bugün

15 temmuz 2016

https://medium.com/@emrah...a-edf5748df5cf#.vq582c8kx

Tarihte bugün: 15 Temmuz 2016

Minimal Darbe’de yaşadığım trajikomik arbede.

Günün nasıl geçtiğini rutine sor. Ben akşama döneceğim.

-Misafirin Misafiri
Uzun zamandır görmediğim bir arkadaşımla her zaman görüştüğüm bir diğer arkadaşımı aynı potada eritme fikri kendiliğinden peyda oldu. O aradı, bu sordu derken Abbasağa’da dört katlı bir evin bahçeye bakan en üst balkonunda sohbete başlandı. Binanın eskiliğinden olsa gerek balkon huzur vermedi, bir alt kata inip büyük kapıdan geçilen odaya yerleştik. Kaşa mı kaşsak diye şakalar yapılırken aslında gidilecek bir yer varsa orası Malatya’dır dememle gündem değişti. Malatya’nın haritadaki yeri, tapu kadastronun nerelerden mesul olduğu, Kastamonu, Muş, Erzincan, Adıyaman ile Malatya arasındaki bağ incelendi ve sonra zengin kalkışıyla misafirin misafir olduğu evden ayrıldık. Üç arkadaş oturup konuşabileceğimiz sessiz sakin bir yer ararken şef arkadaşın sohbet ettiği bir başka şefle karşılaştık. Arkadaşım, arkadaşının mekanını önerince arkadaşıma güvenip arkadaşının misafiri olduk.

Yiyecekler, içecekler söylendi. Çerez diye gelen kuş mamasını güveçte servis ettiler. Hediğin kavrulmuşunu ilk görüşte tanıdım. Malatya’nın coğrafi konumuyla ilgili o kadar konuşmuştuk ki, Malatya’da geçirdiğim çocukluk tatillerimi güveçte servis etmişlerdi.

Bu bekleme sırasında arkadaşım telefonuna baktı. Bakmaz olaydı. Yanımdaki arkadaşım karşımdaki arkadaşıma havaalanının asker tarafından kapatıldığını gösteriyordu. Malum, ülke ay aşırı patlıyor. Yine öyle bir şey olmuştur diye düşünüyorum. Anormal derecede normal bir şeye dönüştü bomba patlaması, terör eylemleri. Bugün bir yerde bomba patlasa, terörist saldırı olsa mesela, (olmaz ya, oldu diyelim) 24 saat geçmeden oraya ulaşabileceğimi biliyorum ben artık. Canlı bomba analizi de yapabiliyorum. Zaten şimdi kime sorsan sana bir canlı bomba eşkali çıkarır. Allah aşkına, bir ülkedeki herkes canlı bombanın neye benzediği hakkında fikir sahibi, bu sizce de anormal değil mi? Sadece soruyorum.

Bence değil.

-Kelepçe falan açarım ben bunla
Porsiyonların yarısında durumun vehametini kavrıyoruz. Eve gitmemiz gerektiğini biliyoruz. “Eve” gitmenin ne olduğunu düşünüyorum. Bu akşam güvenle uyuyacağım bir yer mi, yoksa her akşam güvende olduğumu düşündüğüm ev mi? Cevap 2 diyor ancak şartlar 1'e zorluyor. Bu akşam götü sağlama alalım diyor ve hızlı adımlarla zorunlu 1'e geçiyoruz. Abbasağa’ya çıkan meşhur merdivenli yokuşta yürümediğimizi, koşma taklidi yaptığımızı farkediyoruz. Yürüyüş gibi bir şey oldu ama kimse yürümedi. Eve ulaşıyoruz. Daha ayakkabılar çıkmadan haberler açılıyor; “Köprüler asker tarafından kapatıldı.”

“Eve gitmem lazım” diyorum. “Kediyi veterinerden dün almıştım, gidemezsem aç kalır” diyorum. Yarın eve ulaşamama ihtimalini düşünüyorum. Hayvan en fazla iki günde mamasını ve suyunu bitirir, aç kalır diye düşünüyorum. Bugün bir şekilde ulaşırım evet ama yarın ne olacağını bilmiyorum. Sonuçta sokaktaki insan bir şekilde evine gidecek ama ertesi gün yola koyulsam “sen hayırdır birader” demezler mi? Derler. “Eve gitmem lazım” diyorum.

Yarım yamalak şarj olmuş telefonu çıkarıp, uzunca bir zaman tuvalete gidememe ihtimaline karşın bir de helaya selam çakıyorum. Eve gitmek için yola çıkıp korkudan altıma sıçmayayım diye erkenden bu işi yapmayı hesap ediyorum. Bu iş normalinde olsa bu vakitlerde aklımın ucundan, kıçımın kenarından geçmemesi lazım. Bu zamana kadar izlediğim bütün belgesellerin, filmlerin, haberin, dizinin kurgusu kafamda dönmeye başlıyor. Her an tedbirli olmam, her şeye hazırlıklı olmam gerektiğini düşünüyorum. Normalde evden çıkarken yaptığım rutin kontrollerde anahtar, cüzdan, ruhsat, gözlük gibi demirbaşları gözden geçirirken şimdi yolda koşmam gerekirse diye ayakkabının bağcığını iki kere düğümlemeyi ve ayakkabının içine sokmayı düşünüyorum. Köşedeki sehpada bi çengelli iğne görüyorum. Arkadaşa “helal et” deyip, “kelepçe falan açarım ben bununla” diye donuma takıp yola koyuluyorum. Darbede iğne lazım diye düşünüyorum.

-Ben kısayım, benim bura’ma çabuk geliyor
Abbasağa Parkı’ndan koşar adım iniyorum. Bu seferki süratimin koşuya daha çok benzediğini düşünüyorum. Bir an gaza gelip depar atsam mı diye aklımdan geçirmiş olsam da gücümü kontrollü harcamam gerektiği bir köşede çınlıyor. “Unuttun mu salak! Ayakkabı bağcığını zor durumlar için bağlamıştın. Şimdi keyfe keder bir koşuya hiç gerek yok.” şekline telkin ediyorum kendimi. Bu takımdan ayrı düz koşu halindeyken zihnimden olur olmadık şeyler geçiyor. “Fıstık ezmesi” diyorum, enerji ihtiyacını bununla karşılarım. Hemen sonra bu salaklanmanın faydası olmayacağını farkedip asıl konuya odaklanıyorum. Mesele fıstık ezmesi de olsa, makarna da olsa denklem para ile tamamlanıyor. “Para çekmem lazım” diye düşünüyorum. Lazım hakikaten. Cepte yirmi lira var. Taksiye falan binmeye kalksan geçen aydan tecrübeliyim, açılışı $100’dan yapıyorlar. Barbaros’tan aşağı inerken ATM’lerin yoğunluğunu gözetlemeye çalışıyorum. Yanımda başka bankanın şubesini görüyorum. “En fazla fark öder, buradan çekerim” diye düşünüyorum. Mantıksız değil.

ATM’nin önünde ikişerliden dört kişi eşleşmiş, bunlardan bir çift telefonda kartsız işlem tarifi alırken diğerleri kaç tane makarna almaları gerektiğini tartışıyor. Tüm bu konuşmalar sırasında yine eskiden izlediğim Kemal Sunal filmleri canlanıyor gözümde. Tüp kuyruğunda doğan bebeğe isim verdiği sahneyi anımsıyorum. Bakkalda pirinç içine saklanmış yağ bulduğu sahneyi hatırlıyorum. Sıra bana geliyor. Önceden hazırladığım kartı doğru pozisyonda yuvasına yerleştiriyorum. Bin lira çekiyorum. Günlük para çekme limiti sabrımın sınırını zorluyor. ikisinin de ümüğümü gıdıkladığını hissediyorum. “Ben kısayım, benim bura’ma çabuk geliyor” şakasını hatırlıyor, sakinliyorum. Darbede para çekmek lazım diye düşünüyorum.

-Fotojenik korkak
Hedefim artık Anadolu Yakası’na ulaşmak. Beşiktaş-Üsküdar motorlarına doğru koşar adım ilerliyorum. Bu tempo çok iyi, sevdim ben bunu diyorum. Koşu bandında olsam 6,2’ye tekabül ederdi. Alışkınım ben bu tekabüle. Kabulümdür diye telaşlı koşarken birisinin motor kalkıyor dediğini duyuyorum. Algılarım yolgeçen hanı, etrafımda olan biten her şeyden haberdarım. Benimle ters istikamette iki kişinin koşarken birbirlerini öperek vedalaştıklarını farkediyorum. Koşan insanların öpüşmeye çalışmasını garipsemiyorum. Boyları birbirine yakın insanların koşarken öpüşmesi garip durmuyor. Bana denk gelse, benim koşarken uzanmaya çalışmamla karşımdakinin koşarken eğilmeye çalıştığını düşünüyorum. Durakta oturan ve üstünde yatay kahverengi çizgili desen olan polo yaka tişört giymiş adamın telefon görüşmesi yaparken burnunu karıştırdığını da, elinde on litrelik iki bidon suyu taşırken koşmaya çalışan kadını da farkediyorum. Tüm bu farkındalık sırasında elinde benim genelde belgesellerde gördüğüm ve yolda görürsem imza isterim dediğim fotoğraf makinesini bana doğrultmuş gazeteciyi de görüyorum. Bulunduğum kareyi ertesi gün haber sitelerinde görüyorum; “Foto Galeri: Darbe’den Kaçamadılar.” Habere uygun görünmek umrumda değil, bana doğrulmuş o makinenin heyecanıyla gülümsüyorum. Yol boyu bakış yönümü objektiften ayırmadan gülümser halde takımdan ayrı düz koşuma devam ediyorum. Darbede zaman lazım diye düşünüyorum.

-Asker, osuran vatandaşı vurdu
Motordayım. Gişelerden geçerken yer bulabilecek miyim acaba diye düşünüyorum. içeriye göz atıyorum ve en fazla elli kişiyi koltuklara gelişi güzel oturmuş şekilde görüyorum. Yaptığım koşu, sırtımda terlerin sel olması ve gömleğime yapışmasıyla kendini hatırlatıyor. Üst kata çıkıyorum. Herkesin başı önde, telefonlarına bakıyorlar. Hepsinin ne düşündüğünü çok iyi biliyorum. Birisi telefon görüşmesi yapıyor; “…baktım olmadı Yasinlere geçerim” diyor karşıdaki kişiye. Araç doluyor ve hareket ediyor. insanlara bakıyorum, görünmüyorlar. Kime baksam endişelerini görüyorum. Normal bir yüz ifadesine denk gelsem hafif tebessümle selam veririm diye düşünüyorum. Kendimin nasıl göründüğü konusunda kendimle tartışıyorum. Endişeli miyim, korkuyor muyum, sakin miyim bilmiyorum. “Boşver, nasıl olsa o fotoğrafta gülümsüyor olacağım" diyorum. Ertesi günlerde gazetede muhtemel bi manşet daha görüyorum; “Son Fotoğrafı Bu Oldu.” Lan ne salak düşünceler bunlar? Az önce para çektim ben. Eve gideceğim. Ne demek son fotoğraf? Konuya odaklanıyorum ve kalabalığın inmesini beklememek için çıkışa yöneliyorum. Darbede arbede çıkabilir, ben ön saflara ilerleyeyim diye düşünüyorum. Takımlayken takımdan ayrı düz koşu için aradan sıyrılmanın hesaplamalarını yapıyorum. Kalabalığın daha çok sağa gideceğini, benim de Kuzguncuk istikametine yöneleceğim için solda kalmam gerektiğini ve önümdekilerin hareketlerini ona göre kontrol etmem gerektiğini düşünüp pozisyonumu alıyorum.

Üsküdar bizi tüm Üsküdarlılığıyla karşılıyor. Merdiven motora yaslanıyor ve hesaplamalarım tutuyor. Sadece en soldan gelen kahverengi bavullu kadın bana iki saniye kaybettiriyor o kadar. Normal parktan otoparka doğru koşuyorum. Aklınızda bulunsun, Sözbir’in altındaki petrol istasyonu boş vakitlerinde otoparkçılık oynuyor. Ben de iyi ki burayı tercih etmişim diyorum. Yanlış anlamayın, müşteri memnuniyetinden değil, yorulduğum için geliyor bu tatmin. Hazır akaryakıt istasyonundayım, depoyu da dolduralım ki şehri terketmek gerekirse en azından 600 km yolumuz garanti olsun. Marketten su ve bisküvi alıyorum. Hangi yolda nasıl bir durdurulma olduğunu bilmiyorum. Haritadan kontrol ettiğimde bana Harem’i tercih edersem iki saatten fazla Kız Kulesi’ni izleyeceğimi söylüyor. içinde kız olmayan Kız Kulesi'ni götüme mi sokayım diyorum. Benim rotam Beylerbeyi’ne doğru gidip Nakkaştepe’den Altunizade’ye ulaşmak ve Çamlıca’dan Çakmak’a erişmek. Beylerbeyi Tüneli’ni geçip Nakkaştepe’ye çıkan yol üstünde köprü ayrımında askerler yolu kesmişler. Geçmek isteyen araçlara bakıyorlar. Altıma ılık ılık koktuğumu farkediyorum. içimden başlayan titreme dalgası bir anda parmak uçlarıma kadar ulaşıyor.

Durdurma noktasına yaklaşırken araç iç lambasını yakıyorum. Yanıma gelen bir asker indirmiş olduğum camdan içeri doğru el fenerini uzatıyor. Bu an sanırım üç saniye kadar sürüyor. Bana sorsan o ışıkla altı ay ev arkadaşlığı yapmış gibiyim derim. Artık iyice gevrekleşmiş sinirlerim kendini bırakmaya başlıyor. Askerin o an ne düşündüğünden çok, gelebilecek yüksek sesli bir osuruğa verecebileceği tepkiden korkuyorum. internet haber sitelerinin birinde bir manşet daha canlanıyor gözümde; “Asker, osuran vatandaşı vurdu.” Osuruk yüzünden öldürülen ilk insan olabilir miyim acaba diye düşünüyorum. Alnımdan öyle bir ter akıyor ki görsen canlı bomba dersin. (Canlı bomba konusunu yukarıda işlemiştik.) Gerginliğim git gide artıyor, korkum içimde kokuyor. “Artık ne olacaksa olsun” diyorum ve bırakıyorum “Küçük Enişte’yi.” Endişe edecek bir şey yok. Adı gibi küçük bir pırt duyuluyor sadece. Küçük Enişte’den büyük bir performans izliyoruz. Benim için küçük, insanlık için büyük bir osuruğa şahitlik etmiş oluyorum. Bu hafiflemenin hemen peşine fenerli asker kişisi elindeki lazer kılıcıyla “geç geç” yapıyor. Hızlıca Nakkaştepe kıvrımlarından Altunizade’ye erişmeye çalışıyorum. Yolun ilk engebesini büyük bir şans ve küçük bir osurukla atlatıp Altunizade Köprüsü’ne varıyorum. Köprü üstüne çıktığımda yolun Çamlıca dönüşünden kapatıldığını öğreniyor ve orada kalakalıyorum. Kontak kapatıyorum. Radyoda sokağa çıkma yasağı ilan edildiğini duyuyorum. Sur, Nusaybin, Dargeçit geliyor aklıma. Onları da anlıyorum. Sokaktayken sokağa çıkma yasağıyla karşılaşan ne yapar bilemediğimden araçta beklemeye devam ediyorum. Sonuçta sokakta değil aracımdayım. Araç da sokakta değil, köprü üstünde. Bence bu durum karşısında bana sıkıntı çıkarmazlar. Ben de araçtan çıkmazsam sorun çıkmaz diyorum. Gayet mantıklı geliyor. Darbede sabır lazım diye düşünüyorum.

-Kardeş çok güzel kefen var vereyim mi bi tane?
Etraftan gelen silah sesleri, üstümüzden uçan helikopterler, kulak delercesine geçen jetlerle oyalanıp yarım saate yakın bekledikten sonra dışarıdan tekbir sesleri duymaya başlıyorum. Dikiz aynasından bana doğru yaklaşan kimi üstünü çıkarmış, kimi yakasını bağırını açıp kolları sıvamış bir güruh “ölmekse ölürüz” kabilinden seslerle yaklaşıyorlardı. Arabanın yanından geçerken tavana vurarak “hadi lan ne duruyorsunuz, çıkın dışarı” deyip “tekbiiiiiir” çekerek davetini ısrara dönüştüren birkaç kişiyle göz göze geldiğim sıralarda on pare top atışına başlamıştım bile. Hatta işi ilerletip hakikaten altıma sıçsa mı acaba diye düşünmedim değil. Kimse yargılamaz. insani bir şey neticede. Arabaya vurup beni kavgaya çağıran bütün arkadaşlara teşekkür edip çıkış yolu düşünmeye başlıyorum. Abbasağa’dan çıkmadan önce ayakkabısını çift düğüm bağlayan adamın osuruğu düğümleniyor. Araçlarda yolcu koltuğunda bulunan birkaç kişi organize olarak yolu geri gidilip tersten çıkılabilecek şekilde açıyor. Bu arada yolun ilerisinin kamyonlarla kapatıldığını görüyorum. Ters istikamette hareket edip girilmezden girerek Çevreyolu’na bağlanıyorum. Darbede duble yol lazım diye düşünüyorum.

-Büyüyünce anlarsın diyenleri büyüdükçe anlıyorum
Yolda eve dönen bütün ana dönüşlerin kapatıldığını görüyorum. Yol beni Çamlıca Gişeler’e götürüyor ama ben eve gitmek istiyorum. Radyoda abuk sabuk konuşmalar dinleyip yarın için daha çok endişeleniyorum. Sanki şimdi eve varmış gibi üstüme gelen bu “yarın kaygısı”nı silkiyorum. “Silkerler yarını" diyorum. Sonunda Şerifali dönüşüne erişip yan yolu kullanarak eve varıyorum. Arabayı yokuş aşağı bakacak şekilde bırakıyorum. Darbe zamanı hikayelerini hatırlıyorum. insanların nelerden korktuğunu çok iyi anlıyorum. Artık biz de darbe görmüş bir nesiliz diyorum. On yıldan fazladır yediğimiz darbeleri unutuyorum. Sabah nasıl uyanacağımı öğrenmek için televizyonu açıyorum. Gördüklerimi hafızama kazıyorum. Hikayelerini yıllar sonra bile ilk günkü gibi anlatabilen insanları anlıyorum. Öyle bir an geliyor ki zamanında anladığımı sandığım şeyleri aslında anlamlandıramadığımı anlıyorum. Sadece durumu kavrayıp gerçekten ne olduğunu anlayabilmek o durumun içinde olmakla birebir örtüşüyor. Bunu yaşadıkça anlıyorum.

Bu ay bir yaş daha alıyorum. Zaman geçiyor, büyüyorum.

Büyüyünce anlarsın diyenleri büyüdükçe anlıyorum.

-Sözün bittiği yerden sağa dön
Haberler açık şekilde televizyonun karşısında uyumamaya çalışıyorum. Sabaha bir sorun kalmayacağını sabah anlıyorum. Kedi yanımda pancar motoru gibi purrr purr ederken direksiyonu uykuya kırıyorum.

Uyumadan önce kendime soruyorum; Milletçe birlik ve beraberliğe en ihtiyaç duyduğumuz gün bugün müydü?