lise son sınıfta üniversiteye hazırlık kapsamında kayıt için dershane ararken sen tut yanlışlıkla git tersaneye kayıt ol. bir sene boyunca millet okul-dershane arasında mekik dokurken ben okul-tersane arasında dokudum. başlarda çok garipsedim, hiç de düşündüğüm gibi bir hazırlık dönemi geçirmiyordum, üstüne üstlük netlerimde de gözle görülür bir artış olmuyordu. eve üstüm başım kir pas içinde geliyordum. haziran ayında bu emeklerimin karşını alacağımı düşündüğümden, yorgun da olsam huzurluydum. ama gel gör ki haziran geldiğinde sınavda sıçtım sıvadım. ertesi hafta tersaneye gittim ve ustabaşına sınavın berbat geçtiğini, en büyük payın da onlarda olduğunu söyledim. "ne sınavı lan" dedi, "e üniversite!" dedim. "oğlum bizim ne suçumuz var, çalışsaydın" dedi, iyi de dedim dershane faktörü önemli, ben okulda falan üzerime düşeni yaptım, geriye bir tek dershane kalıyor. "oğlum manyak mısın ? burası tershane, tersane" dedi. o an yaşadığım şoku anlatamam. birkaç dakika içinde de bütün parçalar yerine oturdu. oturdu oturmasına ama sınavı kazanamadığımla kaldım. ben de tersanedeki işime devam ettim. 6 yıldır buradayım, şaka maka işimde iyi ilerledim. aylık 4.000 liraya yakın bir para kazanıyorum. üniversite okusaydım yüksek lisansıydı stajıydı mıtajıydı derken bu parayı kazanmam kim bilir kaç yıl alırdı. iyi oldu iyi.
Jodaeiye Nader az Simin'le 2012'de oscar kazanan iran'lı yönetmen Asghar Farhadi'nin 2013 yapımı taze filmi. bu sene cannes film festivalinde* de yarışan filmler arasında.
15- 26 mayıs tarihleri arasında gerçekleşecek, bu yıl 66.'sı düzenlenen film festivali. festivalin açılışı moulin rouge filminin de yönetmeni olan baz luhrmann'nın, başrolünde leonardo di caprio'nun oynadığı the great gatsby filmi ile yapıldı.
önümüzdeki sezon premier lig'de mücadele etmek için wembley'deki playoff'a kalacak takımı belirleyen maç. ilk maç leicester'ın sahasında oynanmış ve 1-0 leicester kazanmış. her şey bu maça bağlı ve öyle bir son var ki maçta, milyarca insana futbolu neden bu kadar sevdiğini tekrar hatırlatır. o gün orada olanlar yılarca anlatır herhalde o son 30 saniyeyi. susayım da izleyin :
giuseppe tornatore'nin 2013 tarihli son filmi. başrolde usta oyuncu geoffrey rush var. fakat gelin görün ki filmin gösterime girdiği, ve önümüzdeki aylarda gireceği ülkeler arasında türkiye yok. olacağını da sanmıyorum. malum ortamlardan da tarih itibariyle hala ulaşılamıyor. bütün bunların üzerine bir de filmin aldığı övgüler eklenince üzüntü daha da büyüyor. beklemekten başka çare yok, elbet bir gün buluşacağız.
1941 doğumlu italyan bir müzisyen amca. 1976 yılındaki carrie'den bugün vizyonda olan passion'a kadar neredeyse bütün brian de palma filmlerinin güzel müziklerinde hep bu amcanın imzası vardır. baktım bir başlığı bile açılmamış. ayıp etmişiz. saygılar kendisine. güzel güzel besteler yapmaya devam etsin.
her yerde 1876 yılındaki osmanlı sırbistan savaşında ölen slavlar için yazıldığı söyleniyor.
o büyük ihtimalle 1876 yılında rusların balkanlardaki slavları osmanlı'ya karşı kışkırttığı isyanlardaki çarpışmalardır. çünkü 1877'de bu isyanların akabinde başlayan meşhur 93 harbi 'nde rusya bizim ağzımıza sıçtıktan sonra yapılan antlaşmada romanya ile beraber bağımsızlığını kazanmış sırbistan.
adamlar bağımsızlığını kazandı, olan 93 harbinde bize oldu. bu besteyi bize yapman gerekirdi reyis. yarım elma gönül alma hesabından. o savaşta bize biraz ayıp oldu çünkü.
101 kişinin öldüğü, 75 kişinin sağ kurtulduğu, amerikan sivil havacılık tarihinin en büyük ikinci kazasıdır.
new york'tan miami'ye gitmek üzere havalanan uçağın, miami uluslararası havalimanı yakınlarında, iniş takımlarının sorunsuz açıldığını işaret eden lambasının yanmaması, sonu felaketle bitecek krizler zincirinin fitilini ateşliyor. oldukça karanlık bir havada seyretmekte olan uçakta pilotlar birkaç denemeye rağmen ısrarla ışığın yanmamasından tereddüte düşüyor ve iniş takımlarının sorunsuz açıldığından emin olamıyorlar. kaptan pilot ve yardımcısı, ilk olarak küçük ampulde bir problem olabileceğini düşünüp, söküp kontrol etmeyi deniyorlar. havalimanına oldukça yaklaşan uçak, durumu kuleye bildirip sorunu çözene kadar iniş yapamayacağını söylüyor. rotayı liman üzerinde tur atacak biçimde ayarlayıp otomatik pilota teslim ediyorlar. kaptan pilot ve yardımcısı o sırada ampulle uğraşırken, kaptan pilot arkasını dönüp, uçuş mühendisine aşağıya inip oradaki camdan iniş takımlarının açılıp açılmadığını kontrol etmesini söylüyor. iki pilot birden bu sorunla uğraşırken kule görevlisi radarda uçağın irtifasının tehlikeli derecede düşük olduğunu görüyor ve uçakla irtibata geçip bir sorun var mı ? diye soruyor. fakat uçaktan bir problem olmadığı cevabını alıyor. kule görevlisinin de fark ettiği gibi uçak aslında hızla irtifa kaybetmeye devam ediyor ve bataklık üzerinde alçaldıkça alçalıyor. pilotlar o derece karanlıkta dikkatleri başka noktadayken o kadar irtifa kaybettiklerini çok geç farkediyorlar, ve tüm çabalarına rağmen bataklığa şiddetle çarpmayı engelleyemiyorlar. kaza anında yolcuların büyük kısmı ölürken pilotlar da olay yerinde hayatını kaybediyor. o sırada bataklıkta avlanmakta olan bir adam hızla olay yerine gidip onlarca kişinin kurtulmasına yardım ediyor. uçağın bataklığa düşmesi çarpmanın şiddetini azalttığından görece daha büyük bir facia önlenmiş oluyor. bataklık bazı kişilerin boğulmasına da sebep olurken, çamurun açık yaraları tıkaması, kan kaybından ölümleri azaltıyor. fakat bataklıkta bulunan bazı zararlı mikroplar, bazı kazazedelerin gangren olmasına sebep olmuş ama birçoğu tedavi edilebilmiş.
kara kutuda yapılan incelemelerde otomatik pilotta 2000 feet'e ayarlanmış uçağın kendi kendine neden irtifa kaybettiği ve pilotların hiçbirinin bu durumu nasıl fark etmediği üzerinde duruluyor. kara kutu kayıtlarında uçağın net bir biçimde, 2 defa yüksekliğin kaybedildiği uyarısının yapıldığı duyulabiliyor, fakat pilotlar o an başka bir sorunla uğraştıklarından ve otomatik pilota çok fazla güvendiklerinden bu uyarıyı duymuyorlar. fakat hala, böyle gelişmiş bir otomatik pilot sisteminin nasıl kendi kendine yükseklik kaybettiği sorusunun cevabını bulamıyorlar. daha sonra yapılan araştırmalarda uçağın veri kayıtlarından uçağın irtifa kaybetmeye başladığı saniyeyi saptıyorlar. kokpitteki ses kayıtlarından tam o an, o saniye ne olduğunu dinliyorlar. o an kaptan pilot, uçuş mühendisine : "aşağıya in ve takımların açılıp açılmadığına bak" diyor. modern otomatik pilot sistemlerinde, otomatik pilotun devre dışında kalmasını sağlamak için kumanda kolunun ileri itilmesi yeterli olacak şekilde yapılmış. kaptanın uçuş mühendisine aşağıya inmesini söylediği an arkasını dönerken kola yavaşça çarptığını, bu sayede otomatik pilotun devre dışı kaldığını saptıyorlar.
ve en acısı, daha sonra kazaya sebep olan olayları başlatan küçük ampulun kaza sonrası kontrolünde arızalı olduğu saptanıyor. iniş takımları aslında sorunsuz çalışıyordu. uçak gayet güvenli bir biçimde inebilirdi. pilotların hepsinin birden bütün dikkatlerini bu olaya vermesi bir sürü insanın ölümüne sebep olan bir faciaya yol açtı.
televizyon için çekilmiş, 1972 ispanya yapımı kısa film. phone booth'u etkilediği söyleniyor ama ben phone booth'u sevmeme rağmen bu mütevazı filmi ona tercih ederim. ayrıca ortak nesneleri olan telefon kulübesi dışında çok da fazla ortak yönleri olduğu söylenemez. oyuncu abinin performansının da hakkını vermek lazım. kötü bir oyunculuk filmin kalitesinin yarısını götürebilirdi, bu abi yukarı bile çekmiş kaliteyi.
evlat acısı çeken babaların uzanamayacağı yerlerde muhafaza edilmesi gereken müslüm baba şarkısı. henüz bir oğlu olmayan insanların bile çok derinine dokunan bu şarkı, babaları, hele hele evladını kaybetmiş babaları ne yapar tahayyül edemiyorum.
edit: sözlerini de ekleyelim
Evimizin güneşiydi gülüşün
Fotoğraflar yerini tutmuyor oğlum
Ah oğlum, ah oğlum
Yıkanmadı gömleklerin
Kokun gitmesin diye
Montun asılı duruyor
Duvarda hala
Dönersen bir gün giyersin diye
Ah oğlum, ah oğlum
Varsa bir ayıbın, günahın
Paylaşırız, buradayız oğlum
Babalar eksik gösterse de çok sever
Dönmesen de bunu bil oğlum
Ah oğlum, ah oğlum
oldukça eğlenceli filmlerdir. tek bir olayın bütün bir güne yayılışını izlediğimizden, genel özellikleri oldukça akıcı olmalarıdır. film ne zaman başladı ne zaman bitti anlamazsın. ilk aklıma gelenleri şöyle sıralayayım;
yanılmıyorsam 2003 yılında oynanan elazığspor - galatasaray maçında elazığ lehine penaltı kararı veren hakem ali aydın'a, elazığsporlu futbolcu effa'nın yaptığı hareket. ahahaha, adam hakeme sarıldı amk yaa. ali aydın'ın şaşkınlığı falan hala gözümün önünde. 10 yıldır ne zaman aklıma gelse gülerim. bu olay sayesinde az tutunmadım hayata. sağol effa. burada olsan da bir sarılsam.
and the beat goes on
just like my love everlasting
and the beat goes on
still moving strong on and on
do you ever wonder
that to win, somebody's got to lose
i might as well get over the blues
just like fishing in the ocean
there'll always be someone new
you did me wrong 'cos i've been through stormy weather.
and the beat goes on
just like my love everlasting
and the beat goes on you'd better believe it
still moving strong on and on
don't stop for nobody
this time i'll keep my feet on solid ground
now i understand myself when i'm down
like the sweet sound of hip music
there'll always be something new
to keep the tables turning
hey this super song
there'll never be an ending
and the beat goes on
just like my love everlasting
and the beat goes on
still moving strong on and on (the beat goes on) on, ...
get down playing that fee, sure the beat is real
the beat goes on
kasabada, çöpçülük yapıp 3 kuruşa milletin kapısının önünü süpüren kimsesiz genç bir çocuğun hayatı karanlık bir adamın* bir gün kasabaya gelişiyle değişir.
bu film lee van cleef'in "iyi, kötü, çirkin"'den sonra çektiği ilk film değildir. arada Da uomo a uomo adında oldukça iyi bir başka spaghetti western filmi daha yer alır.
çok güzel bir django unchained soundtrack'i. tarantino reyiz bu şarkıyı; başrolünde klaus kinski'nin oynadığı, orjinal adı "Lo chiamavano King"** olan 1971 yapımı spaghetti western'den almış. eserin sahibi, arjantinli besteci luis bacalov.
lawrence bender ve quentin tarantino'nun 1991 yılında kurdukları yapım şirketi. şirket, adını tarantino'nun pek sevdiği, jean-luc godard'ın ünlü filmi bande a part'dan almış. şu ana kadar yapımını üstlendikleri projelerin listesi şöyle;
reb braddock'un yönetmenliğini yaptığı 1996 yapımı film. cinayetlere ilgi duyan genç bir kızın hikayesi.
film ilk olarak 1991'de reb braddock tarafından kısa film olarak çekilmiş. tarantino'nun ilgisine mazhar olmuş, hatta filmdeki rahatsız kız* daha sonra pulp fiction'da yine benzer bir karakterde sayko taksici esmeralda villalobos karakterine can vermiş. 1996'daki uzun metrajının yapımcıları arasında tarantino'nun yapım şirketi a band apart da var, ve executive producer olarak da tarantino'nun cast'da adı geçiyor. filmin dağıtımını da yine tarantino'nun bir dönem faaliyette olan dağıtım şirketi rolling thunder pictures üstlenmiş. qt hiçbir destekten kaçınmamış kısacası.
angela jones'la beraber, soğuk kanlı psikopat katil rolünde alec baldwin'in kardeşi william baldwin oynuyor. yaklaşık 85 dakikalık eğlenceli bir film.
casablanca filminin gerçek olamayacak derecede kusursuz karakteri.
üçgenin diğer köşelerindeki ilsa da, rick de gerçek hayatta karşılığı olan karakterlerdir. fakat victor karşılığı olamayacak derecede gerçeküstüdür. zaten casablanca'yı olağanüstü bir hikaye haline getiren de victor'un bu kusursuzluğu. zaafları yoktur. idealisttir, direnişin sembolüdür, işkencelerden sağ kurtulan bir savaş kahramanıdır, üstelik tüm bu kavgasının ötesinde kadınını her şeyin üstünde tutar, onun için kendini feda etmeye hazırdır. mükemmeldir kısaca. fakat victor'u bu olağanüstülükten çıkarıp tek bir zaafla ya da tek bir boşlukla birazcık gerçeklik çizgisine yaklaştırsanız, , bütün hikaye dağılır. casablanca'nın büyüsü bozulur, düğüm çözülür, hikaye efsane finaline ulaşamadan kopar gider.
filmin rick'ten de, ilsa'dan da öte kilit noktasıdır bu karakter. bütün hikaye onun sırtındadır.
1907-1976 yılları arasında yaşamış, cary grant'la başrollerini paylaştığı his girl friday'de mükemmelin ötesinde bir performans sergilemiş amerikalı aktris.
1993 yapımı robert altman filmi. yaklaşık 17-18 tane ana karaktere sahiptir film. birbiriyle belli noktalardan bağlantılı ailelerin ve kişilerin birkaç gün içerisinde yaşadıkları anlatılıyor. her şeyiyle kuyumcu gibi ince ince işlenmiş bir film.
oyuncu kadrosu mükemmel. şöyle ki ; tim robbins, robert downey jr, jack lemmon, tom waits, frances mcdormand, chris penn, julianne moore bunlardan bazıları. fakat tim robbins'in canlandırdığı karakter benim kişisel favorim. ve onun eşini oynayan Madeleine Stowe. zat-ı şahanelerinin güzelliği ve gamzeleri filmi tekrar izlemek için başlı başına sebep. film zaten 3 saat olmasına rağmen o kadar dolu dolu ve akıcı ki en az 2-3 defa izlemeye değer. ilk seferde her şeyiyle tadına varılıp kenara atılacak kadar hafif bir film değil.