bugün

milletin unutmayacağı gündür.
bir devire, tarihe taniklik edecek gecedir.
Devrim vaktiyle bir ihtimaldi ve cok güzeldi..
Darbe girişimi adı altında kocaman bir terrör saldırısının düzenlendiği gündür.

Amaç her neyse, tiksinç.

Bu millete 2016 senesinde bunları yaşatmak tiksinç!
Darbe girişimi dense de Amacın ne olduğunu hala anlayamadığımız bir olağanüstü hal ile asker yaklaşık 300 personel ve 30'u geçmeyecek askeri araç ile sokağa inmiş, polis ile karşı karşıya getirilmiştir. Bu durum, Cumhuriyet tarihinde daha önce yaşanmamış bir gecenin henüz başlangıcıdır ve gerek sivil gerek güvenlik güçleri olarak ilk ölümler de gerçekleşmiştir.

Başbakan binali yıldırım ise "ucunda ölüm olsa da bu işi durduracağız." Diyerek emniyet genel müdürlüğü'nce polislere "silahınızı vermeyin, gerekirse çatışın!" emrini verdirtmiştir.

Saat 00:00'ı geçtiği ve 16 temmuz 2016'ya girildiği vakitte ise trt kanallarından "bu bir yurtta sulh hareketidir." Denilerek darbe yapıldığı duyurulmuş ve sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir. Daha sonra bunun korsan bir bildiri olduğu ve silah zoruyla yaptırıldığı bizzat anonsu yapan haber spikeri tijen karaş tarafından açıklanmıştır.

Hala ortalıklarda görülmeyen cumhurbaşkanı recep tayyip erdoğan ise bir kanala 3g bağlantısı ile bağlanıp telefondan halka "sokağa inin, havalimanlarına gidin" çağrısında bulunmuştur. Bu saatten sonra ise olay bambaşka bir boyut almıştır.

Bu çağrı ile sokaklara inen halk, tankların etrafını çevreleyerek etkisiz hale getirmiştir. Camilerde ezan ve selalar okunmaya başlanmış, imamlar anons ile halkı sokağa ve havalimanına davet etmiştir. Bu sırada ise Ankara ve istanbul'un semalarında jetler dolaşmaya başlamıştır. Sokaklarda gittikçe kalabalıklaşan halk, etkisiz hale getirdiği askerleri ya polise teslim etmiş ya da linç girişiminde bulunmuşlardır.

Bu arada şunu hatırlatmakta fayda var ki yakalanan askerlerin çoğu 20 yaşında olaydan habersiz ve tatbikat var denilerek getirilen masum askerlerdir.

istanbul'un ve ankara'nın bazı kesimlerinde ise çatışmalar sürmektedir. Askerler halka kurşun sıkarak, tankları üzerlerine sürerek karşı koyma girişiminde bulunmuşlardır. Jetlerden duyulan sesler bomba sanılıp halkın paniği artmıştır. Tbmm bombalanmıştır. Bunlara karşın halk yakaladıkları askerleri linç etmeye devam etmişlerdir.

Erdoğan ise bu karışıklıklardan sağ salim bir şekilde sıyrılarak jetlerin dolaştığı istanbul semalarından süzülerek uçakla istanbul'a inmiştir. Havalimanına giden halk sayesinde can tehlikesini tamamen atlatan cumhurbaşkanı daha sonradan açıklamalarına devam etmiştir.

Şu an 16 temmuz 2016, saat sabah 11 suları. Ortalık geceye göre daha sakin ama gergin bekleyiş sürüyor. Genelkurmay başkanının akıbeti belli değil zira dün geceden beri yok ortalıkta. istanbul'da toplu taşıma durdu sayılır.

Tarihe geçecek böyle bir günü objektif bir açıdan buraya kaydetmek istedim ki yıllar sonra okuyup da gerçekten ne olduğunu az çok bilsinler. Umarım yıllar sonra ben de okuduğumda her şey düzelmiş olur, tabii ömrümüz yeterse.
Türkiye için tarihe geçmiș başka bir kara gün.

Genelkurmay başkanın esir alınması, kafası kesilerek ve linç edilerek öldürülen 20 lik askerler, tanklarla vatandaşın üzerinden geçilmesi, ruh hastası bir herifin 4.5g ile halkı sokağa çağırması, helikopterle vatandaşlara ateş açılması, tbmm' nin bombalanması, trt ve cnn stüdyolarının basılması, gene trt' de darbe bildirisi okuyan kadın, pöh eğitim alanında patlama olması ve sonucunda 17 polisin şehit olması, jetlerin darbecilerin helikopterini düşürmesi, 90 vatandaşın hayatını kaybetmesi, camilerde ardı kesilmez ezan ve selaların okunması ve ardından gene sokağa çıkma çağrısı yapılması, sopalarla tank kovalanması ve tankların üstüne çullanılması, kemerle askerlerin dövülmesi.........

Sonuç olarak 41 polis, 2 asker, 90 vatandaş, 104 darbeci askerin hayatını kaybettiği ve 1563 askerin tutuklandığı kara bir tiyatro.

Keşke bu günleri hemen geçebilsek...
(bkz: 15 temmuz demokrasi bayramı)
Bu gun asla be asla unutulmayacaktir.

Sivile ates eden poliste goruldu, polisin kafasini kesen sivilde...

Ikisinede lanet olsun, bu vatana ihanet edenlere lanet olsun..

Sorgusu sualsiz idam edenlere lanet olsun..

Ben dun vatanim icin sokakta tekbir getirdim ve hatta polis arabasinin onunde polise uzanan eller kirilsin sloganini attim ama bunun icin degil...

Polis, asler, vatandas birbirinie siksim diye degil..

Nasil bir gune dustuk inanin inanamiyorum hala..

F16 lar gecerken kapilarin titremesini unutamiyorum...

Ust komsumun 4 kisilik bir grupta koprudeyken canli yayin esnasinda ates acilip 3unun vurulup kendisinin hayatta kalabildigini unutamiyorum..

Su an kimin me bok yedigi belli degil, dengesizlestim resmen..

Birini okuyorum mantikli, tersin okuyorum oda mantikli...

Allahim bundan daha kotu ne olabilir..

15 temmuz 2016, unutulmayacak.
20 yasinda darbe bildirisi izleyen gozlerim korkudan babama ekmek almaya gideyim mi? Derken doldu..

Bu cuma, kara cuma idi, hemde cok kara...
Üzücü ve de korku dolu anların yaşandığı bir gün..

Fetocu ve parelelci yapıların yapmış olduğu ,ülkemize korku dolu bir gün yaşatan darbe girişiminin yaşandığı kötü bir gün..

yalnız burada suçlu olan asker mi, yoksa uzun yıllar boyunca feto ile beraber yürüyüp devletin ve askerin bazı kademelerine yerleşmelerine müsade eden devletin mi..

Burada en büyük sorumluluk devletin ama bunu bir kenara bırakırsak,

Bu duruma karışan ,Halkın üzerine ateş açan hainlerin yanında, çoğu emir alan ne olduğunu tam anlamadan meydanlarda kalan,teslim olan askerler de var..

19-20 yaşında gençler mi suçlu yoksa ona o emri veren üst rütbeliler mi..

Ayrıca bütün askerler mi bu kötü durumu destekledi,elbetteki hayır. .
Bu duruma karışanların yanında binlerce karışmayan,
ülkesinin ve devletin yanında duran askerler de var..

Milletçe sakin olup sağ duyulu bir şekilde davranmalıyız,
Askerlere işkence yapan kafa kesen şerefsizler olmamalıyız, o 19 yaşında sadece emir aldığı için orada bulunan askerler suçlu değil, ona o emri veren hainler suçlu..

Askerler ,polisler vatanımız için canlarını feda eden insanlar ,aralarındaki hainler yüzünden hepsini kötü gormemeliyiz..

'Bu aslında bir tiyatro ama amerikanin ülkemiz üzerinde oynadığı bir tiyatro..'

Devletimizin ne kadar aciz kaldığını gösteren kötü bir olay ve belki de bu olayda devletin de bir parmağı var ..

Darbelerin nekadar kötü bir durum olduğunu biliyoruz,ülkemizi daha da geriye götürebilecek kötü bir olay darbe..

Bu yüzden ülkemizin devletimizin yanında olmalıyız ama sakin ve sağ duyulu da olmalıyız..

Kullanılan askerlere değil de onlara o emri veren hainlere kizmaliyiz yani..

Bu güzelim ülkede Polisi ,milleti, askeri yani bizi birbirimize kırdıran şerefsizler suçlu..
Bu yüzden sağ duyulu olmalıyız..

Ve Sorgulamamiz gereken asıl şey bu olayın kimler tarafından yaptırıldığı yani mesela incirlik yani amerikan üssünden gelen 2 tanker f16 yakıtı ,ülkeye zarar vermek isteyen devletin ,askerin yani ülkenin kademelerine sızmış hainler gibi şeyler sorgulanmali..
O sokağa çıktı diye etmediğiniz hakaret kalmayan halk var ya, düşünün bi onlar da sizin gibi otursaydı evlerinde. Bugün pokemon go oynayanınız, oynayabileniniz olur muydu?
http://www.youtube.com/watch?v=RKQLxdT376s
Darbecilere, halkın darbe yaptığı, tarihe geçmiş, bu ülke vatandaşları için utanç verici, kimileri için ise mutluluk sebebi olan gün. Onca askerin, polisin, sivillerin,bu vatan evlatlarının; "bu vatanın" zarar gördüğü hüsran dolu, kan dolu, bir yanda ihanet bir yanda ise ihanete karşı dayanışma dolu bir gün.
https://medium.com/@emrah...a-edf5748df5cf#.vq582c8kx

Tarihte bugün: 15 Temmuz 2016

Minimal Darbe’de yaşadığım trajikomik arbede.

Günün nasıl geçtiğini rutine sor. Ben akşama döneceğim.

-Misafirin Misafiri
Uzun zamandır görmediğim bir arkadaşımla her zaman görüştüğüm bir diğer arkadaşımı aynı potada eritme fikri kendiliğinden peyda oldu. O aradı, bu sordu derken Abbasağa’da dört katlı bir evin bahçeye bakan en üst balkonunda sohbete başlandı. Binanın eskiliğinden olsa gerek balkon huzur vermedi, bir alt kata inip büyük kapıdan geçilen odaya yerleştik. Kaşa mı kaşsak diye şakalar yapılırken aslında gidilecek bir yer varsa orası Malatya’dır dememle gündem değişti. Malatya’nın haritadaki yeri, tapu kadastronun nerelerden mesul olduğu, Kastamonu, Muş, Erzincan, Adıyaman ile Malatya arasındaki bağ incelendi ve sonra zengin kalkışıyla misafirin misafir olduğu evden ayrıldık. Üç arkadaş oturup konuşabileceğimiz sessiz sakin bir yer ararken şef arkadaşın sohbet ettiği bir başka şefle karşılaştık. Arkadaşım, arkadaşının mekanını önerince arkadaşıma güvenip arkadaşının misafiri olduk.

Yiyecekler, içecekler söylendi. Çerez diye gelen kuş mamasını güveçte servis ettiler. Hediğin kavrulmuşunu ilk görüşte tanıdım. Malatya’nın coğrafi konumuyla ilgili o kadar konuşmuştuk ki, Malatya’da geçirdiğim çocukluk tatillerimi güveçte servis etmişlerdi.

Bu bekleme sırasında arkadaşım telefonuna baktı. Bakmaz olaydı. Yanımdaki arkadaşım karşımdaki arkadaşıma havaalanının asker tarafından kapatıldığını gösteriyordu. Malum, ülke ay aşırı patlıyor. Yine öyle bir şey olmuştur diye düşünüyorum. Anormal derecede normal bir şeye dönüştü bomba patlaması, terör eylemleri. Bugün bir yerde bomba patlasa, terörist saldırı olsa mesela, (olmaz ya, oldu diyelim) 24 saat geçmeden oraya ulaşabileceğimi biliyorum ben artık. Canlı bomba analizi de yapabiliyorum. Zaten şimdi kime sorsan sana bir canlı bomba eşkali çıkarır. Allah aşkına, bir ülkedeki herkes canlı bombanın neye benzediği hakkında fikir sahibi, bu sizce de anormal değil mi? Sadece soruyorum.

Bence değil.

-Kelepçe falan açarım ben bunla
Porsiyonların yarısında durumun vehametini kavrıyoruz. Eve gitmemiz gerektiğini biliyoruz. “Eve” gitmenin ne olduğunu düşünüyorum. Bu akşam güvenle uyuyacağım bir yer mi, yoksa her akşam güvende olduğumu düşündüğüm ev mi? Cevap 2 diyor ancak şartlar 1'e zorluyor. Bu akşam götü sağlama alalım diyor ve hızlı adımlarla zorunlu 1'e geçiyoruz. Abbasağa’ya çıkan meşhur merdivenli yokuşta yürümediğimizi, koşma taklidi yaptığımızı farkediyoruz. Yürüyüş gibi bir şey oldu ama kimse yürümedi. Eve ulaşıyoruz. Daha ayakkabılar çıkmadan haberler açılıyor; “Köprüler asker tarafından kapatıldı.”

“Eve gitmem lazım” diyorum. “Kediyi veterinerden dün almıştım, gidemezsem aç kalır” diyorum. Yarın eve ulaşamama ihtimalini düşünüyorum. Hayvan en fazla iki günde mamasını ve suyunu bitirir, aç kalır diye düşünüyorum. Bugün bir şekilde ulaşırım evet ama yarın ne olacağını bilmiyorum. Sonuçta sokaktaki insan bir şekilde evine gidecek ama ertesi gün yola koyulsam “sen hayırdır birader” demezler mi? Derler. “Eve gitmem lazım” diyorum.

Yarım yamalak şarj olmuş telefonu çıkarıp, uzunca bir zaman tuvalete gidememe ihtimaline karşın bir de helaya selam çakıyorum. Eve gitmek için yola çıkıp korkudan altıma sıçmayayım diye erkenden bu işi yapmayı hesap ediyorum. Bu iş normalinde olsa bu vakitlerde aklımın ucundan, kıçımın kenarından geçmemesi lazım. Bu zamana kadar izlediğim bütün belgesellerin, filmlerin, haberin, dizinin kurgusu kafamda dönmeye başlıyor. Her an tedbirli olmam, her şeye hazırlıklı olmam gerektiğini düşünüyorum. Normalde evden çıkarken yaptığım rutin kontrollerde anahtar, cüzdan, ruhsat, gözlük gibi demirbaşları gözden geçirirken şimdi yolda koşmam gerekirse diye ayakkabının bağcığını iki kere düğümlemeyi ve ayakkabının içine sokmayı düşünüyorum. Köşedeki sehpada bi çengelli iğne görüyorum. Arkadaşa “helal et” deyip, “kelepçe falan açarım ben bununla” diye donuma takıp yola koyuluyorum. Darbede iğne lazım diye düşünüyorum.

-Ben kısayım, benim bura’ma çabuk geliyor
Abbasağa Parkı’ndan koşar adım iniyorum. Bu seferki süratimin koşuya daha çok benzediğini düşünüyorum. Bir an gaza gelip depar atsam mı diye aklımdan geçirmiş olsam da gücümü kontrollü harcamam gerektiği bir köşede çınlıyor. “Unuttun mu salak! Ayakkabı bağcığını zor durumlar için bağlamıştın. Şimdi keyfe keder bir koşuya hiç gerek yok.” şekline telkin ediyorum kendimi. Bu takımdan ayrı düz koşu halindeyken zihnimden olur olmadık şeyler geçiyor. “Fıstık ezmesi” diyorum, enerji ihtiyacını bununla karşılarım. Hemen sonra bu salaklanmanın faydası olmayacağını farkedip asıl konuya odaklanıyorum. Mesele fıstık ezmesi de olsa, makarna da olsa denklem para ile tamamlanıyor. “Para çekmem lazım” diye düşünüyorum. Lazım hakikaten. Cepte yirmi lira var. Taksiye falan binmeye kalksan geçen aydan tecrübeliyim, açılışı $100’dan yapıyorlar. Barbaros’tan aşağı inerken ATM’lerin yoğunluğunu gözetlemeye çalışıyorum. Yanımda başka bankanın şubesini görüyorum. “En fazla fark öder, buradan çekerim” diye düşünüyorum. Mantıksız değil.

ATM’nin önünde ikişerliden dört kişi eşleşmiş, bunlardan bir çift telefonda kartsız işlem tarifi alırken diğerleri kaç tane makarna almaları gerektiğini tartışıyor. Tüm bu konuşmalar sırasında yine eskiden izlediğim Kemal Sunal filmleri canlanıyor gözümde. Tüp kuyruğunda doğan bebeğe isim verdiği sahneyi anımsıyorum. Bakkalda pirinç içine saklanmış yağ bulduğu sahneyi hatırlıyorum. Sıra bana geliyor. Önceden hazırladığım kartı doğru pozisyonda yuvasına yerleştiriyorum. Bin lira çekiyorum. Günlük para çekme limiti sabrımın sınırını zorluyor. ikisinin de ümüğümü gıdıkladığını hissediyorum. “Ben kısayım, benim bura’ma çabuk geliyor” şakasını hatırlıyor, sakinliyorum. Darbede para çekmek lazım diye düşünüyorum.

-Fotojenik korkak
Hedefim artık Anadolu Yakası’na ulaşmak. Beşiktaş-Üsküdar motorlarına doğru koşar adım ilerliyorum. Bu tempo çok iyi, sevdim ben bunu diyorum. Koşu bandında olsam 6,2’ye tekabül ederdi. Alışkınım ben bu tekabüle. Kabulümdür diye telaşlı koşarken birisinin motor kalkıyor dediğini duyuyorum. Algılarım yolgeçen hanı, etrafımda olan biten her şeyden haberdarım. Benimle ters istikamette iki kişinin koşarken birbirlerini öperek vedalaştıklarını farkediyorum. Koşan insanların öpüşmeye çalışmasını garipsemiyorum. Boyları birbirine yakın insanların koşarken öpüşmesi garip durmuyor. Bana denk gelse, benim koşarken uzanmaya çalışmamla karşımdakinin koşarken eğilmeye çalıştığını düşünüyorum. Durakta oturan ve üstünde yatay kahverengi çizgili desen olan polo yaka tişört giymiş adamın telefon görüşmesi yaparken burnunu karıştırdığını da, elinde on litrelik iki bidon suyu taşırken koşmaya çalışan kadını da farkediyorum. Tüm bu farkındalık sırasında elinde benim genelde belgesellerde gördüğüm ve yolda görürsem imza isterim dediğim fotoğraf makinesini bana doğrultmuş gazeteciyi de görüyorum. Bulunduğum kareyi ertesi gün haber sitelerinde görüyorum; “Foto Galeri: Darbe’den Kaçamadılar.” Habere uygun görünmek umrumda değil, bana doğrulmuş o makinenin heyecanıyla gülümsüyorum. Yol boyu bakış yönümü objektiften ayırmadan gülümser halde takımdan ayrı düz koşuma devam ediyorum. Darbede zaman lazım diye düşünüyorum.

-Asker, osuran vatandaşı vurdu
Motordayım. Gişelerden geçerken yer bulabilecek miyim acaba diye düşünüyorum. içeriye göz atıyorum ve en fazla elli kişiyi koltuklara gelişi güzel oturmuş şekilde görüyorum. Yaptığım koşu, sırtımda terlerin sel olması ve gömleğime yapışmasıyla kendini hatırlatıyor. Üst kata çıkıyorum. Herkesin başı önde, telefonlarına bakıyorlar. Hepsinin ne düşündüğünü çok iyi biliyorum. Birisi telefon görüşmesi yapıyor; “…baktım olmadı Yasinlere geçerim” diyor karşıdaki kişiye. Araç doluyor ve hareket ediyor. insanlara bakıyorum, görünmüyorlar. Kime baksam endişelerini görüyorum. Normal bir yüz ifadesine denk gelsem hafif tebessümle selam veririm diye düşünüyorum. Kendimin nasıl göründüğü konusunda kendimle tartışıyorum. Endişeli miyim, korkuyor muyum, sakin miyim bilmiyorum. “Boşver, nasıl olsa o fotoğrafta gülümsüyor olacağım" diyorum. Ertesi günlerde gazetede muhtemel bi manşet daha görüyorum; “Son Fotoğrafı Bu Oldu.” Lan ne salak düşünceler bunlar? Az önce para çektim ben. Eve gideceğim. Ne demek son fotoğraf? Konuya odaklanıyorum ve kalabalığın inmesini beklememek için çıkışa yöneliyorum. Darbede arbede çıkabilir, ben ön saflara ilerleyeyim diye düşünüyorum. Takımlayken takımdan ayrı düz koşu için aradan sıyrılmanın hesaplamalarını yapıyorum. Kalabalığın daha çok sağa gideceğini, benim de Kuzguncuk istikametine yöneleceğim için solda kalmam gerektiğini ve önümdekilerin hareketlerini ona göre kontrol etmem gerektiğini düşünüp pozisyonumu alıyorum.

Üsküdar bizi tüm Üsküdarlılığıyla karşılıyor. Merdiven motora yaslanıyor ve hesaplamalarım tutuyor. Sadece en soldan gelen kahverengi bavullu kadın bana iki saniye kaybettiriyor o kadar. Normal parktan otoparka doğru koşuyorum. Aklınızda bulunsun, Sözbir’in altındaki petrol istasyonu boş vakitlerinde otoparkçılık oynuyor. Ben de iyi ki burayı tercih etmişim diyorum. Yanlış anlamayın, müşteri memnuniyetinden değil, yorulduğum için geliyor bu tatmin. Hazır akaryakıt istasyonundayım, depoyu da dolduralım ki şehri terketmek gerekirse en azından 600 km yolumuz garanti olsun. Marketten su ve bisküvi alıyorum. Hangi yolda nasıl bir durdurulma olduğunu bilmiyorum. Haritadan kontrol ettiğimde bana Harem’i tercih edersem iki saatten fazla Kız Kulesi’ni izleyeceğimi söylüyor. içinde kız olmayan Kız Kulesi'ni götüme mi sokayım diyorum. Benim rotam Beylerbeyi’ne doğru gidip Nakkaştepe’den Altunizade’ye ulaşmak ve Çamlıca’dan Çakmak’a erişmek. Beylerbeyi Tüneli’ni geçip Nakkaştepe’ye çıkan yol üstünde köprü ayrımında askerler yolu kesmişler. Geçmek isteyen araçlara bakıyorlar. Altıma ılık ılık koktuğumu farkediyorum. içimden başlayan titreme dalgası bir anda parmak uçlarıma kadar ulaşıyor.

Durdurma noktasına yaklaşırken araç iç lambasını yakıyorum. Yanıma gelen bir asker indirmiş olduğum camdan içeri doğru el fenerini uzatıyor. Bu an sanırım üç saniye kadar sürüyor. Bana sorsan o ışıkla altı ay ev arkadaşlığı yapmış gibiyim derim. Artık iyice gevrekleşmiş sinirlerim kendini bırakmaya başlıyor. Askerin o an ne düşündüğünden çok, gelebilecek yüksek sesli bir osuruğa verecebileceği tepkiden korkuyorum. internet haber sitelerinin birinde bir manşet daha canlanıyor gözümde; “Asker, osuran vatandaşı vurdu.” Osuruk yüzünden öldürülen ilk insan olabilir miyim acaba diye düşünüyorum. Alnımdan öyle bir ter akıyor ki görsen canlı bomba dersin. (Canlı bomba konusunu yukarıda işlemiştik.) Gerginliğim git gide artıyor, korkum içimde kokuyor. “Artık ne olacaksa olsun” diyorum ve bırakıyorum “Küçük Enişte’yi.” Endişe edecek bir şey yok. Adı gibi küçük bir pırt duyuluyor sadece. Küçük Enişte’den büyük bir performans izliyoruz. Benim için küçük, insanlık için büyük bir osuruğa şahitlik etmiş oluyorum. Bu hafiflemenin hemen peşine fenerli asker kişisi elindeki lazer kılıcıyla “geç geç” yapıyor. Hızlıca Nakkaştepe kıvrımlarından Altunizade’ye erişmeye çalışıyorum. Yolun ilk engebesini büyük bir şans ve küçük bir osurukla atlatıp Altunizade Köprüsü’ne varıyorum. Köprü üstüne çıktığımda yolun Çamlıca dönüşünden kapatıldığını öğreniyor ve orada kalakalıyorum. Kontak kapatıyorum. Radyoda sokağa çıkma yasağı ilan edildiğini duyuyorum. Sur, Nusaybin, Dargeçit geliyor aklıma. Onları da anlıyorum. Sokaktayken sokağa çıkma yasağıyla karşılaşan ne yapar bilemediğimden araçta beklemeye devam ediyorum. Sonuçta sokakta değil aracımdayım. Araç da sokakta değil, köprü üstünde. Bence bu durum karşısında bana sıkıntı çıkarmazlar. Ben de araçtan çıkmazsam sorun çıkmaz diyorum. Gayet mantıklı geliyor. Darbede sabır lazım diye düşünüyorum.

-Kardeş çok güzel kefen var vereyim mi bi tane?
Etraftan gelen silah sesleri, üstümüzden uçan helikopterler, kulak delercesine geçen jetlerle oyalanıp yarım saate yakın bekledikten sonra dışarıdan tekbir sesleri duymaya başlıyorum. Dikiz aynasından bana doğru yaklaşan kimi üstünü çıkarmış, kimi yakasını bağırını açıp kolları sıvamış bir güruh “ölmekse ölürüz” kabilinden seslerle yaklaşıyorlardı. Arabanın yanından geçerken tavana vurarak “hadi lan ne duruyorsunuz, çıkın dışarı” deyip “tekbiiiiiir” çekerek davetini ısrara dönüştüren birkaç kişiyle göz göze geldiğim sıralarda on pare top atışına başlamıştım bile. Hatta işi ilerletip hakikaten altıma sıçsa mı acaba diye düşünmedim değil. Kimse yargılamaz. insani bir şey neticede. Arabaya vurup beni kavgaya çağıran bütün arkadaşlara teşekkür edip çıkış yolu düşünmeye başlıyorum. Abbasağa’dan çıkmadan önce ayakkabısını çift düğüm bağlayan adamın osuruğu düğümleniyor. Araçlarda yolcu koltuğunda bulunan birkaç kişi organize olarak yolu geri gidilip tersten çıkılabilecek şekilde açıyor. Bu arada yolun ilerisinin kamyonlarla kapatıldığını görüyorum. Ters istikamette hareket edip girilmezden girerek Çevreyolu’na bağlanıyorum. Darbede duble yol lazım diye düşünüyorum.

-Büyüyünce anlarsın diyenleri büyüdükçe anlıyorum
Yolda eve dönen bütün ana dönüşlerin kapatıldığını görüyorum. Yol beni Çamlıca Gişeler’e götürüyor ama ben eve gitmek istiyorum. Radyoda abuk sabuk konuşmalar dinleyip yarın için daha çok endişeleniyorum. Sanki şimdi eve varmış gibi üstüme gelen bu “yarın kaygısı”nı silkiyorum. “Silkerler yarını" diyorum. Sonunda Şerifali dönüşüne erişip yan yolu kullanarak eve varıyorum. Arabayı yokuş aşağı bakacak şekilde bırakıyorum. Darbe zamanı hikayelerini hatırlıyorum. insanların nelerden korktuğunu çok iyi anlıyorum. Artık biz de darbe görmüş bir nesiliz diyorum. On yıldan fazladır yediğimiz darbeleri unutuyorum. Sabah nasıl uyanacağımı öğrenmek için televizyonu açıyorum. Gördüklerimi hafızama kazıyorum. Hikayelerini yıllar sonra bile ilk günkü gibi anlatabilen insanları anlıyorum. Öyle bir an geliyor ki zamanında anladığımı sandığım şeyleri aslında anlamlandıramadığımı anlıyorum. Sadece durumu kavrayıp gerçekten ne olduğunu anlayabilmek o durumun içinde olmakla birebir örtüşüyor. Bunu yaşadıkça anlıyorum.

Bu ay bir yaş daha alıyorum. Zaman geçiyor, büyüyorum.

Büyüyünce anlarsın diyenleri büyüdükçe anlıyorum.

-Sözün bittiği yerden sağa dön
Haberler açık şekilde televizyonun karşısında uyumamaya çalışıyorum. Sabaha bir sorun kalmayacağını sabah anlıyorum. Kedi yanımda pancar motoru gibi purrr purr ederken direksiyonu uykuya kırıyorum.

Uyumadan önce kendime soruyorum; Milletçe birlik ve beraberliğe en ihtiyaç duyduğumuz gün bugün müydü?
kurtuluş savaşı ve hz. muhammed savaşından sonra en korkunç savaşın olduğu tarihtir.
Devlet ricalinin düğün günü belirlediği tarih. Kuvvet Komutanlarından sonra, başbakanın danışmanları da düğündeymiş..
görsel
şaka maka üzerinden 3.5 ay geçmiş olay.
Şaka maka görüp geçirdiğimiz olay.
görsel
Konya gezisine 3 gün kalmıştı o gün. Kaç aydır gün sayıyordm. Tam ucuna kadar geldik, her şeyi hazırladık, nefesleri tuttuk ve birden pat! Bütün planlar bozuldu. Gezi iptal oldu. ilk defa türkiyenin iç anadolusuna girecek, oraların havasını tadacaktık. Hatırladıkça sinirlerim bozuluyor.

fetullah! Allah ocağına ateşler salsın..
15 temmuz 2016 : hükümet marifetiyle devlete yerleştirilmiş feto denen güruhun kolluk yetkisini kullanarak devlete karşı ayaklanması durumudur. darbeyi yöneten general ( akın öztürk ) o mevkiiye gelsin diye devlet onun önünde bulunan 15 generali ya tutuklatmış ya da emekliye sevk etmiştir, hain fetocu, tayyip erdoğan ın imzasıyla ve rızasıyla o mevkiiye gelmiştir ( tüm uyarılara rağmen ) kalkışma devletin zaafiyeti yüzünden olmuştur , pisliği temizlemek 256 cana sebep olmuştur . ancak basiretsizlik sorgulanmamış ve 15 temmuz malum partinin zaferi olarak anılmaya başlanmıştır.
(bkz: at the theatre)
Feci bir gündü. Hayatımda sadece bir gün korktum. O da o geceydi.
yedek subay olarak askerde ilk nöbetim olan gündür.
3 sefer ifade verdim. bütün personel 3-5 ifade verdi, ben 3 sayfa. şaka gibi.
başkanlık sistemi için recep tayyip erdoğan'ın böylesi bir girişime ihtiyacı yoktur arkadaşlar. bu rezalete tiyatro diyenler var ya böylesi kirli zihinlere bir şey diyemiyorum. soner yalçınından tutun bir çok akparti muhalifi olan yazar-düşünür feto'nun darbe yapacağını taa 1 yıl evvelden söylemiş ve bu meseleyi doğru biçimde analiz etmişlerdir. mit haber almış neden engel olunmamış iyide güzel kardeşim 1962 ila 1963 yılları arasında iki darbe girişimi oldu bu ülkede ve bu kalkışmaların ikiside 15 temmuz da vuku bulan ihtilal teşebbüslerine tıpa tıp benzer hareketlenmelerdi binaenaleyh mit'in haberi her zaman vardı. eğer mit'in haberi olmasaydı 1962 ila 1963 kalkışmalarının lideri olan albay talat aydemir ilk hareketinde başarıya ulaşabilirdi. mit haber alır, gözlemler ve harekat başarıya ulaşamaz. yani daha önceden tasfiyeler yapılsaydı amenna ama o da zor çünkü feto gibi kripto bir küresel terörist örgütten bahsediyoruz.

asıl amaç şudur; nasıl olsa feto'nun tsk içindeki hücreleri doğu perinçek başta olmak üzere milliyetçi devlet görevlileri tarafından deşifre edilmişti, 30 ağustos tarihinde yapılacak olan yaş'ta fetocu klik temizlenecekti bunu bilen abd ve onun ajanı olan feto fırsat bu fırsat diyerek ifşa olmuş elemanlarını açığa çıkarıp içerdeki gizli hücrelerini harekete geçirmiş olabilir ki terör saldırılarından bunu rahatlıkla görebiliyoruz.

şu iki yazıyı okumanızı öneririm:

http://genckalemlertv.blo...gustos-ve-aralk-2016.html

http://genckalemlertv.blo...erdigi-2017-yl-mesaj.html