"sizin hiç babanız öldü mü ?" demişti süreyya ," benim ki öldü kör oldum " diye henüz babası ölmeden tabutunun başında dikilivermişti . çekebileceği acıyı ve yitiklik duygusunu tezahür edememekten olsa gerek şiire vurmuştu kendisini, şiirin deliliğine.
gerçekten yokluğuyla ışıklarını kapatacak bir babası varmıydı yoksa yokluğunda kör kalmayı isteyecek derecede bir "baba" özlemi içindemiydi bilinmez. süreyya bilir .
ben kendimi bilir kendi babamı konuşurum. hakkında konuşmaktan da bıkmam asla. süreyya'nın babası gittiğinde kör olmuştu benim babamın ışıklarını ölüm söndüremedi.
çünkü babam ışığını hayattan değil , hayatın sahibinden alıyordu tıpkı ölümünde sahibi olan hakikatin kendisinden. bana öğrettiğin herşey için , benimle paketindeki son sigaraları dahi paylaştığın için , beni düşünce yağmurlarında ıslattığın için , beni inanç yolculuğumda yabancısı olduğum iklimlere hazırladığın için, konuştuğun gibi yaşadığın ve yaşadığın gibi konuştuğun için, merhametli olmayı öğrettiğin , yürekteki hakiki bilginin peşinde koşturduğun için, beni sevdiğin ve bütün hatalarınla sevilmeye layık bir baba , bir insan olduğun için teşekkür ederim babacım. yaratanın hayır dualarıyla , rahmetiyle yat.
-Evin reisi
-Evin diktatörü
-Evin terör estiren şahsı
-Sadece sınav,okul vb. işlere yardım eden karsısında dısarı çıkmak için bile izin alamadıgım varlık. *
zor meslektir.her baba olamadığı ne varsa, çocuğunun o olmasını ister.
bir çocuk ise ne olmak istediğine belki de en erken, kendisinin bir çocuğu olduğunda karar verebilir.
karışık durumlar yani.
evladının yanlış bir şey yaptığına gözüyle görmedikçe inanmayan adam.
çok garibime gitmişti, ısırarlı savunuşu. bin dereden getirilen suya rağmen ikna olmadı. lise yıllarında oğlunun ve arkadaş grubunun okulda estirdiği teröre, yıl sonunda eline geçen karnede 12 dersin toplamının 10 etmediğini (10 luk sistemde) görmesine rağmen. yok bir insan bir diğeri için içinde bukadar umut beslemez.
oğlunun aldığı 3 ay uzaklaştırmayı görüşmek için okula geldiğinde, aynı anda bütün hocaların yaptıkları şikayetlere verdiği tek bir cevap vardı "benim oğlum öyle şey yapmaz". yaptı ama hem de dik alasını yaptı, ve şimdi de babasını hocaların önünde komik duruma düşürüyor. bu teröriste bu anarşiste nasıl olurda bu kadar güvenir bu adam diye.
günlerce de bana kafayı yedirtti, hırsımdan çatlama noktasına getirtti. yalan söylemiştim yapmadım demiştim ve benim sözümü senet belledi bir daha da kimseye inanmadı. farkında olmadan yanlış kişiyi sonuna kadar savunuyordu, benim için her sey adına dönüm noktası oldu. kendimden başka umursamam gerekekn insanların varlığını sonuna kadar hissetmiştim.
geçmiş temizlenmiyor belki ama gelecek hala boş bir sayfa, bu güveni kaldırabilmek adına o sayfaya güzel şeyler yazmak zorundaydım. düzeltmeye çalıştım kendimi, ders çalışmayı denedim ilk defa, ilk başlarda zor oldu çok sık frene basmak zorunda kalmıştım, zamanla bunun gerekli oldğunu da anladım. önce ön yargılarımı kaldırdım sonra adım atmaya başladım. o nefret ettiğim güruh olan insanların(öğretmenler) benimle bir dertleri olmadığını tam aksine tanıdıkça güzelleşen insanlar olduğunu gördüm. iyi bir şeyler yaptıkça benden daha çok mutlu olduklarını gözlemledim, bir adam kazandırmanın tatlı telaşı içinde gibiydiler.
babam bir yıl sonra tekrar okula geldi, bu sefer çok kalmadı. ayrılırken ben size demedim mi der gibiydi. yanlış yaparken bile(haksız olanı savunmak) doğruyu buldurttun ya bana helal olsun.
27 eylül pazar günü kazanacağım sıfat. nasıl bir duygu olduğu ise benim için şu anda sır. ama iyi olacağını düşünüyorum ve umarım doğru hissediyorumdur. babamı kaybettikten 20 ay sonra olması ise çok hüzün verici. babam gibi bir baba olmayı dilerim yüce yaratıcıdan. hayırlısı...
baba olduğu için "baba" olduğunun bilincine varılması gereken insan.
kendimi bildim bileli nefret ettim babamdan. içkisi mi vardı? ağzına sürmezdi. kumar? hayır, cebinde kalan birkaç lirayla iddaa oynuyordu, onun haricinde zaten cüzdanında en az 10 lira bulunurdu. evden 2 lira alıp sokağa çıkan birisi değildi. çalışkan mıydı? dana gibi yatardı işi rahat olduğundan. ama kazancı iyiydi. çevresi? babam gibi insanlardı, kahveleri vardı bi' tane, orada otururlardı. annem şikayetçiydi ama kimseye zararı olmazdı bu durumun, herkes mutluydu. evde oturabilen bir adam değildi. tutmayı denedik ama o zaman çocuklara bağırıyor, annemle tartışıyordu. kahvede rahatsa oraya gitsin diye düşünüyordum, nasılsa gece gelecek.
aslında işime geliyordu. babam evdeyken bilgisayar açamam ben. sürekli gelip "ne bunlar?" demesinden korkarım. ondan gizleyeceğim bir şey yok. annem popmundo karakterimden sözlük nickime kadar her şeyi bilir. özel olması gerekeni zaten gizli tutarım. ama babamdan ayrı bir korkuyorum. korku da değil... kaldırsın atsın bilgisayarı, tokat atsın, küfretsin. "allah senin belanı versin" der susarım, oturup ağlayacak değilim. ama ne bileyim. babanın baba olduğunu bununla fark ettim. çok yanlışı oldu. dışardan süper aile gibiydik ama çok borcumuz vardı, hala da var. hele sülaledekiler de dindar olunca, "faiz yediriyosun domuzlara" laflarıyla hepten çekilmez oldu babayla yaşam. o bize bu borç harç içinde her istediğimizi alırdı. arkadaşım üniversiteyi kazandığında araba alacak babası. ben ps3 istediğim için çocuk oldum. akrabalarımız yediğimiz lokmaları sayardı. babam eve fazla gelmediği içni bütün lafları annem yerdi. o bize para vererek mutlu ettiğini sanıyordu ama yok; herkesin gözü üzerimizdeydi. yine de büyük adamdır babam. holding kadar borcu varken ailesini çatır çatır ayakta tutan, zibidi oğlunun sözlükte 13 bin entry girmesine olanak veren yine o babadır aylık 2-3 bin lira geliriyle. bir eşi, üç de çocuğu var. böyleydi işte.
ona karşı ne hissettiğimi asla bilemedim. en son... izostar mıydı neydi, enerji içeceği vardı ya. halısaha maçlarına gidiyordum babamla, 7-8 yaşlarındaydım. çorluspor başkanı görmüştü beni, "takıma girmek ister misin?" demişti de "hayır ben basketbolcu olacağım" demiştim, kafama sıçayım. gitsem yine alır adam ama ne bileyim, bu saatten sonra futbolculuğumuz mu kaldı, veletmişiz o zaman, çatır çatır oynuyormuşuz. üstelik o gün sadece izliyordum. evet, babama karşı hislerim kendime geldiğim 11-12 yaşlarında oluştu. acı... ama ondan bütün hücrelerimle nefret ediyordum. öyle "hayat choq kotüü" triplerine giren mallardan olmadım hiçbir zaman. çünkü entryde bahsedilmeyecek sıkıntılarımız olmuştu, onlarla büyüdüm. sik kadar aklımla bile ilerde işime yarayacağını, bana deneyim kazandıracağını düşündüm. iyi ki de düşünmüşüm. diğer türlü hayatım rezil olacaktı, böyle 2 şey elde etmiş oldum. işte böyleydi. 12 yaşında bile babamla kavga ediyordum. beni hiçbir zaman sevdiğine inanmadım ben onun, hala da inanmıyorum. bana hiçbir zaman güvenmedi, yaptığım hiçbir işi beğenmedi. insanların içinde övmeyi denedi ama onu bile yapamadı. çok fazla arkadaşı var. benim yaşıtım birsürü de kızları var tabi onların. tanıştırırdı bizi. "kafala sen bu kızı, çok iyi bi kız" der gülerdi. 15 yaşındayım. bugün yine yaptı bunu. ve ben kendimi gerizekalı gibi hissediyorum. 6 ay önce ayrıldığım sevgilimi annemden öğrenince "bak sen benim fırıldağa" dedi. beni bu kadar aciz mi görüyor bu adam? anlam veremiyorum. çocukluğumda eziklik travması fazlasıyla geçirdim ama şu an götü boklulardan, götü siklilerden çok daha iyi durumda olduğumu, normal, sımsıkı taş gibi bir adam olduğumu biliyorum. büyüdüm çünkü, beynim var çok şükür. küçükken yoktu.
sonra, lisede de bitmedi bu olay. yabancı dil seçtiğimde hayatında ikinci kez terlik fırlattı bana. kamyon tekerleği gibi ama. suratıma. "6 ay dışarda yaşa zaten tercüman olursun, bi bok olacağın yok senin" dedi. anlatmayı denedim, ısrarla aksini söylüyordu o. avukat, doktor, mühendis olmamı isteyen babalardan da değildi ama dilden bir halt olamayacağımı iddia ediyordu. bir tek yabancı kelime kullandığımı görmemiş. ne konuşsaydım be baba? ne diyeyim yani bir kişinin dil bilmediği evde ben? o kadar yalvardım, bir kere dayım olsun, akrabalar olsun, gönderdiniz mi yurtdışına, o kadar insan vardı gidilecek? biriniz de dediniz mi "dile meraklı bu adam gitsin geliştirsin" diye? bir saat özel yabancı dil dersi mi aldım ben? başında oturuyorum diye ağzıma sıçtığınız internetle 4 dil öğrendim ben. süper insanlarla tanıştım, her türlü geliştirdim kendimi. sözlüğe daldım, sözlükteki bokları gördüm, yetişkinlerin hayatını da gördüm. içlerinde kaybolmayacak kadar akıllıyım. ama gözünde hala beceriksiz ve aptal bir çocuğum sanırım. kendimi nasıl ispatlayabilirim, gerçekten bilmiyorum. "dilcisin sen bi bok olmazsın" dedin derece yaptık. "asosyal oldun öküz" dedin organizasyonlar düzenledik, gezilere gittik. tek kuruş para vermedin çıkarıp. 5 lirasız sokakta ne yapsın oğlun? kiminle ne bok yesin ya da? "spor yapmıyosun dana" dedin, tenisçi olduk. kulübe göndermedin. fazla sokaklarda gezinince "sokak iti oldun, otur evde" dedin. oturduk, bilgisayar manyağı olduk. asosyal, hadi dön yine başa... hepsini geçtim, rapçileri savundun bana. nasılsa hayatın içinden, herkes rapçi ya. "niye öyle diyon, normal iyi çocuklar?" dedin. ben rammstein dinleyince "tekno müzik dinleyen asosyal hayvan" oldum. o adamlar bozuktur senin gözünde belki. ama ben de bozuğum demek ki. büyüdü oğlun. eşinle sen, ona vermeniz gerekenlerin hepsini verdiniz. ama yolunu o seçmek zorunda, siz doğrusunu söyleyecek bile olsanız. kendisi bir şeyler yapmak zorunda. ama hiçbir zaman güvenmedin sen o "asosyal dana"na. annesini üzdün, kendisini üzdün. hep kırdın güvenini. ama asla. bir gün karşına dikilip "aha da geldim hacı, öpiyim" diyecek oğlun. nefret etse de. ölmediğin/ölmediği sürece burada.
sonra...
gitti babam. başka bir şehirde çalışmaya başladı. annem, kardeşlerim ve ben burada kaldık. misafir geldiğinde hoşgeldiniz deyip odama çekilirdim ben. babam yoktu. evin erkeği olarak ben konuşmalıydım onlarla. o bile iğrenç gelirdi bana, yapmacık tavırlar, komik muhabbetler... katlandım. kardeşimin dişini ben çektim. annem hastaydı, ben ilgilendim. borular patladı evi su bastı, levyeyi tornavidayı kapıp borulara ben koştum. ama hiçbir zaman güvenemedim kendime. "bir şey eksikti, belki hiç su basmayabilirdi evi" dedim. çünkü güvenmiyordum asosyal danaya. bir şeyi beceremez o. hele ki evin babası olarak...
geri döndüğünde bir şey fark ettim, zerre soğumamıştım adamdan. saygı duyuyordum. terslemiyordum. güzel güzel konuşup anlaşıyorduk. hatta artistik bile yapıyordum, ses etmiyordu. sonra bir gün kredi kartını istedim. ne yapacağımı sordu. konsere gideceğimi söyledim. arkadaşlarımla. bilet almam gerektiğini, kredi kartını vermezse istanbul'a gitmem gerekeceğini söyledim. "aldım ben" dedi ve sustu. gittik. şimdi de rammstein konseri için kart kovalıyorum. ve babam hayatında ilk defa bu kadar incelediği adamların konserine gitmeme izin verecek. ben ondan para istedim aslında. 20'likler vardı birsürü. "iki üç tane versene baba, konsere gitçem ehihi" dedim. "konser zamanı söyle alırım ben bileti, şey etme onu" dedi. bu adamdan bu lafı duydum ya... cidden bi' farklı lan hayat artık.
o değil de, baba babadır. onu gördüm. ondan bir parçasın, ne kadar iğrenç olsa bile bir şekilde karşılıklı anlaşabildikten sonra her şeyi çözebiliyorsun.
onu seviyor muyum? bazı konularda nefret ediyorum, bazılarında minnettarım. bayramlarda arayıp, yanına gidip elini öpeceğim bir adam. ama her zaman agresif ve ters. ve ne olursa olsun, ben babamla asla bir baba-oğul ilişkisini tadamadım. onun boğazına sarılıp "hihohoa tey tey naber lan!" diyemedim. 15-16 yaşına geldim. arkadaşlarım bazen anlatıyorlar. "geçen x'le basket oynuyoduk babam da vardı süperdi lan" diye falan. düşünüyorum. bunlarınki farklı mı?
benim babam öyle değildi. ama "baba". yazmamın lüzumu yoktu. anlatılacak somut bir şey yok. baba, baba.
benim babam, montumu alırken bile sormadı bana. montla sıçışın hikayesiydi benimkisi, montla sıçtım ben.
candır, herşeydir. sevgisini çoğu zaman sadece hareketleriyle anlayabileceğiniz kişidir.
o şehirdışındayken bir yerinize birşeyler olduysa annenize "doğruyu söyle, çocuğa sen mi bişey yaptın" diye kızabilendir.
anneniz şehirdışındayken "ben kızımı aç bırakmam" deyip köfte yapandır.
sürekli "ben kızlarımı evlendirmem" diyen, anne tarafından "turşusunu mu kurucaz onların" itirazını duyunca "sen kurma, ben kurarım" şeklinde cevap verendir.
yemek yapmayı öğrenmediğiniz için anneniz size kızdığında annenize kızandır, çünkü siz evlenmeyeceksinizdir ve yemek yapmayı bilmenize gerek yoktur.
her gece iyi geceler öpücüğü bekleyendir.
iyi geceler öpücüğü için gittiğinizde sigarasını yeni bitirmişse "kızım öpme istersen" diyebiledir.
muhabbet kuşlarınızı o sigara içerken uzaklaştırdığınızda "beni değil onları düşünüyosun" şeklinde küsebilendir.
Mükemmel varlık. Bize bakmak için emekli olmasına rağmen çalışmaktan bıkmayan hep daha fazlasını vermek için uğraşan insan.
Gülünce mutluluk saçan , kızınca bizden daha çok üzülen. Modern çağın getirilerini öğrenmek için uğraşan bize ayak uydurmaya çalışan. Kahkahalarımızın sebebi. Güzel günlerimizin mimarı. Evde olmadığında boşluğunun ne kadar büyük olduğunu gösteren. Ve evdeyken uyumanın huzuru. Evde yoksa uyurkenki huzursuzluk. O evdeyken horlamasını bile duymak öyle büyük bir güvenceymiş ki. Duygusal , zeki , güçlü. içten içe sever. Saçını okşarken insanın içindeki mutluluk hiçbir aşkta yoktur. işte öyle birşeydir baba. Yokluğun boşluk varlığı kahkaha mutluluk. O varsa insan güçlüdür, sevgi doludur, mutludur , huzurludur.
hayatında seni anlayabilen tek insan veya hiç anlayamayandır. kişilere göre değişir bu durum.
kızların kimi zaman koluna girip bir sevgili edasıyla dolaştığı, kimi zaman da eve erken gelmesi hususunda tartıştığı erkek.
öyle biridir ki o,
uzakken yakın,
yakınken uzak olabilir kimi zaman.
arada beraber aldığınız aynı tişörtleri aynı vakitlerde giyip başbaşa dolaşmanın verdiği mutluluk, insanların imrenmeleri, çektiğiniz dikkatler yaşanması en güzel şeylerden biridir.
akşam geldiğinizde yine tartışabilirsiniz. ama yorgunluğunun verdiği aksiliktendir, sonra yine yanına çağırılırsınız.
kalp hastası bir babanın bir anda zor nefes almaya başlamasında gözlerinize dolan yaşlarla su almaya koşmanız, yaşanabilecek en içten heyecanlardandır.
yine her zamanki ağrılarıyla size geldiğinde, merhemle beraber omuzlarını ovduktan sonra aldığınız "ellerine sağlık" dileği, bir anda o somurtan yüzünüze tebessüm konduracak en güzel sözlerdendir.
anlaşılamayan anneyle tartışıldığında, yine arayı düzeltendir.
okumak için geldiği üniversitenin yanındaki telefon kulübesinden köyü, ailesiyle konuşmak için aradığında tak diye aldığı "babanı geçen hafta toprağa gömdük" sözüyle o sokakta bir anda gözlerinin kararmasını, dolmasını, yine de yoluna devam etmesini yıllar sonra gidilen o durağın önünde anlatan, fakat bu sefer yalnız olmadığını bilip kızına sarılan adamdır.
zamanında yediğin sertçe atılan ilk tokat aylar sonra hatırlatıldığında, bir anda solan, özür dileyen bir bakışla sana bakandır, bakacaktır.
en çok, birileri beni kırıp incittiğinde, üzdüğünde, hiçe saydığında aklıma gelen adam...
hep kurmuşumdur kafamda: babam olsaydı şimdi burada duman ederdi sizi, kırıp geçirirdi, gebertirdi diye..
ama hiç söylemem ki ben ona beni kıran-üzenleri.
korkarım üzülmesinden, kırılmasından....
doğduğumuz zamanlar, daha neyin ne olduğunu kavrayamadan sadece sevgisinden hayatı anlamaya başladığımız kişi. o zamanlar bile onun kucağına geldiğimizde bir güven hissiyle mutlu oluruz. yani en azından ben olurmuşum annemin dediğine göre. onun kucağına gittiğimde türlü gülücükler atar, konuşmaya çabalarmışım.
güven duvarı. sanırım babayı tarif edebilecek en iyi kelime ikilisi olurdu. arkanızda da önünüzde de olsa, size her zaman bir desteği dokunan insan. bir şeyler için önünüze geçmiş olsa da sizi korumak için olduğunu bilirsiniz, bilirsiniz de hep o duvarı aşma isteği belirir içinizde.
3,4 yaşlarına gelip de dışarıda arkadaşlarla oynamaya başladığımızda arkadaşlarımızı şikayet ettiğimiz yetkili merci olur.
- seni babama derim tamam mı?
+ benim babam senin babanı döver bir kere
6,7 yaşlarında yavaş yavaş harçlğımızı vermeye başlayan, yanına gidip dizine yatmaktan ya da öpücük kondurmaktan zevk aldığımız güvenilir adam olur. kızlar için ilk aşk, erkekler içinse hatun muhabbetinin yapıldığı ilk dost olur.
korkulandır her zaman. ailenin reisi ya. hayat düzeni ondan korkulacağı yönünde yazılmış ya. ee bir de işin içinde anne faktörü var ya.
- akşam baban gelsin görüşürüz. yaptıklarını bir bir anlatayım da gör sen!
yaşınız büyüdükçe başını önüne eğdirmemek, ismini yere düşürmemek uğruna fedakarlıklar yaptığınız değerli varlığınız olur. onun soyadını yaşatmalıyım diye düşünmeye başlarsınız. benden bahsederken gözlerinin içi parlamalı, benle gurur duymalı.
ortaokul ve lise döneminde her ne kadar sert gözükse de en büyük dert ortağınız, konu siz olunca gözü kararan, kendinden geçen canınız olur. ama ergenlik dönemi olduğundan yine de onla zıtlaşmaktan, her dediğine karşı çıkmaktan alıkoyamayız kendimizi, sanki bizim kötülüğümüze bir şey söylermişçesine.
annenizin olay örgüsünden kurtulmak için tüm sorumluluğu üstüne bıraktığı insandır o. gene de gık demez.
- ben bilmem, beyim bilir.
- ben bir şey diyemem, babana sor.
üniversite hayatınız gelip de yuvadan ayrıldığınızda en çok özlediğiniz adam olur. onun yanı kadar güven veren bir yer olmadığını anlarsınız, onun kadar kucaklayıcı gözler göremezsiniz etrafınızda. sert ama fedakar bakan gözler. özlersiniz ona belli etmezsiniz üzülmesin diye. bazı geceler korkarsınız onun için. çünkü siz büyürken o da yaşlanmıştır. geceleri yalnızlığınızda o düşüncelerle uğraşırsınız. ya ona bir şey olursa?
işe atılır, yuva kurar, hayat örgünüzü oluşturmaya başlarsınız. artık seyrek görürsünüz babanızı, daha da yaşlanmıştır ve torunlara maymunluk yapmaktadır. oysa ki bir zamanlar korktuğunuz sert görünüşlü adamdır bu. içinizden dersiniz "canım babam".. ama o canım öyle bir geçer ki içinizden içinizi yakar.. artık daha sıkı sarılırsınız ona her an kaybetme korkusuyla.. tuhaftır sanki her ölen ihtiyarmışçasına..
öyle bir şeydir baba. otoritesinden dolayı ördüğü kabukları vardır etrafında, içindeyse evlat sevgisine boyun eğen bir yürek ve her şeyiyle sizi korumaya endekslenmiş bir beyin.