bugün

sevgi soysal

erol, üç numara tıraşlı kafasını kaşıdı: sidikli erol. birinci sınıfta, okuma dersinde altına kaçırdığından bu yana kendisine yakıştırılan adıyla sidikli erol, kafasını kaşıyınca bir şeylerin değişeceğine inananlardandı. ela kaleminin ucunu mürekkebe batırıp büyük bir dikkatle yazı defterine, el yazısıyla "bahar geldi" yazdı. mürekkep şişesini, erol koluyla çarpıp devirmesin diye, sağa aldı. erol'un solunda oturan şişko aysel önlük cebindeki leblebileri çaktırmadan attı ağzına, hemen hemen çiğnemeden hızla yuttu. erol "bahar geldi" sini bitirdi. yine kaşıdı başını. aysel'in koluna çarptı. aysel'in "bahar"ının üstünde kocaman mürekkep lekesi yayıldı. aysel erol'un kafasına vurdu: - eşşek sen de.

erol çabuk cevap bulanlardan değildi. yine kaşıdı kafasını. oturduğu yerde, bir süre, bir ileri bir geri sallandı. aysel'in vurduğu yeri ovuşturdu. zilin çalmasına yakın ela'ya dönüp, aysel'e duyurarak,
- canımın içi!
sonra, aysel'e dönüp,
- sende komşunun piçi! dedi.
ansızın yaşlar boşandı aysel'den. sonra öğretmene aysel, gözyaşları arasında,
- bu erol var ya öğretmenim, çok terbiyesiz!
- ne yaptı?
- utanırım, söylemem.
- söyle, söyle...
- affedersiniz öğretmenim. bana dedi ki, komşunun piçi, dedi. ela'ya da affedersiniz, canımın içi dedi.

öğretmen erol'u cezaya kaldırdı. olayı biraz başını kaşıyarak geçiştirdi erol. ama ya ela? bütün bir yıl, koca sınıf, ela'nın ardından, "sidikli erol'un canının içi" diye alay etti. ela canın içi olmanın, komşunun piçi olmaktan niçin bunca önemli, alay edilesi bir şey olduğunu anlayamadı bir türlü. ilerde, büyüyünce, "komşunun piçini" takmayan bir toplumda yaşadığını anladı. anladı ya, "canım" sözü hep "piç" sözünü getirdi aklına. ona "canım" dendiğinde "piçleri" düşündü arasıra.

(sevgi soysal - yürümek)