ah ben
uçuk kaçık ben
değilim öyle aslında
kimse bilmez beni öyle
bilirler sıkıcı tek düze kurallar içinde
ya değil işte öyle
kendimi bile şaşırttım demek isterdim
ama
şaşırmadım
hep uçuktum içimde
hep de kaçıktım
.......................................
bunu düşündüm sonra da içimdeki huzursuzluğun sebebini anladım.
anladım ama anlamak huzursuzluğumu yok etmediki.
düşündüm
içimden geçenlerle düsturlarım farklı
çelişki
hayatım çelişki üzerine kurulu
huzursuzluk da işte buradan filizlenip gelişiyor.
sonra farklı kültürleri düşündüm
rahat kültürleri
çevrenin etkisiyle şekillenmeyen
yapa boza
yanıla yıkıla ve yeniden kurula gelişen kişilikler
tanınan hayat
tanıdığı hayata uygun kişiliğini kendince
kendi fıtratınca bulma
kendi fıtratına uygun hayat tarzını kurma
o tarzla hayatını yaşama
o yaşama şekliyle kabul görme
için dışın örtüşür
işte sana huzur
işte kolayın zor edildiği nokta buradan hareketle bir kabuktur.
bir kabuk koyup ortaya
gelişecek bünyeyi içine tıkıştırmak
başta oturdu sanılıyor
ama
zaman
zaman boş(a) geçmiyor işte
gösteriyor enini boyunu
kavratıyor sağını solunu
anlıyorsun aşağıyı yukarıyı
ama
zaman
zaman geçmiş işte bir bakıyorsun da
diyorsunki farkettim ya
eri geçi olmaz
farketmiş olmak yakalamış olmak önemli
hoş
farketsem de yakalasam da
zaman geçerken cesaretimi törpülemiş
değiştiremeyeceğim
kalacak
kalmalı da
huzursuzluğumla yaşamaya alışmışım
kabuğumla yaşamaya
sıkışmaya tıkışmaya
nasıl gevşerim ben
nasıl uzatırım ayaklarımı
nasıl kalkar kollarım havaya
beceremem birbirine dolaştırırım
hoş
bi de uyduramam
kendime uymaz
aha
hale bak
hani bulmuştun huzursuzluk sebebini
al işte şaşalarsın böyle
on beş yaşında ergen misin duvarlarını farketmeden farkedilmeden yıkabilesin.
kırkından sonra saz çalma hikayesi anlatırlardı
nerden aklıma geldi şimdi
...............................................
en hoyrat ruh
bunu yaşar
isyan eder
ama
baş eğer
ki
munis ruh
ram olmuş ruh
kanamış kanmış ruh
yüreğindeki odla ihya olmuş ruh
dünyalıkta alıkoyulup
zahirde alınıp uçurulduğunu bilen ruh
Eyyy be Koca Reis!
Eyyy be Koca Başkan!
Eyyy be Koca Adam!
gönüldaşlarını yetim bırakıp uçmağa mı vardın?!
hayalinin ortaklarını gözü yaşlı bırakıp sonsuzluğun sahibine mi vardın?!
yüreklerimiz yarıldı senle göçmek isteriz,
ama nafile...
eminiz;
peygambere komşu, Allah'ın sevgililerindensin.
biliyoruz;
oralardan bizleri izleyeceksin,
oralardan vatanını gözleyeceksin,
oralardan elinden geleni yapmaya devam edeceksin.
Allah'ın rahmeti daim üzerinde olsun,
Fatihalarımız seninle.
soran olur belki, neden bu kadar seviliyor diye.
dilimin döndüğünce söyleyeyim;
Allah'ın muhabbetini alan kul, kulların muhabbetini çeker çünkü...
Allah'ın selamı Alperen'lerin üzerine
Allah'ın rahmeti Koca Reisin üzerine olsun.
zigana yürüyüşü ile çığ altında hayatını kaybeden dağcıların ardlarından düşündürdükleri...
üzücü haber alındı ve üzüntünün verdiği acı ile keşkeler yaşanmaya, nedenler aranmaya başlandı.
neden?
neden öldü, 10 tane iyi yetişmiş genç insan?
her insan gibi hayatlarını yaşadılar. yaşarken yapmak istediklerini yaptılar. ruhları ne şekilde kendini ifade ediyorsa o tarafa yöneldiler. doğa tutkunu, doğa sevdalısıydılar. doğanın zorluğunu yendikleri, doğa ile hemhal oldukları her gün ruhları bir için bir zafer, bir tazelenme idi.
insanı ruhu çeker götütürür bir yerlere... neden sormaz giderken... gider sadece...
ama sonuç; pırıl pırıl gençlerin, yaşaması yakıştırılan nice güzellikleri ardında bırakıp, varlık yoluna devam eden gençlerin artık soluk alıp vermiyor olması olunca...
nedenler sorgulanır
nedenler bulunur
hata aranır
hata bulunur
suçlu aranır
suçlu bulunur
bulduk. tamam bulalım. ama bulduklarımız bize kaybettiklerimizi getirmiyor. ve aynı buluntular daha kaç kaybımıza neden olacak... buna engel olamayacağız. çünkü bu aynı nedenlerle yaşanan kaçıncı aynı sonuçtur.
tedbirsizlermiş
tracking tarzı yürüyüşle kar yürüyüşü olmazmış
kar testi yapmadan yürünmüş
en basit bilinmesi gerekenler uygulanmamış
etraftaki avcılar silah sıkmışlar
vs. vs. vs.
nedenler; her son nefes olayında hep vardır ve de olacaktır. nedensizi olabilir mi hiç?
21 yaşındaki, her bir hücresinden sağlık fışkıran bir genç sahanın ortasında aniden düşüp son nefesini veriyor.
neden!!!?
kalp!...
kalp krizi.
nedeni bulduk. faydası... bir başka insanın kalp krizi geçirmesine engel olabilecek miyiz?
evliliklerinin ilk gecesinde şofben zehirlenmesinden ölen çift için nedenler nedir?
bir şofbeni kullanmayı bilememek midir?
neden yalancı olan zahir nedenlere sığınma ihtiyacındayız. neden bu ihtiyaçla zavallılaşmaya bırakırız kendimizi.
her insanın bir ölüm nedeni olacağını atlarız, bu neden sadece "neden"dir.
biz insanların, ölüm sırrı üzerindeki perdeyle yüzleşmemiz için. "neden"lere bulduğumuz her cevap aslında perdedir... kızarız, kahroluruz ve yetiniriz...
mânâ ehli kişiler ise ölümün nedeniyle değil, vaktin takdir edilmiş olmasıyla olduğunu bilir ve nedenlere paye vermezler. ölüm karşısındaki bu gerçek olanı batını görebilme kabiliyeti metanet verecektir ve en zoru ayakta dimdik karşılamayı, kabullenmeyi getirecektir. *
bilirler, dünya üzerinde soluk almamızın vaktinin takdir edildiği gibi, o soluğun kesileceği vaktin de takdir edileceğini. doğmamızda bilmediğimiz gizle dolu görevimiz olduğu gibi ölümümüzde de aynısı mevcuttur. *
ömrümüz bellidir, tıpkı bankaya yatırlan paranın vadesi gibi... ama ömrümüzün vadesinin sahibi biz olmadığımız için bilmiyoruz süreyi, tıpkı paranın vadeden haberinin olmadığı gibi...
neden, açık ve seçiktir. takdir-i ilahi.
tabî görebilenlere...
gücü yeten olmuş mudur karşı koymaya hiç...
yeni olan her şey insanda iyi dilekler dileme hissi uyandırıyor.
bazen dilekler dilenirken; insan diler, sadece diler... olma ihtimalini düşünmek istemeden "iyi" dileyerek, "iyi" hissiyatın ve olumlu düşünme gücünün etkilerini görme umuduyla...
filhakika lafı dolaştırmamın sebebi * iyi dilekler hissiyatında oluşumu sizlerle paylaşma çabasıdır. bu duygular ile temennilerimi iletiyor ve gerçekleşmesini diliyorum.
uludağsözlük yazar ve okurlarına; sağlık, huzur içinde, iyi haberler getirecek, "iyi bir seneydi" dedirtecek, sevdiklerimiz ve sevenlerimizle yakın olacağımız, başarı duygusunu sık yaşayacağımız, para engeli ile asla karşılaşmayacağımız, çok gönül kazanacağımız, yürekli işlere imza atacağımız, kendimizi daha bir genç - dinç hissedeceğimiz, ayağımızın altındaki toprağın kıymetini bilip başımızın üzerindeki gökyüzüne hoş sadalar yollayacağımız, bol müjdeli, gönlümüzce bir sene olsun diliyorum...
sevgi, sağlık ve tebessümle kalın.
notumsu: iyi düşün, iyi hisset, iyi gör, iyi ol ki; iyilik kalsın arkanda...
hatta beğenmeyenlerin beğenmek için ne beklediklerini de anlayabilmiş değilim.
özellikle futbol yorumu harikaydı, hatta yarıcıydı bile diyeceğim.
ayrıca mesajları, göndermeleri ince ve güzeldi.
ama
mavi hap akabindeki maymun esprisi berbattı. onca güzel mesajın olduğu filme o sahne hiç uymamış.
"insanlık" adına ve "hayvan hakları" adına olmaması gereken sahne.
filmi izleyen çocukları düşününce ayrıca çok üzüldüm.
"buz" etkisi yaptı.
faydalı bir yarışma olduğunu açıkça söyleyeceğim ama öncelikle yarışma ile, izleyici ve hakkında yorum sahibi olmaktan başka bir ilişkim olmadığını da belirtmeliyim.
kızacaklar vardır bana, faydalı bir yarışma olmasını düşündüğüm için.
ama kızmayın, cidden faydalı...
öncelikle, insanların yüzümüze söyledikleriyle keyif alırken "ne iyi insan" diye düşünüp bize batırdığı iğneyi farkedemezken, "yemekteyiz" sayesinde, yüzümüze iltifatlara boğanların arkamızdan neler söyle(yebil)diklerini açık açık (vtr) görüyoruz.
bu üzücü tarafı elbette...
inanın bir de iyi tarafı var.
ne mi?
dürüstlüğün geçerliliğini gösteriyor.
küfretsin, ama yüzüme küfretsin de gerçek düşüncesini bileyim, hani bir zaman sonra öğrenip de... vayy o zaman iyi görünmek niyeydi diye kandırıldığıma mı hayıflanayım yoksa yüzüme iyi görünene gösterdiğim yürekten iyiliğe mi...!? şeklinde kırılmışlıklar hatırası biriktirmek herkesin nefret ettiği durumlardır.
menfaat için yapılan hinliklerin, riyakarlıkların puan kazandırmayı bırak sadece "kötü" ünvanı getirdiğini göstermesi yanısıra "dürüstlüğün"; dost, gönül ve prestij kazandırdığını sergiliyor.
iki yüzlü tipleri kolay tanıyabilmeyi [insan sarraflığı] öğretme yolunda iyi bir program -1
ev sahipliğinin inceliklerini [çulunun üzerindekine nasıl davranılacağını] bilmeyi arttırma yolunda iyi bir program -2
sofra görgü ve bilgisini arttırma yolunda iyi bir program -3
küçük püf noktalarıyla yemek tadlarını geliştirmek yolunda iyi bir program -4
ama en önemlisi...!
damak tadına muhabbet tadının yeğleneceğini sergilemesidir.
soğan kırıp kuru ekmek ikram etsen bile, dürüstlük sayesinde yaşanan muhabbete sarılı gönül hoşluğunun tadıyla herkesin sıcak ekmek arasında ballı tereyağ yediğini algılatabilecek evsahibi/misafir olma değerinin farkettirilmesi yolunda iyi bir program -5 hatta 5 yıldız *
notumsu: atalarımızın, "birini tanımak istiyorsan, onunla; ya alışveriş edeceksin, ya yolculuk yapacaksın, ya da sofraya oturacaksın" şeklindeki sözünü de programa ithaf ediyorum izninizle..
yarışma
yarışanları en iyiden en kötüye doğru sıralama amacına dayalı bir düzenlemedir.
birinci olan en iyi ise o yarışmaya kaçıncı kez katılıyorsa yine de en iyidir ve birinciliği hak edendir.
sen geçen sefer birinci oldun bu kez başkası birinci olsun mantığı ile yapılan şey yarışma olmaktan çıkar ve o düzenlemeye artık siz ödül dağıtma filan demelisiniz. ki böyle deseniz bile ödülü dağıtmanın kıstası nedir şeklinde cevaplanması gerekecek bir soru olacaktır.
kıskançlık gibi haris bir duygudan çıkan bu düşünce basit ve geçersizdir. bu düşünceye sahibi otuzuna gelmemiş biri olsa bu kadar önemsenmez ve bir çoğu; "çocuktur, bencillik ve kıskançlıkla düşünce hatası içinde" der geçer. ama, mantığın yaşa paralel gelişmediğini hatırlatanlar; bu mantıksız fikri söyleyen ve bu fikre destek çıkan her iki kişi de, ellisinin üzerinde.
notumsu: kişi akıl ve mantık sahibi ise yaşı ha 7, ha 70 değişmiyor, doğruyu görüyor. yedisindeki, yetmişini yaşayana hatasını gösteriveriyor. akıl yaşta değil baştadır. tekrarlanan tecrübe ile perçinlenen doğru.
notumsu: yetmişli yaşlarda gösteren, bitki uzmanı sahra hanım; her konuda en derin bilgiye sahip olduğunu vurguyla göstermekten çekinmeyen bu hanıma birinin mantık hatasını ve bencilliğini hatırlatması gerek diye düşünüyordum ki, jeneriklerden gördüğüm bu gece sofrasında yaşanacaklarla gönlünün ekmeğini yiyecek olması. "balık bilmezse halîk bilir" noktasını izleyecek görünüyoruz.
seviyorum
bu memleketin her şeyini seviyorum
görgüsüz bilgisiz denilen yurdum insanını seviyorum
seviyorum çünkü içindeki fedakarlık duygusu bizden
zorda kalacağını bilmesine rağmen durumu üstlenmesi bizden
son kuruşuyla misafirini ağırlaması bizden
içi kan ağlarken gülümsemesi bizden
memnun olmasa da memnuniyetsiz görünüp kırar mıyım kaygısıyla hoşnut görünmesi bizden
en görgüsüz haliyle işaretlendiği yürekten yaşayışı bizden
gönül hoşluğu adına attığı adımlar bizden
eğitimsizliğinin ve cahilliğinin farkında oluşunun olgunluğu bizden
cehaletin içinde bırakılmışlığını devletini yüksündürmeme adına şikayetlenmemesi bizden
küçük görenleri kendini bilmenin bilgeliği ile karşısında ufaltıvermesi bizden
binbir çeşit gücün birliğiyle yok edilme çabasını hebaya çıkaran irfanı bizden
gittiği her ülkede aç kalmasına rağmen her ülkeden geleni damak tadının zirvesinde dolaştırması bizden
paris modasından ala renk uyumunu bilmesi bizden
ritim ahengindeki ruhu kavrayışı bizden
kaba sığamayışı bizden
tabiatına sadece kuralı koyan olmanın uyması bizden
tüm halleriyle bu devirde en bozulmayan olması bizden
dört bin koldan yedi iklimden uğraş verilmesine rağmen bastırılamayışı bizden
yıldırım yaratacak güce sahipliği bizden
kadınını tac edecek gönül inceliği bizden
erkeğini tacının sahibi edecek yürek zenginliği bizden
ilmi kavrayınca alemi seyre bırakan dehası bizden
bizden olmayanı bizden sayışı bizden
muhabbetindeki coşku memleketimin
coşkusundaki sevgi toprağımın
sevgisindeki ölçü can verme noktasında vatanımın
gönlümün coşkusu
sevdamsın
1499 kişiyle birlikte birini cesaretlendirerek intihar edişini izleyebilmek...
insanlığın geldiği nokta.
laga luga modunun ve sorumsuzluğun zirve yaptığı insanlar...
hayatı şaka tadında yaşayan güruhun vicdan azabı duymalarını gerektiren "son"...
1500 kişinin teşvikiyle hayata son veriş...
hayatının sona erişini 1500 kişi izleyecek ve birinin dahi umurunda olmayıp ciddiye alınmayacak...
saatlerini paylaştığı, intiharına teşvik edenler ve izleyenler, insan...(!)
hem de 1500 tane...
notumsu: gerçek ortamlarda altı duyuyla kavranan ilişkilerin başarısına ve tadına varmanın ruha vereceği manevii tad ile sorumluluk duygusu taşıyarak insan olmanın onuruyla yaşamak, yolu bir olan akıl ile tercihtir.
organizma insan olunca ve büyüdüğü gözlenince, belli davranışları kazandığı düşünülür ve olaylara karşı artık daha çok kendi haline bırakılır.
ayaklar üzerinde durmak... budur beklenen...
sonuçta kimse kimseyi taşımaz ömür boyu...
hoş, taşınıyorsa; büyümüş müdür, insan mıdır, organizma mıdır... sorulur, büyük görüntü içinde küçük bir varlık mıdır?
gag deyince,su; gug deyince, ekmek verilen...
büyüyen, insan denilen organizma ise, büyüdükçe insanlığı şekillenecektir.
çarpan rüzgara karşı duruşuyla, fırtınaların üzerine saldığı toz,toprak,taşların üzerine çıkışıyla, günlük güneşlik günlerde börtü - böceğin, çiçeğin - meyvenin hatırını sorup muhabbet bağı kuruşuyla...
maddede manayı buluşuyla insanlığını büyütecektir.
büyümek biter mi... nereye gider... ne kadar gider...
cevap kolay...
kişinin ehli marifet oluşuna bağlıdır.
büyüdüğünü farketmek... burası önemli!
ya
büyüdüğünü şükür ile hazmedip bir yanlış hamlede aşağıya doğru alacağı mesafenin büyüklüğünden korkup daha bir temkin ile yoluna devam eder,
ya da
büyüdüğünü farkederek haz alıp etrafına "ne oldum"larını farkettirme keyfiyle ilerlerken haz sarhoşluğundan farkedemediği büyük küçülmelere doğru yol alır.
notumsu: gelinen her mertebede "ne olacağım" duygusunun tedbirini elde tutmak bizi gelinen yerde tutmakla koymuyor, bir adım daha "büyütüyor".
ne çok şey yaşanmış güne gelene kadar...
her birinin bir getirisi de var bu güne...
hiç biri yaşandığı yerde ve günde kalmamış...
hatırlamıyoruz çoğunu elbette...
ama...
bu günü yaşamakta etkisi var, yaşama şeklini belirliyorlar...
bu etkiyi yapan şeyler; ilk kez karşılaşılanlardır, "aa...!" ya da "yaa...!!" gibi ünlemlere neden olan hayretler, yeni öğrenilenlerdir.
bazen de, bir sorunun çözümünde izlenen yoldur; birinin hakkının bertarafı ile elde edilen menfaattir ya da maddi kayba rağmen kazanılan manevi hazzı yaşatan durumdur...
okunan kitapta, yerine koyulan kahramanın düşündükleri, mücadelesi, sevgisini/düşmanlığını yaşaması, vs.
anne ve baba kişilikleridir en fazla etkileyen; tavırları, tutumları, konuşma tarzları, ne zaman güldükleri/ağladıkları, nelere kızdıkları, öfkelerini ne kadar kontrol edebildikleri, sevgilerini ne zaman/ne şekilde/ne kadar gösterebildikleri...
yetiştirdikleri evladın ne kadar dengeli ya da ne kadar dengesiz olacağını belirlemekte...
tüm bunların yanında, evladın/kişinin fıtratının gücüne inanıyorum. güçlü bir fıtrat bu etkilerden olabilecek en az şekilde etkilenecektir. fakat zayıf fıtratlar, teslimiyeti kolay yaşayanlar olabildiğince etki altında kalacaktır. iyi/olumlu etki altındayken olabildiğince iyi/dengeli olurken, kötü/olumsuz/dengesiz etki ise karşımıza kötü olmakla kalmayıp kötülükten zevk alan sapık/cani gibi adlandırmaları alabilecek kişilikler de çıkabilecektir.
burada şöyle bir tezat da vardır; güçlü fıtratı illa ki "iyi" algılama olur nedense... oysa güçlü fıtratlarda "kötü" öz olması da söz konusu...
aynı anne babanın evlatlarıdırlar, aynı ocağın çocuklarıdırlar lakin farklı etkileşimler ve sonuçta farklı kişilikler olur çıkarlar...
notumsu: yazının başı ile sonu çelişti sanmayın. çünkü başındakiler de doğrudur/geçerlidir, sonundakiler de... bunu arif birinin sözü özde açıklayacaktır: "alimden zalim, zalimden alim doğar."
son on yıldır yapmanın alışkanlığı ile elindeki torbayı, idrar torbasını boşaltıyordu tuvalete, sonra da çöpe ve ellerini temizliyordu tıpkı yemek yemeyi, su içmeyi neden yaptığını düşünmeden yapışı gibi... torbanın sahibi kırk dört yıllık eşi, hayat yolundaki arkadaşı, kocasıydı.
seni yolda koydum, seni koruyamayacağım üstüne bir de günlük bakımlarımla seni çok ama çok yoracağım, benim yüzümden şanssız kadın oldun.. sözleriyle talihine kahrederdi kocası. o da elbette bu talihten hoşnut değildi ama sözü "başa gelen çekilir." di.
üstelik başına bu geleni yeni verilmiş bir görev gibi kabullenmişti. hayatının ona sunusuydu, alıp kabul etmişti.
insandı ve elbette yorgunluktan tahammülünün zayıf düştüğü anlar oluyordu. insandı ve yıllarca yaparken nasıl yaptığını düşünmeden yaptığı onca kişisel işini bir başkasının yapıyor olmasına karşı tahammülünün zayıf düştüğü anlar oluyordu. ve hiç sebepsiz kavga ederken buluyorlardı kendilerini... neden sonra yaptıklarının farkına varınca sebep neydi düşüncesinde göz göze geldiklerinde incir çekirdeğini bulamamanın şaşkınlığı ve keyfiyle gülüşüyorlardı.
bu hep böyle olmuyordu elbette saatler süren küslükleri de oluyordu ama barışma anının heyecanlı tadıyla hoşlaşacakları vakit geliverince tazelenip sevgileri büyümeye coşmuş fidan oluveriyordu yeniden.
son on yılda alıştıkları yeni yaşam şekilleri dilekleri değildi elbette, kimin dileği olur ki; evlatları dört göz ile evlendirebildikten sonra başbaşa dünyayı gezebilecek ekonomik güce sahipken en az iki kişinin yardımıyla tekerlekli iskemleye taşınabilmek...
evlatlar... evlatlar işlerinden, ev gailelerinden fırsat bulduklarında alıp bir yerlere götürüverdiler mi ya... işte o yaşanabilecek en mutlu an, içlerindeki yavruları yorduk sıkıntısıyla beraber. diğer taraftan hissedilen kıvanç, evlatlara verebilmişiz ana-babaya vefa duygusunu...
allah'ın hediyesi idi, o'ndan gelen hiç bir şeye hiç bir güç engel koyamazdı...kula düşen aldığı hediyeleri ile yapması gerekenleri gücü mertebesinde başarabilmek felsefesiyle hayata alışmalar geliştikçe, ibadet düşüncesi almıştı adamı; hali için rabbine şükrünü sunacağı, beterin beteri olduğu inancıyla kendini ve yarenini daha büyük sınavlardan koruması için beş vakitlik buluşmalara vefasızlık etmemeliydi.
abdest olayı söz konusu değildi elbette mesane mayisi için bağlanan hortum nedeniyle... araştırdı, sordu soruşturdu ve bir gün küçük bir kavun büyüklüğündeki taş yatağının yanındaki yerini aldı, teyemmüm taşı... artık buluşmalara engel kalmamıştı... ellerinin, başının ve gözlerinin hareketi buluşmasına en güzel vasıta idi... ondan mutlusu yoktu artık...
kadın da bir yapabilmenin, bir başarmanın keyfini yaşıyordu...nasıl yaşamazdı, onun keyfi ona keyfdi daralan dünyalarında...
sıkıntıları göğüsleyişte birliğin devamını başarabilmeyi dahi kendinden görmeyip allah'ın nasiplendirmesi olarak ifade ederken de bahşedilenle taçlandırılışın ifadesi vardır yüzlerinde... hayatlarına engeller koyan bu hediye ile başetmek mükafatı için seçilmiş ruh olma duygusuyla kattıkları, asla dillendirilmeyecek olan imanlarına vefadır...
zamanın hengamesinde görülen/duyulan havadisler ise insanlığın sadece menfaat peşinde koştuğundan bahsediyor ve bırakın sağlığını kaybeden eşi yarı yolda bırakmayı, işini kaybetti; ihtiyaçlarımı (yiyim/giyim/filim) karşılayamaz artık, hadi herkes kendi yoluna deyiveriyordu insan(cık)lar.
bir simiti paylaşıp, çayı aynı bardaktan içebilerek sıkıntıyı, birbirlerine daha bir yaklaşma sebebi sayışla kutsayan anlık keyiflerle morallenebilme...
nerelerde kaybedildi bu değerler...
neydi bunu yaptıran... neydi...
notumsu: birbirini kabulleniş, bir oluş ve çıkılan yola baş, yürek, gönül koyuştu... akde/ahde vefaydi bu...
vefa...
din akp den laiklik chp den milliyetcilik mhp den ogrenilmez
bu tekerleme ile türk insanı geldiği yeri göstermektedir.
bu tekerleme ile türk insanı son 50 yılı çözdüğünü göstermektedir.
bu tekerleme ile türk insanı kendine giydirilen elbiseye artık sığmadığını göstermektedir.
diyor ki vatandaş;
beni şekillere sokma,
bana tutmak için kulp takma,
her bir değerime bir ad verip sınıflandırıp ya şusun ya busun deme,
değerlerim üzerinde zalimlik yaparken bunu bilimin üzerinde tutacak kadar düşme,
beni "ben", toprağımı "vatan", ay-yıldızımı "şeref" yapan kutsiyetlerimi kişiliksiz kıvranışlarla ezme,
cömertsin deyip malımı, yiğitsin deyip canımı, hayırseversin deyip maneviyatımı, aydınsın deyip havsalamı yolma.
vatandaşın gönlü kırık... ey iş bilen, kılıç kuşanan, akıl verenler...
bakın yunus size ne demektedir,
ikilikten geçemedin hâli hâlden seçemedin
dosttan yana uçamadın fakılık oldu sana fak
-sağlık:
her şey dört dörtlük, harika gidiyor planlarınız, haliyle keyfiniz yerinde olacak. ki; o korkunç bulantıyla ortamı terk etmek zorunda kaldınız.
sağlığınızın ani kötüleşmesi sizi hayatınızdan çekip alır ve ne keyf kalır ne tad...
nice zenginlerin ilacına vasıta olamamıştır para ki; en büyük * zenginlik sağlık dedirtmiştir.
yetmemiş...
cihan padişahı sultan süleyman'a da andırmıştır anlamını... "halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi, olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi."
-başarı:
başarmak varlık olmanın göstergesidir.
çocuk yürümeye attığı ilk adımı başardığında yüzündeki en görülesi "zafer" ifadesidir.
anneden/babadan takdir/onaylanma aldığında içinde hissettiği kazanım/başarı tadına varılası duygudur.
kişinin hayatından ne beklediğini bilmesi, enerjisini bu belli yöne akıtması ile bilinçli olmanın verdiği istenen hayatı elde edebilme muradı, erilesi bir hazdır.
yanlış kararlar ya da şanssızlıkla veya nasipsizlik ile yakalanamamış hedefleri, düşünmeye kalkmak bile yüz hatlarını gerer. farket.
-huzur:
değerleri bilmek ayrıdır, sahip olmak ayrıdır. ya değerlere ters düşmek... kendine ters düşmektir. ruhun çalkalanır. keyfin kaçar... huzursuzsun.
-paylaşmak:
neçok zengin olsan nedir, gelip çulun üstünde oturup hatrını sorup bir kuru ekmeğin paylaştığın, bir tas su ikram ettiğin vaki olmamış ise...
sevincini paylaşıp çoğaltamıyorsan, derdini paylaşıp yüreğindeki taştan kurtulamıyorsan, bir dost edinip hasbihal edemiyorsan...
vaz geçtim; yoldan geçen bir kula gönüller açan "selam" anlamındaki bir tebessümün sıcaklığını hissettiremiyorsan...
ne derece keyif vardır yürekte, sorulur...
notumsu: bünye üzerinde bir tanesinin... yalnız bir tanesinin dahi negatif varlığı mutsuz kılmaya yeter...
yüreğini ezersin, özünü döversin...
an olur burnunun direği sızlar...
duymazdan gelirsin, aklını başka şeye çevirirsin...
hiç alakasız bir şey sabrını sınava sokar ansızın,
gözlerin dolar...
birini akıtsan diğerini yakalar durdursun,
ki; koyvermeyi engelleyesin...
sonrakiler içine akar artık...
gönlüne, yüreğine...
her damla bir çekiçtir özüne...
özün dövüldükçe duruşun değişir, daha bir dikleşirsin,
ki; bu dikliğin damarı;
mürekkebe, kağıda dokunmadan ilmederken arif oluşun verdiği metanettir.
mantığı kabul etmeyen duyudur.
mantıksızca bağlanır, sadece ister; duymak, görmek, dokunmak, hissetmek... kısaca, birlikte olma uğruna yapamayacağı şey yoktur. bu uğurda ilerlerken; sağa sola çarpmış, kafası gözü ağrımış, kolu bacağı kırılmış, komik durumlara ya da acınası hallere düşmüş umurunda olmadığı gibi her birini zevk alarak yaşar; ucunda aşkına ulaşacaktır ya!
bu haldeki kişi duygularını bir şekilde * ölümsüzleştirebiliyorsa, kazanan sanat olacaktır. aşk bittiğinde geride kalanlar bunlar olacaktır çünkü.
seneler evvelden zar zor tanıdık bir isim, zar zor hatırlanan bir yüz sizi arkadaş olarak eklemek istemektedir.
yıllar sonra bir * okul arkadaşını görmenin sevinciyle kabul edersiniz.
ilk mesajında sizi su gibi tanıdığını ve hiç unutmadığını farkettirip ekrana ağzınız açık bakakalmış bulursunuz kendinizi.
nelere kadirsin sen facebook...
bulaşıcı hastalıklarda, herhangi bir hastalık etkeninin vücuda girdikten sonra üreyip çoğalarak hastalık belirtilerinin ortaya çıkmasına kadar geçen süredir.
hastalık çeşidine gere bu süre değişir. ****
karantina için, kuluçka süresi esas alınır.
zeki insan her yaptığı işle zekasını gösterecektir. bu iş incik boncuk işi deyip bazılarının küçümseyeceği cinsten olsa da... küçümseyenler olsa da dünyaca isim yapmış takı (incik-boncuk) tasarımcıları bu işte zekalarını konuşturarak konumlarını hak etmektedirler.
----------------------------------------
zeki de olsa insandır.
insan bütünlüğü içinde moral, keyif, neş'e, üretme, paylaşma, huzur, vb. unusurların önemi hafife alınmamalı.
boş zaman olmadığına inanırım. düşünmek ve uyumak boş(a) değildir.
takı ve zeka...
ilk insan uzun sapıyla kopardığı bir çiçeği, boynuna dolayıp çiçek sapı çiçek tablasına (çiçek köküne) gelecek şekilde
kıvırdığında ilk takı yapılmış.
ne kadar zekice midir yoksa ne kadar yaşanası keyifli bir şey midir?
zekasını akıllıca kullanıp keyif yakalayabilmiştir midir yoksa...
zeki insanlar da keyifli yaşayabilir.
notumsu: cern'de el altında bolca bulunan model tasarım boncuklarından takı yapıp arkadaşına hediye eden fizik profesörüne alkış istiyorum.
her an aklından geçen ve geçtikçe gülümseteni vardı. ve haliyle her an mütebessüm biri olmuştu.
uzaktadır çok uzakta...
her görüşmede ruhunu öyle sarıyor, öyle sevgisinden emin kılıyor ki; tebessümkar olmamak ne mümkün...
biliyor onun da oralarda, en zor şartlarda, vatani görevin yapılacağı en ağır ortamda dahi kendini hatırlayınca gülümsediğini.
gülümsediğinde gülümsediğimden emin ol demişti...
kahvesinden aldığı yudumu ağırca yutup tadını sindirirken yüzündeki gülümseyişin müsebbibinin resmini sehpaya incitmeden koyarken çalan kapıyı açmak üzere koridora yöneldi.
tam burada kucaklayıp mutluluktan uçururken 57 gün sonra hiç ayrılmamak üzere birleşeceklerinin sözünü vermişti. koridordan her geçiş o güne bir yaklaşıştı.
kapının açılmasıyla beliren şapkanın üzerindeki ay-yıldızı, sonrasında üzgün, bitkin ve metanetle dünyanın en zor işini yaptığının bilincinde olan yüzü...
sonrasında...
her an hatırlayış...
her an gülümseyiş...
ama... her biri bir öncekinden daha acı olan gülümseyiş...
her acı gülümseyiş; yüzüne tebessüm, damarlarına zehir veriyor, yüreğini dilik dilik ediyordu.