insanoğlunun yerküre üstünde hüküm sürmeye başladığı ilk günlerden beri başına gelenin, hâl-i pürmelâlinin özeti. ve fakat, bu durum kimin kabahatidir? tabii ki ve yalnızca kendisinin.
yaptığın her şey eğreti, küçük adam: evini bir kum tepeciğinin üzerine kurmuşsun, yaşamın, kültürün ve uygarlığın, bilimin ve tekniğin, sevgin ve çocuklarına verdiğin eğitim, hep eğreti. bunu bilmiyorsun, bilmek de istemiyorsun; sana bunu söyleyen büyük adamı da öldürüyorsun.
büyük bir bunalım içinde, gelip gelip aynı soruları soruyorsun:
'çocuğum çok inatçı, her şeyi kırıp döküyor, geceleri karabasanlarla uyanıyor, aklını derslerine veremiyor, kabızlık çekiyor, benzi soluk, yüreği katı. ne yapmalıyım? bana yardım et!'
ya da:
'karım bana karşı cinsel istek duymuyor, beni hiç sevmiyor. bana işkence ediyor, sinir nöbetlerine tutuluyor, bir yığın erkekle geziyor. ne yapmalıyım? söyle!'
ya da:
'yeni ve çok daha öldürgen, korkunç bir savaş patladı; oysa biz tüm savaşları önlemek için yapmıştık son savaşı. şimdi ne yapacağız?'
ya da:
'varlığıyla övündüğüm uygarlık, enflasyon nedeniyle çöküyor. milyonlarca insan yiyecekten yoksun, ölüm açlığı içindeler, birbirlerini öldürüyor, çalıp çırpıyor, insanlıktan çıkıyorlar. umutlarını yitirdiler. ne yapmalıyız?'
'hakikati güvenliğe yeğ tutan bir yaşam biçimi içinde elde edilen büyük başarı ve bulgunun yazgısı şudur: senin tarafından büyük bir açgözlülükle yalanıp yutulmak ve sonra gene senin tarafından dışkı olarak atılmak.'
büyük, yürekli ve yalnız olan birçok adam, ne yapman gerektiğini çoktan söyledi sana. onların öğretilerini çarpıttın, kırıp döktün ve ortadan kaldırdın. her seferinde onları ters tarafından yakaladın; büyük hakikati değil de küçücük yanlışı yaşamının yol göstericisi olarak gördün; hristiyanlıkta, toplumbilim öğretisinde, halkın egemenliği konusunda, yani kısacası, elini değdirdiğin her konuda büyük doğruyu değil, küçük yanlışı seçtin. bunu neden yaptığını soruyorsun, ha?
bu sorunun ciddi olduğunu sanmıyorum. sorunu yanıtlarsam, hakikati işittiğinde önüne geleni öldürecek denli öfkeleneceksin:
evini derme-çatma kurdun ve bütün bunları böyle yaptın, çünkü 'içinde yaşamı duyma' yetisinden yoksunsun; çünkü çocuklarındaki sevgiyi daha doğmadan öldürüyorsun; hiçbir canlı ifadeye, hiçbir özgür, doğal davranışa karşı hoşgörülü davranamazsın, doğallığa dayanamazsın çünkü. dayanamadığın için de, korkuyor ve şunu soruyorsun: 'bay jones ne der?', 'yargıç smith ne der acaba?'
yoksa, sokaktaki adamın böyle bir kaygısı yok. daha doğrusu, farkındalığı yok ki kaygısı olsun. onun tek kaygısı mesaisini tamamlayıp evine kazasız belasız varmak ve mümkünse evde yenecek bir şeyler olması.
ancak, onu da suçlamak, imkân dahilinde değil. zirâ, ilkokul birinci sınıftan itibaren hatta daha küçük yaşlardan başlayarak, "ne harika bir ırktan(?!), ne muhteşem bir milletten(?!), en güzel dinin(?!) mensubu olduğu" dayatılmış.
"farklı" olanların ya da düşünenlerin "yaban" * olarak görüldüğü bir coğrafyada, "farklı" düşünmeye birkaç "çılgın"dan başka kim cesaret edecek?
çünkü farklıysan sevilmezsin, farklıysan itilirsin, farklıysan ötekisin, farklıysan başka bir galaksiden gelmişsindir, farklıysan manyaksındır! illâ ki, herkesle aynı ırktan/milletten/ümmetten olman beklenir ve istenir.
böylece yavaş yavaş 75 milyonluk nefis bir "küçük adam" ordusu yaratılmış. şimdi o küçük adam, nereden bilsin "birey" sözcüğünün anlamını, değil ki birey olma kavramını hayat(ın)a geçirebilsin.
Sitting on a million, sitting on it everyday
Can't make no money giving your stuff away
Why don't you do like, like the millionaires do
Put your stuff on the market and make a million too
Face of a betting women, she bets on every hand
She's a tricking modafunkyou everywhere she lands
Why don't you do now, like the millionaires do
Put your stuff on the market and make a million too
May's a good looking frail, she lives down by the jail
On the back though she got hot stuff for cell
Why don't you do now, like the millionaires do
Put your stuff on the market and make a million too
Sitting on a million, sitting on it everyday
can't make no money giving your stuff away
Why don't you do now, like the millionaires do
Put your stuff on the market and make a million too
Put your stuff on the market and make a million too
I hate a man like you,
Don't like the things you do,
When I met you, I thought you was right,
You married me and stayed out the first night,
Do you think you treatin' your wife right,
Lord, I hate a man like you.
I hate a man like you,
Don't like the things you do,
Just like a woman, you're always carry tales,
Tryin' to make trouble, wanna get me in jail,
Then you can't find no one to go my bail,
Lord, I hate a man like you.
I hate a man like you,
Don't like the things you do,
Walkin' 'round with a switch and a rock,
Shootin' dice, always playin' cards,
While I bring a pint from the white folks' yard,
Lord, I hate a man like you.
I hate a man like you,
Can't stand the things you do,
Eatin' and drinkin', sittin' at the inn,
Grinnin' in my face and winkin' at my friends,
When my back is turned you're like a rooster at a hen,
Lord, I hate a man like you
Lord, I hate a man like you.
bunu bilerek ve isteyerek yapıyorsa, ya gerzek bir ergendir ya şımarık bir bencil. yok, farkında olmadan veya bilmeden yapıyorsa, ya kendini koruma içgüdüsüyle davranıyordur ya da cidden ruh hastasıdır da farkında bile değildir, acilen bir tedaviye/terapiye ihtiyacı vardır.
bir ülkenin üst yönetim kademesinde şirâzenin iyice kaydığının, şuurun ise yavaş yavaş kapanmaya başladığının göstergesi. tü tü tü tü tü, dağlara, taşlara... *
hakkında ileri geri konuşanlara bir güzellik düşünen kişi. artık o aldığı prezervatifi ne yapar, hakkında konuşanlarda kullanması için zenci bir ahbabına mı verir, orası onun insiyatifine kalmış.
bütün savaşlar gibi, gerçekte (özünde) hiçbir anlamı ve önemi olmayan bir eylem.
öyle ki, gereksizliğini ve anlamsızlığını anlatmaya, ifade etmeye yetecek sıfat/tanım hiçbir lisanda mevcut değil.
sonsuzmuş gibi görünen bir boktanlık hissi; ağızda iğrenç bir pas tadı (oturup kendi kanını içmiş gibi); ileri düzeyde ruhsal yorgunluk, bezginlik; bu savaştan sonra, kişide görülen etkilerden yalnızca birkaçı.
işin trajikomik tarafı, galip ve mağlup da yoktur bu savaşta. insanlığın varoluşundan beri yoktu, bugün de yok, yarın da olmayacak.
esasen her iki taraf da yenilmiştir ve farkında bile değillerdir. en acısı da bu olsa gerek.
yapılmış herhangi bir tespitin, seviye olarak spongebob squarepants embesilliğinde yapıldığına işaret eden ifade. sözlükteki kimi başlıkları görünce insanın içinden yükselen sesin söylediği cümle. bkz. olarak kullanılması, ayar verme bâbında faideli olabilir.
bu sabiti 0 (sıfır) aldığımızda hepimiz malız. zaten ne demiş keynes; in the long run we are all dead. önemli olan, oturup mallığına ağlamak değil *, mal statüsünden çıkmak için ne yapmak gerektiğinin yollarını aramaktır.
diyebilirsiniz ki, "mal olanda o algı, o bilinç ne gezer? eğer olsaydı, mal olmazdı".
cevaben ben de diyebilirim ki, "doğurduğuna inanıyorsun da, öldüğüne neden inanmıyorsun?"
genellikle muz cumhuriyeti ve/veya üçüncü dünya ülkesi -ki buraların halkları "gelişmekte olan ülke" palavrasıyla uyutulmaktadır- kıvamında memleketlerde, bir şekilde milletten vekillik ünvanını araklamış tipleme. *
hazırlanışı: mutlu günler geçirilir. beraber olmaktan alınan keyif, kaynayana kadar hayatın her aşamasıyla sık sık karıştırılarak yaşanır. arkadaşlar ortak edilir ilişkiye. sinemaya gidilir, çıkışta filmden hiçbir şey hatırlanmaz, geriye kalan sadece sevgilinin film boyunca tuttuğu elinizde kalan sıcaklıktır. sözler verilir. sözlerin altında ezildikçe, yalanlar söylenir. mutluluk fokurdamaya başlayınca, ilişkinin altı kapatılıp dinlenmeye bırakılır. oda sıcaklığına geldiğinde kıskançlık ve kavga gibi baharatlar göz kararı eklenir. arzuya göre aldatma da konulabilir. ilişki iyice soğuduktan sonra gözyaşıyla servis edilir."
1941 doğumlu japon aktör. takashi miike'nin chuugoku no choojin (a.k.a. the bird people in china) filminde canlandırdığı ujiie adındaki, asabi, kurnaz, hırslı ama bir şekilde bağlı olduğu klan tarafından uzaklaştırılmış, orta yaşlı yakuzanın dönüşümünü inanılmaz bir başarıyla canlandırmış karakter oyuncusu.