Sınava hazırlanırken çıkmış soruları fotoğraflamıştım, ne günlerdi be! Aslında fotoğrafladığım telefon internete de giriyordu macera mı aramışım, internetim mi yoktu ?..**
Bu adam ki benim her gün geçtiğim sokaklardan her gün geçmiş !
Yıl 2009 muydu, 2010 mu, arasında kalmış bir vakitti işte, tam hatırlamıyorum. Fatih Inkılap kitabevi'nde vakit geçiriyordum. Tam çıkmak üzereyken yıllardır adını bilmeden tanıştığım görevli 'biraz daha kalırsanız Tarık tufan gelecek söyleşisi var, gelene kadar kitaplarına bi bakın derim' demişti. işim de yoktu beklemiştim. Küçük bir kalabalık olduk etrafında. Birkaç defa göz göze geldik, sıcaktı sohbeti, havadandı, sudandı. bir adam girdi şehre koşarak kitabını imzalatıp okumak istemiştim. Şans ki beş kuruşum yoktu. Malum da olmadı tabi adama. O gün o gitti, ben de gittim. Ertesi gün kitabını aldım ve tanıştık..
Sıradan şeylerde değil mi tüm Sıradışılıklar ? Öyle incecik ki cümleleri, derinleri sızlatıyor. ve sen kuş olur gidersin, hayal meyal ne aydınlatan, ne de karartan kitaplardan. içini grileştiriyor insanın..
Biraz abartılı, bir o kadar da etkileyici dilinden birkaç satır kafi ola:
"Bil ki ey sevgili!
Ben seni aklımdan hiç çıkarmadım;
ben sadece aklımı çıkardım.
Ve böyle bilsin bütün dünya,
ben aklımı senin rağmına değil,
senin uğruna senden çıkardım."
Uçuruma uzanmış bir kalasta sallana sarsıla yürümek gibi. Yel mi eser, el mi çeker, ah ne meret şey o. Sonu yok gibi, zifiri karanlıkta ha yersiz yönsüz koşmuşsun avare, ha çökmüşsün dizlerinin üstüne, biçare.. acabalar, belkiler, o melun merak, akla sığmaz ki bunlar. Sığdırmaya çabaladıkça hepten kaybetmek nihayet. Zaten Şu akıl melekeleri nerde işe yarar ki ? Muhakkak azap diye verildi..
gitmek istemezsen bir şiir miktarı kadar otursak diyorum. şiir kalsın istersen, sadece otursak. oturmasan da olur benimle, sadece ellerimi tut. ellerimi tutma dilersen sadece yüzüme bak. yüzüme bak ama anna, yüzüme bak. gözlerime bak, gözlerimin içine bak. gözlerim biraz karanlık. içinde cenkler, ayinler, kesik damarlar, kapıları yumruklayışlar, cipralexler, turgutlar, edipler, sezailer, siyahlar, beyazlar, uykusuzluklar, bitmeyen başağrıları, bildirilerin öfkesi, duvarlara uzun dalmışlıklar var. gözlerim biraz yorgun. içinde bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler...
bekleyişler anna. köylü çocukların parasız yatılı sonuçları mesela. nişanlısı askerde kızlar, kızı ölüm orucundaki baba, babası tersanede oğul, oğlu şizofren anne. hepsini sayamam gerçi, utançlarım da var. ama geçecek hepsi, geçecek. şifalı gözlerin her şeyi iyi edecek. gözlerimin içine bakmaktan korkma anna. sen adımını attığın andan itibaren hira dinginliğine dönüşecek ortalık.
ateşli sözlerimle kandırıp
yanlış yolun karanlığından
düşmüş ruhunu kurtardığım zaman,
derin bir azap duyarak
seni saran ayıbı
pişmanlık içinde lanetledin.
unutkan vicdanını anılarınla
cezalandırmak için,
benden önce olanları
tek tek bana anlatırken
birden bire yüzünü ellerinle kapadın;
ruhundaki isyan sonunda
utançla, dehşetle sarsılarak
gözyaşlarına boğuldun
vb. vb. vb...
Esasında candy crush kadar zevkli olan bir oyun fakat hile olayına girerek tadını kaçırmışlar. Arka arkaya 1.olmayın bari.. bak elin herifi çatır çatır buluyo diye hırs yapmıştım o kadar*
Hilesi de şuymuş: http://www.words.warecode.com 16 harfi kutucuklara işliyorsun olası kelimeleri çıkarıyor. *
Orjinal hikayeyi dinleyince allahım beynimden vurulmuşa döndüm. Sezai Karakoç'u o meşhur gurur hikayesi *** üç beş delinin kuyuya attığı taşlardan ibaretmiş.. ilkokuldaki edebiyat hocasından dinleyince haftalarca aklımdan çıkmamıştı büyük aşkları. "Naptın sen sezai, hiç olur mu sezai, bak öldü kız kahrından sezai" diye düşüne..
Sezai Karakoç'un ping pong masası şiirinin neredeyse yarım Asır sonra aşığının başka bir adamdan olma kızının satır aralarındaki ifadeyle çözümlenmesi de hayatın cilvesi olsagerek.
Bir de şu malum garanti bankası reklamı. Hayallerimdeki monna rosa'yı yıktın be muazzez. Diriliş dergisi bangır bangır 'banka ve içki reklamı yayınlamıyoruz' derken banka reklamında oynanır mı ?? Sen monna rosa'sın.. aşka saygısızlık gibi olmasın da ha bizim köşe başındaki Hüsniye teyze, ha sezai Karakoç'un büyük aşkı muazzez akkaya şu an gözümde.. **
insanı hayran bırakan bir hayal gücüne sahip Türk yazarı.
Yalnızca tek bir kitabını okuduğum bu yazar, daha kitabı yarılamamışken içimde tüm kitaplarını bir anda okuma isteği uyandıracak kadar akıcı bir dile sahip. Kendine has üsluba sahip nadide yazarlardan olduğunu anlamak için neredeyse bir paragrafını okumak kafi. üstelik bir yazma tarzı da oluşturmuş. Mesela olay örgüsünü masal anlatan bir Büyükbaba edasıyla sunması, çokça kullandığı flashbackler, karakterler arasında kurduğu enteresan bağlantılar.. insanı hem okuduğuna hem de yazarına aşık ediyor mübalağaya müsade varsa.
Anar'ın arapça ve Farsça tutkunluğu, ilk etapta süslü, ağır bir dile sahip olduğu izlenimi uyandırabiliyor. ilk sayfada hiç başlamasam mı bu bir iki ay sürüklenir elimde diye düşünmüştüm * yanıltmasın. Dil seçimi anlatımını etkilememiş bilakis tatlandırmış. Bence güzel hareket.
Türk motiflerini büyük ustalıkla kullanışı, Türk kültürüne hakimiyetini ve bizim de az biraz uzak kaldığımızı gösteriyor. Öğreten yazarlardan. Sonraa tarihe, felsefeye, eski yazın diline olan düşkünlüğü... ben yazarımı buldum !
ilk kitabı puslu Kıtalar Atlası imiş . Sene 95. kitab-ül hiyel,efrasiyab'ın hikayeleri,amat,suskunlar,yedinci gün ve yıl itibariyle çıkmış olan son kitabı galiz kahraman ile birlikte yedi kitabı yayınlanmış.
sabah, öğle, ikindi, akşam; kahvaltıda, zeytinle peynirle, menemenin yanında, börekle birlikte, sigara eşliğinde, bisküvi bandıra bandıra, kekle, krakerle; açken veya tokken, keyfin yerinde veya tepen atıkken, yorgun veya zinde, baş ağrısında, mide bulantısında, 7sinde 70inde... kısaca her daim içilen, içilebilen, şekersizi makbul olan karadenizin doğasından kopup gelen, kışın içimizi ısıtan, yazın hararetimizi alan, lezzetli, pratik, geleneksel içeceğimiz. severiz.
Hayatımın sayfalarına iyi ki girmiş dediğim. Bana çok şey öğreten, bir o kadar da şey götüren * yazar. Okuduğu kitaplarla ilgili yazdıkları takibe değer.severek okuyoruz.
Poşetin hışırtısının verdiği heyecanı boyum, arkasında birleştirdiği ellerinin hizasındayken tatmıştım. Aradan geçen yıllar yüzümdeki tebessümden bir şey eksiltmediğine göre, annelik harbiden kutsal bir sey.
Yeri gelmişken belirteyim, en büyük hayallerimden biridir annem olabilmek.
Sınava hazırlanmaya başladığımdan beri 'ytü mat müh yeaa' triplerindeydim. Neden itü değil de ytü diye tutturduğum bilinmez, sonuç olarak yıldızlıyım *
Başlığın bugüne kadar açılmamış olmasına şaşırmakla beraber, ilk entarisini giydirmekten şeref duyduğum bölümüm.
Ne saçma bi nottur yahu bu. Tüm entry yapmacık bir havaya bürünüyor birden. Evet böyle böyle düşünüyorum, ama eksi vermeyin akp'li değilim. Olsan n'olur güzel kardeşim, akp'lileri yemiyoruz. Bırak sandık bilsin ne olduğunu.
Son derece gereksiz ve itici bulduğum, fikrin özüyle değil, kalıplarıyla, taraflarıyla ilgilenen, adamına göre muamele eden insan eylemi.
Benim anlamadığım da şu: bu ülkede atatürk-din, anıtkabir-cami, vs.vs değerler neden birbirine taban tabana zıtmış gibi gösteriliyor ? Atatürk'ün müslümanlığını tartışırdı bir ara böyleleri. Müslüman değilse sevmeyeceğiz ya.. Bölücüsünüz.
Gezi parkının yıkımına engel olmaya çalışan onca fikri chp seçmeniymiş gibi lanse ederek, oy verecek adam bulamadığından akp'ye oy veren (seçmeninin neredeyse yarısı olduğunu düşünmekteyim) kesimi kaybetmemek için tayyip'in çırpınışlarından biridir.
Bir zeki sen misin be tayyip, on binler salak, bir sen akıllı ? Bal gibi de biliyorsun, o yürüyüşlerde seçim zamanı sana oy verenlerin de olduğunu. Kendi ipini kendin çektin..
Bir avuç kum düşünün ellerinizde.. Sıkın parmaklarınızı. Sıkın. Evet, biraz daha.. Şimdi açın bakalım, ne kaldı ellerinizde. Akın akın geçtik parmaklarınızın arasından !