Nicedir buralardan selam etmiyorum bi el sallayıp, 'hala aynı yerde mi oturuyonuz, annenlere de çok selam söyle' diyerek 40 yaş ekolünden bi şeediyim dedimdi.
Bende annamadım cancağazım, na öyle durupdurukene bi şeyler beni sözlüğe itti sonra bi baktım buralardayım, tur atıyom felan feşmekanlar..
Az kaldı, bir hafta sonra bu çok huzur, mutluluk, duyduğum, kah orada kah burada sevinç, serüvenimi bırakıp kollarına koşacağım.
Seni ösleyen, bayrına basmak, goklamak isteyen seda aplandan ayh saftriksinden gevelemeler..
yangın yeriydim, saracak yer arıyodum.. iyi oldu, çapımca ''sığlık'' buldum. alayına veryansın..
yazık la, gece gece oyalıyonuz beni buralarda..
na şindi bi' bak hele. herifçioğulları; tivitır hesabında ''uluğ sözlük yazarı'' feysbuk hesabında ''ulu sözlük yetkilisi/muharriri'' deyu belirtmiş. utanmamış yazmış lan. hayır diyor ki, ya ben moderatörüm ayağınızı denk alın, silik yaparım. ya da, yok yazarım, gece gündüz demeden yazarım.. mı demek ister ne amaçla kör göze parmak diye sokar bilmem şuradaki/buradaki yahut x sitedeki yazarlığını..
lan, en alasından maocera kitabı silsilesi yazdın da, biz mi görmezden geldik gavat? biz mi seni yok saydık, ekmeenle oynadık? yoksam bizim yüzümüzden mi son kitabın ses getirmedi şerromino?
ne içiyolar da toplum içine çıkıyor bu ''sözlük yazarım ben hödö''leri bilmiyöre. adam vasıflarında, yazar olduğunu belirtiyor.
ula bi' düşün ki adamın vizyonu, misyonu ''sözlük yazarı olmak.'' ne ayaktır bunnar? anlamıyöre ben. anlayan da beri gelsin, demeyeceğim. yok öyle bi' dünya biliyorum. biliyorum ki, gecenin bu vaktinde herkesin aklında bu soru işareti ve gıcıklığı vardı. ben gün ışığı oldum.** (pak pak nassı bi' kabarma, bi' artizlik yapıyom. bana da gaffayı yedirdiniz hie.)
site kısmında sözlükteki mahlas altı yazılarını paylaşıyor bunnar. ulan sanarsın, sözlük kurulumundan tut da databeysine kadar bu herifçiolu yaptırmış. vay arkadaş ne teraneler.. babadan oğula yazarlık sankim dnaları.. ne o, yıl 2013 olmuş bitmez öne çıkma yarışı. ayh pardoğn yha, sidik yarışı diyeceğidum..
adam yazar.
adam yaozar..
yazıyö olm adam.
yemiyö, içmiyo, okumuyo gavat.. yazıyö..
unutmuşum yukarıdaki ''adam yazar'' cümlesinin sonuna ünlem gelecekti. ne de olsa kinaye yapıyoz en alasından. en belüstünden..
du bakalım, adam yazar ya hani imladan * yakmasın bizi.. filen felan* yani..
nasıl güveniyor haspam yazar mottosuyunan. ahh, ah. atam tutam ben seni, al eline klavyeyi adam yapayım ben seni..
böyük şehre gelen 16, 17 yaşındaki kız çocuklarının ünlü olma merakı gibi len sizin de yazarlık tecrübeniz. tevellüdünüz hep vasat. hep hikaye. hep namus yoksunu.
hadi paşam, hadi goççum git hele vizyonunu. misyonunu bi yokla da gel.
bekliyom ben, başka işim gücüm yok zatığ sizin yazarlık nanenizden, yazabil(eme)me eğilimizden başka..
ama bir kişi dahA, ''AA, SEN BU kitabı okumadın mı?'' tarzında ezikliğe iterse beni, çok pis olacak. zira, bayıla bayıla beklediğim, sevdiceğim, gözümün nuru film. hatta ne demiş büyüklerimiz; beklenen gün gelecekse çekilen çil...
..
neyse, demin fragmanını izliyorum; şöyle yaparım. böyle yaparım. filme giderim. baktım havada karada iyi gidiyo 2.ye giderim. hep giderim. hiç çıkmam. evim bellerim. evlenme teklifi ederim, ohh bilet kuyruğundayım, tamam bileti aldım izleyebilirim diye ufaktan bi hayallerime ayar çekiyodum ki, ya filme girmek için bilet almaya gittiğimde gişeci bana;
-''afedersiniz efendim, pi'nin kaderini okudunuz mu? yok yani banane de, kitabını okumayanlara bilet satışı yapmıyoruz. üzgünüz.'' kıvamında, fiziksel olarak minimal zihinsel olarak yıkıcı bi olayla karşılaşırsam diye fellik fellik araştırıp kitabını okucağımdırdandırdır da dır.
evet, film gösterime girmeden heyecan salgılayan hormonlarım kafayı yedi. ne yapacağını bilemiyöre.
zaten bu alanı sırf filmden sonraki anlatma isteğim için rezerve yapmak için şeediyorum. şeeddim.
refika'nın mutfağı sayfasında kurbağa bacağı çorbasının nasıl yapıldığını merak etmek değil heralde..
lan en fazla uykusu kaçar insanın, ya da neblim bi sıkıntısı vardır unutmak için buralarda gezinir hepi topu kaçar uyku.
uyku lan bu, kaçar zaten..
tutamadım..
kaçtı..
ooo.. uu.. ojeyi çok yanlış anlamış insan evladı olsa gerek.
oje tırnağa sürülür mü olm? ben kız arkadaşımdan biliyorum, o hep saçına falan sürerdi. rengarenk oh, mis. sorra diyolla ki sen bu kızı niye terkettin.*
hem bi ihtimal daha var; o da bu başlık altında (bkz: benim) bkz'ı veren kızlarımızı avlama merakında olan kurt avcılarımız.
tenenbaums ailesinin hatrına, spoylırın kulağına su kaçırmıyorum; kezlerce su istasyonu kuruyorum.
tenenbaums ailesi.
evet, filmi izlediğim haftadan sonra böyle bir aile olduğunu kendime inandırıp durmuştum. çünkü bencil ve ailesini terkedip yıllar sonra geri dönen bir baba. mütemadiyen evlatlık olduğu yüzüne vurulan bir kız çocuğu. hem o kız çocuğu ki.. kız çocuğu..
güzellikler hep ayrıntılarda bu yüzden gizli belki de. parmağını yarısı kesik ve sürekli banyoda televizyon izleyip sigara içen Margot. başka özelliği de yardıra yardıra oyun yazması olsa gerekmiş.
çalışkan ve özverili anne. finans aleminin altın zekası chas.
onu bunu bırakıp biran önce gelmek istediğim konu ve kişi; Richie Tenenbaum.. vurucu (tenis şampiyonu) filmdeki lakabı gibi bi şey. ve evlatlık olan kız kardeşine aşık.
--filmi izmeyen okumasın spoylırı--
bu kadar polise hesap veriyomuş ayrıntılarından sonra ailenin tam bir bulutlu olması. şaşkın. belki de ifade edilemez ama yaşanılası bi tuhaflığı. evet, insanda ilk defa yediği ama hep yemek istediği bi yiyecekmiş gibi his uyandırması..
(bkz: hislerim biçim biçim)
ruby tuesday parçasıyla büyüyen sahnelerde, parçanın da katkısı olduğu konusunda şüphem varsa bir defa tenenbaums demek nasip olmasın ama; bir kaç izlemeyle film iyice yerine oturup daha çok kollarını açıyo sanki izleyenine. eleştirmen misali cümle yardırmak da bu olsa gerek, filmin izleyenine kendini açması gibi bi sığ cümleyle seviyeyi yerlere düşürmeden orhan gencebay'dan hatasız kul olmaz, hatamla sev beni şarkısını bin bir alaverenin döndüğü tenenbaums ailesine yollarım.
ekleme: kalıbımı basarım ki en iyi sahne üstteki entryde de belirtilen sahnedir.(işbu enrty üstteki entryi nefere etmemektedir.)
önce hafif pembeleşmiş soğanları, ayh nickleri tek tek avlar listesine yazarız.
akabinden salçayı katarız, salça mı? lan!? salça olmak.. heh, özel mesaj butonunun kulağına su kaçıracak levele ulaşıp ''laa baboli, amma da iyi yazmışsın.'' vari cümleden girişi yapar, küfürlü diyaloglara doğru ufkumuzu açarız.
aha, işin en can alıcı yeri; karşıdan, ''ama yhaa ikidir bölee mesajlar atıyosun, ayıp ki, nütfen baq. bölee şeyler yasma!!!'' tarzı bi cevap alınca, tebrikler kol saati kazandınız şahikasındasındır evladım.
abazanca mealiyle; kızı buldun olm, hştt kime diyom ben? atı alan üsküdar'ı geçecek, ne duruyosun helva yapsana diyaloglarına kadar gider..
hee, gerisi yeteneğine, yazınsal zekana, öss sonucuna, kpss puanına, iş başvuruna, mülakatına dayanır mı bilmem. zamane kızları efenim, gözleri çok yükseklerde h'e mi?.
ek: sözlükten kız düşürmedim. safranbolu'dan katılıyorum.
***
slm, adım saftirks, 23 yaşındayım. emesen kullanmıyorum, facebook tipim değil. dizi izlemiyorum arada bir belgesel falan. özelden mesaj atmam, marjinalim, ölü taklidi yaparım. hafif entelim. sizi beyendim. entryleriniz tam istediğim gibi. boş musunuz? müsayit olduğunuz bi günde evlenelim mi? ayh pardon doğum gününüzü kutlayalım mı? ***
heh, lafı iyi yere cukkalattım var ya... hşş bak bi, ne diycem.
buaralar yoğun, iştir (burada işe girdiğimi söylemeye çalışıyorum, ayık ol) güçtür fırsat bulamayıp tohum gününü bi' gün rotarlı kullayarak iğrenç, tiksinç bi' şey yapıyorum. farkındayım lan, tamam. hatta ''allah beni bildiği yapa'', ''ne biçim arkadaşım ben tüü bana'' gibi laflara da gark olabilirim yani.
neyse bebeyim (burada kalp var) ben konuya dalıyorum.
iyki doğmuşssun lan. iki adım ötemde oturmana rağmen kaderin cilveleri ve hayatın fingirdeşmelerine rağmen görüşmelerimiz sıklıktan seyrekliğe düşse de, bilirsin severim seni iyi hatunsundur. (mahlas altı panpişliğine şeedmemesi için) öhöö, iyi adamdır. öhöm, hatta ki hatta iyi toptur.
şüphesiz ki içimiz daraldığında alırız çaylarımızı sohbetin dibine dibine vurarız. anan yemin ediyorum iyki doğurmuş lan lareks seni. allah anandan da razı olsun. hem yakındaki analar gününü de böylelikle aradan çıkarsak olur di mi?
''seni çhok sefyom bhen yhaa ki'' cümlelerine kapılmadan, edebimle ve bhurcucum'u dahi katmadan tohum gününü kutlar. tez vakitte hayırlı kapıların açılmasını isterim rabbimden.
ya bunnar nasıl bi jenerasyon, nasıl bi varyasyon ben bilmiyorum arkadaş. anlamıyorum da, fökat matemetikteki tanımsız sayıların n'den sonsuza gitmesi odaklı bi çalımları var avamların.
na bak şimdi ben bu tip kızlara çok pis dayaklar hazırlarım. çıkmasınlar yolda, bayırda, ekmek kuyruğunda karşıma. misal ki ben anadolunun bağrından kopan bir genç yağız deliganlı olarak halk ekmek sırasında önümdeki hatunun ''ordağn banaağ biiğ kepekleeiğ ekmeq, ekmekçieeğ'' tarzı konuşmasına tahammül dahi edemem değil, oracıkta imüğüne binerim.
ama şu gerçek bak söverim. tekme atarım, serçe barnağına basarım, piknik tüpüyle önce ağzına, yabayla ise alnıyın ortasına girişirim. öldürerim, yirim, döverim, dokanırım lan işte.
akıllı ossunlar.
adam ossunlar.
o değil de ağzını yayarak konuşan kızın halk ekmek sırasında ne işi var lan?! düzeltmiyim kalsın böyle, meraklısına da söyliyim kuyrukta kızlar teklif etmiyo yeminnen.
takvim 2012 mart olmuş hala aynı şeylerden hoşlaşıyoz bununnan. bizim ve müessesemizin önem verdiği 3 şeylerin sırası na şöyle; yaba, kalorifer peteği ve piknik tüpü.
müessesemiz her kavga mahalinde bu alet edevatla hizmetinizde ve bir serçe parmağı kadar uzağınızdır.
ulan o kadın makyaj yapmasa, sabahın köründe karga bokunu yimeden ne bu hal, niye yaşıyo hatta o, kadın didiğin makyajlı olur diye kafa ütülerler.
ama makyaj yapınca niye yapmış olurlar. tamam, biz demiyoruz ki kafayı boya kutusuna batırıp çıkarsın. badana misali gezinsin. her şeyin bi edebi vardır. vardır da elbet, sabah yaptığı makyaj niye batar ki? ulan kadın işte, süsten püsten hoşlanıyo.
makyaj yaparsa ceren olur, makyajsız gelse ünzile olur h'e mi?
yemeyin lan bizi, o kızları kesmek için sıraya girmiyo musunuz en âlâsından? -öyle.
hayat çok çelişkili be ismail abi. dansözler oryantalist temalar, mistik havalar falan.
doğum gününde mesaj aparatını açarak ikili girişimleri çoğaltmak, çoklu girişimleri azaltmak adına tercihlerde bulunan güçlü muharrir... hee, bırakır mıyım peşini ıhh olmaz, na burdayım. ya da bi' bakmışsın telefonun mesaj ya da cevapsız arama kısmındayım. hayır, niye cevapsız arama kısmındayımm onu ben de anlamadım. ulan allahsız bi' kerede gecenin bağrında olsun aç şu telefonunu. aramaya inanmak felsefesinin mantalitesini yaşamımın her damlasına yedirdiğim için, durmadan ararım bacım.
tohum yılın kutlu olmalı, hayırlı olmalı, yaradan güzel gönlünü en coşkulu duygularla doyurmalı, sen mutsuzken ben mutlu olmayı kimi kimi yakıştıramasam da o beraber güleceğimiz günler de gelecek...
''ki ben, monna rosa, bulurum seni
incir kuşlarının bakışlarında.
hayatla doldurur bu boş yelkeni
o masum bakışlar... su kenarında
ki ben, monna rosa, bulurum seni.''
allah var sorun yok, daha mübarek yıllara inşaallah.***
geçenlerde trafikte karşılaştım ben bu kızla, trafik kasıyor emesen var mı dedim yemedi...
hayır, yaprak sarması yapıyor ya tam evlenilecek kız. hatta çapım bu kadar benim, yaprak sarması yapıyorsa baklava da yapar bu diyorum sözlükte denk gelirsem şukusunu veriyorum yolda denk gelirsem elini tutuyorum falanlar. filenler. akıyor yani, ortalıkta baklava, börek, gözleme yapan kız gördüm mü yapışıyorum yakasına! çapım itibariyle, yaprak sarması yaptığı andan itibaren el ayak birleşip o kız için sözlükte entry kasıyorum...
hep aynı mantık. bir tık üzeri çıkaramıyorum meramımı. bakın ben ettim, siz etmeyin diye anlatıyorum bunları... yanlış anlaşılırsa çhok üzülürüm yha bhak. yoksa ne ola ki amacım? hemen atlayan abazanları algılayıp, uyarı çanlarını çalmak mı? tövbe haşa! zinhar, ben çuvaldızı kendime batırırım. böyle bi kızı gördüğüm yerde aklımda yanan ampul şudur haceli;
bu tarz algısı olan bünyelerin maşallahı var. adamlar tamamen hobi olsun diye yaşayıp hobi olsun diye gözlem yaptıkları için, ne avam verirsen ondan esinleniyor zaar...
eğer ki bu tip kızları/kadınları/hatunları beğenmez aksi kulaç atarsan akıntıda kapılıyorsun kaşar rendeleyen bi kıza değ mi? ben sizin evlenme algınıza 1, 'evleniecek kadın' tanımıza 2.
varlık sahasına bile fazla bu abazanlık, premier çıkışlı tanımlarınızın devamıyla görüşmek üzere.
son olarak demeden edemiycem, susayım susayım diyorum da olmuyor. bu mantıktaki zevatların zekası matematikteki tanımsız en sayılarının kayınçosu, olmadı görümcesi tadında.
-bir adet çabalama çıbığı,
-yarım ölçek beyin dahi olsa kafi,
-çay kaşığı kıvamında akışkan laubalilik,
-bir su bardağı özgüven,
-bir çay bardağı göz izan,
-ve bir içim su kadın!
çabalamak demişken, kim için? ne derece çabalamak? ne derde katlanmak? sonucunda neyle karşılaşmak?
evvela bismillah girişte 'nahh öyle!' demek isterim lakin, kuğl bi havada anlatmak lazım. gayet naif, yer yer tespitlerle olayın kökünü döveceğim. bildiğin kafa göz dalıyorum na bak şindi;
sevilen bi kadın için çabalamak kadar güzel bi iş var mıdır? sonucunda sevilenle beraber mutluluklara motor süreceksin lan işte daha ne olsun? çifter çifter bebeler gezinecek ortalıkta. çabalıyosun, çırpınıyosun ve kazanıyosun sevdiğini.
sanki sınava hazırlanıyosun anasını satım, bu yılki ales sınavımızda dereceye giren a nümöralı bay, b nümöralı bağyan üzerinde 80 net yaparak bu sınavı geçmeye hak kazanmıştır. varsınlar gayri mutlu olsunlar.
- ne kadan güsel ama diğ mi necati?
+ ne ne? ne güzel hayatım?
- nizami sefgilisi için uğraşmış, kazanmış onu!
hee, buraya nerden geldik diyenler için şunu açıklamam gerekecek ki, her kadına yüz verirsen; öyle uğraşmakmış, çabalamakmış, didinmekmiş... boğulursun olm sığ sularda bile. yutar yiğidim bu sular seni. yıldırırlar hayattan, eşten, kadından.
bir içim su kadın dedik ya yukarıda, bul o maddeyi kap fikri. hapset yumruğunun içine, şimdi çabalamaya başla. bir içim su kadın tabiri, mehmet'e göre adriana iken ahmet için yıldız tilbe olabilir. ali içinse ajda ablamız kıvamında olabilir. sonuç olarak nedir? istenilen kadın profiline en yakın olan hatunu kovalamak, çoğuldan tekile inmektir olay.
şu sözlük dolaylarında bile, kadın yazarla karşılasınca eli ayağına dolaşıp bilahare özel mesaj butonuna yapışan canlılar yaşamakta devam ederken bırakın kadınların da bi egosu olsun lan. bırakın bi alter ego tadında kişiliğe dönüşsünler...
her tabakada vardır bunların alıcısı. lisede sınıfın en yakışıklı erkeği olan hilmican nasıl jöleli saçlarıynan kadınları tavlar? nasıl zekası olmasa da adonis kaslarıynan kadınları etkiler? bırakın lan kezbanlar da bi artizlik olarak, ''erkekler benim içün uğraşabilmeli ki'' desinler.
karşılıklı hayatların, karşılıklı sorunlarıdır bunlar.
zeka yoksunu adamlar biraz elleri yüzleri düzgün diye boş buldukları her meydanda, her heykel ve şelale 3'lemesinde nasıl cirit atıyolarsa, nasıl oradan geçen bütün kadınların kendileri için öldüğünü, tutuştuğunu sanıyorsa; kezban ve fadimeler de çabalayacak erkekler diyebilir...
burada çözüm erkeklerde, kadınların değişmesi yerine bırakın gezmeyin lan o zaman kadınların peşinde. ama yine de her erkeği kendi için çabalayacak sanan kadının gözüne parmak kıvamında bi uyarı olsun tabii bu sorunlar bütünü.
şuna katılıyorum ki, insanın seveceği varsa da yok olur ulan. bi kadının en sevimsiz hali, boşuna salgıladığı şımarıklığıdır.
bir erkekten hoşlanırken diğer erkeği de yedekte bulundurmak için umut vermesi de olabilir. zaten biz bunlara kadın demiyoruz. daha farklı adlar söylüyoruz da, söyletmeğyin şimdi. devamında başlık içerik uyumsuzluğuna göz kırpan izahatlara sürüklenecek yazdıklarım...
nedir yani sonuç? bu kadar beyin fırtınası bizi nereye ulaştırdı?
ne erkekler be kadınlar hayatta her tanışılan insana sevgili olacakmış gözüyle bakmazsa sorun yok. vallahi yok. ki vallahi dedim... kadın beklesin dursun yahu, çabalayacak erkeği. erkek umursamadıktan sonra o da düzelir, layıkını bulur.
fakat beğenilen bi kadın varsa ve onun için çabalamak gerekiyorsa, gazı kökleyip hedefe ulaşmak candır, can.
***
al bu çabalamacaları çabalatmacılara götür,
çabalatmacı çabaları çabalatmazsa,
çabaları çabalatmadan geri getir... ***
bitiş noktasında erkeğin kadına itirafı ise şöyle olmalı; çabalamamdan öp beni!***
keşmekeşliğin içinde kendini koyvermenin rahatlığı...
gürültüler içinden yer beğenip bir kıçlık uyku tatmaktı bunun adı belki de. ben de böyleydim küçükken. yatakta uyumak şöyle dursun, yumuk yumuk zorlardımda yine de uykum gelmezdi. düğünlerde masada uyurdum hep. diğer çocuklar etraftan bi şeyler toplarken uyumak daha zevkliydi.
orkestranın, insanların uğultusunun ninni olup kulaklara huzur verdiği günlerdi. tarihi geçmiş meyve sularıyla bayatlamış kuru pastalarının hemen ardından bastırırdı uyku. sanki uyumamız için verilirdi onlar bize. bir de sabırsızca beklenen bugünlerde yüzüne bakılmayan o ikramlar o günlerde nasıl taze gelirdi de, uykuya salardı çocukları...
bilahare masanın sertliği yataktaki rahatlığı verir annenin hırkası, yeleği baş altına gidip yastık yapılırdı. annenin de o aralar ruju uçmuş, saç topuzu bozulmuş, süsleri tavan kayan mahalle kadınlarının elbiseleri kırışmış olurdu.
en zoru, o masadan uyandırılıp eve yürüyerek gitmek olurdu. sanki gürültülü ortamdan, masadan kaldırılıyor gibi değilde; evindeki sıcacık yataktan uyandırılıyordum.
uyanmamak için ne kadar diretirsek o kadar orantılı bi güçle dayağa tehditle kendimize getirilirdik...
-en azından- ben direttiğim her uyanmama esnasında bi örselenmişlikle karşılaşıp mahallenin diğer tabanvay gidenlerine yetişememekle korkuturdum.
annem o ara kollarımı zorlayarak montumu giydirirdi, babamında geldiği bi düğünse onun arkasına saklandırırdı çocukluğumum.
bazı düğün geceleri masada uyuma rolü yapardım, babam kucağında götürürdü yoksa, mükafat büyüktü bana göre. o gece geline takılan altınların bendeki karşılığı babamın beni kucağında eve getirmesi olurdu... o düğün yerindeki masa bi çok işe yarardı. bazen koca popolu teyzelerin iğrenç oynamalarına, korkunç kahkahalarına önlem bazında masaya kömerdim ben kafamı...
hani korkmanında hakkını verirdim. ölü taklidi yapmayı o zamanlardan, korkunç boyalı, tuhaf elbiseli teyzeler öğretmiş olmalılar bana.
şaşmazdı ki;
''düğüne gidilecek bu akşam'' haberinin akabinden bende uyanan kuru pasta, meyve suyu, masada uyumak, annenin hırkasına şalına sarılmak gecenin sonunda uyanmama rolüyle bazı bazı şamarı yemek ya da babanın sıcacık kucağında gecenin soğuğuna karşı komak. öyle bi karşı komak ki o kadar olurdu...
zamanında itelenmek bile güzelmiş ya. pek güzel...
misyon tamamlamanın resmen insanın içini kıyım kıyım kıyıp ele verdiği film. bağış için yaşayan insanların kendi hayatlarından ödün vermeleri ve şu dünyadaki en kendi halinde duygu olan ''sevgi''yi bile yaşayamamaları. öleceği günü bekleyen gençlerin hatta öleceği bağışları bilen gençlerin yaşamla olan münasebetinin misyon bazındaki acısı ete kemiğe bürünüyor.
beğenilmesi gereken salt olarak, acının sade haletlerde verilme şekli olabilir.
''tarihte kapitalizm, aynı amaca hizmet eden ancak farklı isimler verilen dönemlere sahip oldu. yeni pazar arayışının 80'lerdeki ismi küreselleşmeydi. bu yıllarda değişimin sanata yansıması postmodernizm oldu.''
tuhaf bi şeyler var fakat ben içinden çıkamadım. öyle yani, hani bi filme giriş için enerjini, sakin zihnini koyarsın sepetine çıkarsın ya yola. yok, biraz daha dingin olaydım arafta gezintiye çıkacaktım. tabii, film böyle olunca yazılanlarda anlaşılmaz olmaya mukabil kabuk bağlıyor.
bu yönetmenden çokta şaşırtan bi şeyler beklenemezdi ya gerçi, kadere bilerek teslim olmaktı filmi izlemek.
anlatılandan, belgeselliğe kaymasından yahut oyunculuktan öte konuşmak gerekirse ışıklar, kamera, görüntü için izlenebilir.
bir alexander payne filmi. gösterimi için birbirinden münferit iki tarih duyduğum için bilir kişi olarak tam bi' şey yazamıyorum. artık bekleyip görülecek.
'bana kiminen sevgili olduğunu söyle sana şifre kombinasyonunu söyleyeyim' diyen büyücüler, tükürükcüler biliyorum. ya da sevgiliden sosyal mecra tahmini yapan falcılar. ehauhehue.* şaka lan şaka, bu işten de parayı indirenler bulunacaktır demek istediğim bu aslında.
aslında ne gerek var ki şifre söylemeye. bizim gençliğimizin dükvari olan kısmı bulmuş çareyi. na formül şu; aysun&ali yılmazkadir&menekşe özgüven profilleri belki arakdaşınız olabilir gibi uyarılar verip duruyor facebook nanesi. çiftlerin bir olup tek hesapta adlarını birleştirmesi aplikeyşını.(buarada böyle profiller varsa, hiçbir hukuki davayı kabul etmem. teşbihte hata olmazmış ne de olsa*)
sevgili pıtırcıkları, ilişkilerinin ilk bir ayında ortak soyadından facebook profili oluşturdukları için bu dertten kurtuluyor. yiring.
hee bunun emeseni var, asıl mal orada götürülüyor. onun şifresi möhüm diyen sevgili içinse düş de başını ye, kompleksli totoro, güvensiz dürrük söz öbeklerimi huzuruna sunmak isterim.
klasik söylemle; ''benim bi arkadaşım var, hatta tanıştılar sonra bi baktık nikah masasındalar, bi daha baktık çocukları bile olmuş.'' açıklanır bu hadise elbette ama iyi örnekleri de var kötü örnekleri de.
olay keşmekeşliğe çıkıyor mevzu internet ortamı ilişkileri olunca fakat iki tarafta kalitesinden ödün vermeden kendini bilerek iletişim içindeyse, ne tanışan kıza bok atmak düşer ne de erkeğe.
bırakın lan işte, isteyen istediği şekilde bulsun sevgilisini..
--spoiler--
ama aslında erkekler bizi anlamıyö, erkekler daha reröğ!
--spoiler--
çok akıllı yazarlarımız hep vardı! var olmaya da devam edecek! kız atar yapacak, sonra 'aslında senin için yazmamıştım ki ben onu' içerikli bi açıklama. efenime söyliyim sonra gelsin, o değil de emesen var mı istekleri falan feşmekan. oltamı atarım da beklerim...
hee, kızlar çok kıt lan. öyle böyle değil, bu başlık da açıldığına göre kızlar artık kendine çeki düzen verir. sağ ol sen, var ol ulan.
şu hiddink bi derde derman olmayan ne idüğü belirsiz bilgisi, tecrübesi neyi varsa alıp türkiye'den uzaklaştırılsa ya bi.
allasen yaptırsın biri şu iyiliğe bize be, ulan n'olur işte. ma-ülke bıktık ulan önümüzdeki maçta olacak, bu defa olur, yeneriz diye hayal kurmaktan. yenilmekten de geçtik bi de rezil olma aşaması varmış bu işin.
vakt-i zamanında mahalle maçları izlerdik biz, izletirdi abilerimiz.
na böyle milli maç tadında. yimelik şuh pozisyonlar falan filan. yüreklerimiz yerinden çıkarcasına hat safhada heyecan, sevinç, paslar... o bile yok, bu da bir alaydır ilgili zevatlar içeriğinde ya, hasılı diyip hiddink 'e milyonluk eşşek benzetmemi de yapmak isterim. hee, eki de var tabii; iğrençsin ipne.
evvela bunları sevgiliden duyulabilecek en güzel söz başlığına yazmak isterdim, fakat öyle bir başlık yoktu. hee, niye açmadım bana kalırsa bütün çatışma noktaları, aynı saçın permalısı yahut yanar dönerlisi de ondan.
şu 4 kelime açılsa açılsa, kapalı kapılarının ardından ne demek istediğini anlatsa sanırım buradan pek çok yere yol olur. matah bi şey mi ki 'el' olan birinin derdini dert edinmek? burada el derken yabancılıktan dem vurmak istiyorum.
kapılar açıldıkça 'dertlerx2' olur. sevgilinin derdini dert, neşesini neşe, hüznünü hüzün edinmek hakikatler eşiğidir. bilahare sonsuz mutluluğa en ön saflardan 3d'li gözlüğünüzle sıkılmadan devam edilebilecek yolculuk demektir.
sevginin tanımı değişmiş, yok efenim yıl 2011 olmuş aşk da sevgi de evrimleşmekten zombileşmiş. ilişkilerde karşılıklı beklenen sözler can yücelleşmiş...
zinhar.
yok öyle bi şey, aşk adına edilen bütün nameler kişilerin algısıyla orantılır. algı ama ne algı? saygı algısı, sevgi algısı, insanlık algısı. algı da algıymış ha!* demek olayı yüzeysel olarak da özet geçiyor keza.
özdeşleşmek vardır, iki farklı bitkiyi koyarsın yanyana. bi müddet yalnız bırakıp bakarsın sarmaş dolaş olmuşturlar. yahut birbirlerine bakan yönleri kesin bi ortak nokta bulmuştur. insanların da aşktan algısı bu iki bitki gibi, paylaşımlar arttıkça karşı taraf ''a'' dese el-bombastik, el-afetül dehşet olarak kabul edilir.
sevince gözün kör olması durumu yahut kirpinin yavrusunu pammık görme mevzusu...
içgüdüsel olayların bi mizansen halinde sıralanmasıyla vuku buluyor aşkta da olaylar, hatta insan ilişkilerinde bile.
sevgili gönlünden ne geçiyorsa güzeldir, olayı zevkler tekeline indirmek pek de hoş olmasa da, sevgili olarak kabul edilen insan her konuda buradayım demeli. bu kez de tablalık durumu bekleniyor sevgiliden, her şeyi sunsun bana, beni her yere ulaştırsın tadında fakat bir insanla kolay ömür geçmez.
alacaksın çayı eline, memleket meselesiyle dertlenmişsin bu mevzuda derdini dert edinebilecek.
alacaksın kahveyi** eline sanatın kökünden dallarına kadar ilerleyecek.
din konusunda hakeza, konuşulmak istenenler havada kalmayacak. aile yapısından da bilakis devam edecek bu süreç...
güzel kelamların döndüğü, mamafih boş zihniyetlerin helakı namına söylenen her sözün altına imzası atılabilecek insanların varlığıyla karşılaşmak mantalitesi fayrap toplumu takip ederse ve ilişkilerde dahi güncel tutulursa, sorun yoktur.
küfür yok argo yok, yokolu yok bu tiplere zira sövsen akıllanmaz dövsen adam olmaz...
evvela, aşk yok ilişki yalan yokuşundan tırmanın hele bir. peşi sıra karşınıza çıkan soldaki cıvık mahallesinden sola kaydırın gövdenizi, kaypaklar hanından da geçtikten sonra dönekler kıraathanesinde dengesiz vücutları seyre çıkalım canlarım...
öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, kaypaklık için ten, ırk, cinsiyet ayrımı yapılmadığı gibi yaş ayrımı da yapılmıyor. kaç yaşında olursak olalım, zor değil bunlarla karşılaşmak. 18 yaşında olan da aşktan algısını laçkalaşmışlığa çevirebiliyor, 30 yaşındaki kocaman insan da... karşılaştığım yerde soracağım neyle ürediklerini de, artarak çoğalıyorlar kezâ.
uzun ilişki denen bi kavram vardır, kangren ilişkiye çevirir kendini -yılların yıpranmışlığıyla- işte bu ilişkilerde çok daha görülür.
''bir ayrıl bir barış, sonra tekrar ayrıl. hoop, şimdi başa dön. şimdi son bir kez de benim için ayrıl. hop! son kez daha tekrarla'' portleri çerçevelenip asılmıştır her sokak girişine onlar için. nereye baksalar, çapları kadar yalama (daha uygun bir kelime bulamıyorum) haline gelmiş ilişkiyi yaşatırlar.
yıllar yılı bir sevgiliniz olsun, küsüratlı atıyorum ki birini tuttursun; 4.5 yıl gibi görünse de totaline inelim bir de; 2 yıl anca eder. neden? 4.5 yıl içerisinde o kadar çok ayrılıp barışma olayları tekrar etmiştir ki, insan afallamıştır artık. bu nasıl sevgi, bu nasıl bir uzun ilişki soruları alenen haiz olur olaya.
gel gelelim, aşkın bunlara uymayan bir tanım olduğuna. bir ayrıl bir barış, istersen aşkından uçuşa geç, istersen sevginden at gözlüğüyle 7 gün 24 saat gez. eğer bir kere biten ilişki için geri dönüyorsan, hayatın hatalarını bir sarılışta kucaklamışsındır... kangren olmuş bir ilişki için, ilerlemek için kürek çekerken geriye gitmektir bu aslında. ''kısır döngü nedir? kısır döngü olan aşkın içinden nasıl çıkılmaz?'' soru zincirlerini sorar kendine kişi.
ezcümleyle bu süreçleri en basite indirgeyerek şekil ve şema dahilinde diyaloglara gark etmek gerekirse;
e: aşkım!!!
k: ne aşkı be, aptal!
e: canımsın aslında, geçenlerde kafam çok karışıktı.
k: özledin mi yaniiğ.
e: ehueheu, çok özledim 1 ay geçmeden, buluşalım.
k: hazırlanıyorum hemen.
iki taraftan biri tekrar ayrılır, takriben hangi ayda barışacağı da takvime bağlıdır... budur yani, bu çaptaki insanların aşk ve sevgi algısı budur. ne kadınlar bunu daha çok yapar diycem ne de erkekler, dengesizlik tek başına oluşmaz ne de olsa... iki taraftan biri cinsiyet fark etmeksizin yapabilir. yapar. yapıyordur da.
sen ve ben,
aslında biz.
yaşatamadık aşkı,
şarhoş ettik ilişkiyi saçmalattık,
neden?
öylesine bir gündü,
gelişin gibi gidişin de öylesineydi...
anlatsana
ne zaman gideceksin?
anlatsana
ne zaman savuracak rüzgarın bizi de?
ezberci sevmelerini, ansızın gidişlerini
ne zaman değiştireceksin?
ya da her şeyi boşver,
anlatsana
ne zaman gideceksin?
ya da
neden hep gidicisin?
kullanılan malı iade aşamasında, ''aslında bu çok iyiydi de kırmızısı olsaydı iyiydi'' bahanesini üreten sığ tüketiciyi düşünün hele bir sonra da gerçeklerin su yüzüne çıkmasına izin verin...
niye tüketici dedim şimdi ben? aklım niye piyasaya, ekonomiye kaydı? aşkta da bi kullanılmış vardırda ondan ve bu sebeptendir ki mantıklı tüketici, mantıksız tüketici vardır..
ilişki denen kelamı, dibine kadar yanlış algılamış snop bi insanın olayıdır bu. iki insan arasında her şey iyi, ama imkansız aşk denen bi yamacın tam şahikasındasınız.. bi adım atsan düşecek bi adım geri gelsen yanacaksın. fakat sonuç şaşmayacak! öyle ya da böyle bir kaybedişe boyun bükeceksin...
aşama aşama konuşulan ayrılık ve sonucunda teselliye çıkan sığ, hafif tiradların sahibi insan...
- nasılsın?
+ iyiyim, hayırdır işin vardı senin bu akşam?
- ya bi şey diyip kapatacaktım.
+ he, tabii ki buyur dinliyorum.
- şey, ayrılmamız lazım bizim.
+ dıt dıt dıt
öyle bir bünye olmalı ki iki laf arasında ayrılığı günyüzüne çıkarsın.
- ya, demin telefonu kapattın yarım kaldı.
+ ...
- konuşmayacak mısın? yanlış anladın beni, olmuyo yani.
+ ne demeliyim?
- tamam, sen şimdi bi sakinleş konuşuruz sonra.
+ dıt dıt dıt
öyle bir bünye olmalı ki, telefonda ilişkisini bitirsin, isyana açılan kapılara sebep versin...
ayrılmak için sebepler var denir ya hani sağda solda. bu cümleyi sarfedeni bulduğum en yakın köşe başında dövmek istiyorum. bi tren rayında gider hani, onu raydan çıkarmak için yani diyorum ki; ayrılmak için gerekli olan argümenler arasında varsa yoksa; problemli olmak ve aranmak vardır...
- alo, rahatladın mı biraz daha?
+ söyle.
- ya nasıl anlatıyım bilemiyorum ki, sen böyle çok iyisin, çok düzgünsün, allah gönlüne göre birini çıkarsın.
+ vicdanını rahat ettirmek için biriyle tanıştırıp gitseydin...
- nasıl yani?
+ diyorum ki sanane! diyorum ki ayrıldığımız halde neden ilgilendiriyor seni iyi olduğum yahut olmadığım!
- öyle deme şimdi, o kadar hukukumuz var. üzülüyorum hem seni üzdüğüm için.
+ ben de üzülüyorum normal düşünemediğin için.
- ya ne oluyor, kızgınsın anladım. ama çok daha iyileriyle evlenirsin eminim bak.
+ ayrıldıysak hala boş kelam üretmen nasıl bir mantık hiç düşündün mü? kocaman insansın, ellerin ayakların kocaman. hala ayrılırken kırmama çabasındasın. gidiyosan düzgünce git, bitti geçti gitti diyebil.
- seni düşünüyorum ama çok ağlarsan diye işte.
+ dıt dıt dıt
öyle bir bünye ki ayrılık kararını açıklarken dahi kıracağını düşünüyor. tabii ki ayrılık kararından da emin olmadığı gibi bu tipler bir hafta sonra geri dönerler. işte bu kertede hafiflik, aşkı yalama etmek başlar...
ayrılırken teselli eden tipin bir üst katında, ayrıldıktan bir hafta sonra pişmanım diye ağlayan insan oturur.
unutmadan o insan var ya, o üst katta oturan; allah onu bildiğin gibi yapsın. dönüp dönüp bildiği gibi yapsın...
- ya mahmut hayatın anlamı nasıl bi şey sence?
+ öea.. öe.. nasıl nasıl bi şey nejla?
- su içiyom, çişim geliyo, işiyom. bu mu yani? evren bundan mı ibaret?
+ oo, sen çok yanlış anlamışsın hayatı portakallı kekim.
- bıktım ben, işemesem ya. içimde eritsem falan?
+ du bakıyım bi görüşeyim yetklilerle, onaylarlarsa bana uyar.
- ühühühhü...
+ noldu kızım? niye ağlıyon, uğraşıyoruz burda çişin ve senin için ya.
- bi derinliğine inmiyosun meselenin. çişimi geçiştiriyosan taam mıığ..
+ ooo aybeddin. çiş candır. onun da bi kalbi var, kırılır isyan etme nejla.
- şimdi de alay ediyooğsan...
+ elimin tersiyle bu vuracam görcen. aman içimde tutayım deme sakın. dışarı at sen çişini mişini ne varsa.
- niye ki aşkitom?
+ ergenliğinle asit miktarın orantılıymış he. hadi, git bi işe gel sen devam ederiz..
- anlamadı ben ama gidiyim bi de geliyim.
+ gittiğin yerde çeneni bırakıp da gelmeyi unutma.
- ....
--bir tuhafın yorumu--
vay.. vay anasını..
torrent mi, kız mı? hele ki aynı cümlede? ben inanmam hacım..
ee bu kız torrent kullanıyorsa, film de izler..
korkuyorum olm.. ya format atmayı da biliyorsa?
off.
heyecanlandım, o kadar abazanım ki. kızların torrent kullanıp, pes oynamasını bile çekici buluyorum...
na şindi bu kız, drift falan da yapıyosa?
nfs oynuyorsa, hayattan çıkışımı veririm lan o derece.
haxball oynuyorsa cinsiyet değiştiririm.
ya halı saha maçı?
bence ben olayın bokunu çıkarmadan susayım lan...
--bir tuhafın yorumu bitti--
susar mısın cidden? bunu layık görür müsün insanlığa ve toplumA?
gelelim izahata; şu gün birinin düğünü olsun, evlensin.. ''torrent kullanan kız candır, evlenmeliktir.'' diyen andaval akşam eve geldiğinde, kadında bi tas çorba değil, indirdiği filmleri koysun eşinin önüne? nasıl olur?
tamam, çorbanı iç bitir öyle cevap ver.. n'oldu? nerde kaldı, ''evlenilecek kız'' tanımının ''torrent kullanabilen kız''a kayma açısı? yimelik tespitler sonucunda, dövmelik de çıkarımlar yapanlar var ya, gülüyo insan.
ulan farzet ki her türlü interaktif programları kullanabiliyo, eğer ki kızla yanyana gel bu konuları açıp konuşursan zallı arar hesabımı sildiririm.*
misal maç tartışabilen bi kız düşün, kız arakdaşla en fazla beraber maç izlemek ister erkek. çatır çatır bi maç tartışan kız hiçbi zaman alıcı bulmaz.. bunun sebebi erkeklerin maç seven kız çok tatlı diyip o kızla beraber olduktan sonra inanılmaz romantikleşmesidir.. romantikleşmiyorsa da daha reel konuları konuşmak istemesidir..
öyledir.
erkekler çok da sevmezler, zeki ve çok yönlü kızları. severlerse de fena severler, öyle böyle değil.*
şimdi iç o önündeki sıcak çorbanı, çok da arayış kıvamına girme.. boşver, şükretmeyi bil h'e mi?
robert de niro, kkevin bacon, brad pitt, dustin hoffman gibi bi kadro olunca izlemeyeni dövüyolarmış...
evvela hayatımda bi eksiklik hissettiriyo okumayanlar için film, monte kristo'yu okuma kadarı alıyo peşi sıra. filmin gaza getirdiği yok bu konuda, salt olarak bi insana yapılan kötülüklerin karşılığının düşünmeden yekten verilemeyeceğini. bekleyerek en uygun anda, gereken derecede gün gelir devaran döner şekliyle hakedeni karşı tarafa vermeyi anlatıyor.
ıslahevinde çocukların ağr derece sapıklıklara maruz kalması, artık biri de görsün şu çocuklara yapılanı diyerek sinirlenmeye yol açıyor.
ve o şerefsiz ıslahevi gardiyanlarından intikam alma zamanı geldiğinde, bi an kararsızlığa düşüyor çeteden biri, diğer arkadaşının verdiği ''hala uyurken ışığı açık bırakıyor musun?'' cevabıyla insanın yapılanları asla unutamayacağı, gün be gün uygun anı kolladığının kanıtı..
film intikamın tillahı diyebilirim fakat kore filmi tadında işkencesiz, kanun önünde legal yönüyle bi hesaplaşma, alt etme.. bi old boy mu? değil, sonu şaşırtmıyor ama intikamın hakkını da veriyor.. kore filmlerinde intikam denildiğinde kesme, işkencenin en dik manyaklığı burada yok. fakat amerika'nın işkence ideası hep aynı, burada da bu aynılık var.
zaman kaybı olmayacak özünde zeki film ama çalışmıyor.* kalbini kırmamak lazım.**