11 şubat 1979'da maui'ya bağlı wailuku sahil kasabasının açıklarında yaşanmış, türlü belgesellere konu olan ve gizemi hâlâ çözülememiş kaybolma vakası.
benjamin kalama (38), 1979 şubat'ının 11'inde klasikleşmiş rutinini tekrar etmek üzere biraz balık tutma ve arkadaşlarıyla hoş vakit geçirme maksadıyla scott moorman (27), patrick woessner (26), peter hanchett (31) ve ralph malaiakini (27) ile beraber “sarah joe” adlı ufak bir tekneyle öğle saatlerinde denize açılır.
hava karardıktan sonra adaya geri dönmedikleri fark edilince, birkaç günüllü, tekneleriyle ada çevresini kolaçan eder. sabah saatlerine dek yapılan aramalarda sarah joe teknesi ve içindeki beş kişilik mürettebata dair bir iz bulunamaz.
ertesi gün hawaii tarihinin en kapsamlı arama kurtarma çalışması başlatılır. 44 keşif uçağı toplamda 330 saat uçuş yapar ve 56 bin metrelik devasa bir alan gözden geçirilir. beş gün süren aramaların ardından hiçbir sonuca ulaşılamaz.
günler geçtikçe mürettebatın yaşadığına dair ümitler tükenir. bazı görgü tanıkları, o gün, havanın açık olduğunu ve herhangi bir fırtına gözlemlenmediğini belirtir. teknenin sahibi olan kayıp ralph malaiakini'nin erkek kardeşi robert, sert rüzgarların ve okyanus akıntılarının yoğun olduğu alenuihaha kanalına girmiş olabileceklerini ve muhtemelen ya açıklara doğru savrulduklarını ya da alabora olup hayatlarını kaybetmiş olabileceklerini ileri sürer. yetkililer teoriyi mantıklı bulsa da deniz yüzeyinde tekneye dair bir cisim bulmayı umarlar.
bir süre sonra 5 kişi “kayıp” statüsünden çıkartılarak “ölü” ilan edilir ve dosya kapatılır.
olayın üzerinden on seneye yakın zaman geçer. tarih, 9 eylül 1988'dir.
john naughton isimli bir deniz biyoloğu, hawaii adalarından 3,540 km uzaklıkta marshall adalarına bağlı ve hiç kimsenin yaşamadığı bokak atoll veya diğer adıyla taongi atoll adasının kayalıkları üzerinde tuhaf bir cisim fark eder. bir müddet sonra bunun bir tekne olduğunu görür. üzerinde “sarah joe” yazmaktadır. gövdesinde birkaç ciddî yarık, önü ve kenarlarında kopuk parçalar vardır. içinde herhangi bir obje de yoktur.
naughton, yetkilileri bilgilendirir ve kayıp mürettebatın denize açıldığı yerden binlerce kilometre uzaklıkta ve tek bir insanın dahi yaşamadığı bu ıssız adada incelemeler başlatılır.
tekneye yakın bir yerde, yeri işaretlenmemiş bir mezar tespit edilir. tuhaf olan şey, bulunan mezarın hemen yanında yaklaşık 50-60 civarında temiz, bembeyaz ve muntazam şekilde yerleştirilmiş bir not defterinin sayfaları olduğu anlaşılan kağıt parçaları bulunur. yeni konmuş gibidir. mezar kazıldığında, bir çene kemiği ve kül hâline geldiği anlaşılan insan kalıntıları tespit edilir. adlî incelemeler sonucunda, kalıntıların, mürettebatın üyelerinden biri olan scott moorman'a ait olduğu anlaşılır.
scott'ın yakılarak gömüldüğü düşünülen yerdeki boş kağıt sayfalarının şifreli bir mesaj içerebileceği ihtimalini düşünen araştırmacılar buna benzer bir çin geleneği olduğunu belirtirler. bu eski âdete göre ölen birinin başucuna ölümden sonraki yaşamı sembolize etmesi için boş kağıt parçaları konuluyordur. bu olayla ilgili ortaya atılan tezlerden biri de “adaya bir şekilde ulaşmış birinin törensel biçimde scott'ı defnettiği,” yönündedir. ancak bu da onlarca komplo teorisinden biridir. uzmanların buluştuğu ortak nokta ise teknenin kilometrelerce sürüklenerek bu adaya ulaşmış olabileceği. yapılan hesaplamalara göre tekne başıboş bir hâlde marshall'a ancak 3 ayda varabilirdi.
peki bundan sonra neler yaşanmıştı?
moorman'ın diğer arkadaşları bir ihtimal hayatta kalıp moorman'ı defnettilerse onlar neredeydi? ya da moorman tek başına hayatta kalıp yaşam savaşı vermiş ve bu savaşı kaybederek öldüyse, bu yol geçmez, kervan yürümez yerde, onu kim veya kimler törensel biçimde defnetmişti veya öldürülmüşler miydi? mezarının baş ucunda yer alan ve yeni konulduğu anlaşılan kağıtlar da neyin nesiydi, ne anlama geliyordu ve kim veya kimler neden koymuştu? bu kişi veya kişiler bu ıssız adaya nasıl ve ne zaman gelmişlerdi?
günümüzde, hâlâ wailuku'luların konuşup tartıştığı bu enteresan kayıp vakası çözülemeyen bir gizem olarak sıcaklığını koruyor.
11 Şubat 2009'da teknenin denize açıldığı hana körfezinde trajedinin 30.yılı için bir anma töreni düzenlendi. ayrıca bu enteresan olay cbs reality kanalı başta olmak üzere pek çok belgesele konu oldu ve bu trajediden esinlenerek çeşitli hikaye kitapları yazıldı.
23 mart 1994'te aeroflot şirketinin airbus a310 tipi uçağı ile moskova'dan hareketle hong kong'a gitmesi planlanan, ancak korkunç bir dizi ihmal ve pilot eğitimlerinin yetersizliği gibi nedenlerle trajik bir kaza ile sonlanan uçuş.
uçuş verileri doğrultusunda hazırlanan resmî rapor ışığında kalkıştan 4,5 saat sonra, kaptan pilot yaroslav kudrinsky, ilk defa yurt dışı seyahatine çıkmakta olan 13 yaşındaki kızı yana ile 15 yaşındaki oğlu eldar'ı kokpite kabul eder.
kaptan, önce kızı yana'yı pilot koltuğuna oturtur.
o esnada uçak, otomatik pilottadır. kudrinsky, kontrol düğmesini açar. böylece, otomatik pilottan çıkılmayacak ve yana, uçağı, hafifçe sola kırdığında sanki kontrol kendisindeymiş gibi hissedecektir. öyle de olur. yana, lövyeyi çevirir ve uçak, hafifçe sola doğru döner. bunun ardından, kaptan pilot, uçağı tekrar önceden belirlenen istikamete sokar ve kumanda kolunu eski konumuna getirir.
ardından, sıra, oğlu eldar'a gelir. o da pilot koltuğuna oturur, lövyeyi kız kardeşinin yaptığı gibi sola doğru ancak daha sert bir hamle ile çevirir. şaşırtıcı olan şey, yana'nın çevirdiği gibi rahat bir hamle yapamaz ve zorlandığını hisseder.
kudrinsky, kızı koltuktayken yaptığı gibi kontrol düğmesini tekrar açar ve ardından eldar, lövyeyi rahatlıkla döndürmeye başlar. bir noktadan sonra uçağın dönmesi durur ve otomatik pilot aynı modda yoluna devam eder.
kaptan pilot, navigasyon modunu açarak, uçağı, tekrar hong kong istikametine sokar.
bu birkaç dakika süren hadiseler esnasında kokpitte bir sohbet, şakalaşma havası hâkimdir, dikkat dağınıklığı hissedilir, ancak bir süredir eldar, lövyeyi sol istikamete doğru zorlayarak tutmaya devam eder. halbuki bu saniyelerde, çok kritik bir ân yaşanır ve aslında uçak, otomatik pilottan çıkmakta ve kontrolü pilota bırakmaktadır.
bir noktadan sonra eldar, babasına, “uçağın neden kendi kendine döndüğünü” sorar, yaklaşık üç dakikadır pilot koltuğunda oturan eldar'ın bu sorusu üzerine kaptan pilot ve yardımcısı piskarev, aralarında bunun sebebini konuşmaya başlarlar.
bu kafa karışıklığı sürerken, uçak, 45 derecelik çok ciddî derecede bir açıyla yana yatar ve 30 bin feet yükseklikteyken ölümcül bir biçimde dalışa geçer. bu sırada hissedilen g kuvveti nedeniyle kaptan pilot kudrinsky yerinden kalkıp lövyeye uzanamıyor, piskarev önündeki lövyeye parmaklarının ucuyla dokunabiliyor ve 15 yaşındaki eldar ise iki eliyle lövyeyi tutup uçağı kontrol eden tek kişidir.
kokpitte bir yaşam mücadelesi başlar.
otomatik pilot, uçağı yükseltir ve burnunu havaya kaldırır. bu defa tehlikeli ve dik bir biçimde yükselişe geçer. otomatik pilottan çıkış uyarısı duyulur. otomatik bir güvenlik sistemi devreye girer ve uçağın burnunu alçaltarak pike yapıp tekrar hız kazanmasını sağlamaya çalışır.
saniyede 200 metrelik bir dalışta olan uçağı, piskarev, lövyeyi kendine doğru şiddetle çekmeye devam ederek kısmen doğrultur ve bu defa hızlı bir tırmanış yaşanır. hava hızı azalan uçak, stall ya da bir diğer deyişle perdövites durumuna girer, yani havada tutunma kabiliyetini yitirir.
bu sırada g kuvveti etkisi biraz kırılınca kaptan, eldar'ın yerine pilot koltuğuna geçer. bir süre sonra uçağı dengeler ve yavaş yavaş kontrolü sağlamaya başlar.
ancak ne kadar düştüklerinin farkında olmayan kudrinsky ve piskarev, ve beraberindeki 73 kişi, moğolistan'ın kuzeybatısındaki kuznetsk alatau sıradağlarına çarpmak suretiyle fecî şekilde hayatlarını kaybeder.
bu hadise, kayıtlara, kaptan pilot'un ölümcül ihmallerinden dolayı pilotaj hatası olarak geçmesinin yanı sıra sivil havacılıkta bir dizi radikal gelişmeye de neden olur. o zamanlar için kokpite misafir kabul edilmesi şaşılacak bir uygulama değilken, bu olaydan sonra kısıtlamalar getirilir. ayrıca, eldar'ın pövyeyi bu kadar zorlamasıyla uçağın otomatik pilottan çıktığına dâir uyarının sesli bir uyarı olmadığı fark edilir ve bu noktada tüm airbus'larda değişikliğe gidilir. bu yeni seri airbus'ların pilot eğitiminde bir takım reformlar yaşanır.
yani, havacılık kuralları, yine ve yeniden, kanla yazılır.
“kid in the cockipt” (kokpitteki çocuk) başlığı ile uçak kazası raporu'na ya da o zamanki orijinal ismiyle mayday belgesel serisine konu olmuştur.
fikri efendi'nin kaleme aldığı ve eski lisanın ilk argo sözlüğü olan lugat i garibe'de nun, elif, nun, elif ve ye harfleri ile yazılıp (ناناى), nun (ن) başlığı altında “(kıbtî lisânından) yok” şeklinde tanımlanan çingenece'den argo söz varlığına girmiş kelime.
aynı sözcük, (gelenekli tiyatronun söz varlığında da) “yok, parasız, meteliksiz” olarak tanımlanır.
orta yunanca “souvla” (σούβλα; “şiş”) sözcüğünden gelir.
klasik olarak tzatziki (cacıki), marul, domates, zeytinyağında pişirilmiş patates, soğan ve şişte ızgara edilmiş, yaygın olarak domuz, tavuk ve kuzu gibi et parçalarının gyros da denilen yağlı bir pide ekmeğine sarılmak suretiyle hazırlanıp servis edilen popüler bir yunan yemeği.
geleneksel olarak yalnızca souvlaki satan tavernalarda tüketilirse, orijinali yenmiş olur. şayet daha merkezî tavernalara gidilirse, gereksiz şekilde en az üç veya dört kat daha pahalı olan ve içi et dolu bir tabakta yemek durumunda kalınabilir. tıpkı türkiye'de bir büfeden döner alıp elde yemek ile bir restoranda tabakta döner yemek gibi bir farktır bu.
hızlı hazırlanan, elde yenebilir, yani alınıp taşınabilir bir yiyecek olduğundan “sokak lezzeti” de denebilir. ayrıca, evlerde de yapıldığı olur. hemen hemen her semtte iyi yapan mekânlar bulunabilmekle birlikte siz onu unutsanız da yolda yürürken kokusuyla sık sık kendini hatırlatır.
bu leziz yiyecek, hem ucuzdur hem de porsiyonu birhayli büyük olur. hâliyle çok doyurucudur. yendikten sonra genellikle tüm gün mideye lokma girmez.
et, evvelden, zeytinyağı, limon suyu, sarımsak ve kekik ile marine edilir. ızgarada yanmalarını önlemek için etler suya batırılıp çıkarılır, ardından et küpleri şişlere geçirilerek ızgarada pişirilmeye başlanır.
bunun erbâbı olan mekân, 40'lı yıllardan beri dede kosta tarafından pişirilen ve kendi adını taşıyan atina'nın merkezindeki aya irini meydanında meskûn tavernadır.
aruzun “fe'ilâtün fe'ilâtün fe'ilün” kalıbı kullanılarak talik yazısı ile toplamda 483 beyit hâlinde divan şâiri enderunlu fazıl tarafından neşredilmiş, milâdî 1795 tarihli, mesnevi türü eser.
şâirin, dört hemcinsiyle yaşadığı türlü aşk maceralarını konu alır.
sarayda ocakzade bir gençle yaşadığı birliktelik, âşık olduğu ancak sonradan vefat eden bostancıbaşı zâde süleyman'a olan sevgisi, bir hanendeyle yaşadığı üç sene süren tutkulu ilişki ve gencin evlenmeye karar vermesiyle son bulan çingene bir çengiye karşı hissettikleri, eserin söz varlığını oluşturan şiirsel kelimelerin ana mevzuudur.
gürcistan seferi esnasında askerlere ödenmesi gereken aylıklar tükendiği için imparatorluğun merkezi kostantiniyye'den para gelinceye kadar kendi mührünü kullanmak suretiyle köseleden para bastırtıp altın yerine geçen bu parayı askerlere dağıtmış ve şehirden para geldiğinde kösele paralar yerine değiştirterek büyük bir krizi başarıyla yönetmiş olan “kafkas fatihi” lâkaplı osmanlısadrazamı.
hakkında neşredilmiş divan şiirleri göz önüne alındığında 19. yüzyıl istanbul'unda yaşadığı anlaşılan ve halk arasında hem “loncalı” nâmı ile tanınmış, hem de danslarıyla bir dönem ses getirmiş çingene toplumundan çıkma meşhûr köçek.
ismine derler imiş ismâʿil
oldu kurbân onun kalb-i ʿalîl
çengîlerde meğer ol şûh-ı cihân
hüsnile bulmuş idi şöhret ü şân
ʿaybı ancak bu ki ol cânâne
milleti olmuş idi çingâne.
ayrıca, kostantiniyye yâhût eski istanbul'un mikrotarihinin kayıtlarına göre en görkemli ve en kalabalık sokak düğünü loncalı köçek ismail için düzenlenmiş olup, çingene mahallesinden başlayarak meydanlara taşan bu düğüne 20 bin kişi katılmıştır.
eski zamanda, bilhassa anadolu'nun çeşitli vilayetlerinden kostantiniyye'ye, yahut eski istanbul'a iş güç yapma ve para kazanma ümidiyle gelen taşralı kimselerin oluşturduğu ağır iş yapan ve şehrin yükünü çeken meslek grubu.
hatta bu zor ve meşakkatli işleri yapmak için ipe ihtiyaçları olur, şâyet ipleri yoksa bu kimselere, biraz da küçük gören bir tavırla, ipsiz denirdi.
argoda “hayırsız, serseri, işsiz güçsüz” mânâlarında kullanılan “ipsiz” ifâdesi buradan gelir.
türkiye türkçe'sinin argo söz varlığında, (erkekler için) “lacivert ya da koyu renkli, resmî görünümlü kıyafet giymek, yâhût bu renklerde takım elbise giymek” anlamında kullanılan terzilik terminolojisinden gelip halk diline yerleşmiş ifade.
ressam osman hamdi bey ile sanatkâr victor marie de launay imzâsı ile hazırlanmış olan, içinde yer alan fotoğrafların devrin meşhur stüdyolarından foto sabah tarafından çekildiği, osmanlı döneminin çeşitli yörelerine dâir giyim kuşam âdâbının ele alındığı eser.
günümüz türkçesiyle “osmanlı giysileri” başlıklı çalışma.
1873 viyana fuarı için hazırlanmış bu özel baskının adı, devrin lingua franca'sı ile, “les costumes populaires de la turquie” (türkiye'nin popüler kıyafetleri) konmuştur.
paris doğumlu aslen fransız olan osmanlı bürokratı, sanatkâr, amatör tarihçi.
eski zamanın usûlüyle ilk dönem eğitimini ev hayatında geçirdi ve sonrasında fransa'da güzel sanatlar okulunda okudu.
1850'li senelerde kostantiniyye'ye, yâni eski istanbul'a yerleşti ve pera belediyesinde arşivde çalışmaya başladı, çizer ve yardımcı mühendis olarak bürokratik kariyerine başladı. daha sonra ticaret ve ziraat nezâreti'nde sekreterlik görevi üstlendi.
1867'de paris'te düzenlenen uluslararası fuarda jüri üyesi oldu ve viyana'da osmanlı sergi komisyonunun sekreterliğini üstlendi.
almanca, fransızca ve osmanlıca olmak üzere üç lisânda kaleme alınmış, içinde osmanlı mimarisinin tarihi ve yapılarının niteliği üzerine sekiz denemenin olduğu “die ottomanische baukunst/l'architecture ottomane/usûl-i mîʿmârîʾ-i ʿosmânî” eserinin büyük bir kısmını yazan entelektüellerden oldu.
bu noktada, yolu, eski müzeler umum müdürlüğü yapmış bir ressam olan osman hamdi bey ile kesişti, onunla birlikte osmanlı giyimi ve kıyafetleri üzerine “les costumes populaires de la turquie/elbiseʾ-i osmânîyye” (elbise i osmaniyye) eserini neşretti ve eser, viyana fuarı vesilesiyle iki dilli olarak yayımlandı.
üst düzey görev yapmış sîmâlardan olmasına rağmen ölüm tarihi bilinmemektedir.
ayın, mim, vav ve lam ile yazılıp latinizasyonu “ʿamûl” (عمول) olarak okunduğunda, “çok çalışan, çalışkan, işli güçlü adam” mânâsına gelen arapça'dan osmanlıca söz varlığına geçmiş sözcük.
on ikinci gece'de, tobi ile andrew, birbirleriyle tatlı tatlı atışırlarken kanarya adalarında îmâl edilmiş tatlı beyaz şarap mânâsında kullandıkları sözcük.
tarihte doğrudan fransa kralından gelen ve herhangi bir yasaya dayanmayan sürgün, hapis vb. gibi türlü cezâların deklare edildiği kral imzâlı resmî yazılara verilen ad, bir nevî “kaşeli mektup”.
shakespeare'in pek bilinmeyen oyunlarından love's labour's lost (aşkın çabası boşuna)'un eğlenceli karakteri biron, prenses'e dönüp “zar atarcasına sıralayalım, biberli bal, tatlı bira ve de sıcak şarap, bunlarla yarım düzine deyim sunabilirim, atacağım zar tutarsa” dediğinde, “tatlı bira” ifadesinin karşılığı olan “malt, bira yapımında kullanılan arpa mayası” mânâsındaki shakespeare üslûplu ingilizce kelime.
sansovino’dan di blasi’ye, bosio’dan rinaudo’ya kadar kanuni sultan süleyman dönemini ele alan hangi italyan tarihçi incelense, istisnâsız bir şekilde, “cicala” soyadına rastlanır.
bu şöhretin kaynağı, hem bir amiral olan baba cicala’nın chios'tan başlayıp, oğluyla berâber messina’ya ve sonunda istanbul’un karanlık zindanlarına uzanan macerasına, hem de italyan kaynaklarında “türk paşası” olarak geçen oğul don scipione’nin, “sinan” adını aldıktan sonra, tâ paşalığa uzanan hollywoodvârî yükselişine dayanır.
baba cicala, yâni mösyö visconte, her ne kadar dapdar bir zindanda hayatını kaybedip, oğlunun, osmanlı yönetim kademelerinde kaptan ı derya titrine eriştiğini görememiş olsa da soyadı, yâni “cicala” nâmı, cağaloğlu semtinde yaşıyor hâlâ.
mi, aksanlı ita, lamda, omikron ve ni ile yazılan sözcük (mēlon, μῆλον), eski yunanca'da üç mânâya gelir:
1) “koyun, keçi, teke” yâhût eski lisândaki karşılığı ile ganem (غنم) ya da büz (بز). hatta yunan mitolojisinde küçükbaş hayvanların, çobanların tanrısı olan hermes'in oğlu keçi ayaklı pan, bir “mēlo-nόmis” (μηλο-νὁμης), yâni “çoban” olarak işini yaparken kırlarda dolanıp flüt çalar.
böylece, asırlar sonra panflüt ona ithâf edilir.
2) “elma, ağaçta yetişen her tür meyve veyâ genel olarak meyve ağacı”...
orta latince'de “malum” teriminin “elma” mânâsına geldiğini orta devir tabiplerinden christopher wirtzung'un vücûdun baş kısmından ayak tabanına kadar iç ve dış bölgelerde meydana gelen sağlık sorunlarını irdelediği “the general practise of physicke” eserinin 1605 tarihli londra baskısından biliyoruz.
3) antik şiirde, bilhâssa kronik yazarı, aynı zamanda bir devirde konstantinople'de yaşamış milet'li hesychius'un söz varlığında, göz altlarındaki şişlikler elmaya teşbîh edilirken de aynı terim kullanılır. yanaklara da benzetildiği görülür, hattâ antik devrin halk dilinde kadın göğsü de elma ile ifâde edilir. tıpkı günümüzün argo söz varlığında da olduğu gibi.
daphnis, flüt çalma konusunda birhayli kabiliyetlidir. hem kış hem de yaz aylarında hayatını açık alanlarda geçirir ve sürülerini etna yamaçlarında besler.
derken, bir naiad, yâni bir su perisi olan echenais, ona âşık olur ve daphnis'e asla ölümlü kadınlarla ilişki kurmamasını söyler. şâyet bunu yapmazsa, kaderinin, gözlerini kaybetmek olacağı yönünde bir kehânette bulunur.
uzun bir zaman boyunca daphnis, kendisine delice âşık olan ve onun aklını başından almaya çalışan ölümlülere karşı güçlü bir şekilde direnir.
ancak sonunda, sicilya'lı prenseslerden biri, daphnis'e çok şarap içirir ve onu baştan çıkarır.
böylece, daphnis de, tıpkı trakya'lı thamyras gibi, kendi divâneliği yüzünden kör olur.