bugün

jean paul sartre başyapıtlarından biri.
bulantı; hayat karşısında duyacağın tek şey bu olmalı.
varoluscu felsefi yazar sartrein kitabi.kitabi okurken bir bulantı sarıyor adamı yerde gördügün kagıt parçası insanı nerelere götürüyor onu anlıyosun.kitabı okuduktan bi süre sonra bulantının etkisi geçiyo ve kendine ulan ben manyakmıyım ne bulantısı diyosun.Betrand russel a da aynı şey olmuşki varoluscunun bulantısı adında bi kitap yazmis. (bkz: varoluscunun bulantısı)
fransız filozof jean paul sartre'ın en önemli yapıtıdır. 1938 yılında yayımlanan bulantı'da sartre daha sonra temel ilkelerini açıklayacağı "varoluşçuluk" felsefesinin ilk örneğini vermiş oldu.eser günlük gibi yazılmıştır.adı gibi okuyunca bi bulantı hissi vermektedir.
içerik bulunamadı.
Jean Paul SARTRE'in bir kitabı.. kitap türkçeye "buLantı" oLarak çevriLmiştir.. bu kitap sartre'nin en önemLi yapıtı oLarak kabuL görür..

sartre "buLantı" kitabıyLa daha sonra temeL iLkeLerini açıkLayacağı "varoLuşçuLuk" feLsefesinin iLk örneğini vermiştir.. sartre, "varoLuşun öz'den önce geLdiğini" savunan bu iLk örneğiyLe "varoLuşçuLuk" feLsefesinin fransadaki iLk temsiLcisi oLmuştur..
"ağır ve ılık bir hayat, anlamsız bir hayat. ama bunun farkına varamayacaklar."
özgürlüğü insanın özü ve temeli sayan sartre'ın başyapıtı.
jean paul sartreın 1938 de yayınlanan dünyaca ünlü romanının ismidir...günlük biçiminde yazdığı bu kitabında roman kahramanı antoine roquentin'in dünya karşısında duyduğu tiksintiyi anlatır. bu tiksinti yalnızca dış dünyaya değil, roquentin'in kendi bedenine de yöneliktir.
romanın kahramanı çok ilginç bir kişiliktir. ne var ki okuru duygulandırmaz. roquentin herhangi bir insanda görülen normal aldanışlardan ve ilgilerden sıyrılmıştır.romanın ilginç yanı, roquentin'in sağlam bilincinden çevresindeki nesnelere uzanan yönelişi sergilenmesidir. roquentin,sartre'ın varoluşçu felsefesinin tipik kişisi değildir. dünyanın saçmalığını, yüreğinde "bulantı" duyacak derecede açık seçik görebilen, ama bu gerçek karşısında yaşamını değiştirmeyecek kadar uyuşuk bir adamdır.
bulantı'yı insan yaşamının anlamsız parçalanışını ve bu yaşantının dış görünüşündeki yapmacıklığı konu edinmiş romanlardan ayıran özellik, kitabın felsefi bir bilinç taşıması, kahramanın çözümleyici kişiliğiyle orantılı bir felsefi boyuta sahip olmasıdır.
sonuç olarak sartre'a göre "bulantı", insanın kendi sorumluluğunu duymaktır. insan, sorumluluklarını maskeleyen bu "bulantı"yı azaltabilir, ama gene de içi rahat değildir. gerçekte, sadece olmak istediği kimseyi değil, bir yasa koyucusu olarak bütün insanlığı seçen kişi, sorumluluk duygusundan da, onun sonucu olan "bulantı"dan da kurtulamaz. çoğu kimse yaptıklarının yalnız onu bağladığına, yalnız onu sorumlu kıldığına kendisini inandırmaya çalışır, gene de bir türlü rahat edemez. çünkü sorumluluk da, "bulantı"da insanın varlığından gelmektedir.*
(bkz: jean paul sartre)
sartre' nin en önemli eserlerinden biri.
daha çok yaşamdan tiksinme duygusu sarar karakteri. m . rollebon cinayetine takmış bir karakterdir, hayatındaki değişiklikler çok çabuk olabilmektedir.
karakter, kendisinin bağlı olduğu hiçbir şeyi olmayan biridir. ne yerleşik hayatı, ne yanında olacak sevgilisi vardır.
ona göre, yaşam bir hiçtir. ve yaşamından ara sıra bulantı duymaktadır.
kitabın sonlarına doğru,
varoluşu düşünmeden yaşama özlemini dile getirmiş ve bize varoluş düşüncesinin aklını kemirmesinden duyduğu bulantı aktarmıştır.
olayın değil, düşünce dünyasının ağır bastığı bir eserdir.
Okudugum zaman dedim ki; zamaninda dogmus olsaydim, Sartre'ın ögrencisi olmaktan büyük onur duyardim.
varoluşçu felsefenin başucu kitabı. ya da olmalıdır. "varoluşmak" ancak bu kadar güzel anlatılabilir. bizim jean'ın kolay anlaşılabilen ender kitaplarından. yahu ne ağır bi dili var bu adamın. çakmak çakmak bakan gözlerim bozulacaktı neredeyse. çünkü gözlükten ve gözlüklü kızlardan haz etmem. bi yaşanmamışlık, asosyallik hakimdir yüzlerinde. o yüzden uyarmadı demeyin sakın. biliyorum herkes gibi gözlüklü kızlar da hayran olacak bana. ama aşağılamaktan hiç çekinmem. bi de şişmanlar. küçüldükten sonra bekliyorum hepinizi tüylü, pamuklu, artık meni kokan yatağıma.
casanova' yı andıran bir rus asilzadesinin biyografisini yazmakta olan ivan roquentin' in, geçirdiği ruhsal değişimi not ettiği günlüğü hazırlama sürecini anlatan jean paul sartre başyapıtı.
insanlar arasında bireyin nasıl korkunç bir yalnızlıkla karşı karşıya kaldığına ve varlığın oluş süreci içerisinde yaşadığı artçı şoklara odaklanmıştır bu kitapta sartre. bireysel özgürlük savı, roquentin' in bulanan ellerinde ve silinip giden suretlerinde, bu kitapta en net haliyle vücut bulmuştur.
"yaşarken başımızdan hiçbir şey geçmez. dekorlar değişir, kişiler girer çıkar yalnız. başlangıçlar da yoktur; günler anlamsız bir biçimde birbirine eklenir durur; sonu gelmez tekdüze bir ekleniştir bu. bir kadın, bir dost, bir kent, bir kerede terk edilemez. hepsi birbirine benzer zaten.
yaşamak budur işte. ama hayatınızı anlatırsanız, herşey değişir. ne var ki, bu değişikliği kimse fark etmez. gerçek hikayeler olabilirmiş gibi. olayları anlatırken, onların çıkış biçimini tam tersine döndürmüyor muyuz sanki?"

yahu böyle birine aşık olmamak mümkün mü? frankyyi okudugunuz müddetçe bulantı duyacaksınız varlıgınızdan!
fransız yazar ve filozofu jean paul sartre' ın en onemli yapıtı. 1938' de yayımlanan la nausee ile sartre, daha sonra temel ilkelerini açıklayacağı " varolusculuk " felsefesinin ilk orneğini vermiştir.

kitabın bir yerinde;

sekiz yaşındayken lüksemburg parkında oynardım. bir adam gelir, auguste comte sokagı boyunca uzanan demir parmaklıkların karşısındaki bekçi kulübesinde otururdu. kimseyle konuşmazdı ama zaman zaman ayağını uzatır ve korkuyla bakardı ayağına. bekçi, amcama, bu adamın vaktiyle öğretmenleri denetleyen müfettiş gibi bir şey oldugunu soylemiş.
bir gün robert' la parkta oynarken, bize hafiften gülümsemişti. korkudan düşüp bayılacaktık az kalsın. bizi korkutanın ne adamın yoksul hali, ne de yakasına sürünüp duran boynundaki urdu. bizi korkutan sadece yalnızlığıydı....
jean paul sartreın yazmış olduğu varoluşçuluğu harmanlayıp bize sunduğu kitaptır.''bir ağacın altında kendimi öldürsem bile yine boş bir çuval gibi orda duracam ve var olmaya devam edecem o zaman ne gereği var ki? '' şeklinde bir cümlenin kitapta geçmesi bana nietszchenin nihilist felsefe kavramının tam karşında durduğunu gösterdi.ya da varoluşun aslında ne kadar gereksiz ve boş olduğunu ifade ederek nihilist felsefe ile aynı terazinin kefesinde olduğunu gösterdi.ne farkeder ki her yokluğun içinde varolacağız.

(bkz: felsefik konuşmaya çalışmak)
(bkz: sanırım olmadı)
bulanti dan

bütün özgürlüğü üstüne çullanmıştı yine...özgürdü, herşeyde özgürdü, hayvan ya da makine olmakta özgürdü, olur ya da olmaz demekte özgürdü, mırın kırın etmekte özgürdü. yalnizdi, korkunç bir sessizliğin ortasında, özgür ve yalnız, yardımsız ve mazeretsiz, bir daha dönememecesine karar vermeye mahkum, her zaman için özgür kalmaya mahkum..
ontolojik farklılığın en radikal örneği olarak gösterilebilecek jean paul sartre kitabı. *
(bkz: some of these days)
daha 60. sayfasındayım kitabın fakat daha şimdiden bende bir ok computer etkisi yarattı. zaman hakkında verdiği o 3 cümlelik inci ve 57 ve 58. sayfalardaki otodidaktla konuştuktan sonraki serüven sorgulaması beni benden aldı. daha fazla okuyamadım. tıkandım. devam etsem kesin ağlardım. öyle de garip bi kitaptır. sanırım cidden akıl sağlığına zararlı. ya da baştan zararlı gibi görünüyor da sonradan adam ediyor.

ikinci söylediğim daha mantıklı. kitap bittikten sonra bir yorum daha yapacağım.
ciddi anlamda sizi insanlardan toplumdan soyutlayabilecek bir kitap. bir kitap okudum hayatım değişti zırvalıklarına pek inanmayan biri oalrak diyorum ki hayatınızı değiştirmesede hayata dair pek çok görüşünüzü değiştirebilir bu kitap.
kitapta pazar günü ile ilgili öyle güzel bir tanım var ki şuan hatırlamıyorum ama daha sonra kitaptan bakıp ekleyeceğim bu entrye.

edit: Ardımda,kentin içinde,geniş ve dümdüz yollarda,lambaların soğuk aydınlığında,yaman bir toplumsal olay can çekişiyordu,pazar gününün bitişiydi bu.
--spoiler--
ben geçmişimi nerede saklayacağım? geçmişinizi cebinizde saklayamazsınız. onu koyacak bir eviniz olmalı. gövdemden başka hiçbir şeyim yok benim. yapyalnız bir adam, salt gövdesiyle anıları durdurup saklayamaz. anılar üzerinden geçip gider onun. ama yakınmamamlıyım. çünkü özgür olmaktan başka bir şey istememiştim
--spoiler--
jean paul sartre tarafından yazılmış, varoluşçu felsefe ile ilişkilendirilmiş kitap.
insanın aklından uzun süre çıkmayan kitaptır, bir süre insanlardan, hatta varolmaktan tiksinir halde dolaştırır insanı. nasıl bir ruh halidir bu sorarım sana jean paul sartre?

--spoiler--
"Bütün nesneler...nasıl söylesem...beni tedirgin ediyolardı, daha hafifçe, daha kuru ve soyut biçimde, daha derli toplu var olmalarını isterdim."

" 'Varoluş nedir?' diye sorulsaydı, özlerini değişime uğratmadan nesnelere dıştan eklenen boş bir biçimdir derdim."

"Sırtında bir gömlek var. Eflatun rengi askılarını takmış...Mavi gömleğin üzerindeaskılar pek göze çarpmıyor. Mavinin içine gömülmüş gibiler. Ama düzmece bir alçakgönüllülük bu. Unutulmaya razı olacak gibi değiller, koyunca dik kafalılıkları canımı sıkıyor. Menekşe rengini almak isterken yarı yolda kalmışlar, ne var ki bu isteklerinden de vazgeçmişe benzemiyolar. insanın "haydi menekşe rengini alın da bu hikaye sona ersin! diyeceği geliyor. Ama ne gezer!"

"Canlı varlıkları, köpekleri, insanları, kendi kendine hareket edebilen peltemsi kitleleri yeterince gördüm."

"Daha şimdiden pazartesiyi düşünüyorlar. Ama benim için ne pazartesi ne de pazar var. günler ite kaka sürüyor birbirlerini..."

"Kendimi sorguya çekince, kendimin kendim olmaklığımın ve burada bulunmaklığımın başımdan geçtiğini düşünüyorum."gövdemden başka şeyim yok benim. Yapayalnız bir adam, salt gövdesiyle anıları durdurup saklayamaz. anılar üzerinden geçip gider onun. ama yakınmamalıyım. çünkü özgür olmaktan başka bir şey istememiştim."

"dünya her gün aynı yüzle ortaya çıkıyorsa bunun nedeni tembelliktir sanırım. ama bugün değişmek istiyor sanki. öyleyse her şey, evet her şey olabilir."

"insanların küçücük renkli dünyasında bir olay, ancak başka bir herçeğe göre saçmadır, yani kendisine eşlik eden durum ve koşullara göre saçmadır."

"Her zaman kalacak olan öz varlığıma gösterdiği derin ilgi, ama hayatta başıma gelecek şeylerle hiç ilgilenmeyişi (sonra hem tatlı hem bilgiç yapmacık edaları), insanlar arasındaki bağlantıları kolaylaştıran her şeyi, dostluk ve kibarlık formüllerini daha ilk baştan bir yana bırakışı, kendisiyle konuşanları sürekli bir yaratışa zorlayışı." ( bir zamanlar tutkuyla sevdiği kadın anny için)

"kök, bahçenin kapıları, sıra, yer yer gövermiş çimenler ortadan silinmişti, nesnelerin çeşitliliği ve bireyselliği bir dış görünüş, bir ciladan başka bir şey değildi. bu cila erimiş, karmakarışık, devasa, yumuşacık kitleler kalmıştı geriye; çıplak, hem de müstehcen ve ürkütücü biçimde kitleler."

"bir yığın tedirgin, kendinden sıkılmış var olandan başka bir şey değildik."

"birazdan bütün bu insanlar dışarı çıkacaklar, yemeğin verdiği ağırlığı ve rüzgarın yüzlerine değişini duya duya, pardösü açık, başları biraz sıcak, biraz gürültülü, kıyıdaki çocuklara ve denizdeki gemilere bakarak parmaklık boyunca yürüyecek,işlerine gidecekler. ben hiçbir yere gitmeyeceğim, işim yok benim."

"parmaklarımın ucuna basarak yürüyordum. dinlenip duran şu acıklı insanlar arasında kaskatı ve taptaze gövdemi ne yapacağımı bilemiyordum"

--spoiler--

yapayalnız yaşayan roquentin'in günceni okuruz. zamanında dünyada birçok yeri gezmiş, biçok şey okumuş ve başından az çok bir şeyler geçmiş bu adam, hayatına yalnız devam eder. nesnelerle güçlü bağlar kurar, onlara bi yığın anlam yükler. gördüğü bir kağıt parçasından ya da bir bardaktan bile çok etkilenir kimi zaman. varoluşmasını, yalnızlığını düşünür, kendi kendine sokaktan sokağa sürüklenir. ve içinde gerçek anlamda fırtınalar kopan roquentin kendi varoluşundan tiksinmektedir.
tabi bunları benim anlatmamla jean paul sartre'ın anlatımı arasında dağlar kadar fark var. bünyeye zararlı bi kitap, ara sıra ağlama krizlerine bile yakalatır.
yeraltı edebiyatının en sağlam eserlerinden biridir.
(bkz: jean paul sartre)
--spoiler--
bu bira bardağını nesi var? ötekilerin aynı. kesme bir bardak, kulplu, üzerinde bel resmi bulunan markası 'Spatenbrau' da yazılı'' bunları ben de biliyorum, ufacık bir şey, açıklayamıyorum onu. hiç kimseye. işte, yavaşça suyun dibine doğru, korkuya doğru kayıyorum.
bu sevinçli, akıllı uslu insan sesleri arasında yalnızım. bütün bu adamlar, vakitlerini dertleşmekle, aynı düşüncede olduklarını anlayıp mutluluk duymakla geçiriyorlar. aynı şeyleri hep birlikte düşünmeye ne kadar da önem veriyorlar. bakışı içe dönük, balık gözlü, kimsenin kendisiyle uyuşamadığı adamlardan biri aralarına karışmaya görsün, suratları hemen değişir. sekiz yaşındayken, lüxembourg parkı'nda oynadığım sıralarda , böyle bir adam vardı; gelir, auguste- comte sokağı' na bakan demir parmaklığa bitişik nöbetçi klübesinde otururdu. hiç konuşmaz, ara sıra bir bacağını uzatarak, ayağına korkuyla bakardı. bekçinin amcama söylediğine göre eskiden öğretmen yardımcısıymış. bir gün akademi üyesi kılığına girip sınıflarda karne notlarını okuduğu için emekliye ayırmışlar. çok korkardık ondan, çünkü yalnız olduğunu sezerdik. bir gün Robert' e, ta uzaktan kollarını uzatarak gülümsemişti, çocukcağız neredeyse bayılacaktı. bizi asıl korkutan ne düşkün hali , ne de boynunda bulunan ve takma yakasının kenarına sürünüp duran urdu. kafasından , yengeçsi düşüncelerin gelip geçtiğini duymamız korkutuyordu bizi. nöbetçi klübesi, çemberlerimiz ve çalılar üzerine yengeçsi şeyler düşünebilmesi içimize yılgınlık salıyordu.
ben de mi böyle olacğım sonunda? yalnızlık ilk olarak canımı sıkıyor.başıma gelenleri, iş işten geçmeden, küçük çocukları korkutmaya başlamadan önce birisine açmak istiyorum. Anny' nin burda olmasını isterdim.
--spoiler--

hiçbir varoluşçu boynuzun geçemeyeceği kulak.
an itibariyle biten, ama beni de bitiren bir kitap.
eğer bardağın boş tarafını gören biriyseniz bu kitabı okumayın.
"bir şey sona ermek için başlamıştır.
serüven uzamaya gelmez,
ona anlam veren ölümüdür yalnız."