Sen el kadar bir kadınsındır
Sabahlara kadar beyaz ve kirpikli
Bazı ağaçlara kapı komşu
Bazı çiçeklerin andırdığı
iş bu kadarla bitse iyi
Bir insan edinmişsindir kendine
Bir şarkı edinmişsindir, bir umut
Güzelsindir de oldukça, çocuksundur da
Saçlarınla beraber penceredeyken
Besbelli arandığından haberli
Gemiler eskirken, deniz eskirken limanda
Sevgili
"ilgi duymuyordum. Hiçbir ilgi duymuyordum.
Nasıl kaçabileceğime dair hiçbir fikrim yoktu.
Diğerleri yaşamdan tat alıyorlardı, hiçbir şey olmazsa olmazlardı.
Benim anlamadığım bir şeyi anlamışlardı sanki. Bende bir eksiklik vardı belki de. Mümkündü.Sık sık aşağılık duygusuna kapılırdım.Onlardan Onlardan uzak olmak.
Gidecek yerim yoktu ama. intihar? Tanrım, çaba gerekiyordu.
Beş yıl uyumak istiyordum ama izin vermezlerdi."
(bkz: Charles bukowski)
"Sabah şairin üstüne saldırıyor
yaşamaktan bir güneşle kaplanıyor onun kalbi
onun kalbi topraktan sıyrılıyor
aşk dahi sıyrılıyor topraktan
gözlerini tanıyorsunuz: çaylak sürüleri
beyni: aç kuşlardan bir ambar.
Bir kıyısına ilişmiyor dünyanın
Allah'ın ve devletin dibinde insanlar
onu barutla karıştırıyor
ve zerdali çiçekleriyle.
Ahali kapısını taşlıyor onun
onun için develer kesiyor halk
aşka ve kavgaya aydınlık getiren kalbi
topraktan sıyrılıyor.
Ben
topraktan sıyrılıyorum
buğular
ve aşiret rüzgarları kanımda.
Arklardan gece vakti sular
kaç zaman ayaklarıma
yaslı bir selam gibi dokundu
kopartılmış yapraklarımdan ibaretti hüzün
dedim rahmet yağar ben yürürken
gece benim ardımda
taşıdım kara gençliğimi dağların damarında
hep döşümde yaratkan, patlayıcı bir kimya
beynimde hep manalı bir uçurum...
"
...
Gönül verdin derlerdi o delikanlıya.
En sonunda varmışsın bir Erzincanlıya.
Bilmem şimdi hala bu ilk kocanda mısın?
Hala dağları karlı Erzincan'da mısın?
...
(Dranas)
Beni bugün düşün, bana sevinç ver,
Merhem sür yaralı duygularıma.
Gel Sevgili konuş, güleryüz göster,
Ortak ol neşeme kaygılarıma.
Sabaha çok var.
(Hidayet orucov)
bu hayat gailesinin temaşasında kanımı rakıyla çalkalayıp hazırlanmıştım sana
yani şimdi ben kaybedince sen kazanmış mı oldun?
Kanıtlayamam ama biliyorsun hala en akıllımız benim
rüyalarımı kanıtlayamam belki
uykularımı kanıtlayamam
ama panik atağım doktor raporlu
istersen gel ativan'la lustral'in kutusunu sev!
Kırk. Esmer, kısa boylu, cesur ve kaypaktır burada kılavuzlar. Asla rüşvet almazlar.
Kuzey yamacından mı çıksak yoksa?
Çatılıyor kaşlar, siz söyleyin öyleyse. Gezginler kendi yolculuklarını anlatır, sizinkini değil. Basacak sağlam yerler uzun dayanmaz buzda. Okuyun kayaları, onların sözcükleri dayanır acıya.
"(...)
bu güz öleceğim. bütün işlerimi bitirdim
derede yıkandım, cevize tırmandım. kuş ürküttüm
kaçırdılar on iki çocuk doğurdum. beledim gözledim
oğlan everdim. kız yetirdim. otuzuma vardım.
ağlama kız, deme incinirim yar yar
ben ağlamam dağlar taşlar ağlasın
körüm, çelimsizim, göğnüğüm, hastayım.
sebebolanları nerde bulayım
adamdan içerli kuşlar ağlasın."
“Yığılıp kalmışım bu Anadolu toprağına sitare
Adam akıllı yorulmuşum
Ellerin böyle olmamalıydı
ellerine acıyorum…
Ve kim bilir kaç zamandan beridir
kalbimi öğütlüyorum
Durup durup ıssız yerlerde
Güçlü ol ey kalbim güçlü ol,
Daha çok işimiz var diyorum…”*
Sadece seviyorum,
öyle...
Uzaktan seni seviyorum.
Şu üç günlük sevdalara inat serserice değil adam gibi seviyorum.
Kırmadan, dökmeden, parçalamadan, üzmeden, ağlatmadan.
Sana söylemek istediğim her kelimeyi dilimde parçalayarak seviyorum..
Otuz Beş Yaş
Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz;
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim:
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim
Yalandır kaygısız olduğum yalan.
Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.
Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
insan bu yaşa gelince anlarmış.
Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? Ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar.
N'eylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak.
Taht misali o musalla taşında.
ehl-i dildir diyemem sinesi saf olmayana
ehl-i dil birbirini bilmemek insaf değil
yine endişe bilür kadr-i dür-i güfarım
rüzgar ise deni dehr ise sarraf değil
girdi miftah-i der-igenc-i maani elime
aleme bezl-i güher eylesem itlaf değil
levh-i mahfuz-i sühandir dil-i pak-i nef’i
tab’-i yaran gibi dükkançe-i sahhaf değil
nef'i
günümüz Türkçesi
1 Mucize gibi sözler söyleyen bir papağanım, dediklerim sıradan lâf/lar değildir. Felekle konuşamam; tenezzül etmem; çünkü onun aynası, kalbi temiz değildir. (O benim seviyemde değildir.)
2 Gönlü temiz olmayana gönül ehlidir diyemem; gönül ehillerinin birbirlerini bilmemesi insafa sığar bir iş değildir.
3 Felek alçak, dünya ise kıymet bilmez; inciye benziyen sözümün değerini gene düşünce bilir.
4 Şiir hâzinesinin kapısının anahtarı elime geçti; âleme bol bol cevher dağıtsam bunlara ziyan olmuş gözüyle bakılamaz.
5 Nefi’nin temiz gönlü şiirin mahfuzudur, dostlarınki gibi kitapçı dükkânı değil!
"Üçüncü gün kan şişeleri, tüpler, serumlar
Doktorlar, hastabakıcılar
Aralıksız girip çıkmalar
Gidip gelmeler
Tepelerden pencereye akan kuşlar
Pencereye sıvanan kuşlar
Ve benim mutluluğumun altında
Kararıp yitti bütün ayrıntılar
Bir daha görünmedi
Ve artık hiç görünmeyen
Şişeler, tüpler, serumlar.
Ve o gün ilk defa ölüsünü gördü Ruhi Bey
Soğumuşgövdesini gördü
Donuk gözlerini, durmuş kalbini
Gördü neye benzerse bir ölü.
Yarın gazetelerde çıkacak ilanlarım
Ruhi Bey öldü
Bu ölüm töreninde mutlaka bulunacağım
Bir daha görmek için ölümü
Çelenkler yığılacak avluya
Ki benim sayısız ölülerime
Yaldızlı yapraklarını kıpırdatarak bakacaklar
Sevgiyle
Ve babam elinde gümüş kırbacıyla
Bir başına bir ölü
Annem bir limon görüntüsünün önünde giyinmiş ölümlüğünü
Ölüler halinde duracak onlar da
Dışımdaki ölüler, içimdeki ölüler
Bir alaşım halinde, donuk güneşin altında
Ve benim mutluluğumun altında
Akıp gidecek bütün kötülükler
Ölümün armaları gibi
Akıp gidecekler en sonunda
Niye ölmemeli öyleyse
Yaşamak mutlu bir devinimse."