olurdum" demiştir. Sanırım ben ikinci gruptayım. Hayatı dolu dolu yaşamayı seven insanları sevmişimdir. Yaşasaydı 75 yaşında olacaktı. Hakkında daha doyurucu bir yazı yazmalıyım.
Asosyal olmadığı kalıtsal olarak ispatlanmış insan.
berbat sözde romanların revaçta olduğu bu dönemde, gençlerce okunmasını dilediğim çok önemli yazarlarımızdan.
kafasını kaşıyınca bir şeylerin değişeceğine inanan insanlarla aynı ülkede yaşıyoruz cümlesi ile beni benden alan harika insandır.
yapıtları yarınlara o yanlış günlerin tanığı olarak kalacaktır.
--spoiler--
Bir şey, belli edilmemeye çalışılan bir şey varsa, başlar kaçamaklar, herkes kendi sığınağını yapar, kendi altınlarını gizlice gömer toprağa, çizilir sınırlar, karşılaşmamak için yan sokaklara sapılır, arka sokaklara; bakışlar kaçırılır,sırt sırta dönülmeden uyunmaz olunur.
--spoiler--
erol, üç numara tıraşlı kafasını kaşıdı: sidikli erol. birinci sınıfta, okuma dersinde altına kaçırdığından bu yana kendisine yakıştırılan adıyla sidikli erol, kafasını kaşıyınca bir şeylerin değişeceğine inananlardandı. ela kaleminin ucunu mürekkebe batırıp büyük bir dikkatle yazı defterine, el yazısıyla "bahar geldi" yazdı. mürekkep şişesini, erol koluyla çarpıp devirmesin diye, sağa aldı. erol'un solunda oturan şişko aysel önlük cebindeki leblebileri çaktırmadan attı ağzına, hemen hemen çiğnemeden hızla yuttu. erol "bahar geldi" sini bitirdi. yine kaşıdı başını. aysel'in koluna çarptı. aysel'in "bahar"ının üstünde kocaman mürekkep lekesi yayıldı. aysel erol'un kafasına vurdu: - eşşek sen de.

erol çabuk cevap bulanlardan değildi. yine kaşıdı kafasını. oturduğu yerde, bir süre, bir ileri bir geri sallandı. aysel'in vurduğu yeri ovuşturdu. zilin çalmasına yakın ela'ya dönüp, aysel'e duyurarak,
- canımın içi!
sonra, aysel'e dönüp,
- sende komşunun piçi! dedi.
ansızın yaşlar boşandı aysel'den. sonra öğretmene aysel, gözyaşları arasında,
- bu erol var ya öğretmenim, çok terbiyesiz!
- ne yaptı?
- utanırım, söylemem.
- söyle, söyle...
- affedersiniz öğretmenim. bana dedi ki, komşunun piçi, dedi. ela'ya da affedersiniz, canımın içi dedi.

öğretmen erol'u cezaya kaldırdı. olayı biraz başını kaşıyarak geçiştirdi erol. ama ya ela? bütün bir yıl, koca sınıf, ela'nın ardından, "sidikli erol'un canının içi" diye alay etti. ela canın içi olmanın, komşunun piçi olmaktan niçin bunca önemli, alay edilesi bir şey olduğunu anlayamadı bir türlü. ilerde, büyüyünce, "komşunun piçini" takmayan bir toplumda yaşadığını anladı. anladı ya, "canım" sözü hep "piç" sözünü getirdi aklına. ona "canım" dendiğinde "piçleri" düşündü arasıra.

(sevgi soysal - yürümek)
çok erken yaşta aramızdan ayrılmıştır.
askerlik yaptığım dönem "yürümek" isimli eseriyle - evet, hem de en olmayacak yerde- tanıştığım yazardır. Ama bu sefer metinlerinden değil de kendisine denk geldiğim bir videodan bahsedeceğim. Yazının sonuna videonun linkini de ekleyeceğim. Videoyu izlediğinizde bir şeye özellikle dikkat edin lütfen, gözlerine ve mimiklerine... Fark ettim iki detay belirttim ama gözler ve mimikler bir bütünlük içinde ve içinde yoğun bir hüzün barındırıyor. işte o video...

http://www.youtube.com/watch?v=qs-tILLxxqw
"sıkılmamız birlikte, bir arada en güzel saçmalığımız"

ve

“Bir gün bir postanede rastlaşmış iki insanın birbirlerinden alabildiğine hoşlanmış olmaları güzel geçici bir rastlantı mı yalnızca? “Birine rastlamış, sevmiş, tad almıştım, şimdi geçti, hiçbir iz kalmadı bende.” denebiliyorsa, bu rastlantıyı unutmak, hiç olmamış saymak gerekmez mi? Benim sana, senin bana verdiğimiz yalnızca bir adsa, bu alışveriş niçin bir “Hadi eyvallah!”la bitmesin? Ben yalnızca senin için güzel olacaksam, sana beğendirmek için kendimi, olanları umursamayıp en güzel bakışımla geleceksem yatağına, sen bütün bunları unutturacaksan bana, unutturmak için hiç bakmayacaksan pencereden, o kısa unutma anından sonra, vücutlarımızın bize acı veren gerginliğini giderdikten sonra bu pencereyi kapatarak unuttuğumuz, dışında, uzağında kaldığımız dünya nasıl yabancımız olursa, öyle yabancı oluruz birbirimize. Bir kısa anın ardından ayrı yönlere giden trenlere bineriz. Ya da o trenlere bile yetişemeyip tükenmişin üstünde çoğalırız.”
'ben , kadının biriysem sevilmeliyim , sen bilmezsin güzel miyim , bu en büyük güzelliğim senin bilmezliğin , duymazlığın – ya en boş dalmalar gözlerimizde..'
"korkma, aydınlığı bir ucundan da olsa görenlerin işi değil korkmak." diyerek bugünleri yaşayan aydınlara yıllar öncesinden seslenen yazardır.
Sevgi Soysal, ne güzel ablaydı.
Ne güzel ve ne sıcacık yazardı.
Ve ne genç bıraktı bizi.
Küstü galiba ve gitti.
Biz sana küsemeyiz güzel yazan güzel ablamız. Okuyun