bugün

(bkz: bir kaç iyi adam)
henry fonda'nın öncülüğünde beyin fırtınası şeklinde geçen bir sidney lumet filmi. suç, yargılama, önyargı, öfke, kin, akılcılık ve şüphe üzerinde ilerleyen, kısıtlı bir mekanda, apayrı karakterlerin çok ince bir şekilde işlendiği bir başyapıt.
çocuğun suçlu olup olmadığına hala emin olamadığım film.
(bkz: 12 dev adam)
96 dakikalık temposunu hiç kaybetmeyen ve kişisel çıkarların, bencilliğin ne kadar ön planda olduğunu anlatan ve her oyuncusunun muazzam bir performans gösterdiği film.
Okulda örgüt yapıları üzerine çalışırken hocamız tarafından case study olarak verilen, ve yorumlarımızla ekibimizin birincilik kazandığı harika yapım. Farklı insan tiplerini orada görebilirsiniz :

Proactive
Inactive
Interactive
(bkz: 12/#3244413)

edit: bakınızı biraz daha şık verelim de, "boyle sacma sapan yonlendirme mi yapılır" diye kızan bunyeler ferahlasın biraz.
bir de bunun tv için yeniden çevrimi yapılmıştı. ısrarla "guilty" kararı verdirmeye çalışan adamı da who is the boss'taki eleman canlandırmıştı.
Amerikan adalet sisteminin önemli unsuru olan jüri içinde geçiyor. 12 insan bir zanlının idamına veya masumiyetine karar verecek ve bu karar kesinlikle "oy birliği" ile alınacak. işte burada biz de jüriye dâhil oluyoruz ve vicdan ile önyargı arasındaki mücadeleyi izliyoruz.

Filmde ilerleyiş, diyaloglar, oyunculuklar, konu ile alâkalı ipuçları vesaire her şey mükemmel.

9.5/10

Not: Konu olarak yine Henry Fonda'nın başrolünde olduğu "The Ox-Bow Incident" ile oldukça benzer ki onu da öneririm.
1957 yapımıdır. filmin yönetmeni sidney lumet'dir.ayrıca efsanedir.
(bkz: sidney lumet)
(bkz: martin balsam)
(bkz: lee j cobb)
(bkz: jack warden)

--spoiler--
"it's always difficult to keep personal prejudice out of a thing like this. wherever you run into it, prejudice always obscures the truth. i don't really know what the truth is. i don't suppose anybody will ever really know. nine of us now seem to feel that the defendant is innocent. but we're just gambling on probabilities. we may be wrong. we may be trying to let a guilty man go free. i don't know. nobody really can. but we have a reasonable doubt. and that's something that's very valuable in our system. no jury can declare a man guilty unless it's sure. we nine can't understand how you three are still so sure."
--spoiler--
bu kadar güzel bir konuyu mükemmel oyunculuklarla süslemişler. harika da olmuş.
1957 yapım olmasına karşın zamanın eskitemediği orjinal bir film. minimum bütçeyle maximum başarıyı elde etmiş filmler kategorisinde ön saflarda yerini almıştır.
basit ama bir o kadar da hayati olan iki mesajlı film:
1- suçlu olduğu kesin olarak ispat edilene kadar herkes masumdur.
2- insan hayatı bir şüpheye ya da önyargıya kurban edilemeyecek kadar değerlidir.
Başrolünde Henry Fonda'nın oynadığı çok özel bir film. reasonable doubt'u akıllara kazımıştır. sydney lumet'in yönettiği ilk film,1957 yapımı. amerikan juri sistemiyle ilgili, muhteşem.
ilk 30 dakikasında sıkılıp kapattığım film. hayır izlemeye devam edeceğim ama ne zaman bilmiyorum ve izlemediğim her gün antipatim daha da artıyor.
siyah beyaz filmlerin en sıkıcısıdır.

(bkz: filmin sonunu baştan tahmin etmek)
iddialı kaçacak lakin bu filmi sıkıcı bulduğunu söyleyenler, sinemadan anlamayanlar demeyeyim de, sinemayı sadece bir eğlence aracı olarak görenlerdir. diyaloglardaki vurgular, davis'in (ismini filmin sonunda öğrendiğimiz henry fonda) diğer juri üyelerinin aksine görevini ciddiye alması, vericeği kararın neticesinde bir insan hayatının daha yokolacağının bilincinde olması, önceden bir avukat titizliğinde davaya hazırlanması, lee j. cobb ve ed begley'in ''suçlu işte, o kadar!'' emirvakiliklerine karşı iddialarını mantığa dayandırması ve sabırlı bir şekilde, insanları ikna etmek için değil, insanları akla ve mantığa, düşünmeye davet etmek için çabalaması.

filmin sonu ise gerçekten ilginçtir, ilk başta siz de suçlu gözüyle bakarsınız ancak ortaya atılan tüm delil ve tanıkların ifadeleri altı biraz kaşındığında, biraz düşünüldüğünde son derece şüphelidir, filmle birlikte siz de yavaş yavaş ikna olmaya başlarsınız. özellikle ed begley'in fakir insanlara tepeden bakan önyargılı tiradı ve sonrasında herkesin begley'den tiksinmesi ve filmin başlarında siz hiç terlemez misiniz sorusuna evet yanıtını veren e.g. marshall'ın fonda sıkıştırınca alnından bir damla ter süzülmesi ilginç detaylarındandır filmin. izlenmesi gereken filmlerden birisi her şekilde.
her ne kadar tek bir odada geçsede cinayet senaryoları anlatıldığında izleyenler tarafından kafalarında o sahneleri canlandırdıkları ve aslında tek bir odada geçmeyen adalet sistemini,ön yargıları ve insan hayatının ne kadar değerli olduğunu anlatan kült yapım.
üzerine tez yazılabilecek bir film. çok uzun bir entry yazmak isterdim ama doğru kelimeleri bulamam, söylemek istediklerimi toparlayamam diye kısa tutacağım.
bir kere sinemayı sevdiğini iddia eden herkesin mutlaka izlemesi gereken bir film. imdb'de 9.sırada ama aynı listedeki ilk 7 filmden 6'sını(pulp fiction'u izlemedim) izlemiş biri olarak diyorum ki; hepsiyle tek tek kıyaslanabilir ve hepsinden daha iyi olduğu da iddia edilebilir. iyidir demiyorum ama kötü de diyemem.
baştan sona tek bir odada geçen, 12 adamın karşılıklı tartışmalarından oluşan ve inanılmaz sürükeliyici olan bir film. buna inanmak cidden çok zor ama öyle.tek bir repliği bile kaçırmak istemiyorsunuz. ben filmi ingilizce üzerine ispanyolca düblajlı ve türkçe altyazılı olarak -kısaca karman çorman- izledim ve sanırım hayatım boyunca hiçbir filmi bu kadar dikkatli izlememiştim. inanın ya da inanmayın tek bir cümleyi okuyamadığım için sahneyi geri alıp cümleyi tam olarak okuduktan sonra filme devam ettim. üstelik filme sadece göz atmak istemiştim ama 3. dakikadan itibaren ayrılamadım filmden.
ben hukuk öğrencisiyim ve bize philadelphia filmi izlettirilmiş hukuk felsefesi sınavında da soru olarak gelecek denmişti. burdan yola çıkarak diyorum ki eğer philadeplhia filmi sınav sorusu oluyorsa -ki çok iyi bir filmdi- bu film hukuk fakültelerinde ders olarak okutulabilir.
tagline'ı bile mest eden süper film.

Life Is In Their Hands -- Death Is On Their Minds!
filmin kendisinde garip bir sekans bulunuyor, izlemeniz de önemli değil... şansmıdır kader midir, garip bir uyku hali almanızı sağlıyor.
filmin temelinde socratesin şüpheden yola çıkarak hakikati arayış metodu yatmaktadır. nitekim ilk oylamada suçlu değil şeklinde oy kullanan tek üyeye kararının nedeni sorulduğunda yargıcın söylediği reasonable doubt ifadesine gönderme yapmış ve ayrıca aynı üye socrates'in bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir aforizmasına atıfta bulunmuştur. en nihayetinde tartışmanın başında herkesçe kesin kabul edilen verilere şüphe ile yaklaşınca hakikatın bambaşka olduğu görülmüştür.
filmin başında arka fonda kıkırdayan bir kadın figüranın haricinde hiçbir kadının olmadığı filmdir. adamların bu kadar kızgın olmasına şaşmamak gerek. *
ön yargı üzerine, izlediğim en iyi film. hayatta en çok yaptığım şeyi yüzüme vurdu bu film. film boyunca, gerçekten kendimden çok utandığım anlar oldu. her olayı, her insanı ön yargıyla karşılıyordum kendi beynimde.

bir ön yargının, en iyi anlaşılabileceği yerde geçmiş film. jüri arasında. benim de o çocuğu suçlu bulan insanlardan pek bir farkım yok. tek arzum, kötü bir kriz geçirmeden atlatabilmek bu hastalığı.

evet ben de bir jüriyim.